Umutla beklenen Filistin Devleti, koşulsuz siyasi tanınma yolunda

Filistin devletinin tanınmasının ertelenmesi için hiçbir gerekçe yok

Görsel: Majalla
Görsel: Majalla
TT

Umutla beklenen Filistin Devleti, koşulsuz siyasi tanınma yolunda

Görsel: Majalla
Görsel: Majalla

Remzi İzzettin Remzi

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu bundan yaklaşık yetmiş yedi yıl önce, Filistin'in Arap ve Yahudi olmak üzere iki devlete bölünmesini öngören 181 sayılı kararını kabul etti. Bu karar, İsrail Devleti'nin kurulmasının yasal temelini oluşturdu.

Birleşmiş Milletler (BM) 17 Haziran 2025 tarihinde, Suudi Arabistan ve Fransa’nın girişimiyle ‘iki devletli çözümün’ uygulanma yollarını ele almak üzere yeni bir konferans düzenleyecek ve bu konferans, Filistin halkının bağımsız bir devlet kurarak kendi kaderini tayin etme hakkını elde etmek için çıktığı uzun yolda bir dönüm noktası olacaktı.

Ancak konferans, İsrail'in 13 Haziran'da İran'a yaptığı ani saldırı nedeniyle gerçekleştirilemedi. İran'ın askeri altyapısını, nükleer tesislerini, askeri liderlerini ve nükleer bilim adamlarını hedef alan saldırı, Ortadoğu’yu yıllardır gördüğü en ciddi krizlerden birine sürükledi.

Filistin meselesine karşı halen belirsiz bir tutum sergileyen ülkeler, özellikle de 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana İsrail'in uygulamaları konusunda, net bir tavır almak zorunda kalacaklar. Ya İsrail'in politikalarının Filistinlilerin yaşayabilir bir devlet kurma umutlarını sona erdirmek amacıyla Filistin topraklarını işgal etmeye devam ederek soykırım ve etnik temizlik dahil olmak üzere savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlediği yönünde çok sayıda kanıt olmasına rağmen İsrail için bahaneler bulmaya devam edecekler ya da adalet, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü savunma yükümlülüklerini yerine getirecekler.

Filistin devletinin tanınmasını ‘uygun zamanı beklemek’ bahanesiyle ertelemek için hiçbir gerekçe yok. Ayrıca, İsrail'in Gazze ve Batı Şeria'daki Filistin halkına karşı eylemlerini haklı çıkarmak için uluslararası hukuku yorumlamaya da artık yer yok. Uluslararası Adalet Divanı (UAD), uluslararası insan hakları örgütleri ve dünya kamuoyu, İsrail'in eylemlerinin en azından yasadışı olduğu ve muhtemelen soykırım düzeyine ulaştığı konusunda hemfikir.

UAD’ın bu bağlamda danışma görüşleri ve geçici tedbirler yayınladığını hatırlatmak yeterli olur. UAD, 19 Temmuz 2024 tarihinde, İsrail'in Filistin topraklarını işgalinin yasadışı olduğu, bu işgali sona erdirmesi, yeni yerleşim yerleri kurmayı durdurması ve mevcut yerleşim yerlerini boşaltması gerektiği sonucuna vardı. Mahkeme ayrıca, tüm ülkelerin İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasadışı varlığıyla yarattığı durumun devam etmesine katkıda bulunacak her türlü destek ve yardımı vermemesi gerektiğini vurguladı.

Dolayısıyla, ağır insan hakları ihlallerini kolaylaştıran kuruluşlara sağlanan her türlü mali destek, yerleşim yerlerinin inşasına yönelik finansman da dahil olmak üzere, yasaklanmış bir yardım olarak kabul edilir ve devam eden yasadışı işgale suç ortaklığı anlamına gelir.

UAD, uluslararası insan hakları örgütleri ve dünya kamuoyu, İsrail'in eylemlerinin en azından yasadışı olduğu ve muhtemelen soykırım düzeyine ulaştığı konusunda hemfikir.

