Gecikmiş Filistin devleti için mücadeleyi başlatan Gazze savaşı

Paris'te dün düzenlenen yürüyüşte ‘Barış için Filistin devletini tanıyın’ yazılı bir pankart taşıyan Fransızlar (AFP)
Paris'te dün düzenlenen yürüyüşte ‘Barış için Filistin devletini tanıyın’ yazılı bir pankart taşıyan Fransızlar (AFP)
TT

Gecikmiş Filistin devleti için mücadeleyi başlatan Gazze savaşı

Paris'te dün düzenlenen yürüyüşte ‘Barış için Filistin devletini tanıyın’ yazılı bir pankart taşıyan Fransızlar (AFP)
Paris'te dün düzenlenen yürüyüşte ‘Barış için Filistin devletini tanıyın’ yazılı bir pankart taşıyan Fransızlar (AFP)

Filistin-İsrail ve Arap-İsrail çatışmasının tarihinde tüm bölgenin çehresini değiştiren ‘dönüm noktası’ olan 7 Ekim'den iki yıl sonra, sorunlu ve patlayıcı soru halen cevapsız kalıyor: Aksa Tufanı Filistin devletinin kurulmasını yaklaştırdı mı, yoksa tamamen yok mu etti?

Cevabın, arzu edilen devletin kaderi netleşene kadar uzun bir süre beklemesi gerekeceği ve şu anda şiddetli bir şekilde süren tartışmayı çözmeyeceği şüphesiz. 7 Ekim saldırısını destekleyenler, saldırının Filistin devletinin tanınmasını sağladığını ve kurulmasının önünü açtığını savunuyorlar. Ancak muhalifler, saldırının kendisinin değil, İsrail'in katliamları, kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere halkın kanı ve eşi görülmemiş trajedilerin tanınmayı sağladığını ve devletin kurulmasını sağlayacağını düşünüyor.

gthy

‘Sadece birkaç yıl’

Bugün, yıkıma uğramış Gazze Şeridi'nde savaş yavaş yavaş yatışırken, Filistin devletinin kurulması konusunda başka bir savaş şiddetleniyor. Bu savaş, ABD Başkanı Donald Trump'ın savaşı sona erdirmek için hazırladığı ünlü planda devletin kurulma olasılığından bahsedilmeden önce, devletin çok sayıda ülke tarafından tanınmasına yol açan Arap ve uluslararası girişimlerle başladı.

Filistinli bir yetkili Şarku’l Avsat'a, “Filistin devletinin kurulacağına olan güven her geçen gün artıyor. Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın da söylediği gibi, bunun bir zaman meselesi olduğuna inanıyoruz... Sadece birkaç yıl” dedi.

Yetkili, “Bugün, dünyada ve bölgede büyük bir değişim var. Dünya işgalden ve işgalin uygulamalarından bıkmış durumda ve bir devlet görmek istiyor. Son zamanlarda yapılan tanıma, bu sürecin başlangıcı oldu” ifadelerini kullandı.

sdcfgth
Son süreçte Filistin devleti birçok Avrupa ülkesi tarafından tanındı. (AP)

Geçtiğimiz ay Filistin devletini tanıyan ülke sayısı, 193 Birleşmiş Milletler (BM) üye ülkesinden 158'e ulaştı. Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya, Portekiz, Lüksemburg, Belçika, Fransa ve diğerleri de dahil olmak üzere yapılan tanıma, devlet kurma zamanının geldiğine dair doğrudan bir uluslararası mesaj gönderdi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu bu devletin kurulmayacağına dair tehditlerde bulunmaya sevk etti.

Netanyahu, “Filistin devleti kurulmayacak… Ülkemizin kalbine terörist bir devlet dayatma girişimine karşılık vereceğiz” diyerek tutumunu özetledi.

İsrail'in endişesi

Görünüşe göre bu kibir, İsrail içinde büyük bir endişeyi gizliyor. Anna Barsky, Maariv gazetesinde, son tanıma kararlarının öncekilerden farklı olduğunu, çünkü tanıyan başkentlerin uluslararası sahnede marjinal değil, Washington'a yakın ortak ülkeler olduğunu ve uzun süredir İsrail'in müttefiki olarak kabul edildiğini belirtti.

