Federalizm Suriyelilerin derdine deva mı yoksa zehir mi?

Suriye’de 2011 yılında otoriter merkezi yönetim karşıtı protestolar patlak verdi ve Devlet Başkanı Beşşar Esed, askeri çözümde ısrarcı davranınca protestolar giderek şiddetlendi.

İsrail'in Şam'daki Savunma Bakanlığı merkezini bombalamasından sonra önde Suriye bayrağının parçalanmış halde görüldüğü bir fotoğraf (AFP)
İsrail'in Şam'daki Savunma Bakanlığı merkezini bombalamasından sonra önde Suriye bayrağının parçalanmış halde görüldüğü bir fotoğraf (AFP)
TT

Federalizm Suriyelilerin derdine deva mı yoksa zehir mi?

İsrail'in Şam'daki Savunma Bakanlığı merkezini bombalamasından sonra önde Suriye bayrağının parçalanmış halde görüldüğü bir fotoğraf (AFP)
İsrail'in Şam'daki Savunma Bakanlığı merkezini bombalamasından sonra önde Suriye bayrağının parçalanmış halde görüldüğü bir fotoğraf (AFP)

Abdulhalim Süleyman

Birçok siyasi analist, Suriye'yi iç ve dış çatışmalarla dolu siyasi haritasıyla, on yıllardır kargaşa içinde olan bir ülke olarak sınıflandırıyor. Ancak, bu çatışmaların en ciddisi, otoriter merkezi rejime karşı halk protestolarının bir cephede iç savaşa, diğer cephede ise uluslararası bir çatışmaya dönüştüğü son 14 yılda yaşananlardır.

Suriye haritası, en tehlikeli örgütlere ve korkunç katliamlara karşı savunmasız hale gelmiş, iç bileşenlerini tehdit etmiş ve komşu ülkelerde huzursuzluk yarattı. Bu ülkelerden bazıları, çeşitli bahanelerle sızma ve toprak ele geçirme fırsatını değerlendirmekten geri durmadı.

Birçok araştırmacı, Suriye'nin haritası ve genel özelliklerinin, Fransız mandasından bağımsızlığın ilan edilmesinden ve Kral Faysal'ın tahttan indirilmesinden sonra şekillenmeye başladığına inanıyor. Bu olaylar, sınırları bugün olduğu kadar net olmayan bir ülkede iktidarını sağlamlaştırmaya çalışmasından sadece iki yıl sonra gerçekleşti.

Yaklaşık 26 yıl süren Fransız Mandası döneminde de idari veya siyasi istikrar yoktu. Ülke başlangıçta, batıda dağlarda yaşayan Aleviler için bir devlet ve güneyde Suveyda ve Şam'da, kuzeyde Hama'ya kadar uzanan kırsal bölgelerde yaşayan Dürziler için bir devlet olmak üzere ikiye bölündü. Halep ise kuzey ve doğu bölgelerini ve hatta daha sonra kendi devletini kuran İskenderun bölgesini de kapsıyordu.

Suriye'nin kuzeydoğu bölgelerine gelince, sınırları net olarak belirlenmemişti ve komşu Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) (Osmanlı döneminde Musul vilayeti) ve Osmanlı’dan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlarının etkisine maruz kalıyordu. Bu bölgenin sınırları 1930'lara kadar kesinleşmedi.

