Libya yeniden 'kanlı bir iç savaşın' eşiğinde

Halkın taleplerini desteklemek için BM’nin müdahalesi acil ve gerekli hale geldi

Libya'nın başkenti Trablus’ta silahlı milisler arasında çıkan çatışmaların ardından bir kontrol noktasında nöbet tutan Libyalı askerler, 15 Mayıs 2025 (AFP)
Libya'nın başkenti Trablus’ta silahlı milisler arasında çıkan çatışmaların ardından bir kontrol noktasında nöbet tutan Libyalı askerler, 15 Mayıs 2025 (AFP)
TT

Libya yeniden 'kanlı bir iç savaşın' eşiğinde

Libya'nın başkenti Trablus’ta silahlı milisler arasında çıkan çatışmaların ardından bir kontrol noktasında nöbet tutan Libyalı askerler, 15 Mayıs 2025 (AFP)
Libya'nın başkenti Trablus’ta silahlı milisler arasında çıkan çatışmaların ardından bir kontrol noktasında nöbet tutan Libyalı askerler, 15 Mayıs 2025 (AFP)

Tarık el-Megerisi

Libya’nın ulusal krizi, 2020 yılında iç savaşın sona ermesinden bu yana istikrarlı bir şekilde kötüleşti. Kısa bir süre önce başkent Trablus’ta silahlı çatışmaların yeniden yaşanmasıyla ülke yeni bölünme, tehlike ve bozulma haline sürüklenmeye başladı.

Şiddetin aniden patlak vermesi pek çok kişiyi şaşırtmış olsa da daha geniş çaplı savaş hiçbir zaman gerçekten yatışmadı.

Birleşmiş Milletler (BM) Libya'nın siyasi geçiş sürecini kontrol altına alamaz ve rakip grupların pençesinden kurtaramazsa, şiddetin yeniden tırmanması kaçınılmaz hale gelecek ve etkileri ülke sınırlarını aşacak. Bu durum Akdeniz'den Sahel bölgesine kadar istikrarı tehdit ediyor. Ancak BM'nin her hareketinin Libya'daki rakip güçler tarafından tepkiyle karşılandığı bir ortamda, arzu edilen istikrarı sağlamaya yönelik herhangi bir müdahalenin başarılı olabilmesi için BM’nin daha kararlı ve etkili bir uluslararası desteğe ihtiyacı olacak.

 ‘Savaş, siyasetin başka araçlarla uzantısından başka bir şey değildir’ ünlü bir söz vardır. Libya’daki durum, bu sözün en açık örneğidir. Libya'daki çatışmalar, geçtiğimiz birkaç yıl boyunca Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) aracılığıyla Trablus'u yöneten Dibeybe ailesi ile Bingazi'de askeri bir rejim kuran ve bunu gizlemeyen Hafter ailesi olmak üzere ülkenin iki fiili yöneticisi arasındaki hararetli iktidar mücadelesi etrafında dönüp durdu. Libya’daki durumun karmaşıklığına son beş yılda başka faktörler de katkıda bulunurken, iki taraf arasındaki bu yüksek riskli çatışma yanlış yorumlamalara maruz kaldı. Bazıları bunu yeni sömürgecilik için ideal bir araç ve bölünmüşlük ve kaos durumundan faydalanmak için bir fırsat olarak gördü. Bazıları ise Libya halkının zenginliği pahasına geleneksel pazarlık yoluyla çözülebilecek ‘kabul edilebilir’ bir durum olarak görerek ciddiyetini en aza indirmeyi tercih etti.

Öte yandan bu son çatışmaların ani ve beklemedik şekilde başlaması, özellikle diplomatların tipik rollerine dönmesiyle çatışmalara ilişkin açıklamaların yanlışlığını herkese hatırlatmak için bir uyarı görevi görmeli. Zira söz konusu açıklamalarda çatışmalar daha az kanlı siyasi çatışmalar düzeyine indirgeniyor.

Çatışmaların başlamasından sadece 24 saat sonra, tırmanan şiddetin şoku hala havadayken, Libya ordusunun tarafsız birlikleri kırılgan bir ateşkese aracılık etti.