Barsky, bu tanıma kararlarının ‘siyasi bir deprem ve İsrail'in dünyadaki diplomatik dokunulmazlığının ince bir aşınması’ olduğunu ve İsrail'i yeni bir gerçeklikle karşı karşıya bıraktığını yazdı.

defrgty
İspanya'nın güneybatısındaki Kanarya Adaları'nda Filistin halkını desteklemek için düzenlenen mitinge ‘Özgür Filistin’ yazılı şapkasıyla katılan bir protestocu (EPA)

Barsky şu ifadeleri kullandı: “Bugün Filistin devleti yok. Yeni bayraklar, yeni sınırlar, yönetim mekanizmaları yok. Fransa ve Suudi Arabistan'ın ortaklaşa yürüttüğü BM'deki görkemli tanıma törenine rağmen, bir hafta içinde de olmayacak. Yine de bu tanıma kararları siyasi bir deprem ve Tel Aviv'e oyun kurallarının değiştiği ve zamanın dolduğu mesajını veriyor.”

Devlet olma yolunda

Aslında ABD Başkanı bizzat devlet olma yolunu açtı. Bu yol zorlu, çetin, engebeli ve karmaşık; hiçbir garanti yok, ancak yıpratıcı bir savaşın sonunda en önemli yol.

Trump'ın planı, bir devletin kurulmasından ziyade Gazze Şeridi'nin yönetilmesine zemin hazırlamak olabilir, ancak bir devletin kurulup kurulmayacağını bilmek için Gazze Şeridi'ni kimin yöneteceğini gözlemlemeliyiz. Trump'ın planı, Ramallah ve Tel Aviv'i meşgul eden, her iki taraf için de mayın tarlasına yakın olan ve yorumlanması zafer ya da yenilgi olarak algılanabilecek hükümler içeriyor.

aa
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, 25 Eylül 2025 tarihinde ABD'nin New York kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nun 80’inci oturumu sırasında video konferans yoluyla bir konuşma yaptı. (EPA)

Şarku’l Avsat’a konuşan Filistin Yönetimi kaynakları, “Tanıma çok önemli, ancak Filistin devletinin Gazze Şeridi üzerindeki velayetini göz ardı ediyor” dedi.

Kaynaklar, “Arap ekibi ve biz, savaş bittikten sonra Filistin Yönetimi'nin Gazze Şeridi'nin yönetimini devralması için sürekli istişare halindeyiz” ifadesini kullandı.

‘Filistin devleti adına’

Filistin Yönetimi, Trump'ın çabalarını memnuniyetle karşıladı ve alışıldık şekilde başkanlık veya hükümet adına değil, ‘Filistin devleti’ adına bir bildiri yayınlamaya özen gösterdi. Bildiri iki mesaj içeriyordu. Birincisi, Filistin Yönetimi'nin hedef ve taleplerinin planın ötesine geçerek ‘iki devletli çözüme’ dayalı adil bir barışa ulaşmak olduğuydu. İkinci mesaj ise Trump’ın Filistin yönetimine yönelik reform çağrılarına açık bir yanıttı. Bildiride, Filistin devletinin tüm reform programlarını tamamlamaya kararlı olduğu ifade edildi. Bu reformlara, savaşın sona ermesinden sonraki bir yıl içinde başkanlık ve parlamento seçimlerine gidilmesi de dâhildi. Ayrıca, meşru ve tek bir Filistin güvenlik gücü aracılığıyla Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde güvenliğin sağlanması da taahhüt edildi. Yolsuzlukla mücadeleye bağlı kalınacağı ve eğitim müfredatının geliştirileceği belirtildi. Ayrıca, mahkûm ve şehit ailelerine yapılan ödemeleri düzenleyen yasa ve yönetmeliklerin kaldırılacağı ifade edildi; birleşik bir sosyal yardım sistemi kurulacağı taahhüt edildi.

sdfrg
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)

Filistinliler, her şeye hazır olduklarını ve reformla ilgili birçok tartışmalı konuyu aştıklarını söylemeye çalışıyorlar.