Fransız manda yönetimi sırasında, kurtuluş hareketlerinin sömürge güçlerini ülkelerinden kovmak ve bağımsızlıklarını kazanmak için çalıştığı bir dönemde, yabancıların kontrolünden kurtulmak amacıyla, Suriyeliler ve bölgeleri arasında daha büyük bir uyum ve birliktelik sağlayan idari ve siyasi bir durum ortaya çıktı. Ancak, kısa süre sonra ordu devreye girdi ve sivil siyasi güçleri bir kenara iterek yöntemi ele geçirdi. Bu durum, Baasçı subaylar 1963 yılında meslektaşlarını devirdiklerinde sona erdi. Suriye, daha sonra tek parti yönetimi ve ardından tek adam yönetimi ile yeni ve daha kapalı bir döneme girdi. Bu dönemde, bazen parti, bazen de güvenlik aygıtı aracılığıyla siyasi ve güvenlik kontrolü ve yönetimi araçları kullanıldı. Böylece baskı ve ötekinin ortadan kaldırılması iç yönetimin temel özelliği ve davranışı haline geldi.

rgtyu7
Beşşar Esed rejiminin düşüşüyle büyük bir sevinç yaşayan Suriyeliler, şimdi bölünmüş bir gerçeklikle karşı karşıya (AFP)

Protestolar ilk olarak 2011 yılının mart ayında Suriye’de otoriter merkezi yönetimi protesto etmek amacıyla başladı. Ardından dönemin Devlet Başkanı Beşşar Esed rejiminin protestoları sona erdirmek için askeri bir çözümde ısrar etmesi üzerine şiddet olayları tırmandı. Barışçıl bir şekilde başlayan protestolar daha sonra silahlı çatışmalara dönüştü. Savaş yıllarında çatışma, çeşitli muhalif gruplar ve rejim güçlerinin kontrolündeki bölgelere doğru yayıldı. Çatışmalar, ülkenin yerel silahlı grupların askeri ve güvenlik sahnesine hakim olduğu en az yedi nüfuz alanına bölünmesiyle sonuçlandı ardından Esed rejiminin çöktü.

Suriye’nin kuzeyi Türkiye destekli muhalif gruplar ile Heyet-u Tahrir eş-Şam (HTŞ) arasında bölünmüş görünürken, Suriye’nin kuzeydoğu SDG'nin kontrolü altındaydı. Bu arada, ülkenin kıyı ve orta bölgeleri ile başkent Şam, Beşar Esad rejiminin elinde kalmaya devam etti.

Suveyda’ya gelince Rusya'nın arabuluculuğunda Dera'da rejimle güvenlik anlaşmaları ve uzlaşmalar sağlandıktan sonra, fiilen yerel Dürzi grupların kontrolüne geçerken halen hükümet güçleri bölgede konuşlu. Bu arada, DAEŞ Suriye’nin el-Badiye bölgesinde çeşitli bölgelerini kontrol altına aldı ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Tanf bölgesinin kontrolünü elinde tuttu.

Farklı kontrol alanları

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Silahlı muhalif gruplar Savunma Bakanlığı’na bünyesine dahil olduktan ve bakanlık bünyesindeki kurumlar da yeni kurulan hükümete katıldıktan sonra, bu farklı kontrol alanlarının çoğu Suriye Geçici Hükümeti lehine azaltıldı.

Gözlemciler, söz konusu silahlı grupların eskisi gibi bağımsızlıklarını koruduklarını, ancak özellikle Türkiye’nin kuzeyde fiili kontrolü altındaki bölgelerde ek ayrıcalıklara sahip olduklarını belirtiyorlar. Daha önce HTŞ tarafından yönetilen İdlib bölgesinde de aynı durum geçerli. Öte yandan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KDSÖY) kontrolündeki bölgeler Şam’dan bağımsız kalmaya devam ediyor ve başkentten herhangi bir mali veya idari destek almıyor.

Suveyda bölgesindeki idari ve siyasi durum, özellikle geçtiğimiz temmuz ayında yüzlerce Dürzi sivilin öldürülmesine yol açan olayların ardından değişime uğradı. Ardından, Şam'ın 1 Ağustos'ta ABD ve Ürdün ile imzaladığı Amman Anlaşması kapsamında, bölgelerinin işlerini yönetmek üzere yerel yönetim olarak uzmanlaşmış idari komiteler de dahil olmak üzere bir siyasi organ ve bir hukuk komitesi kurulduğu duyuruldu. 2 Ağustos'ta imzalanan Amman Anlaşması kapsamında, bölgedeki Dürzilerin güvenliğini Suveyda yönetimine müdahale etmeden garanti altına alma taahhüdünü içeren bir siyasi organ ve hukuk komitesi kuruldu. Bu adım, birçok kişi tarafından Dürzilerin bölgedeki özerkliğini tanıma olarak yorumlandı.