Azalan siyasi nüfuzu ile devletin mali durumu üzerindeki kontrolünü kaybetmek arasında kalan Başbakan Abdulhamid ed-Dibeybe’nin endişeleri krizin merkezindeydi. Dibeybe’nin kontrolü son bir yıldır zayıflarken, muhaliflerinin onu iktidardan uzaklaştırma tehditleri de arttı. Öte yandan Dibeybe, Trablus'taki konumunu güçlendirmek için bir kampanya başlattı ve hükümetini korumada kilit bir müttefikken şantaj aracına dönüşen Özel Caydırıcı Güç’ü hedef alarak kendi şartlarını dayattı. Çünkü Dibeybe, kritik bir noktada, bu silahlı grupların beşinci kola dönüşebileceğini ve ezeli rakibi Halife Hafter tarafından dikte edilen bir adayın başa geçmesine kapı açabileceğinin farkına varmıştı.

Dibeybe, Türkiye tarafından eğitilen ve donatılan Savunma Bakanlığı'na bağlı 444. Tabur'un yanı sıra memleketi Misrata'dan gelen birliklere güveniyordu ve, ‘Baba’ (Godfather) filmindeki bir ‘Michael Corleone sahnesi’ olarak tanımlanabilecek olayı gerçekleştirdi. ‘Gıneyve’ adıyla da bilinen ve Trablus'un en önde gelen milis gruplarından İstikrarı Destekleme Birimi liderlerinden biri olan Abdulgani Kikli, bir toplantı için geldiği binadan bir daha hiç ayrılmadı. 444. Tabur, birkaç dakika içinde İstikrarı Destekleme Birimi’nin stratejik kalelerine saldırdı ve güvenlik boşluğundan faydalanarak buraları kontrol altına aldı.

wefrty6
Libya Başbakanı Abdülhamid ed-Dibeybe, Libya'nın Trablus kentindeki Seçim Komisyonu merkezinde cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylık belgelerini teslim ettikten sonra konuşurken, 21 Kasım 2021 (Reuters)

Dibeybe ertesi gün yeni bir eşiği aşarak kendi komutası dışındaki tüm silahlı grupların feshedildiğini ve üslerine el konulduğunu duyurdu. Ancak Dibeybe, Michael Corleone'nin aksine savaşı sadece bir muhalif bitirdi. 444. Tabur yeni emirleri yerine getirmek üzere Trablus’a doğru ilerlerken, başta stratejik öneme sahip Mitiga Uluslararası Havalimanı’nı kontrol eden Selefi eğilimli Özel Caydırıcı Güç olmak üzere diğer gruplar buna karşılık verdi. Çatışmalara Libya'nın batısındaki Dibeybe karşıtı silahlı grupların da katıldı. Başkent Trablus, ilkel insansız hava araçlarının (İHA) da kullanıldığı yıkıcı çatışmaların yaşandığı bir geceye tanık oldu.

Çatışmaların başlamasından sadece 24 saat sonra, özellikle Libya'nın batısındaki temas hatları ve merkezde Halife Hafter yönetimindeki güçlerle çatışmaların yaşandığı bölgeler boyunca hızla yayılan şiddet olaylarının şoku henüz atlatılamamışken, Libya ordusunun tarafsız birlikleri kırılgan bir ateşkese arabuluculuk yaptı. Bu gelişmeye Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi’nin krizi kontrol altına almak amacıyla Dibeybe tarafından çıkarılan idari emirleri iptal etme kararı alması eşlik etti.

Kanlı gecenin ardından sokaklara dökülen Trablus sakinleri, duyarsızlıklarını kırarak Dibeybe ve hayat şartlarının kötüleşmesinden sorumlu tuttukları siyasilere karşı sloganlar attı.

Trablus sakinleri kanlı gecenin ardından duyarsızlıklarını kırıp sokaklara dökülerek kötüleşen yaşam koşullarından sorumlu tuttukları Dibeybe ve siyasilere karşı sloganlar attı. Ancak silah sesleri kesilir kesilmez çatışma siyasi arenaya kayarken Dibeybe’nin muhalifleri (İstikrarı Destekleme Birimi’nin destekçileri ve hedef alınan milisler) halkın öfkesinden faydalanarak kendi gündemlerine hizmet edecek kukla bir başbakan atamakta gecikmedi.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre paralı protestocuları taşıyan otobüslerin ortaya çıkması ve protestoların yönünü tek bir talebe, Dibeybe’nin istifasına çevirmesiyle durum şaşırtıcı bir hal aldı. Bu gergin atmosferde, protestocular yanan lastiklerle şehrin yollarını kapatırken, silahlı kişiler gece boyunca başbakanlık binasına saldırdı. Kriz, Özel Caydırıcı Güç’e bağlı iki bakanın hükümetten istifa etmesiyle son buldu. Bu hamle, Dibeybe’nin konumunu savunulamaz olarak göstermek ve uluslararası toplumu Dibeybe’nin görevden alınmasına yönelik talepleri benimsemeye zorlamak için tasarlanmıştı.

