İyad el-Anber
Seçimler planlandığı gibi yapılacak mı? Seçimleri erteleyecek herhangi bir gelişme olacak mı? Acil durum hükümeti kurulma olasılığı ne kadar yüksek? Seçimleri boykot edenler, seçimlerin meşruiyetini ve yasallığını etkileyecek mi?
Tüm bu sorular, Irak’ta 11 Kasım'da yapılması planlanan seçimler öncesinde Iraklılar arasında tartışmalara yol açıyor. Seçim süreci altı turdan geçtikten sonra, seçimler öncesindeki tartışmalarda bir değişiklik olması beklenir. Siyasi güçlerin ve liderlerinin söylemlerinde bir değişiklik olması gerekir. Ancak Irak'ta işler böyle yürümüyor. Ülkede sanki zaman durmuş ve gelecekle ilgili tartışmalar yerine geçmişle ilgili aynı tartışmalar yeniden alevleniyor.
İktidar güçlerinin seçim kampanyasında, Şiilerin seçimlere güçlü bir şekilde katılmadığı takdirde Baas Partisi'nin yeniden iktidara gelmesine karşı korku uyandıran sloganların kullanılmaya devam ettiğini düşünsenize! Aynı retorik, mezhepsel korkuları ve yaklaşan seçimlere aktif katılım olmazsa Şii çoğunluğun iktidarı kaybetme ve Sünni siyasi güçlerin iktidara gelme olasılığı için de kullanıyor!
Seçim öncesi tartışmalardaki çelişkilerden biri de siyasi süreci baltalayan veya değiştirmeye çalışanlar hakkındaki söylentiler. Halk, 2003 yılından bu yana elde edilen tek kazanım olan çoğunluğun yönetme hakkını korumak için sandık başına gitmeye çağrılıyor. Ancak, bu oy kullanma çağrısına, bu ‘kazanımı’ savunmak için silaha sarılma tehditleri karşılık geliyor! Irak’ta yönetim deneyimini korumak için silaha sarılma tehdidi, oy kullanmakla eşdeğer gibi görünüyor. Eski rejimin düşmesinin üzerinden yirmi iki yıl geçtiği halde, politikacılarımızın halen eski hükümetlerle yaşanan deneyimleri hedef alan korkulardan ve komplolardan bahsetmelerini başka nasıl açıklayabiliriz? İster iyi olsun ister kötü olsun, yönetilenlerle olan ilişkileri görmezden geliniyor!
Seçimleri boykot etme tartışmaları artık yeni bir fenomen değil. Her seçim döngüsünde boykot pankartları asılıyor ve boykot edenlerin argümanları mantıklı kanıtlar ve gerçekçi sonuçlar içermiyor değil.
Tüm bunların yanında seçimlerin planlandığı gibi yapılacağı konusunda belirsizlik yaratılıyor. Aynı senaryo her seçimde tekrarlanıyor ve ‘olağanüstü hal (OHAL) hükümeti’ kurulması olasılığını gündeme getiriyor. Bu hükümeti kimin yöneteceği, hatta temel işlevinin ne olacağı bile bilinmiyor. Irak'ın savaş kıvılcımıyla alev alıp patlayabilecek bir barut fıçısı olduğu düşüncesinin de nedeni, bölgenin Tahran ile Tel Aviv arasında yeni bir savaş tehdidiyle karşı karşıya olduğu varsayımı olabilir. Ancak bu durum, seçimlerin ertelenmesini ve OHAL hükümeti kurulmasını gerektirmez. Savaş çıkarsa ve Irak'a sıçrarsa, hedef Irak devleti ve kurumları değil, sınırlı operasyonlarla belirli kişiler ve silahlı gruplar olacaktır.
Bildik sloganların tekrarlanması
Seçim kampanyası düzeyinde, önceki beş döngüde gerçekleşmeyen aynı sloganlar tekrarlanıyor, bunların başında ‘devleti inşa etmek’ sloganına geri dönüş geliyor. Buradaki ironi, bu sloganları atanların ya 2003 sonrası iktidar dengesinde kilit ortaklar ya da iktidar piramidinin tepesinde yer alan kişiler olması. Bu dönem boyunca, onların temel işlevi devleti yeniden inşa etmek değil, kaos ve kargaşayı kurumsallaştırmak ve anayasayı ve kurumların rolünü marjinalleştiren normlar oluşturmaktı. Şimdi, varlıkları ve sayıları azalmış olmasına rağmen, iktidar ve nüfuz sahibi oldukları dönemde yerine getiremedikleri aynı vaatleri tekrarlıyorlar.