UAD, Güney Afrika'nın İsrail'i ‘soykırım suçunu önleme sözleşmesini ihlal etmekle’ suçladığı davayı incelemeye makul bir gerekçe olduğunu tespit ettiğinden, UAD’ın Bosna Hersek ve Sırbistan davasında verdiği önceki karar, ilgili bir emsal teşkil ediyor. UAD kararında, ‘devletlerin, soykırım suçu işleme olasılığı bulunan veya fiilen bu suçu işleyen kişilerin eylemlerini etkili bir şekilde etkilemekten sorumlu’ olduğunu vurguladı. Bu durum, İsrail'in Gazze'de yürüttüğü acımasız kampanyaya mali, istihbarat veya askeri destek sağlayan devletler için de geçerli.

Bunun yanında Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği de dahil olmak üzere uluslararası sivil toplum kuruluşları ve hükümetler, İsrail güçlerinin Gazze ve Batı Şeria'da işlediği birçok ihlali belgeledi ve kanıtladı.

İsrail'e karşı olumsuz küresel kamuoyu görüşü

Ayrıca, dünya kamuoyu giderek İsrail karşıtı bir tutum sergilemeye başladı. Pew Araştırma Merkezi'nin 3 Haziran'da yayınladığı son ankete göre anketin yapıldığı 20 ülkeden katılımcıların çoğu İsrail'e karşı olumsuz görüş bildirdi. Bu değişimin İsrail'i en çok destekleyen iki ülkeyi de kapsıyor olması dikkati çekti. Bu ülkelerden biri olan ABD’de katılımcıların yüzde 53'ü İsrail'e karşı olumsuz görüş bildirdi. Bu oran 2022 yılından bu yana 11 puanlık bir artış gösterdi. Birleşik Krallık'ta ise bu oran 2013 yılında yüzde 44’ken bugün yüzde 61'e yükseldi.

Ancak artan eleştiriler sadece hükümetler, uluslararası kuruluşlar ve dünya kamuoyuyla sınırlı değil, İsrail toplumunun geniş bir kesimini de kapsıyor. İsrail toplumunun büyük bir çoğunluğu Netanyahu hükümetinin politikalarını reddediyor. Eski İsrail Başbakan Ehud Olmert, 30 Mayıs tarihinde The Guardian gazetesinde yayınlanan bir makalede mevcut İsrail hükümetini sert bir şekilde eleştirirken “Şu anda Gazze'de yaptığımız şey bir yıkım savaşıdır: sivilleri rastgele ve sınırsız bir vahşetle suçlu bir şekilde öldürmek... Bence İsrail hükümeti artık devletin iç düşmanı haline geldi. İsrail, devlete ve halkına savaş ilan etmiştir... İsrailliler savaş suçu işliyor” ifadelerini kullandı.

scd
Eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Paris'te, 9 Haziran 2025 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın The Guardian gazetesinde 13 Temmuz'da yayınlanan röportajdan aktardığına göre Olmert,  İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz’ın Refah'ta bir ‘insani yardım şehri’ kurma planını etnik temizlik olarak nitelendirdi. Eski Genelkurmay Başkanı Moshe Ya'alon da İsrail'in etnik temizlik politikası uyguladığını kabul etti.

Yine Pew Araştırma Merkezi’nin bir başka anketine göre İsraillilerin çoğu Filistinlilerle barışın sağlanabileceğinden şüphe duymaya devam etse de yüzde 53’ü Netanyahu’ya karşı olumsuz bir tutum sergiliyor. Bu tutum esas olarak Netanyahu’nun Gazze’de izlediği politikalardan kaynaklanıyor.

Dünya kamuoyu giderek İsrail karşıtı bir tutum sergilemeye başladı. Pew Araştırma Merkezi'nin 3 Haziran'da yayınladığı son ankete göre anketin yapıldığı 20 ülkeden katılımcıların çoğu İsrail'e karşı olumsuz görüş bildirdi.