7ı8
Trablus'un Şehitler Meydanı'nda UBH’nin istifası talebiyle düzenlenen bir gösteri sırasında Libya bayrakları ve pankartlar taşıyan protestocular, 17 Mayıs 2025 (AFP)

Olaylar şaşırtıcı bir şekilde Dibeybe karşıtlarının aşırı şiddet kullanmasıyla tersine döndü. Barışçıl gösteriler sırasında polis güçlerine yapılan acımasız saldırılar ve vatandaşların normale dönmeye çalıştığı anlarda ana yolların kapatılması, halkın muhaliflere olan sempatisinin yok olmasına yol açtı. Krize doğrudan müdahil olmasına rağmen Dibeybe’nin, muhaliflerinin gösterileri bastırmasından ve muhalif milletvekillerine karşı işkence ve fiziksel ortadan kaldırma da dahil olmak üzere en ağır ihlalleri gerçekleştirmesinden faydalanarak kendisini yabancı diplomatlara ılımlı bir yönetici olarak sunabilmesi ise ayrı bir ironiydi.

Dibeybe’yi protestocuların taleplerini görmezden gelmekle eleştiren Akile Salih'in TM’yi Bingazi'deki geçici bir merkezden yönetirken sergilediği tutumdaki bariz çelişki gözlemcilerin gözünden kaçmadı.

Öte yandan halktan destek görmeyen TM Başkanı Akile Salih, tartışmalı bir hamleyle yeni bir başbakan atamak için bir süreç başlattı. Protestoların Dibeybe’ye karşı halkın yaygın tepkisini yansıttığını iddia eden Salih,  her zamanki gibi yeterli sayıda milletvekilini harekete geçirmeyi başaramadı ve katılım birkaç kişiyle sınırlı kaldı. Süreç yasal ve mantıksal temellerden tamamen yoksundu, çünkü fiilen kalan milletvekili sayısının çok üzerinde bir yeter sayısına ulaşılması gerekiyordu. Bu da Salih’in hamlesini temelde çalışamaz hale getiriyordu.

Dibeybe’yi protestocuların taleplerini görmezden gelmekle eleştiren Akile Salih'in Tobruk'taki asıl binası üç yıl önce protestocular tarafından yakılan TM’yi Bingazi'deki geçici bir merkezden yönetirken sergilediği tutumdaki bariz çelişki gözlemcilerin gözünden kaçmadı.

tyu7
Yayınlanan bu fotoğrafta LUO komutanı Halife Hafter, Libya'da açıklanmayan bir yerde ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) Komutanı General Michael Langley (resimde yok) ile bir görüşürken (Reuters)

Bir yandan anayasal meşruiyetten yoksun olan Salih yeni bir başbakan dayatmaya çalışırken ve diğer yandan Dibeybe, sürecin yozlaştığını gerekçesiyle başbakanlık görevini bırakmazken bu siyasi çatışmanın ihmal edilmesinin kaçınılmaz olarak iç savaşa kanlı bir dönüşe yol açacağı açık hale geldi. 2022 petrol anlaşması ve son Merkez Bankası anlaşması da dahil olmak üzere 2020'den bu yana yapılan tüm uzlaşı girişimleri, Libya'nın zenginliği ve ekonomisinin temelleri, savaşan köpekleri asıl kavgalarından uzaklaştırmak için değerli et parçaları atmaya benzer kırılgan anlaşmalarla çarçur olurken, en yüksek fiyata satılan geçici sırt sıvazlamalara dönüştü.