Iraklı politikacılar seçimler yaklaşırken, her iki uçta da yaşamaya ilgi duyduklarından birbiriyle çelişen ikilemlerle bir arada olurlar. Bir yandan gücü ve iktidarı ellerinde tutarken diğer yandan düşüncelerinde, söylemlerinde ve siyasi davranışlarında muhalefet var olmaya devam eder. Devleti ve kurumlarını kontrol etseler de devleti yok eden tüm silahları, çeteleri ve davranışları geliştirmeye çalışırlar. Bir yandan mezhepçilik, aşiretçilik ve milliyetçiliğin koruyucuları olmak isterken diğer yandan öncelikli endişelerinin ulusu inşa etmek ve bölünmeden korumak olduğunu iddia ederler.
Seçimler öncesindeki siyasi tartışmalar, Irak'ta bir kez daha hiçliğin hakim olduğunu gösteriyor, zira şu anda Irak'ın krizlerine çözüm getireceğini iddia eden sloganlar ve manşetler itibarını yitirmiş durumda. Bu yüzden halkın, kronik dengesizlikler için sürekli bahaneler uyduran yönetici sınıfa olan güvenini kaybetmesi şaşırtıcı değil. Bu dengesizliklerin devamını sınırlayacak veya gelişmelerle yüzleşecek yeteneği yok ve politikacıların konuşmaları, bozulma ve kaos hali karşısındaki şaşkınlıklarını ortaya koyuyor! Sanki devletin yanı sıra kamusal hayatın her alanında başarısızlık ve yolsuzluğun artmasının ana nedeni olan siyasi sistemin parçası değillermiş gibi davranıyorlar!
Seçim dönemlerinde, açık ve net bir siyasi programdan uzak olsa bile, siyasi sloganlar atarak halkın ilgisini çekmeyi düşünmek, seçim propagandası aracı olarak haklı görülebilir ama bunun için öncelikle ikna edici olmak gerekir. Yalnızca sloganlara ve propaganda afişlerine güvenilemez. Dolayısıyla propaganda, halkı aldatmaya ve onlara Alzheimer hastasıymış gibi muamele etmeye çalıştığında naif ve basmakalıp olabilir. Kaldı ki günümüzde birçok siyasi lider ve çevresindekiler bunu yapıyor.
Boykot edenler
Seçimlerin boykot edilmesine yönelik tartışmalar ise artık eskidi. Irak’ta her seçim döneminde seçimleri boykot eden pankartlar asılır ve boykot edenlerin, başta ‘Beş seçim atlattıktan sonra seçimler neyi değiştirdi? Siyasi liderler iktidarda kalmaya devam edip değişmezlerse seçimlerin ne anlamı var?’ gibi argümanları olmak üzere mantıklı kanıtlar ve gerçekçi sonuçlar barındırır.
Irak ekonomisinin petrol gelirlerine bağımlı olması nedeniyle, ekonomik ve siyasi güç otoriter partilerin, bu partilerin önderlerinin ve liderlerinin elinde yoğunlaştı.
Bu boykot, öncekilerden oldukça farklı. Sadr Hareketi harekete geçtiğinde, sesinin daha güçlü ve yankısının daha geniş çaplı olacağına şüphe yok. Bu boykotun seçimlerin yasal meşruiyetini etkilemeyeceği doğru, ancak önceki seçimlere en düzenli katılanlar boykot ettiğinde, katılım oranları üzerindeki etkisi kesinlikle belirgin olacak. Dolayısıyla, siyasi temsillerinin meşruiyeti, on bir vilayette seçmenlerini temsil eden Şii siyasi güçlerin güvenilirliğine darbe indirecek.
Sadrcılar ve seçimlerin boykot edilmesi çağrısında bulunanlar, düşük katılım oranının yasal meşruiyetlerini zedelemeyeceğini biliyorlar. Ancak bu boykot ve seçimlere halkın katılımı üzerindeki etkisi, siyasi seçimlerin yasal meşruiyetinden ziyade siyasi meşruiyetini sorgulamak için kullanılabilir. Bu durum, demokrasiye geçiş sürecinde olan bir sistemde sandık başına gitme oranının zamanla artması gerektiği göz önüne alındığında özellikle geçerli, ancak Irak'ta 2005 yılında yapılan ilk seçimlere kıyasla katılım oranı düşmeye başladı ve 2010 seçimlerinde yüzde 62,4 ile en yüksek seviyesine ulaştı. Ancak, 2021 seçimlerinde yüzde 41'e düşerek azalmaya başladı!