Parçalanmaya doğru bir sürüklenme

Esed rejiminin düşmesi Suriyeliler için ne kadar büyük bir sevinç kaynağı olsa da, uzun süren savaş ve bu zorlu yılların yol açtığı siyasi ve toplumsal çelişkiler ve bunların yanında İsrail ve Türkiye gibi kendi bakış açılarından komşuluğu tehdit eden değişkenler nedeniyle Suriyeliler şimdi bölünmüş bir gerçeklikle karşı karşıya. İsrail ile güney Suriye gibi bölgelerde yerel toplulukların koşullarını değiştiren dış faktörler de var.

Örneğin, Dürziler İsrail'in müdahalesini kendilerini kesin bir yok oluşun eşiğinden kurtaran bir adım olarak görürken Şam, bunu Suriye toprakları üzerindeki kontrolünü genişletme rolünün azalması olarak gördü. Hatta işgalci İsrail ordusunun Kuneytra ve Dera’nın batı kırsalına günlük saldırıları sürerken, ağır silahların çekilmesini ve birçok bölgenin Savunma Bakanlığı tarafından ödenen maaşlardan mahrum kalmasını öngören anlaşmaları bile kabul etti.

Öte yandan Türkiye, SDG ile Şam arasında 10 Mart'ta imzalanan anlaşma uygulanmadığı takdirde askeri operasyon başlatmakla tehdit ediyor. Ancak KDSÖY, bunu Ankara'nın Suriye'nin iç işlerine yönelik olumsuz müdahalesinin devamı olarak değerlendiriyor.

frgt
Gözlemciler, silahlı grupların tıpkı eskisi kadar bağımsız oldukları konusunda uyarıyorlar (AFP)

Gözlemciler, SDG ile Şam arasında anlaşmaya varılmasına rağmen anlaşmanın uygulanmamasını Kürt sorununun karmaşıklığına ve Türkiye ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında barışın sağlanması için müzakerelerin başlamasıyla ilişkilendirdi. İmralı’da tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan, ‘barış ve demokratik toplum’ çağrısında bulunmuştu, Kürtler ve Türkler arasında onlarca yıldır süren çatışmaları sona erdirmek için yeni bir aşamanın habercisi oldu.

Bu arada Türkiye, terörle mücadelede ABD ve 80 diğer ülkeyle uluslararası koalisyon ortağı olan Suriye Demokratik Güçleri'nin silahlarını teslim etmesini, dağılmasını ve Suriye Savunma Bakanlığı'nın saflarına katılmasını ısrarla talep ediyor.

Sonuç olarak, askeri, siyasi ve hatta sosyal manzara karmaşık ve çelişkilerle dolu. Bu çelişkiler, birçok Suriyelinin Beşşar Esed'in kaçması ve rejiminin çöküşünden sonra başlamasını beklediği kapsamlı ulusal uzlaşı yoluyla çözülebilmiş değil. Üstelik çeşitli aktörler, geçiş aşamasının adımlarının oluşturulması ve başlatılmasına katılmaktan kaçındı.

Gözlemciler, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve müttefik grupların, ‘Zafer ve Diyalog’ başlıklı konferanslarında, hükümetin kurulmasında, anayasa bildirgesinde ve şimdi de ekim ayında yapılacak seçimlerde olduğu gibi, önemli kararları tekellerine almaya ve siyasi manzarayı tek taraflı olarak yeniden şekillendirmeye devam etmelerine karşı uyardı. Gözlemcilere göre bu durum, çeşitli siyasi ve askeri güçlerin geçiş sürecinden dışlanmalarının ardından, tüm geçiş sürecini kabul edilemez hale getiriyor.

