ABD'nin Yemen'deki askeri operasyonları hakkında 10 soru

Trump'ın İran'ın Yemen kolunu ortadan kaldırma vaadi ile birlikte meşru hükümet, başkentini geri alma fırsatını bekliyor.

ABD operasyonları Kızıldeniz’de bulunan USS Harry S. Truman ile Umman Denizi'nde bulunan USS Carl Vinson uçak gemilerinden düzenleniyor. (Independent Arabia)
ABD operasyonları Kızıldeniz’de bulunan USS Harry S. Truman ile Umman Denizi'nde bulunan USS Carl Vinson uçak gemilerinden düzenleniyor. (Independent Arabia)
TT

ABD'nin Yemen'deki askeri operasyonları hakkında 10 soru

ABD operasyonları Kızıldeniz’de bulunan USS Harry S. Truman ile Umman Denizi'nde bulunan USS Carl Vinson uçak gemilerinden düzenleniyor. (Independent Arabia)
ABD operasyonları Kızıldeniz’de bulunan USS Harry S. Truman ile Umman Denizi'nde bulunan USS Carl Vinson uçak gemilerinden düzenleniyor. (Independent Arabia)

Tevfik eş-Şenvah

ABD'nin Yemen'deki askeri operasyonları ikinci ayına girerken, ABD Başkanı Donald Trump'ın Kızıldeniz ve Aden Körfezi'ndeki uluslararası sulardan geçen uluslararası ticari gemilere yönelik saldırılarını artıran İran destekli Husi milislerini caydırma amacıyla, mart ortasında duyurduğu hava saldırıları operasyonun arka planı ve sonuçlarına ilişkin bazı sorular gündeme geliyor. Sıcak durumun Yemen hadiseler sahnesini her geçen gün dolduran başka sonuçlar doğuracağı bekleniyor.

1. ABD'yi Husi mevzilerine saldırı düzenlemeye iten doğrudan nedenler nelerdi?

ABD'nin Yemen'de hava ve deniz operasyonlarına başladığı andan itibaren ABD Başkanı Donald Trump, Husileri ortadan kaldırma sözü verdi ve İran'ı, Kızıldeniz bölgesindeki saldırılarına yanıt olarak Husilere destek vermeye devam etmemesi konusunda uyardı.

ABD, uluslararası ticaretin ve uluslararası ekonominin etkilenmesinin, nakliye ve sigorta maliyetlerinin artmasının, uluslararası ticarette maliyetlerde önemli artışlara yol açan yeni rotaların benimsenmesinin ardından Kızıldeniz bölgesinde güvenliği yeniden sağlamaya çalışıyor.

Benzer bir bağlamda, ABD'nin Yemen Büyükelçisi Steven Fagin, büyükelçiliğin X platformundaki hesabından şunları söyledi: “Mevcut operasyon yalnızca Husileri ve askeri kapasitelerini hedef alıyor; otoriter yönetimleri altındaki bölgelerdeki sivilleri hedef almıyor.”

2. ABD son saldırılarında önde gelen Husi liderlerini öldürmeyi başardı mı?

Bir aydan fazla bir süre geçmesine rağmen ABD ve Husiler, örgütün önde gelen liderlerinden kimsenin öldürüldüğünü duyurmadı. Gözlemciler, bunun nedenini Husilerin bazı faaliyetlerini açıkça yürütmelerine rağmen hâlâ saklandıkları engebeli ve dağlık araziye bağlıyor. Husiler son olarak insanları bu etkinliklere katılmaya zorladıkları yönündeki yaygın suçlamalara rağmen, 70. Meydan'da düzenledikleri etkinlik ile halkın kendilerine desteğini göstermeye çalıştılar.

Yemenli kaynaklar, ABD'nin yaptırım listesinde yer alan Husi liderlerinden Mansur es-Sadi'nin, ABD'nin Hudeyde şehrine düzenlediği hava saldırısında yaralandığını ve tedavi için Sana'ya sevk edildiğini bildirdi.