Bilgi sahibi bir Filistinli kaynak Şarku’l Avsat’a, “Filistin Yönetimi, planın belirsiz şartları ve İsrail Başbakanı’nın söylediklerine bakılmaksızın, gerçek bir süreci başlatmak için Arap çabalarına güveniyor” dedi.

Filistinlilere ait her şeyin reddi

Netanyahu, Trump ile yaptığı görüşmede Filistin devletinin kurulmasını kabul etmediğini söyledi ve planın yayınlanmasından birkaç gün sonra, Filistin Yönetimi'nin Gazze Şeridi'nin yönetiminden sorumlu olmayacağını vurguladı. Netanyahu, “Hamas veya Filistin Yönetimi'nin hiçbir temsilcisi, savaşın ertesi günü Gazze Şeridi'nin yönetiminde yer almayacak” dedi. Ancak Arap ve Müslüman ülkelerin (Endonezya ve Türkiye) dışişleri bakanlarının tepkisi Netanyahu'nun umduğu gibi olmadı. Bu ülkelerin liderleri ortak bir açıklamada, savaşı sona erdirmek, Filistin Yönetimi'ni Gazze Şeridi'ne geri getirmek, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni birleştirmek ve tüm tarafların güvenliğini garanti altına alan bir güvenlik mekanizması kurmak için çalışacaklarını, bunun sonucunda İsrail'in tamamen çekilmesini, Gazze Şeridi'nin yeniden inşasını ve ‘iki devletli çözüme’ dayalı adil bir barışın yolunun açılmasını sağlayacaklarını duyurdular.

Askeri savaşın ardından başlayan siyasi savaş, Filistin devletinin bir parçası olan Gazze Şeridi'ni Filistin Yönetimi’nin yönetmesini isteyen dünya ile hem devleti hem Filistin Yönetimi’ni, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni ve Filistinlilerle ilgili her şeyi reddeden İsrail arasında yaşanıyor.

Bu noktada İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar'ın, Trump'ın planında Filistin Yönetimi ve devletten bahsedilmesi sorulduğunda söylediği sözleri hatırlamak yeterli: “Filistin devletine karşı mücadele, önümüzdeki uzun yıllar boyunca bizimle birlikte olacak. Bu zorlu bir mücadele olacak. Filistin devletinin kurulma tehlikesi olmadığını söyleyerek halkı aldatmak istemiyorum.”



Kaynaklar: Sudani'nin listesi Irak seçimlerinde ‘büyük bir zafer’ elde etti

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, dün yapılan parlamento seçimlerinde oyunu kullandıktan sonra (AP)
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, dün yapılan parlamento seçimlerinde oyunu kullandıktan sonra (AP)
TT

Kaynaklar: Sudani'nin listesi Irak seçimlerinde ‘büyük bir zafer’ elde etti

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, dün yapılan parlamento seçimlerinde oyunu kullandıktan sonra (AP)
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, dün yapılan parlamento seçimlerinde oyunu kullandıktan sonra (AP)

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'nin koalisyonuna yakın kaynaklar, Sudani'nin listesinin dün yapılan parlamento seçimlerinde ‘büyük bir zafer’ elde ettiğini söyledi.

Başbakan’a yakın bir yetkili AFP'ye, “Kalkınma ve Yeniden Yapılanma Bloğu çok önemli bir zafer elde etti” derken, listeye yakın diğer iki kaynak da bloğun yaklaşık 50 veya daha fazla sandalye ile ‘en büyük parlamento bloğunu’ kazandığını doğruladı.

dfv
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, dün yapılan parlamento seçimlerinde oyunu kullanmadan önce (EPA)

Irak Bağımsız Seçim Komisyonu'nun bu akşam geç saatlerde ön sonuçları açıklaması bekleniyor.

Sudani, üç yıl önce İran'a yakın Şii partiler ve grupların oluşturduğu Koordinasyon Çerçevesi'nin desteğiyle iktidara geldikten sonra Irak'ta önemli bir siyasi güç haline geldi.