Bunun yanında büyük Avrupa ülkelerinin tutumları, bu tarihi anın gerektirdiğinden çok daha geride kalıyor. FransaCumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a gönderdiği mektupta “Fransa, Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na hitap ettiğimde Filistin Devleti'ni tam olarak tanıyacak” açıklamasında bulunsa da bu açıklama sembolik olmasına rağmen açık bir siyasi tereddüt içeriyor. Filistin’i tanımanın daha sonraki bir zamana bağlanması, şartlı veya ertelenmiş olması, kesin bir taahhütten çok hesaplı bir diplomatik manevradır. Bu, ileriye doğru atılmış bir adım gibi görünse de, özünde daha fazla zaman kazanmak için bir fırsat sunuyor ve baskı ve geri adımlara kapıyı aralayarak bir adım geriye gidiyor.

Fransa’nın tutumuna dair bir açıklama yapması zor, ancak tanıma kararının ertelenmesinin, Birleşik Krallık, Almanya ve İtalya olmak üzere Avrupa’nın üç büyük ülkesine şartlı ve zayıf gerekçelere dayanan, asgari düzeyde siyasi güvenilirlikten yoksun tutumlarını sürdürme fırsatı verdiği açık. Ayrıca erteleme, İsrail'e Fransa'ya saldırma ve onu ‘terörizmi ödüllendirmekle’ suçlama fırsatı verdi. Bu, Filistin devletinin toplu olarak tanınmasına yönelik herhangi bir uluslararası hareketi baltalamak için açık bir girişimdi.

Belki de en tehlikelisi, bu erteleme, BM Genel Kurul’daki konferansın içeriğini boşa çıkarmak amacıyla ABD'nin baskısını artırmasına kapı açmasıydı. En önemli olası sonucunun gerçekleşmesini yani Filistin'i bağımsız bir devlet olarak resmen tanıyan Avrupa ülkelerinin sayısının artmasını engelledi.

Bugüne kadar, Kuzey Amerika ve Avustralya hariç, farklı kıtalardan 140'tan fazla ülke Filistin Devleti'ni tanıdı. Ortadoğu ile yakın bağları olmasına rağmen, Avrupa ise bu konuda en tereddütlü ve bölünmüş kıta olmaya devam ediyor. Avrupa ülkelerinin hükümetlerinin büyük çoğunluğu, kendi ülkelerindeki kamuoyunun görüşleriyle açıkça çelişen tutumlar sergiliyor.

hyjuı
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 20 Temmuz 2022'de Paris'teki Elysee Sarayı'nda bir araya geldi (AFP)

Örneğin İngiltere'de, birkaç gün önce, farklı partilerden 220'den fazla milletvekili, Başbakan Keir Starmer'e BM Genel Kurul’daki konferans öncesinde Filistin devletini tanıması için açıkça çağrıda bulundu. Bununla birlikte, Starmer temkinli davranmayı tercih ederek, sanki Filistinliler yedi on yıl boyunca vaatler ve oyalama taktikleriyle bekletilmemiş gibi Filistin’i tanıma sürecinin müzakere yoluyla iki devletli çözümü hedefleyen ‘daha geniş kapsamlı bir planın’ parçası olması gerektiğini açıkladı.

BM Genel Kurul tarafından konferansın nasıl ilerleyeceği konusunda onaylanacak bir kapanış bildirisi yayınlanması bekleniyor.

Her ne kadar BM Genel Kurul kararları temelde bağlayıcı olmayan tavsiyeler olsa da ne yazık ki üye ülkeler bunları görmezden gelmeyi tercih edebilirler. Ancak, Filistin meselesinde olduğu gibi, bu kararların tekrar tekrar ve ezici çoğunlukla kabul edilmesi, uluslararası kamuoyunun eğilimlerini gösteren son derece hassas bir gösterge niteliğinde.

Filistin’i tanımanın daha sonraki bir zamana bağlanması, şartlı veya ertelenmiş olması, kesin bir taahhütten çok hesaplı bir diplomatik manevradır.

Konferans için belirli bir önerim var, ancak bunu sunmadan önce, önerimin dayandığı temelleri açıklamam gerekiyor:

1- Filistin devletinin tanınması koşulsuz olmalı. Filistin’in tanınması için hiçbir ön koşul sunulmamalı. Zira işgalci güç olan İsrail ile henüz oluşum aşamasında olan ve toprakları işgal altında bulunan Filistin devleti arasında ahlaki, siyasi veya gerçekçi hiçbir eşitlik yok.