Libyalılar, birbiri ardına düzenlenen protesto yürüyüşleri ve öfkeli kalabalıklar içinde yozlaşmış iktidar yapılarını mutlak surette reddettiklerini teyit ederek kolektif duruşları hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmadılar. Ülkenin doğusundaki Halife Hafter ve Akile Salih’ten batısındaki Abdulhamid ed-Dibeybe’ye kadar, vatandaşlar artık rejimin simaları arasında, hepsinin paylaştığı yolsuzluk derecesi ve kolektif olarak halk meşruiyetinden yoksun olmaları dışında bir ayrım yapmıyor.

Libya'nın istikrara kavuşmasında hayati çıkarları olan bölgesel ve uluslararası güçler karşısında BM'nin etkili ve koordineli bir uluslararası iş birliği olmaksızın alternatif bir yol önermesi mümkün değil, hatta daha da zor.

BM, 2020 yılında savaşın sona ermesinden sonra Berlin Süreci ülkeleriyle iş birliği içinde, öncelikli olarak ateşkesin sağlanmasına odaklanarak Libya'yı siyasi bir geçiş sürecine doğru yönlendirme sorumluluğunu üstlendi. Ancak bu taahhütler, tarafların tamamının ağır ihmali yüzünden hayata geçirilemedi. Krizin ülkeyi sardığı bugün, bu tarihi an yeni bir dar çıkar çatışmasının arenasına dönüşmeden önce BM’nin müdahalesi, halkın taleplerini desteklemek için acil ve gerekli hale geldi.

Ancak sahadaki eylemler söylemin ötesine geçiyor. Son çatışamalar, BM Danışma Komitesi'nin kapsamlı bir siyasi sürece ilişkin vizyonunu sunmadan önce çalışmalarını sekteye uğratmaya yönelik sistematik bir girişimden fazlası değil. Bu girişim, Dibeybe’nin görevden alınmasının hızlandırılması, UBH’nin imajını zedelemeyi amaçlayan bir hareketle milletvekili İbrahim el-Dersi'nin Hafter'in hapishanelerinde işkence gördüğüne dair görüntülerin sızdırılması ve Hafter ailesiyle yeni anlaşmalara hazırlanmak için Dibeybe’nin konumunu sağlamlaştırmayı amaçlayan bu kanlı raund gibi çeşitli şekillerde gerçekleşti.

Bu durum, BM'nin etkin ve koordineli bir uluslararası iş birliği olmaksızın alternatif bir yol öneremeyeceğini ve hatta daha da zor bir yol izleyebileceğini teyit ediyor. Avrupa ülkelerinden Afrika ve Arap coğrafyasından komşularına kadar Libya'nın istikrarında hayati çıkarları olan bölgesel ve uluslararası güçler, bir yandan BM'ye cesur bir liderlik rolü üstlenmesi için doğrudan baskı yaparken, diğer yandan da BM kararlarının uygulanmasını sağlamak için siyasi ve askeri koruma sağlayacak çift yönlü bir strateji benimsemeliler. Bu strateji, siyasi süreci engelleyen herkese hedefe yönelik yaptırımlar (mal varlıklarının dondurulması ve seyahat yasakları) uygulanmasını, savaş suçlularının Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) sevk edilmesini ve yasadışı gruplara mali kaynakların kesilmesi ve Libya halkının zenginliklerinin yağmalanmasının durdurulması için Merkez Bankası'nın hareketlerinin ve uluslararası mali sistemler aracılığıyla petrol satışının sıkı bir şekilde izlenmesini öngören sıkı tedbirler alınmasını da içermeli.

Diplomasi genellikle Libya'nın egemenliğini ihlal etmek istemediği gerekçesiyle bu tür kararlı adımlar atmaktan çekinir. Ancak geçtiğimiz haftalar, Libya'nın gerçekten egemen karara sahip bir ülke olmadığını ortaya çıkardı. Hükümet başkentini kontrol edemiyor, meclis yeterli çoğunluğa ulaşamıyor ve milletvekillerini koruyamıyor, siyasi kurumlar halk tarafından nefret ediliyor ve hiçbir grup Libya toprakları üzerinde otoritesini genişletemiyor, hatta sınırlarını güvence altına dahi alamıyor. Gerçekte böyle bir uluslararası müdahale, Libya'nın çökmekte olan egemenliğinin son kalıntılarını koruyabilir ve bölgeyi istikrara kavuşturabilir. Fakat Libya örneğinde, Libyalı taraflar kontrolü yeniden ele geçirmeden ve ülke istikrarsız, öngörülemez ve kontrol edilemez savaş sarmalına geri dönmeden önce harekete geçmek için zaman daralıyor.