3. ABD Yemen'e yönelik saldırılarında neleri hedef alıyor?

Harekat planına göre ABD, askeri gücün zayıflatılmasıyla başlayan, ardından komuta merkezlerinin, radarların, silah depolarının, teknisyenlerin, uzmanların ve hava savunma sistemlerinin zayıflatılmasıyla devam eden savaş stratejisine göre doğrudan hedef alarak açık savaş aşamasına girdi. Daha sonra da gördüğümüz gibi liderleri ve hareket halindeki araçları hedef almaya başladı.

Benzeri görülmemiş bombardımanların vurduğu en önemli hedefler belki de Saada ve Amran şehirlerinde dağlarda bulunan mağaralarda ve oyuklarda gizlenen Husi silah depoları oldu. Bunlardan bir kısmı örgütün daha önceki dönemlerde İran'dan temin ettiği silahlar olup, örgütün stratejik silah stokunu temsil ediyor. Havaalanları, füze rampaları, İHA'lar ve kışlaların bombalanmasının yanı sıra, önümüzdeki günlerde hedef alma operasyonlarının daha da yoğunlaşması bekleniyor.

Yemen Ordusu’ndan Tuğgeneral Muhammed el-Kamim, hava operasyonlarının şu ana kadarki seyrini değerlendirerek, “Amerikan operasyonlarında kademeli bir hedef yükseltme görüyoruz ve bu diğer hedefleri de kapsayabilir. Bu durum, ABD yönetiminin Husi milislerinin kabiliyetlerini önemli ölçüde zayıflatma yolunda ilerlediğini gösteriyor” dedi.

Yerel sakinlerse, gerek hedef alınan saha komutanları arasındaki kayıplar gerekse milislerin 2014 yılında İran destekli darbeden bu yana elde ettiği askeri teçhizat, füze teknolojisi ve hava gücü kayıpları açısından Husi tarafındaki aşırı gizliliğe rağmen, hava saldırılarının büyük bir dikkat ve titizlikle gerçekleştirildiğini açıkladı.

Yemen'in kuzey platosunun dağlık arazisinde saklanan Husi hedeflerini takip etme yönündeki Amerikan stratejisini açıklarken, Başkan Donald Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz, operasyonların başlangıcında şöyle demişti: “ABD'nin Yemen'e yönelik son bir haftadaki saldırılarında şu ana kadar iki önemli Husi lideri öldürüldü; bunlardan biri de örgütün füze uzmanıydı.”

4. Uluslararası alanda tanınmış Yemen hükümetinin saldırılara ilişkin tutumu nedir?

ABD operasyonlarının başlamasından bu yana hükümetten, Husilerin elindeki toprakları geri alabilmek için uluslararası pozisyonun seferber edilmesi çağrısında bulunan art arda tepkiler geldi. Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi'nin açıklamalarına göre, “Yemen'deki İran Husi projesini ortadan kaldırmanın tek yolu bu.”  Meşru hükümetse, ABD saldırılarından Husi milislerini sorumlu tuttu, onları bu saldırılara davetiye çıkarmak ve “İran rejiminin isteklerini yerine getirmek için gerginliği tırmandırmayı seçmekle” suçladı.

5. Hükümet Husilere karşı kara harekâtı başlatmayı düşünüyor mu?

Yemen'deki meşru hükümetin, ülkenin Kızıldeniz'e nazır batı kıyı şeridini ve Hudeyde Limanı’nı geri almak için askeri operasyona hazırlandığını gösteren bir dizi veri bulunuyor. Hükümetin ve Batılıların teyitlerine göre, bunların geri alınması büyük ölçüde başkent Sana'nın kurtarılmasının önünü açacak. Yemen Ordusu’ndan Tuğgeneral ve Beşinci Tugay'ın eski komutanı Salih Karuş, bu hafta içinde, kesin bir askeri zafere, başkent Sana'ya dönüşe ve Husi milislerinin kalıcı olarak yenilgiye uğratılmasına her zamankinden daha yakın olunduğunu söyledi.