Federalizm ve ademi merkeziyetçiliği kim savunuyor?

Suriye sahnesinde olaylar ve değişikliklerle dolu geçen bu birkaç ay boyunca ve hükümetin Suriye bölgeleri üzerindeki kontrolünü (bazen barışçıl yollarla bazen silah zoruyla) genişletme girişimleri çerçevesinde Suriyeliler azınlık bölgeleri ile çevre bölgeler ve başkent Şam arasında ademi merkeziyetçi, federal bir siyasi sistemin benimsenmesini açıkça talep ettiler.

Alevi gruplar, eski Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in kendileriyle olan bağlantısı nedeniyle rejimin düşüşünün ardından bölgelerinde meydana gelen katliamları gerekçe göstererek, ülkenin siyasi sistemi olarak federalizmin benimsenmesini talep ettiler. Silahlı gruplar, Alevî mezhebinin ülkedeki savaş yılları boyunca kendilerini öldürmek için bir araç olarak kullanıldığını düşünüyor ve buna intikamla karşılık veriyorlar.

Tüm bunlara insan hakları ve uluslararası kuruluşların raporlarına göre özellikle geçtiğimiz mart ayında işlenen katliamlardan önce, onlara karşı mezhepçi söylemlerin tırmanmasıyla birlikte, nesillerin aşamadığı sosyal ve tarihsel nedenler de ekleniyor. Geçtiğimiz temmuz ayında yaşanan çatışmalardan önce Suveyda halkının talepleri, Dürzilerin yerel yönetim hakkını kullanmasını öngörüyordu, ancak bu talepler, şehirde ve kırsal kesimde yüzlerce kişinin öldürülmesinden sonra daha da yoğunlaştı ve 100 binden fazla Dürzi seçmenin katıldığı ve bu hareketi destekleyen bir halk referandumu ile Şam'dan bağımsızlık ilan edildi.

Bunun yanında ademi merkeziyetçilik talebi, SDG tarafından kontrol edilen ve Uluslararası Koalisyon’un yardımıyla DEAŞ’i bölgeden kovmuş olan KDSÖY’ün kurulmasıyla yaklaşık 10 yıldır Şam’dan fiilen bağımsız olan Suriye'nin kuzeydoğusunda daha acil ve karmaşık bir durum var gibi görünüyor. KDSÖY, yeni devletin şekillenmesinde askeri ve siyasi oluşumlarını devletin ortakları olarak görerek ülkede ademi merkeziyetçi bir yönetim kurulması için çalışıyor. Kürt siyasi güçleri arasında nisan ayı sonlarında bir toplantı düzenlendi. Toplantıda, ülkedeki Kürt sorununun çözülmesi ve tüm bileşenlerini tanıyan demokratik bir devletin kurulması için bazı talepler dile getirildi. Ayrıca, siyasi çoğulculuk, barışçıl iktidar devri ve güçler ayrılığına dayalı iki meclisli bir parlamento sistemi çağrısında bulunuldu.

Toplantıda, Kürtler ve Fransa dahil olmak üzere uluslararası taraflarca desteklenen Kürt güçleri tarafından üzerinde anlaşmaya varılan belge çerçevesinde merkezi ve çevre bölgeler arasında güç ve servetin adil dağılımı da dahil olmak üzere, ademi merkeziyetçi bir sistem ve ademi merkeziyetçi bir Suriye çerçevesinde farklı bölgeler için konseyler kurulması ihtiyacı vurgulandı. ‘Kürt Birliği ve Konumu Konferansı’ başlıklı toplantıya ABD’den de bir temsilci katıldı.