Ortadoğu'da ileri savunma ve İran ile İsrail arasında yeni bir savaş ihtimali

Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
TT

Ortadoğu'da ileri savunma ve İran ile İsrail arasında yeni bir savaş ihtimali

Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)

Ross Harrison

Ortadoğu’ya ‘askıya alınmış bir durgunluk’ hakim. Ne topyekûn bir savaşta ne de kalıcı bir barışın tadını çıkarıyor. Sanki bu kırılgan denge, geçtiğimiz haziran ayında patlak veren 12 günlük savaşın ardından ABD, İsrail ve İran'ın atacağı sonraki adımları bekliyor. Suriye’de ve Lübnan'da durumun nasıl gelişeceği merakla beklenirken, İran'ın bölgedeki etkisinin azalması bu iki ülkede daha istikrarlı bir sürecin başlangıcı olabilir.

İsrail ve İran'ın ‘ileri savunma’ stratejilerinin çatışması, mevcut durumun ciddiyetini daha da artırdı. Her iki taraf da sınırların ötesine nüfuz etmenin iç güvenliğin temel garantisi olduğu konusunda kesin bir kanaate sahip. Bu iki ülke arasındaki olası çatışmanın etkileri sadece onların geleceğiyle sınırlı kalmayıp, Ortadoğu'nun genel stratejik gidişatını da etkileyecektir.

Bölge on yıllar boyunca, çoğunlukla kırılgan ve gerçek dışı bir istikrar hissiyle yaşadı. Hamas'ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail'e düzenlediği saldırıdan önce, İran ve İsrail arasında doğrudan çatışmadan kaçınmak konusunda üstü kapalı bir mutabakat vardı ve bu da geçici bir istikrar sağladı. Ancak bu istikrar, diplomasi veya gerçek barış çabaları konusunda karşılıklı çıkarlar içermiyordu. İran'ın İsrail'i ortadan kaldırma çağrısı, İsrail'in 2015 yılında ABD Başkanı Donald Trump'ın ilk başkanlık döneminde imzalanan nükleer anlaşmaya karşı çıkması ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ikinci döneminde İran ile diplomatik yakınlaşma girişimlerini reddetmesi gibi, bu boşluğu somutlaştırıyordu.

İran'ın bölgede kurduğu ağ, eylemlerini ‘makul bir şekilde inkar etme’ imkanı sağladı. Bu ağ, İran'a dolaylı olarak İsrail'e meydan okuyarak stratejik bir derinlik kazandırdı.

7 Ekim öncesi eşit olmayan caydırıcılık mühendisliği

7 Ekim öncesi İran ve İsrail arasındaki ‘savaşsız ve barışsız’ durum, iki zıt dış politika modeline dayanıyordu. İran, iç güvenliğini korumak için ‘ileri savunma’ stratejisini benimsemiş ve Gazze Şeridi’ndeki Hamas Hareketi, Lübnan'daki Hizbullah, Irak'taki Haşdi Şabi ve Yemen'deki Husiler gibi aktif milis ağları aracılığıyla bölgesel nüfuzunu genişletmişti.

Buna karşın İsrail son kırk yıl boyunca, askeri üstünlüğüne dayanan geleneksel caydırıcılık politikasını daha istikrarlı bir şekilde benimsedi. İsrail de tarihinin erken dönemlerinde, 1956 Arap-İsrail Savaşı (Süveyş Krizi), 1967 Altı Gün Savaşı ve 1982 Lübnan’ın işgali gibi özel bir tür ‘ileri savunma’ politikası izledi. Ancak Mısır ile barış anlaşması imzaladıktan ve 1980'li yıllardan itibaren güvenli sınırlara kavuştuktan sonra, daha çok geleneksel caydırıcılık politikasına yöneldi.

Xsd
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’tanİsrail sınırını geçtikten sonra bir Merkava tankını ele geçiren Filistinliler, 7 Ekim 2023 (AFP)

İran ise, Irak-İran Savaşı'nın (1980-1988) şokunu temel alarak, kendi topraklarında herhangi bir çatışmayı önlemek amacıyla ‘ileri savunma’ doktrinini geliştirdi. Böylece dinamik bir dış nüfuz ağı kuran İran Kudüs Gücü Tugayı aracılığıyla Suriye, Irak ve Lübnan'daki siyasi, askeri ve dini yapılar içinde varlığını genişletti. İsrail modeli ileri savunma, caydırıcı ve nispeten sabit kalırken, İran modeli ileri savunma, hareketlilikle öne çıktı ve savunma ile saldırı hedeflerini bir araya getirdi.