2- Filistin halkı acil korumaya ihtiyaç duyarken, İsrail güvenlik endişelerini dile getiriyor. Ancak bu endişelerin giderilmesi, Filistinlilerin temel hakları pahasına olmamalı. Mesele özünde bölgesel bir meseledir ve bu kapsamlı çerçeve içinde ele alınmalı.

3- Göstergeler, mevcut İsrail hükümetinin iki devletli çözümü engellemeye devam ettiğini ve bu durumun, hükümeti politikalarından vazgeçmeye zorlayacak kararlı önlemlerin alınmasını gerektirdiğini ortaya koyuyor. Buna karşın Filistinlilerin hem Gazze'de hem de Batı Şeria'da topraklarında korunmaları sağlanmalı. Kısacası, İsrail ile hiçbir şey olmamış gibi ilişkiler sürdürülmemeli. İsrail'in BM Genel Kurul kararlarını cezasız bir şekilde görmezden gelmesine izin verilmemeli. Gerçek sonuçlar olmalı.

4- Konferansın sonuç bildirgesi, İsrail'in Filistin topraklarını işgalini ve uluslararası insani hukuk ile insan hakları hukukunu sistematik olarak ihlal etmesini açık ve net bir şekilde kınayan uluslararası hukuk hükümlerine dayanmalı. Bildirge, özellikle üye devletlerin BM Şartı uyarınca saygı gösterme ve uygulama yükümlülüğü bulunan Uluslararası Adalet Divanı kararlarına dayanmalı.

5- İsrail'e sunulan teşvikler, güvenlik endişeleriyle ilgili olanlar da dahil olmak üzere, siyasi, ekonomik ve askeri boyutları içeren entegre bir bölgesel güvenlik sistemi çerçevesinde yer almalı. Bu teşvikler, kapsamlı bir vizyonun parçası olarak ilan edilebilir, ancak bunların uygulanması, İsrail'in mevcut politikalarını gerçekten gözden geçirmeye başladığının tam olarak doğrulanmasına kadar ertelenmeli.

6- Önerime gelince İsrail'i sorumlu tutmaya yönelik tüm önlemler üzerinde tam bir uzlaşma sağlanamayabileceğini göz önünde bulundurarak, konferansın sonuç belgesine bir dizi olası yaptırımın dahil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu yaptırımlar, çok taraflı olarak veya bölgesel ve ulusal düzeylerde, BM ve Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA), Uluslararası Olimpiyat Komitesi ve Avrupa Şarkı Yarışması (Eurovision) gibi diğer uluslararası kuruluşların mevcut uygulamalarından yararlanarak uygulanabilir. Her ülke veya bölgesel kuruluş, kendi imkanlarına ve özel koşullarına uygun olanı seçebilir.

fgth
Lahey'deki UAD’ın Güney Afrika'nın İsrail aleyhine açtığı davanın duruşması sırasında, 17 Mayıs 2024 (AFP)

Bu liste, diğerlerinin yanı sıra şunları içerebilir:

- Silahların tamamen yasaklanması.

- Yerleşim birimlerini finanse eden örneğin Hapoalim Bank ve Leumi Bank gibi İsrail bankalarına varlıkların dondurulması ve sistematik para cezaları gibi mali yaptırımlar uygulanması.

- Belirli sektörlere, özellikle İsrail'in büyük silah üreticilerine ve yerleşim yerleriyle bağlantılı şirketlere yaptırımlar uygulanması.

- Kültürel yaptırımlar, İsrail'in uluslararası spor etkinliklerine ve kültürel yarışmalara katılımının yasaklanması dahil.

- Limanların ve hava sahasının kullanımının yasaklanmasının yanı sıra arama ve durdurma yetkilerini de kapsayacak şekilde nakliye ve sevkiyata ilişkin kısıtlamalar getirilmesi.

- Teknolojik ve dijital yaptırımlar, örneğin çift kullanımlı teknolojinin ihracatına kısıtlamalar getirilmesi ve yazılım hizmetlerinin kısıtlanması.