frty6
ABD ve Husiler, bir aydan fazla bir süre geçmesine rağmen örgütün önde gelen liderlerinden birinin öldüğünü duyurmadı (Sosyal Medya)

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı habere göre Karuş, yaptığı açıklamada, “Yemen ordusunun tüm birlikleri ve muharip gruplarıyla hazırlıkları, İranlı Husi milislerinin beklediğinden çok daha büyük” dedi. “Ülkemizin tanık olduğu tarihi an, bizi halkımıza ve ailelerimize acı çektiren bu örgütten kurtuluşa doğru götürüyor” diye ekledi. Bu arada, kıyı şeridinde konuşlu Yemen güçlerinin sözcüsü Vadah el-Dobiş, daha fazla ayrıntıya girmeden Sana'ya ulaşana kadar “Husi milislerinin kontrolündeki bölgeleri geri almak için tüm görevleri yerine getirmeye hazır olduklarını” vurguladı.

6. Husiler ABD saldırılarına nasıl karşılık verdi? Tırmandırma tehdidinde bulundular mı?

Örgüt, her an hedef alınabileceği bu sıcak ortamda biraz olsun soğukkanlılığını korumaya çalışıyor. Hükümet güçlerinin karadan ilerlemesini engellemek için askeri yığınak yapıyor, seferber ediyor, daha fazla mayın döşüyor ve engeller koyuyor. Hükümet güçleriyse siyasi bileşenleri arasındaki siyasi ayrışmaya rağmen, Husilere karşı büyük bir kin güden profesyonel bir askeri güce sahip. Husi milislerinin lideri, zaman zaman “Gazze'ye desteklerini sürdürecekleri” tehdidinde bulunuyor. Askeri Sözcü Yahya Saree'nin günlük açıklamalarıysa içerik ve öz olarak aynı ifadeleri tekrarlıyor. ABD'nin saldırı dalgasına yanıt olarak Kızıldeniz'deki Amerikan uçak gemisi Harry S. Truman ve bir dizi “düşman savaş gemisinin” hedef alındığından söz ediyor.

7. Saldırılar Husilerin uluslararası nakliyeye yönelik saldırı gücünü zayıflatmada başarılı oldu mu?

Milislerin lideri Abdulmelik el-Husi'nin geçen perşembe günü uluslararası sulardaki saldırılarına devam edeceklerini teyit etmesine rağmen, Kızıldeniz ve Aden Körfezi bölgesindeki günlük hadiselere ilişkin göstergeler, Husi eylemlerinin sayısında ve kalitesinde önemli bir düşüş olduğunu ortaya koyuyor. Bu, konuşlandırılan Amerikan gemilerinin havadan ve radarlar ile gözetleme düzeyinin yüksek olması, Husilerin başlarının üstünde gece gündüz dolaşan Amerikan savaş uçaklarının hızla gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan duydukları korkudan kaynaklanıyor.

8. ABD saldırılarında ne tür silahlar veya uçaklar kullanılıyor?

ABD operasyonları, Kızıldeniz'deki USS Harry S. Truman ve şu anda Umman Denizi'nde bulunan USS Carl Vinson uçak gemilerinden düzenleniyor.

ABD'nin Hint Okyanusu'ndaki Diego Garcia Hava Üssü'ne de hayalet B-2 bombardıman uçakları konuşlandırdığı ve bu uçakların da bu saldırılarda rol aldığı düşünülüyor.

Operasyonlara katılan en önemli savaş uçakları F-18 ve F-35'lerin yanı sıra gözetleme uçakları, savaş uçakları ve diğer çeşitli insansız hava araçları da görev yapıyor.