İran, bu müdahaleyi İsrail ve ABD'ye karşı savunma pozisyonu ve Filistin davasına destek olarak tanıttı. Birkaç yıl boyunca bu denklem, baskı ve korumanın etkili bir karışımını oluşturdu: İran, vekilleri aracılığıyla gerilimi tırmandırırken, İsrail'in doğrudan ve geniş çaplı bir tepki vermesini engelledi. Başka bir deyişle, bu strateji önemli ölçüde ‘stratejik belirsizlik’ içeriyordu.

Bir zamanlar stratejik bir güç kaynağı olarak görülen milis ağları, kısa sürede bir yük haline geldi. Sonunda, bu gruplar Tahran'a iç güvenliği sağlayan bir savunma derinliği sağlamak yerine, Tahran'ın desteği onlara yıkım getirdi.

7 Ekim ve belirsizliğin sona ermesi

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İran ile İsrail arasındaki kırılgan denge, ekim ayında Hamas'ın İsrail'e yönelik yıkıcı saldırısının ardından çöktü ve ‘ne savaş ne barış’ durumu, ‘barış yok’ durumuna dönüştü. Böylece İran, kapsamlı bir savaşa girmeden barışı önleyebilmesini sağlayan stratejik belirsizlik avantajını kaybetti. Hizbullah, saldırının ertesi günü Lübnan'ın güneyinden İsrail'e roket saldırıları başlattı. Husiler, Hamas'a destek olmak için Kızıldeniz'deki deniz trafiğini hedef alarak bu saldırılara katıldı. Tahran'ın da bu saldırılara açıkça destek vermesi bir dönüm noktası oluşturdu, ancak ters sonuçlar doğurdu. İsrail, ulusal güvenliğinin bölgesel olarak gücünü yayması ve proaktif hareket etmesi gerektiğini düşündüğü için son kırk yıldır benimsediği geleneksel caydırıcılık ve çevreleme yaklaşımından vazgeçerek güvenlik pozisyonunu yeniden belirledi ve ileri savunma doktrinine geri döndü.

İsrail, askeri operasyonlarının kapsamını genişleterek Hamas'a yönelik bir dizi stratejik saldırı düzenledi. Bu saldırılar sonucunda Gazze'de on binlerce Filistinli öldü. İsrail ayrıca Hizbullah ve Husileri hedef alırken Beşşar Esed rejiminin 2024 yılı sonlarında düşmesinin ardından Suriye'deki saldırılarını yoğunlaştırdı. Aynı yıl, İran ve İsrail iki kez doğrudan saldırılar gerçekleştirdi, ardından İsrail 2025 yılında İran'a önleyici saldırılar düzenledi. İran'ın doktrininde olduğu gibi, İsrail'in yeni ileri savunma modeli de saldırgan motifler içeriyor. Bu durum, Netanyahu'nun 2024 ve 2025 yıllarında ‘Ortadoğu'nun çehresini değiştirmek’ hakkındaki açıklamalarından da anlaşılıyor.

İsrail'in gelişmiş savunma sisteminin devreye girmesiyle, İran üzerinde yıkıcı etkileri ortaya çıktı. Bir zamanlar stratejik bir güç kaynağı olarak görülen milis ağı, hızla bir yük haline geldi. Sonunda bu gruplar Tahran'a içini koruyan bir savunma derinliği sağlamak şöyle dursun Tahran'ın desteği onlara yıkım getirdi. Dahası sınırlarında yeni zayıflıklar yarattı, bu da onları İsrail ile doğrudan bir çatışma alanına daha da yaklaştırdı.

Stratejik rol değişimi

Bu dönüşüm, birbiriyle rekabet halindeki iki savunma doktrini arasında tehlikeli bir yakınlaşmaya yol açtı: İran'ın on yıllardır kök salmış doktrini ve İsrail'in sınırları dışına yönelik saldırgan ve önleyici bir stratejiye geri dönüşü.