Tüm bunlara ek olarak BM Güvenlik Konseyi (BMGK), Suriye örneğinde olduğu gibi, İsrailli şahıs ve kuruluşları yaptırım listelerine dahil etmeye davet edilebilir.

Konsey ayrıca, İsrail'in doğal gaz kaynaklarının sıkı denetim altında ihraç edilmesine izin verebilir ve gelirlerin Birleşmiş Milletler tarafından denetlenen bir garanti hesabına aktarılmasını sağlayabilir. Bu hesap, Irak'ta uygulanan ‘petrol karşılığı gıda’ programına benzer şekilde, mağdurlara tazminat ödenmesi ve yeniden inşa çabalarının finanse edilmesi için ayrılabilir.

Ancak, bu tür önlemlerin etkinliğini ve güvenilirliğini artırmak amacıyla İsrail'in BM kararlarına uyması için süre belirlenmesi ve bu sürenin sonunda da bu kararlara uyulmaması halinde ek önlemler alınması gerektiğini düşünüyorum. Bu sürenin sembolik olarak seçilmesi konusunda, İsrail milliyetçiliğiyle tanınan bir İsrailli düşünür, 29 Kasım tarihini önerdi. Bu tarih, 77 yıl önce BM Genel Kurul’un İsrail Devleti'nin kurulmasına ilişkin kararı aldığı tarih olması nedeniyle önemli bir anlam taşıyor. Dolayısıyla aynı organın İsrail'e karşı kararlı önlemler alması ve Filistin devletinin tanınmasını ve haklarını elde etmesini sağlamak için harekete geçmesi son derece uygun olur.

İsrail kamuoyunun etkilenmesi

İsrail o tarihe kadar BM Genel Kurul kararlarını görmezden gelmeye devam ederse hem Genel Kurul hem de BMGK tarafından kararlı adımlar atmalı.

BMGK’yı, Filistin-İsrail çatışmasını çözmek için uluslararası alanda kabul görmüş kriterleri, özellikle de toprakların zorla ele geçirilmesinin yasak olduğu ilkesini benimseyen bir karar almaya çağırdım. Bu karar, Filistinlilerin güvenliğini sağlamakla görevli uluslararası bir koruma gücü kurulmasını da içeren açık bir uygulama mekanizması içermeli. Bu öneriyi 2023 yılının Ekim ve Kasım aylarında burada (Al Majalla’da) yineledim.

ABD'nin veto hakkını kullanarak böyle bir kararın alınmasını engelleyeceği beklentisi de bir engel teşkil etmemeli. Sonuçta karar ABD'ye ait ve hangi tarafta yer alacağına da yalnızca kendisi karar verir.

Genel Kurul ise İsrail'in faaliyetlerine katılımını askıya alma yetkisine sahip. Bu bağlamda Güney Afrika örnek olarak gösterilmeli. Genel Kurul, 1974 yılında Güney Afrika'nın uyguladığı apartheid politikalarının insan haklarını açıkça ihlal etmesi ve Namibya ve Rodezya'daki politikalarının bölgenin istikrarını bozması nedeniyle Güney Afrika'nın katılımını askıya alan 3181 sayılı kararı kabul etti.

Bu karar, Güney Afrika'nın Genel Kurul üyeliğinden fiilen mahrum kalmasına neden oldu. Aynı önlem, uluslararası insani hukuk ve insan hakları hukukunu geniş çapta ihlal eden ve bölgenin istikrarını doğrudan bozan İsrail'e de uygulanabilir.

Buna göre İsrail'in BM kararlarına uyması sağlanana kadar Genel Kurul faaliyetlerine katılımı askıya alınmalı. Aynı nedenlerle 1974 yılında Güney Afrika’nın üyeliği askıya alınmıştı. Bu durumda uluslararası toplum İsrail aynı, hatta daha geniş kapsamlı ihlalleri işlerken nasıl oluyor da seyirci kalıyor?

Genel Kurul kararları büyük siyasi öneme sahip olmakla birlikte, tek başına istenen değişimi gerçekleştirmek için yeterli değil. Bu yüzden üye ülkeler, bu kararlarla birlikte İsrail kamuoyunu etkilemeyi amaçlayan önlemler almalı.