9. Bu saldırılarda özellikle hangi Yemen şehirleri hedef alındı?

Husi milislerinin kontrolündeki bölgeler arasında Eylül 2014'te ele geçirdikleri başkent Sana'nın yanı sıra belki de en önemlisi milislerin tarihi kalesi ve onların fikri atılımlarının merkezi Saada şehri olan kuzeydeki bazı şehirler de yer alıyor.

10. Yemen sokağı bu gelişmeleri nasıl görüyor?

Amerikan operasyonlarının sonuçlarının ne olacağı konusunda büyük bir beklenti ve merak var. ABD, saldırıların yalnızca Husilerin uluslararası sulardan geçen gemileri hedef almasını engellemeyi amaçladığını duyursa da, Yemen sokağı, Suriye'de ve daha önce Lübnan'da yaşananlar gibi bunun da ülkedeki İran projesinin son aşamalarının başlangıcı olmasını bekliyor.



Endişe verici iç ve bölgesel koşulların yanında SDG garantiler ve ortaklık arayışında

Suriye'nin kuzeydoğusundaki Deyrizor ilinin el-Buseyra beldesinde devriye gezen SDG üyeleri, 4 Eylül 2023 (AFP)
Suriye'nin kuzeydoğusundaki Deyrizor ilinin el-Buseyra beldesinde devriye gezen SDG üyeleri, 4 Eylül 2023 (AFP)
TT

Endişe verici iç ve bölgesel koşulların yanında SDG garantiler ve ortaklık arayışında

Suriye'nin kuzeydoğusundaki Deyrizor ilinin el-Buseyra beldesinde devriye gezen SDG üyeleri, 4 Eylül 2023 (AFP)
Suriye'nin kuzeydoğusundaki Deyrizor ilinin el-Buseyra beldesinde devriye gezen SDG üyeleri, 4 Eylül 2023 (AFP)

Rustem Mahmud

ABD'nin arabuluculuğu ve her iki tarafa uyguladığı baskının yanı sıra ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın çabalarına rağmen SDG ile Suriye hükümeti arasındaki ikili müzakereler, geçtiğimiz temmuz ayının başlarında, tarafların 10 Mart'ta mutabık kaldıkları bu güçlerin Suriye ordusuna entegrasyonu konusunda şiddetli anlaşmazlıklar nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı.

Bundan sadece birkaç gün sonra taraflar birkaç hafta içinde Fransa'nın başkenti Paris'te ikili görüşmelere katılmayı kabul ettiklerini açıkladılar. Ancak Halep'in doğusundaki Deyr Hafir bölgesinde taraflar arasında güvenlik gerginlikleri ve yerel askeri çatışmalar patlak verdi. Bunu, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Suriye'nin başkenti Şam'a yaptığı özel ziyaret izledi. Ardından, SDG ve ona bağlı Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi himayesinde, yeni iktidara kökten karşı çıkan aralarında Suveyda’daki Dürzilerin Ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri'nin de bulunduğu çeşitli kesimlerin katılımıyla Haseke şehrinde bir siyasi konferans düzenlendi. Bu durum, taraflar arasındaki meseleyi en başa döndürdü ve Suriye yönetimi Paris’teki toplantıya katılmayacağını açıkladı. SDG ise, ülkenin kuzeydoğusundaki birçok bölgede kendisine karşı askeri hamlelerin arttığını belirten bir açıklama yayınladı.

Bu gelişmeler çerçevesinde ‘kendisi için belirsiz’, son derece değişken ve bağlamı muğlak bir bölgesel ve uluslararası ortam arayışında olan SDG, Suriye denklemindeki konumunu ve rolünü korumaya çalışırken, terörle mücadele alanındaki başarılarını, askeri güçlerini, sembolik otoritesini ve bölgesel ve uluslararası siyasi ilişkiler ağını, özellikle de ülkenin önümüzdeki on yıllar boyunca nasıl bir yapıya kavuşacağının belirleneceği bu dönemde, Suriye içinde etkili bir aktör haline gelmek için bir araç olarak kullanmaya çalışıyor.