Ancak, seçimleri boykot etmek gerçekten de siyasi protesto olsa da bir sonraki adım dikkate alınmadığından, siyasi gidişatı düzeltmeye yönelik stratejiden çok bir tutumdur. Yalnız bu durum geleneksel güçleri kayırabilir, böylece geleneksel siyasi partilerin adayları arasındaki rekabet, siyasi feodal efendilerin müşteri kitlesiyle sınırlı kalır. Boykot, nihayetinde siyasi iktidar merkezlerini domine eden otoriter güçlerin yararına olacak ve Irak'ta siyasi liderlerin ve çevresindeki kişilerin siyasi karar alma sürecindeki hakimiyetinin gerçekliğini değiştiremeyecek polemikçi tutumlar çerçevesinde kalacaktır.
Hakkında konuşulmayan
Politikacılarımız ekonomik konularda ya sadece siyasi gevezelik yapmada iyiler ya da en iyi ihtimalle teşhis koymada yetenekliler gibi görünüyor. Ancak kağıt üzerinde planlanan çözümleri ve medya forumlarında, siyasi ve akademik seminerlerde konuşulanları pratik gerçekliğe dönüştüremiyorlar. Bunun yanında hükümetin maaş harcamalarının şişirilmiş yükünden şikâyet etmekte ve sızlanmakta da ustalar.
Irak ekonomisinin petrol gelirlerine bağımlı olması nedeniyle, ekonomik ve siyasi güç, otoriter partilerin, bu partilerin liderlerinin ve önde gelen isimlerinin elinde toplandı. Sonuç olarak, Irak’ta kurulan hükümetlerin işlevi iki görevle sınırlı hale geldi. Bunlardan ilki siyasi partilerin ve liderlerinin kaynaklarını geliştirmek ve devlet kaynakları ile ekonomik faaliyetler üzerinde hakimiyetlerini sağlamak, ikincisi ise devlet dairelerinde atamalar yoluyla siyasi müşteri çevrelerini genişletmekti. Bu kişiler, devlet tarafından istihdam olanakları garanti altına alınmış vatandaşlar değil, nihayetinde bu veya o siyasi partiye sadık tebaa ve seçim oylarının garantörleriydi.
Siyasi güçlerin seçim söylemlerinde, gençlerin işgücü piyasasına girme arzularının, her yıl çeyrek milyon kamu işi ile nasıl yönetilebileceği konusunda hiçbir şey duymuyoruz.
Iraklı akademisyen ve yazar İsam el-Hafaci’ye göre Irak’taki rantçı devlet, sadece en çok iş imkanı sağladığı için değil, piyasa ekonomisinin her türlü kavramını yok edip onu yasallaştırılmış bir mafya sistemine dönüştürdüğü için, yani sözleşmeleri ve imtiyazları veren devlet olduğu için kendi ihlallerine itaat ve sessizlik sağlanıyor. Bu da adil rekabetten çok uzak bir ortam yaratıyor.
Bu yüzden petrol ekonominin can damarı olmaya devam ettiği sürece, egemen sınıfın halkı dinlememesi, sloganlarını tekrarlaması ve yolsuzluk ve kamu fonlarının çalınmasına devam etmesi şaşırtıcı değil. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre hükümetler, petrolün sağladığı kaynaklarla ekonomik ve sosyal politikalarını, polisi ve orduyu finanse edebildikleri sürece, tebaalarına hediyeler veren ve dağıtanlardan olmaya devam edecek. Yanlış yönetimlerini ve hatta yolsuzluklarının üstünü, hayali başarılarını tanıtan ve rakiplerini ve kendilerine karşı çıkanları itibarsızlaştıran propaganda ağlarıyla örtüyorlar.
Siyasi güçlerin seçim söylemlerinde, gençlerin işgücü piyasasına girme arzularının, her yıl çeyrek milyon devlet memurluğu ve beş milyon eşiğine ulaşan çalışan ve emekli sayısıyla nasıl yönetilebileceği konusunda hiçbir şey duymuyoruz! Genel bütçede maaşların güvence altına alınması için petrol fiyatlarının varil başına 60 doların üzerinde kalması gerekiyor. Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanan federal bütçeye ilişkin devlet hesaplarının envanterinde, 2025 yılının ilk yarısında ödenen toplam maaşların petrol gelirlerinin yüzde 99,2'sini tükettiğini görüyoruz.
Iraklı ekonomist Dr. İmad Abdullatif Salim'e göre Irak'ın kamu maliyesinin tarihindeki en yüksek seviyeye ulaşan iç kamu borcunun 2023 yılında 70 trilyon dinardan 2025 yılının ağustos ayı sonunda 92 trilyon dinara yükseldiğine kimse itiraz etmiyor.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.