Genel Kurul kararları büyük siyasi öneme sahip olmakla birlikte, tek başına istenen değişimi gerçekleştirmek için yeterli değil. Bu yüzden üye ülkeler, bu kararlarla birlikte İsrail kamuoyunu etkilemeyi amaçlayan önlemler almalı ve mevcut hükümetin izlediği politikaların İsrail'in uluslararası alanda izolasyonunu derinleştirmekten başka bir şeye yol açmadığını anlamalarını sağlamalı. Böylece iki devletli çözümün gerekliliklerine uygun bir İsrail hükümetinin kurulmasının önünü açılabilir.

İsrail, dünya kamuoyunun gözünde zaten kaybetti. Filistin topraklarını işgal etmeye, Filistinlileri yerinden etmeye, toplu cezalandırma ve aç bırakma gibi uygulamalarına devam ederek, uluslararası hukuk, insani hukuk ve insan hakları hukukunu sistematik olarak ihlal ediyor.

sfgthy
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırıları sırasında yoğun duman yükseliyor, 27 Temmuz 2025 (AFP)

Bu yüzden konferansta ezici çoğunlukla İsrail'i sorumlu tutan bir karar alınmalı ve bu karar, İsrail'i Filistinlilere yönelik mevcut politikalarını gözden geçirmeye ve iki devletli çözümü ciddiyetle uygulamaya itmeli.

Konferansı başarısızlığa uğratmaya çalışan ülkeleri “tarih hesap soracak” diyerek geçiştirmek yeterli değil. Zira bu ülkeler, Filistin devletinin tanınmasını imkansız koşullarla bağlayarak ya da İsrail'in uluslararası düzeyde hesap vermesi önündeki engelleri haklı göstererek konferansı başarısızlığa uğratmaya çalışıyorlar. Bu tür tutumların bedeli açıkça ifade edilmeli.

Öte yandan uluslararası toplum, kalıcı bir ateşkes sağlanması, Filistinlilere insani yardımın kesintisiz ulaştırılması, İsrail ordusunun Gazze'den çekilmesi ve İsrail’in başta yerleşim faaliyetleri olmak üzere Batı Şeria'da attığı tüm adımları geri alınması için baskı yapmaya devam etmeli.



Rusya, yeniden yapılanmanın başlamasıyla birlikte Suriye arenasına geri dönüyor

Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
TT

Rusya, yeniden yapılanmanın başlamasıyla birlikte Suriye arenasına geri dönüyor

Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)

Mustafa Rüstem

Sonunda ilk kez, birbiri ile savaşan eller tokalaştı. Rusya'nın siyasi karar alma süreçlerinin mutfağı olan Moskova Dışişleri Bakanlığı'nın lüks salonundaki beyaz masanın etrafında, on yıldır birbirine hasım olan gözler buluştu. Bu, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani’nin, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mahir eş-Şara'nın da aralarında bulunduğu üst düzey bir heyetin eşlik ettiği ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile bir araya geldiği bu türden ilk ziyaretiydi.

Bu ziyaret, on yıllardır ittifak dilinin baskın olduğu iki ülke arasındaki diplomatik kartların yeniden karılması açısından son derece önemli görünüyor. İttifak, Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin akabinde Moskova'ya kaçmasının ardından değişti. Ancak Kremlin’in kapıları, Esed iktidarını devirme hareketinin başlamasıyla birlikte katıldığı Suriyeli muhalif güçlerin saflarındaki siyasi ve askeri mücadelesinin başlangıcından bu yana, “Ebu Ayşe” lakaplı Bakan Şeybani'ye açıldı.

Yeni bir beyaz sayfa

Siyaset dünyasının en meşhur sözü olan “bugünün düşmanı yarının dostu olabilir” doğrudur. Mutlak anlamda ne düşmanlık ne de dostluk vardır. Ancak görüşmelerdeki beden dili söyleyeceğini söyledi ve Rus diplomasisinin, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı 15 Ekim'de Moskova'da yapılması planlanan Rus-Arap zirvesine davet ederek de olsa, Suriye topraklarına ve Akdeniz'e erişimini koruma konusundaki “aceleci” tavrını özetledi.