Seçim merkezleri, dört yıllık görev süresi için Temsilciler Meclisi’ni seçmek üzere kayıtlı 21,4 milyondan fazla seçmene 11 saat boyunca oy kullanma imkânı tanıdıktan sonra akşam 18:00’de kapandı.

Parlamento bir başkan atadıktan sonra, başkan anayasaya göre ‘en büyük parlamento bloğunun’ adayı olan ve fiilen yürütme organının temsilcisi olan başbakanı atar.

Mutlak çoğunluk bulunmadığında, müttefikleriyle müzakere ederek en büyük bloğu oluşturabilecek herhangi bir koalisyon, bir sonraki başbakanı seçer.

Başbakanın atanması ve hükümetin kurulması süreci, seçimlerden sonra en karmaşık süreçtir. Önceki örneklerde olduğu gibi, Şii çoğunluğa mensup partiler, başbakanı atamak ve hükümeti kurmak için anlaşmaya vardılar.

sdf
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) sınırları içerisinde bulunan Erbil'in kuzeyindeki Akra kentinde oy kullanmak için sıra bekleyen seçmenler (AFP)

2003 yılında ABD'nin işgaliyle Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra Irak'ta yerleşen geleneklere göre, Şii çoğunluk en önemli pozisyon olan başbakanlık görevini üstlenirken, Sünniler Temsilciler Meclisi'ni elinde tutuyor. Büyük ölçüde sembolik olan cumhurbaşkanlığı görevi ise Kürtlere veriliyor.

Irak Bağımsız Seçim Komisyonu'na göre, dünkü seçimlerde seçmen katılımı yüzde 55'i aştı. Bu oran, Şii lider Mukteda es-Sadr'ın bu yılki seçimleri boykot etmesine ve birçok Iraklının, yeni adayların olmaması nedeniyle seçimlerin hayatlarında gerçek bir değişiklik getirmeyeceği yönündeki hayal kırıklığını dile getirmesine rağmen, 2021'deki son seçimlerde kaydedilen yüzde 41'lik orandan önemli ölçüde yüksek.


ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı

ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı
TT

ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı

ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı

Refik Huri

Irak'ın geleceği, yeni bir Ortadoğu'ya giden yolda yaşanan hızlı değişimlerle bağlantılı olduğundan belirsizliğini koruyor. Ülkede yapılan parlamento seçimleri, ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgalinden bu yana devam eden çıkmazın ve ardından Mezopotamya'da nüfuz mücadelesi veren ABD ile İran arasındaki rekabetin bir tekrarından ibaret. Mezopotamya, ulusal kimlikten mezhepsel, dini, etnik ve bölgesel kimliklere doğru bir inişe tanık oldu. Mevcut durum ve çıkmaz, iki zıt pozisyonla özetlenebilir. Bunlardan biri Irak’ta faaliyet gösteren Hizbullah Tugayları sözcüsünün “Şiiler Irak üzerinde tam bir vesayet sahibidir” açıklamasında ifade edilirken diğeri Washington tarafından tekrarlanan ‘milislerden arındırılmış bir gelecek sağlamak için Irak'ın yanında durmak’ şeklindeki açıklamalarda dile getiriliyor. Şiilerin ‘tam vesayet’ sahibi olduğu ve Sünniler, Kürtler, Hıristiyanlar ve bir dizi tarihi mezhebin Şiilerin vesayeti altında olduğu bir ülkede devlet kurmak imkânsız. Bir milyondan fazla askeri personeli olan, ancak çoğu İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ile bağlantılı 70 silahlı örgütün yer aldığı Halk Seferberlik Güçleri’ne (Haşdi Şabi) güvenmek zorunda kalan bir ülkede devlet kurmak mümkün değil.