SDG, yakın gelecekte etkileşime girip yoğunlaşarak konumunu ve Şam yönetimi ile ulaşmayı hedeflediği formülü fiilen ortadan kaldırabilecek birçok faktörden endişe duyuyor.

SDG’nin endişeleri

SDG, yakında konumunu ve Şam yönetimi ile ulaşmayı hedeflediği formülü fiilen ortadan kaldırabilecek faktörlerin yoğunlaşmasından endişe duyuyor. Şu anda sahip oldukları güç ve sahadaki kontrol, uluslararası koruma ve destekle sağlanıyor. SDG Suriye'nin iç kurumları ve yasaları tarafından ya da bölgesel ve uluslararası resmi tanıma tarafından açıkça tanımlanmış herhangi bir meşruiyete sahip değil. SDG’ye yakın bazı siyasi liderle temasa geçen Al Majalla, gelecekteki endişelerin önümüzdeki aylarda gerçekleşebilecek üç dönüşümle özetlenebileceği konusunda hemfikir olduklarını öğrendi.

dfrgthyu
SDG lideri Mazlum Abdi, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Kamışlı'da düzenlenen Birlik ve Uzlaşı Konferansı’na katıldı, 26 Nisan 2025 (AFP)

Suriye hükümet güçleriyle sahada gerginliğin artması, doğrudan askeri çatışmaya yol açabilir ve bu çatışma, birkaç gün önce Halep'in doğusundaki Deyr Hafir bölgesinde olduğu gibi, küçük ve yerel bir olayla başlayabilir. Böyle bir çatışma patlak verirse SDG'nin kontrolündeki bölgelerdeki sosyal doku ve barış üzerinde etkili olacağına şüphe yok. Çünkü bu bölgelere halihazırda temel olarak kırılgan bir siyasi ve sosyal gerçeklik hakim. SDG sözcüleri tarafından yapılan son açıklamalar, son askeri çatışmaların ‘Suriye hükümeti güçleri saflarında faaliyet gösteren disiplinsiz grupların’ SDG mevzilerini bombalaması sonucu meydana geldiğini ima ederek, yeni iktidar içinde bazı kesimlerin Türkiye’nin bölgesel yönlendirmeleriyle SDG ile askeri çatışmaya girmeyi her ne pahasına olursa olsun amaçladığını düşündürdü.

ABD, SDG'ye Suriye içinde veya Suriye'den bağımsız olarak varlığını sürdürebileceğine dair garanti veremez ve ‘federalizm Suriye'ye uygun değildir’

SDG, Türkiye'nin mart ayı başlarından bu yana sürdürdüğü askeri ve siyasi pasif tutumundan da endişe duyuyor. Türkiye, o tarihten bu yana SDG'nin kontrolündeki bölgelere geçtiğimiz yıllarda yaptığı gibi, herhangi bir hava saldırısı düzenlemedi. Türkiye'nin katı siyasi ve askeri açıklamalarının dozu belirgin şekilde geriledi. Türkiye, mart ayı başlarında SDG lideri Mazlum Abdi ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara arasında imzalanan anlaşmayı desteklemeye odaklandı. Hatta Türk yetkililer, Suriye’nin savunma sistemi içinde silahlı örgütlere yer verilmemesi şartıyla Suriye'deki Kürtlerin ülkede tüm kültürel ve siyasi haklarına kavuşmalarını istediklerini vurguladılar.