 Rusya, Esed'in devrilmesinden bu yana Moskova'ya yaptığı ilk ziyarette Şeybani'yi ağırladı (AFP)Rusya, Esed'in devrilmesinden bu yana Moskova'ya yaptığı ilk ziyarette Şeybani'yi ağırladı (AFP)

Suriyeliler, Lavrov ve Şeybani arasındaki görüşmede genel bir diplomatik denklik tablosuna ulaşmadan önce, Esed Suriyesi döneminde alışılan itaatkarlıktan uzak olduklarını açıklayan bir beden dili benimsemeye çalıştılar. Suriye Dışişleri Bakanı, ülkesinin Moskova'nın Esed rejimiyle ekonomik, güvenlik ve askeri alanlarda imzaladığı tüm önceki anlaşmaları kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirmeye çalıştığını gizlemedi. Bu yeniden değerlendirme, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğini şekillendirmeyi amaçlıyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise ülkesinin, Suriye halkının tercihlerine saygı duyduğunu ve Moskova'nın Şam'daki yeni yönetimle iş birliği yapma isteğini dile getirdi. Hatta yaptırımların kaldırılması çağrısında bulundu.

Şantaj mı yoksa oyunun kuralları mı?

GSM Merkezi Direktörü Dr. Asıf Melhem, The Independent Arabia'ya verdiği röportajda, “sözlü destek” sınırları içinde kalan Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılması ve benzeri konularla ilgili özel görüşmelere rağmen, mevcut Suriye hükümetinin ABD ve Batılı ülkelere her zaman kesin olarak güvenmenin imkânsız olduğunu anladığını söyledi.

Melhem, iki yönetim arasındaki gergin tutumlarda gözle görülür bir değişim olduğunu ve Şam'ın Esed rejimine verdiği destek sebebiyle Moskova'ya şantaj yapmaya çalışırken, Rusların bir miktar esneklik gösterdiğini belirtiyor. Melhem, “Yeni hükümet, ‘sizin yardımınız olmasaydı Esed çoktan devrilmişti’ demek istedi ve bu nedenle Rus yönetiminden tazminat ödemesini ve Esed'i teslim etmesini talep etmeye başladı” diye devam etti.

Ciddi Suriyeli yetkililer, Suriye'deki askeri üslerin Rusya için acil bir ihtiyaç ve Moskova tarihinde bir dönüm noktası olduğuna inanıyor. Ama durum böyle değil. Rusya'nın ihtiyacı olduğu doğru, ancak beklendiği kadar acil ve kaçınılmaz değil.

Rus GSM Merkezi’nin Direktörü, siyasette her pozisyonun bir bedeli olduğuna inanıyor. Rusya, Suriye'deki üslerini elinde tutmakla ilgileniyor ve bunları korumanın yanı sıra, Esed iktidarından önce bile Suriye ile iyi olan ilişkilerini sürdürmek istiyor.

Haberler, Rus bombardımanı nedeniyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koyuyor (AFP)Haberler, Rus bombardımanı nedeniyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koyuyor (AFP)

Direktör şu açıklamada da bulundu: “Her halükarda, üsler Moskova için bir ölüm kalım meselesi değil. Örneğin Suriye kıyılarını ele alırsak, Ruslar açısından Akdeniz'e erişimin tek yolu Karadeniz, Cebelitarık Boğazı veya Süveyş Kanalı’dır. Bu koridorlar ise belirli anlaşmalara tabi. Bu nedenle, özellikle Rusya, herhangi bir bölgede yaşanabilecek beklenmedik gelişme korkusuyla askeri varlığını çeşitlendirmeye başladı. Sudan, Libya ve Eritre'de askeri üsler kurma girişiminde bulundu. Zira üslerinin bulunduğu ülkelerde bazı siyasi değişiklikler yaşanabileceğinin ve bu durumda üslerini korumanın zorlaşabileceğinin farkında.”