Suudi Arabistan’dan sonra petrol rezervleri açısından ikinci sırada yer alan Irak, iflas etmemiş, soyulmuş, önde gelen simalar tarafından zenginlikleri çalınmış ve sanki hiçbir kaynağı yokmuş gibi elektrik, su ve altyapıdan yoksun kalmıştır. Yolsuzluk o kadar yaygın hale gelmiştir ki, bazı bakanlar milyarlarca dolar çalmış ve milyarlarca dolarlık rüşvet almıştır. Bazı hükümet başkanları ise göreve başladıklarından daha zengin bir şekilde, hesaplarında on milyarlarca dolar ile görevlerinden ayrılmıştır. Irak’ta kimse ya yetersizlikten ya da yolsuzluktan faydalanma ve dış güçleri memnun etme arzusu yüzünden bu yaptıklarının hesabını vermez. Kerbela, Nasiriye, Meysan, Vasit, Basra gibi gençlerin ‘ABD ve İran işgalinden kurtulun!’ sloganını attığı güney illerinde yaygın bir şekilde patlak veren ‘Ekim Devrimi’ en şiddetli baskı, şiddet ve katliamlarla bastırıldı. İran'ın vesayeti dışında kalan İyad Allavi ve Mustafa el-Kazımi haricinde Şii partilerin liderlerinin başını çektiği hükümetler ya İran'ın nüfuzunu lehine dengelemeye ya da Washington ve Tahran ile ilişkilerde minimum bir denge sağlamaya ve kardeş Arap ülkelerine açılmaya çalıştı. Ancak tüm bunlara rağmen ülkedeki çıkmaz devam etti.

Ebu Bekir el-Bağdadi'nin Musul Camii’nden duyurduğu ve Suriye'nin Rakka kentini başkenti olarak ilan ettiği ‘Irak ve Şam İslam Devleti’nin (DEAŞ) düşmesinden sonra bile Enbar dışından gelen silahlı milisler nüfuzlarını sürdürmeye devam ediyor. Mukteda es-Sadr’ın lideri olduğu Sadr Hareketi, meclisteki en fazla sandalye sayısını kazandığında ve iktidar yapısını parti kotalarından uzaklaştırıp ulusal bir programa kaydırmaya çalıştığında meclisten çekilmek zorunda kaldı. Boşalan sandalyelere ise seçimin kaybedenleri tarafından dolduruldu. Sadr Hareketi, yeni seçimleri de boykot etme kararı aldı. Ancak İran, ‘Şii vesayetinin İran vesayeti’ olduğu gerekçesiyle oyuna devam ediyor. Nehreyn Üniversitesi'nde ulusal güvenlik profesörü olan Hüseyin Allavi, “Irak, İran'ın ulusal güvenlik politikasının ilk halkasını temsil ediyor” değerlendirmesinde bulundu. Türkiye'ye gelince, Ninova'daki Zilkat Askeri Üssü’nün yanı sıra Irak'ta 60 askeri üssü bulunuyor. DMO'ya bağlı milisler ise Amerikan güçlerinin bulunduğu üsleri değil, Yeşil Bölge ve Bağdat Havalimanı'nı bombalıyor ve hiçbir hesap vermiyor. Hükümetlerin Büyük Ayetullah Ali Sistani’nin talimatlarını gerçekten uygulayacağını umalım.