Ancak SDG, Türkiye'nin tutumundaki bu belirgin değişimin, Türkiye hükümeti ile PKK arasında silahlı çatışmayı sona erdirmek için yürütülen müzakerelerle ilgili iç siyasi dinamiklerden kaynaklandığını düşünüyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2028 yılından önce Anayasa’yı değiştirerek cumhurbaşkanlığına yeniden aday olabilmek için Türkiye'deki Kürtler ve onların siyasi güçleriyle yakınlaşmanın şart olduğunu anlamış durumda. Aynı şekilde, iktidar koalisyonundaki ortağı ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli de, Türkiye'nin etrafını saran endişe verici jeopolitik riskler nedeniyle mevcut stratejisini övüyor ve bunun için Kürt meselesinin çözülmesi ve yakınlaşmanın gerektiğini savunuyor. Bu iki husus, Türkiye'nin SDG ve SDG’nin kontrolündeki bölgeler üzerindeki baskısını tamamen hafifletse de bu durum uzun sürmeyebilir. Hatta PKK ile Ankara arasındaki ortak proje, geçtiğimiz yıllarda defalarca olduğu gibi başarısız olursa, her an tersine dönebilir. Bu da Türkiye'nin, PKK'nın en tehlikeli uzantısı olarak gördüğü SDG'ye karşı sert bir tutum sergilemesine neden olur.

Her iki durumla birlikte SDG, ABD’nin Suriye'ye yönelik vizyonundan ve stratejisinden, özellikle de ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın çalışma mekanizmasından hiç memnun değil. ABD, Suriye'nin yeni iktidarına, iktidara geldiği ilk günlerde iş birliği ve ABD'nin tanıma şartı olarak bazı koşullar ve sınırlama getirmişti. Ancak aynı ABD, tüm ihtilaflı konuları, devlet yapısı ve yeni iktidar içindeki yerel hassasiyetlerin şekli ve yeri dahil olmak üzere, aşarak Suriye ile son derece aktif bir iş birliği başlattı. SDG bunu kendi aleyhine bir dönüşüm olarak görüyor, çünkü ABD'yi en yakın siyasi ve askeri müttefiki, Suriye'nin geleceğindeki rolünü ve konumunu güvence altına almak için en güvenilir taraf ve terörle mücadele konusunda iki taraf arasındaki ikili ortaklığın koşulları ve ortamı içinde varlığını sürdürmesi için tek güvenlik ve siyasi şemsiye olarak görmeye devam ediyordu.

go90
SDG lideri Mazlum Abdi ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, SDG kurumlarının Suriye devlet kurumlarıyla birleşmesi için anlaşma imzaladıktan sonra tokalaşırken, 10 Mart 2025 (SANA/Reuters)

ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın, SDG ile Suriye yönetimi arasında 9 temmuzda yapılan ‘başarısız’ ikili müzakerelerin ardından yaptığı açıklama, SDG çevrelerinde şok etkisi yarattı. Barrack, taraflar arasında daha önce üzerinde anlaşmaya varılan kararların uygulanamamış olmasının sorumlusunun SDG olduğunu, Suriye yönetiminin ‘harika teklifler’ sunduğunu, ABD'nin SDG'ye Suriye içinde veya Suriye'den bağımsız olarak varlığını sürdürme garantisi veremeyeceğini ve ‘federalizmin Suriye'ye uygun olmadığını’ söyledi.

Al Majalla’ya konuşan özel kaynaklar, SDG lideri Mazlum Abdi'nin geçtiğimiz ayın sonlarında Ürdün'ün başkenti Amman'da Barrack ile yaptığı görüşmede bu açıklamaları ayrıntılı olarak ele aldığını ve Barrack'ın Abdi'ye açıklamalarının yanlış anlaşıldığını söylediğini aktardı. Kaynaklara göre Barrack, ABD'nin SDG ile Suriye hükümeti arasında bir diyalog ortamı yaratma taahhüdünü vurguladı. Bu bağlamda SDG, ‘ABD'nin gevşekliği’ olarak nitelendirdiği duruma karşı Fransa'nın hızlı bir şekilde harekete geçmesini sağladı. Fransa, siyasi olarak SDG'nin tutumuna en yakın ülke ve Suriye hükümetinin SDG ile müzakereleri Şam'dan Paris'e taşımayı kabul etmesi, SDG için ‘siyasi bir zafer’ niteliğindeydi. Çünkü bu gelişme, SDG'yi Suriye yönetiminin tanımlamaya çalıştığı ‘devletin meşruiyeti’ ve ‘silahlı grup’ ikileminden çıkardı.