Ekim 2011'de Moskova, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak, eski Suriye devlet başkanı Beşşar Esed'in istifasını isteyen Batı destekli kararlara karşı veto yetkisini kullanmaya başladı. Bu veto, 8 Aralık 2024'e kadar süren Suriye savaşı boyunca tekraren devam etti. Eylül 2015’te de askeri müdahalede bulundu. O dönemde Rus güçleri, DEAŞ ve terör örgütü olarak tanımladığı el-Kaide'nin Suriye kolu Nusra Cephesi de dahil olmak üzere muhalif grupları hedef aldıklarını kabul ettiler.

Bununla birlikte haberler, özellikle Kuzey Suriye'de Rus bombardımanları sebebiyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koydu. Bu durum, milyonlarca insanın Türkiye yakınlarındaki veya sınırındaki kamplara göç etmesine yol açtı. Bu arada, Ekim 2016'da Moskova, BM İnsan Hakları Konseyi'ndeki koltuğunu kaybetti.

Rusya-Suriye ilişkileri, Suriye'nin bağımsızlığını tanıyan ilk rejim olan eski Sovyetler Birliği dönemine kadar uzanıyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre iki ülke arasında kurulan diplomatik ilişkiler ve stratejik ittifak, Hafız Esed'in Suriye'de iktidara gelmesiyle (1970'ten 2000'e) zirveye ulaştı.

Ekonomik ilişkiler

Tüm bunların bir uzantısı olarak Moskova, Şam ile ilişkilerini korumaya çalışıyor. Son görüşme de yeni bir koordinasyon aşamasının başlangıcı sayıldı. Rusya yalnızca siyasi ve askeri düzeylerde değil, ayrıca Suriye'nin yeniden inşası ve istikrarının sağlanması konusunda da kapsamlı yardım sunma isteğini dile getirdi.

Gözlemciler, bu görüşmenin kanlı bir dönemin ardından açık oynamaya ve yeni bir sayfa açmaya yönelik daha geniş bir çabanın parçası olduğuna inanıyor. Bu adımlar, sivillerin ölümüne ve geniş bir bölgede köy ve kasabalarda hâlâ görülebilen yıkıma yol açan bombardımanlar sebebiyle Rusya'nın kendileriyle karanlık bir geçmişe sahip olduğunu düşünen Suriyelilerin kızgınlığına rağmen atılıyor. Rusya'nın yeniden inşaya katılması yakıp yıktıklarını telafi etmenin, diğer yandan da yatırım ve çok sayıda anlaşmanın değerlendirilmesi yoluyla sıcak sulara dönüşün bir yolu olabilir.

 Dr. Asıf Melhem ise, Suriye ile Rusya arasında fosfat, petrol, doğalgaz ve Tartus Limanı alanındaki yatırımlar için imzalanan sözleşmelerin rejimin devrilmesinden çok önce iptal edildiğini vurguluyor. Bu sözleşmeler kapsamında Suriyeli şirketler ile ortak olan Rus şirketlerinin, hisselerini ortaklarına devrettiklerinin, dolayısıyla ziyaretin, bu anlaşma ve sözleşmelerin yeniden değerlendirilmesi bağlamında yapıldığının altını çiziyor.

Buna ilave olarak Rusya, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi ve uluslararası alanda önemli bir varlığa sahip. Dünyanın en büyük ikinci gücü. Melhem bunun önemli olduğuna inanıyor, zira bu sebeple Rusya’nın görüşleri dikkate alınıyor. Dolayısıyla Rusya ile ilişkiler sürdürülmeli, bu durum şüphesiz Suriye'ye fayda sağlayacaktır.

Öte yandan Şam, Rusya'nın Suriye'ye ihtiyacı olduğunu iddia ederek durumu abartmaya çalışıyor. Melhem’e göre bu doğru değil, çünkü Suriye'nin toplam yüzölçümü Moskova ve kırsalının yüzölçümünü aşmıyor ve Rusya, eğer zorunda kalırsa ve bölgede kalmasının bedelinin elde edeceği faydadan daha büyük olduğunu görürse, sonunda bu üslerden vazgeçebilir.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.