Irak'ı bir asır önceki haline döndürmek mantıklı değil. 1920 yılında Suudi Arabistan Kralı Faysal, “Bana göre Irak'ta henüz bir Irak halkı yok, daha çok milliyetçi ideolojiden yoksun, dini geleneklere ve batıl inançlara saplanmış hayali insan toplulukları var” demişti. 2025 yılında Irak, devlet öncesi mezhepsel bileşenlerine geri dönüyor gibi görünüyor. Bugünkü mücadele seçimlerle ilgili değil, seçim sonrası dönemle, Irak'ın geleceği için verilen mücadeleyle ilgili. Tahran, ABD’yi askeri, siyasi ve kültürel olarak Mezopotamya'dan çıkarmak istiyor. İran’a bağlı milisler, ülkenin bu yılın sonuna kadar ABD askerlerinden arındırılması konusunda ısrarcı. Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ise ABD ile 2008 yılında imzalanan Stratejik Çerçeve Anlaşması çerçevesinde DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyon (DMUK) katılımı yerine çeşitli alanlarda ikili ortaklıklar üzerinde anlaşmaya varmak istiyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre aslında Irak üzerindeki çatışma çok hassas ve zorlu bir aşamaya giriyor. Beşşar Esed rejiminin düşüşüyle Suriye’yi kaybeden ve Gazze Şeridi’nde ve Lübnan’da yenilgiye yaklaşan İran, Bağdat’taki önemli nüfuzunu korumaya çalışıyor. Çünkü Irak’ı kaybetmek İran’ın bölgesel projesinin sonu anlamına geliyor. Ayrıca Suriye, Lübnan ve Gazze'de zamanı geri çevirmeye çalışıyor. ABD, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Gazze ve Lübnan’daki savaşlarını ve Irak'taki silahlı milisleri vurma tehditlerini kullanarak, Ortadoğu'yu değiştirmek ve Başkan Donald Trump’ın himayesinde bölgede kapsamlı bir barış tesis etmeye çabalıyor. Bu barış, ancak İran'ın katılımıyla, ya Washington ile yapılan bir anlaşma kapsamında ya da rejimin düşmesine yol açan bir askeri saldırı sonrasında tamamlanabilir. Eğer Tahran, köklü değişikliklerin ardından imkânsız bir görevi üstleniyorsa, ABD’nin yeni Ortadoğu mühendisliğinin karşı karşıya olduğu zorluklar da küçümsenecek gibi değil. Irak, özellikle güneyde ve genel olarak diğer bölgelerde yoksulluk vakalarının ve işsizlik oranlarının artması ve hizmetlerin yetersizliği sorunlarını çözemeyen, başarısız bir devlet olarak kalırsa, geleceği de olmaz. Alınan yarım yamalak önlemler artık yeterli değil. ABD ile İran arasındaki çıkmazda dönüp durmak da ulusal bir spor değil. Irak ya Arap olacak ya da yeniden yapılanma sürecindeki bir bölgede, ulusal meşruiyetten başka hiçbir meşruiyeti olmayan başka bir melez ülkeden ibaret kalacak.


BM'nin üst düzey bir yetkilisi ile Burhan arasında Sudan halkına yardım sağlanması konusunda ‘yapıcı’ görüşmeler

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
TT

BM'nin üst düzey bir yetkilisi ile Burhan arasında Sudan halkına yardım sağlanması konusunda ‘yapıcı’ görüşmeler

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)

Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Tom Fletcher dün Port Sudan’da Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ile ‘yapıcı’ görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmede, ateşkes çabaları ve insani yardımların ulaştırılmasının sağlanması konuları ele alındı. Bu sırada, orduyla Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki çatışmalar ülkenin batısında genişlemeye devam ediyor.

Fletcher, iki yıldan fazla süredir savaşın pençesindeki ülkenin çeşitli bölgelerine yardım ulaştırılmasını sağlamayı amaçlayan ve ‘yapıcı’ olarak nitelendirdiği görüşmeleri övdü.

Görüşmenin ardından Sudan Egemenlik Konseyi tarafından yayımlanan bir videoda Fletcher şunları söyledi: “Bugün öğleden sonra Burhan ile yaptığımız yapıcı görüşmeleri memnuniyetle karşılıyoruz. Bu görüşmelerin amacı, Sudan’ın her yerinde çalışmalarımızı sürdürebilmemizi ve yardımları tamamen tarafsız, bağımsız ve önyargısız bir şekilde, uluslararası desteğe en çok ihtiyaç duyan insanlara ulaştırabilmemizi sağlamaktır.”

Egemenlik Konseyi'nin basın ofisinden yapılan açıklamaya göre Burhan, ‘Sudan'ın BM ve çeşitli kurumlarıyla, özellikle insani yardım alanında iş birliği yapmaya istekli olduğunu’ yineledi.

Fletcher ayrıca, ateşkes önerilerini görüşmek üzere Sudan Dışişleri Bakanı Muhyiddin Salem ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ile bir toplantı yaptı.