Bu yılın savunma bütçesi tasarısı, uzun yasal ve siyasi prosedürler olmadan ABD askerlerinin Suriye'den çekilmesini kısıtlayan maddeler içeriyor. Bu maddeler, sadece Beyaz Saray'ın kararıyla değil, siyasi konsensüsün sağlanmasını da zorunlu kılıyor.

ABD garantileri

Son aylarda ABD'nin SDG'nin geleceğine ilişkin tutumlarında çelişkiler yaşanmasına rağmen, yeni ABD yönetiminin bölgesel güçlerle ilişkilerinin şekillenmesiyle birlikte, çeşitli ABD kurumları SDG'nin devamlılığını ve onunla ortaklığı teyit etmeye çalıştı.

ABD Başmüfettişlik Ofisi’nin bu yılın ikinci çeyreğine ait raporunda, ABD güçlerinin Suriye'nin kuzeydoğusundaki bazı üslerini kapatması eleştirildi. Raporda, "ABD liderliğindeki koalisyon güçleri, Fırat Vadisi'nin ortasındaki 3 askeri üssü kapattı. Bu üsler, SDG ile bölgedeki Arap aşiretleri arasında denge ve koordinasyon unsuru oluşturuyordu. Uluslararası Koalisyon (Birleşik Ortak Görev Gücü-Doğal Kararlılık Harekâtı/CJTF-OIR), ABD güçlerinin çekilmesinin SDG ile Arap aşiretleri arasındaki gerilimin tırmanmasına yol açacağını öngörüyor. Raporda ayrıca, “DEAŞ’a karşı mücadele, doğrudan çatışma yerine kontrol ve gözetim aşamasına giriyor. Binlerce DEAŞ üyesini ve ailelerini barındıran hapishaneler ve mülteci kamplarının güvenlik kapasitesinin zayıflamasından açıkça endişe duyuluyor” ifadesi yer alıyor. Washington yönetimi üzerinde en etkili Amerikan kurumları olan Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) görüşlerinin kesiştiği noktayı temsil eden raporda ABD’nin SDG’yi terk etmesi halinde parçalanma durumundan duyduğu endişeyi ifade ediliyor.

Bu yılın savunma bütçesi tasarısı, uzun yasal ve siyasi prosedürler olmadan ABD askerlerinin Suriye'den çekilmesini kısıtlayan maddeler içeriyor. Bu maddeler, sadece Beyaz Saray'ın kararıyla değil, siyasi konsensüsün sağlanmasını da zorunlu kılıyor. Rapora göre tasarı, ABD Savunma Bakanlığı'nı (Pentagon) Suriye'den herhangi bir çekilmenin DEAŞ’ı yenilgiye uğratma görevine zarar vermeyeceğini teyit eden resmi bir belge sunmaya mecbur bırakıyor. Rapora göre 2025 yılı savunma bütçesi tasarısı, ABD Kongresi'ne önceden bildirimde bulunulmaksızın Suriye'deki Amerikan askeri üslerinin azaltılmasını veya birleştirilmesini yasaklıyor. Tasarıda ayrıca, Kongre'ye sunulan raporda, Suriye'deki yerel güçlere sağlanan destek ve eğitimdeki eksikliklerin değerlendirilmesinin yer alması gerektiği vurgulanıyor. Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler tasarı üzerinde siyasi olarak uzlaştı.