İsrail, geçtiğimiz haziran ayında ABD'nin doğrudan desteği ve katılımıyla İran'ın savunma ve nükleer tesislerine saldırılar düzenledi. Böylece, bir süreliğine terk ettiği güç dengelerini değiştirmeye çalışan bölgesel güç rolünü geri kazandı ve ihtiyatlı bir tutum yerine önleyici güç politikasını benimsedi. Bu, basitçe İsrail'in İran'ın doktrinini yansıtan yenilenmiş bir ileri savunma modelini benimsediği anlamına geliyor. Öyle ki İsrailli liderler artık bölgede kalmak ve bölgede yaşamaktan bahsetmiyor, bölgenin yeniden şekillendirilmesinden bahsediyorlar.

İran ve İsrail'in ileri savunma doktrinlerinin çatışması, sadece askeri çatışmanın yeniden başlaması tehlikesini içermekle kalmıyor, aynı zamanda bölgenin geleceği için de doğrudan bir tehdit oluşturuyor.

Ancak bu dönüşüm gerçek bir tehlike barındırmıyor. Aşırı genişlemenin cazibesi, hedef sadece caydırıcılıkla sınırlı kalmayıp yeniden yapılanmaya kadar uzanırken, güçlü bir şekilde hissedilir hale geldi. Taraflar ileri savunma stratejisine başvurduğunda, çatışma, yanlış değerlendirme ve kontrolsüz tırmanma olasılığı endişe verici bir şekilde arttı.

Nihayet iki taraf stratejik rollerini değiştirdi ve geniş bir bölgesel nüfuz ağına sahip olan İran, geri çekilmek ve savunmaya geçmek zorunda kalırken, İsrail güçlü bir şekilde inisiyatif alan taraf haline geldi. Tahran'ın nüfuzunu genişletme kabiliyetinin azalmasıyla birlikte, özellikle 1980'lerde Irak ile yaşanan savaş deneyimi ve geçtiğimiz haziran ayında İsrail ve ABD'nin ortak saldırısı çerçevesinde ileri savunma doktrini stratejik kültüründe sağlam bir şekilde yerini koruyor. Ancak İran artık savunma pozisyonunda ve olayların kaynağı olmak yerine onlara tepki vermeyi tercih ediyor. Savunma stratejisi, geleneksel nüfuzunun büyük bir kısmını kaybettiği yeni gerçeklere uyum sağlamak zorunda gibi görünüyor.

cdfghj
İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Emir Hatemi, İran'da açıklanmayan bir yerde İran ordusunun savaş komuta odasında düzenlenen bir toplantıya sırasında, 23 Haziran (AFP)

İran'ın özellikle de en önemli araçları aşınmış olsa da ileri savunma mantığı hala geçerli olduğundan gelecekte yeni araçlarla bölgesel varlığını geri kazanmaya çalışması şaşırtıcı olmaz. Tahran'ın dengesini yeniden kazanmak için milis ittifaklarını yeniden kurmaya başvurması tehlikesi halen devam ediyor. İran bunu başarsa bile önceki caydırıcılık gücünü geri kazanması mümkün değil. Bu yüzden bu kez de nükleer silaha sahip olmayı hedefleyen yeni bir ileri savunma modeli geliştirilebilir.

Bölgesel etkiler: Thomas Hobbesçu düşüncesine dönüş

Bu stratejik dönüşüm, Ortadoğu'yu korku, güvensizlik ve kendini koruma üzerine kurulu olan yoğun bir Hobbesçu (Thomas Hobbes) düşünceye geri döndürüyor.  Bugün ise çatışma daha açık ve doğrudan hale gelmiş durumda. İran ve İsrail, diplomatik seçeneklerin yerine sert hesaplamaların öncelikli olduğu askeri bir güvenlik modeli izliyor. Taraflar artık dolaylı çatışmalarla yetinmiyor, açık ve net bir geleneksel çatışmaya girmiş durumda. Bu gidişat devam ederse, bedeli çok ağır olacak. İran tarafında, ileri savunma şeklindeki ‘güvence’, ekonomisini yıpratırken halkının geniş kesimlerini kendinden uzaklaştırdı. İsrail açısından ise, uzun vadeli bir savunma pozisyonuna girilmesi, demokratik kurumlarının aşınmasına, küresel konumunun zedelenmesine ve orantısız bir misillemenin önünün açılmasına neden olabilir, hatta İran'ı nihayetinde nükleer caydırıcılık peşinde koşma yönünde bir siyasi karar almaya itebilir.