Sudan'ın geniş bölgelerinde ordu ile HDK arasında çatışmaların tırmanışa geçtiği görülüyor. Çatışmalar, HDK'nin geçen ay kontrolünü ele geçirdiği Darfur bölgesine komşu Kordofan bölgelerine yayılıyor.

HDK pazartesi günü, Batı Kordofan'ın Babnusa kentine, oradaki ordu karargahını ele geçirmek amacıyla ‘büyük kalabalıklar’ halinde savaşçılarının geldiğini duyurdu.

Şehir, Hartum ile Darfur bölgesini birbirine bağlayan yol üzerinde yer alıyor; HDK’nin kontrolü altında bulunan Güney Darfur'daki Nyala ile iki taraf arasında çatışmaların şiddetlendiği Kuzey Kordofan'ın başkenti el-Ubeyd'in tam ortasında bulunuyor.

Fletcher dün X platformunda yaptığı bir paylaşımda Sudan'a geldiğini doğruladı. Paylaşımında, ‘zulümleri durdurmak, barış çabalarını desteklemek, BM Şartı’na bağlı kalmak, ekiplerin gerekli finansmana erişimi ve hareket özgürlüğü elde etmesi için baskı yapmak ve çatışma hatlarının her iki tarafında da hayat kurtarmak’ için çalışacağını belirtti.

HDK, 26 Ekim'de Kuzey Darfur'daki el-Faşir şehrini ele geçirerek ülkenin batısındaki Darfur bölgesini tamamen kontrolü altına alırken, ordu doğu ve kuzeydeki kontrolünü sürdürüyor.

d
El-Faşir'deki çatışmalarda yaralanan askerler, Kuzey Darfur'daki Tavile’de Sınır Tanımayan Doktorlar tarafından kurulan bir sahra hastanesinde tedavi ediliyor. (Reuters)

O zamandan beri, toplu katliamlar, etnik şiddet, kaçırma ve cinsel saldırılarla ilgili sık sık haberler geliyor. İnsan hakları örgütleri ise HDK'nin kontrolündeki bölgelerde etnik katliamlar yaşandığını bildiriyor.

Uluslararası Göç Örgütü'ne (IOM) göre, Kuzey Kordofan'dan yaklaşık 40 bin kişinin yanı sıra, son iki hafta içinde 90 binden fazla sivil el-Faşir'den komşu kasabalara kaçtı.

IOM Genel Direktörü Amy Pope yaptığı açıklamada, güvensizlik ve ağır insan hakları ihlallerinin yerinden edilme vakalarında önemli bir artışa yol açtığını ve insani krizi daha da kötüleştirdiğini söyledi. Pope, “El-Faşir'deki kriz, ailelerin gıda, su ve tıbbi bakıma erişimini engelleyen 18 aylık kuşatmanın doğrudan bir sonucudur” dedi.

HDK geçen hafta, Uluslararası Dörtlü (Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve ABD) tarafından önerilen insani ateşkes anlaşmasını kabul ettiğini açıkladı, ancak Hartum ve Atbara dahil olmak üzere ordunun kontrolündeki şehirlere saldırılarına devam etti.

Sudan Savunma Bakanı Hasan Kabrun ise Güvenlik ve Savunma Konseyi'nin Uluslararası Dörtlü tarafından sunulan ateşkes önerisini görüşmesinin ardından ordunun HDK ile savaşmaya devam edeceğini doğruladı.

Burhan, bir saha ziyareti sırasında ‘el-Faşir, el-Cuneyne, el-Cezire ve isyancılar tarafından saldırıya uğrayan tüm bölgelerde öldürülen ve işkence görenlerin intikamını alacağına’ söz verdi ve ‘ordunun düşmanı yenmeye ve Sudan devletini en üst düzeyde güvence altına almaya devam edeceğini’ vurguladı.

Sudan'da iki yıldan fazla süredir devam eden savaş, on binlerce kişinin hayatını kaybetmesine ve yaklaşık 12 milyon kişinin yerinden edilmesine neden olarak milyonlarca sivili tehdit eden ciddi bir açlık krizine yol açtı.