SDG, Suriye'deki Kürt sorununun çözümü için net bir yol haritası ve perspektif olması gerektiğini ve yetkililerin Suriye'deki Kürtlerin kültürel haklarını tanıma konusunda sunduğu imkanların yeterli olmadığını düşünüyor.

SDG ne istiyor?

SDG, mevcut durumunu uzun vadede sürdüremeyeceğini biliyor. Ne bölgesel gerçekler ne de Suriye'nin iç gerçekleri, ‘meşruiyet ve tanınma eksikliği’ nedeniyle bunu mümkün kılıyor. Aynı şekilde, hükümet kurumlarının iş birliğini reddetmesi nedeniyle, bölgedeki yerel toplulukların yaşadığı zorlu yaşam, bürokrasi ve ekonomik koşullar da bunu mümkün kılmaz. Örneğin cep telefonu şebekesi aylardır çeşitli bölgelerde kesik durumda ve yargı, emlak işleri, nüfus kayıtları ve dış belgelerle ilgili diğer kurumlar da hizmet dışı, bu da kamu yaşamı ve vatandaşların istikrarı üzerinde baskı yaratıyor.

SDG'ye yakın askeri liderlerin ve politikacıların açıklamalarına göre SDG’nin öngörülebilir gelecekte hedeflediği üç mekanizma var. Bu mekanizmalar, Şam'da hükümetle yapılan son toplantıda sunuldu, ancak hükümet tarafından tamamen reddedildi.

dfrgthy
SDG tarafından Haseke'de düzenlenen Beraber Duruş Konferansı’ndan bir kare, 8 Ağustos 2025 (Sosyal medya)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan akatdrığı analize göre SDG, güçlerinin Suriye düzenli ordusuna entegrasyonuyla sembolik ve idari egemenliğinin kabul edildiğini, ancak silahlarını ve idari yapısını Suriye ordusu bünyesinde muhafaza edeceğini, bunun birkaç yıl sürebileceğini düşünüyor. Aynı durumun, kontrolündeki bölgelerdeki polis ve güvenlik güçleri için de geçerli olmasını istiyor. Buna karşılığında da düzenli ordu birliklerinin sınır merkezleri, sınır kapıları ve havaalanlarını Şam yönetimine bağlı kurumlar olarak kontrol etmesini kabul ediyor.

Diğer bir mesele ise bu bölgelerin anayasal statüsüdür. Bu bölgeler, herhangi bir kalıcı anayasada ‘mutlaka’ yer alması gereken geniş bir ademi merkeziyetçilikle temsil edilmesi gerekiyor. Bu sayede, dış politika, para politikası ve savunma stratejisi gibi merkezi hükümetin münhasır yetkilerine itiraz etmeden, kendi kaynaklarını ve idari ve genel işlerini yönetme hakkı ve yetkisi elde etmeli. SDG, bu tartışmanın geçiş döneminin sonuna ertelenmesini kabul etmiyor. Çünkü taraflar arasında derin bir ‘güvensizlik’ olduğunu ve bunun olmadan sosyal barışı koruyacak garantilerin olmasının imkansız olduğunu, geçtiğimiz aylarda kıyı kesimleri ve Suveyda'da yaşananları örnek göstererek vurguluyor.

Son olarak, SDG, Suriye'deki Kürt sorununun çözümü için net bir yol haritası ve perspektif olması gerektiğini, iktidarın Suriye Kürtlerinin kültürel haklarını tanıma yönündeki adımlarının yeterli olmadığını ve bu sorunun bazı siyasi/ulusal hakla da bağlantılı olduğunu düşünüyor. Devletin ‘Suriye Arap Cumhuriyeti’ olarak adlandırılması ve Kürt siyasi güçlerin ulusal diyalog, anayasal deklarasyon ve geçici hükümet gibi durumlardan dışlanması, bu sorunun önceki rejim döneminde olduğu gibi eski haline dönme olasılığına dair şüphelerini güçlendiriyor. Bu yüzden önceden net çözümler bulunması gerekiyor.