Bir stratejik gereklilik olarak diplomasi

İran ve İsrail'in ileri savunma doktrinleri arasındaki çatışma, sadece askeri çatışmanın yeniden başlaması tehlikesini içermekle kalmıyor, aynı zamanda bölgenin geleceği için de doğrudan bir tehdit oluşturuyor. İleri savunma, ister vekiller aracılığıyla ister önleyici saldırılarla olsun, riskli bir yaklaşım. Bunun yanında net bir siyasi ufuk ve uzun vadeli bir stratejik hedef olmadan sürdürülemez.

Daha sürdürülebilir bir bölgesel düzen, güvenlik ile diplomasiyi, caydırıcılık ile teşvikleri, ulusal çıkarları ile bölgesel iş birliğini birleştiren yeni bir stratejik anlaşmaya varılmasını gerektirir.

Ortadoğu bugün kritik bir dönüm noktasında bulunuyor. Ya bölgedeki en güçlü iki askeri güç arasında doğrudan bir çatışmaya doğru daha fazla sürüklenecek ya da her ikisi de güvenlik için önleyici eylemleri savunma doktrini olarak benimseyecek ya da diplomasiye ciddi yatırımlar yapacak ve bölgesel bir güvenlik sistemi kuracak. Bölge her zaman dışarıdan yapılan arabuluculuk çabalarına, ABD'ye ve son yıllarda ise zaman zaman Çin'e güvendi. Ancak artık bölgesel güçlerin barış girişimini üstlenme zamanı geldi. KİK ülkeleri, Türkiye, Mısır ve hatta Irak, Birleşmiş Milletler (BM) gibi çok taraflı kuruluşların yanı sıra yeni bir yol haritası çizilmesine katkıda bulunabilecek önemli rollere sahipler.

Stratejik bir anlaşmaya doğru

Şu anda sadece askeri bir savaşa değil, bir ideoloji çatışmasına tanık oluyoruz. 1980'lerdeki birinci Körfez Savaşı'nın şokundan doğan İran'ın ileri savunma ideolojisi, birçok milis gücünün çöküşü ve İsrail ile ABD'nin doğrudan saldırıları nedeniyle stratejik baskıya uğradı. İsrail'in 7 Ekim 2023 saldırılarının şokundan doğan ileri savunma ve güç gösterisi stratejisine geri dönüşü ise Ortadoğu'nun yeni gerçeklerinde henüz test edilmemiş olsa da istikrarı bozucu olabilir. İsrail'in önceki ileri savunma deneyimi, derin bir güvensizlik ve tehdit duygusundan doğmuştu. Bu seferki dönüşü ise bölgeyi şekillendirme tehdidi ve fırsatının bir karışımıyla beslenebilir. İsrail ve İran'ın dış savunma yaklaşımları kalıcı bir güvenlik sağlayamaz. Her ikisi de intikam, kök salma ve yanlış değerlendirme döngüsünü sürdürme riskini taşıyor. Sonuç olarak, her iki taraf da ileri savunmaya dayandığında sonuç, bir denge değil, sürekli tırmanma ve bölgesel istikrarsızlık için yüksek riskli bir formül olacaktır.

Daha sürdürülebilir bir bölgesel düzen, güvenlik ile diplomasiyi, caydırıcılık ile teşvikleri, ulusal çıkarları ile bölgesel iş birliğini birleştiren yeni bir stratejik anlaşmaya varılmasını gerektirir. Bunun da büyük bir zorluk olduğuna şüphe yok. Ancak devam eden çıkmaz veya felaketle sonuçlanacak bir tırmanma gibi alternatifler bundan çok daha kötü bir sonuç doğurur.

İran ile İsrail bir dönüm noktasına geldi. Bundan sonraki tercihleri sadece kendi geleceklerini belirlemekle kalmayacak, aynı zamanda Ortadoğu'nun sürekli savaş ve barış arasında gidip gelen bir durumdan çıkıp, topyekûn bir savaşa doğru mu gideceğini, yoksa nihayet daha kalıcı bir istikrara mı kavuşacağını da belirleyecek.