Kürtlerin bu talepleri Kamışlı'da düzenlenen konferanstan kaynaklanmadı, aksine son birkaç yıldır Kürt sorununun çözümü, savaş yıllarında ve öncesinde ülkenin siyasi sisteminin değiştirilmesiyle bağlantılı hale geldi. Suriye'deki Kürt Birlik Partisi (Yekiti) 1990'larda Kürt bölgelerinde özerk yönetim kurulmasını önerdi, ancak Esed rejimi 2014'te özyönetim fiilen kurulana kadar bu taleplere aldırış etmedi.

Öte yandan Suriye hükümeti, eski Devlet Başkanı Beşşar Esed'in de ifade ettiği gibi, federal sistemi ülkenin bölünmesi ve Suriye'den uzak olanlar da dahil olmak üzere komşu ülkeler için bir tehdit olarak görüyor.

Ekonomik toparlanma

Almanya'nın Passau Üniversitesi'nde uluslararası politika alanında akademisyen ve özellikle federal ve ademi merkeziyetçi sistemlerde çatışma sonrası anayasa yapımı konusunda uzman olan Alman profesör Sören Keil, Independent Arabia’ya Suriye için federal sistemin uygulanabilirliği ve uygunluğu hakkında konuştu. Federalizmin, ülkenin etnik çeşitliliğini ele aldığı ve ekonomik açıdan sağlıklı bir devlet haline gelmesine yardımcı olabileceği için faydalı olacağını söyleyen Prof. Keil, “Bunun doğru seçim olup olmadığına karar vermek Suriyelilerin kendilerine kalmış” diye ekledi.

Şara’nın federalizmi ayrılıkçılıkla ele aldığını düşünen Prof. Keil, bu konudaki tartışmaların Suriye’de uzun süredir devam ettiğini ve derin kökleri olduğunu açıkladı. Prof. Keil, “Eski rejim Suriye'deki Kürtleri ayrılıkçılar olarak görüyordu, ancak Şara, ademi merkeziyetçilikten bahsetmeye başladı ve ademi merkeziyetçilik kavramıyla neyi kastettiğini anlamak önemli hale geldi” değerlendirmesinde bulundu.



Erdoğan: Trump, Türkiye'den Hamas'ı ‘Gazze planını’ kabul etmeye ikna etmesini istedi

İstanbul'un simge yapılarından Galata Kulesi'ne Filistin bayrağı yansıtıldı, 7 Ekim 2025. (AFP)
İstanbul'un simge yapılarından Galata Kulesi'ne Filistin bayrağı yansıtıldı, 7 Ekim 2025. (AFP)
TT

Erdoğan: Trump, Türkiye'den Hamas'ı ‘Gazze planını’ kabul etmeye ikna etmesini istedi

İstanbul'un simge yapılarından Galata Kulesi'ne Filistin bayrağı yansıtıldı, 7 Ekim 2025. (AFP)
İstanbul'un simge yapılarından Galata Kulesi'ne Filistin bayrağı yansıtıldı, 7 Ekim 2025. (AFP)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye'den, Hamas'ı Gazze Şeridi'nde İsrail ile savaşı sona erdirme planını kabul etmeye ‘ikna’ etmesi için çalışmasını istediğini bildirdi.

Cumhurbaşkanlığı tarafından bugün yayınlanan açıklamaya göre Erdoğan, Azerbaycan'dan dönüş yolculuğu sırasında gazetecilere şunları söyledi: “ABD'yi ziyaretimiz ve son telefon görüşmemizde, Trump'a Filistin'de bir çözüme nasıl ulaşılabileceğini açıkladık. O da bizden özellikle Hamas ile görüşüp onları ikna etmemizi istedi.”

Erdoğan, ülkesinin Hamas ile temas halinde olduğunu ve Filistin için en iyi yolun ne olduğunu onlara açıkladığını belirterek, Gazze Şeridi'nin Filistinliler tarafından yönetilmesi gerektiğini vurguladı.

Bu gelişme, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının devam ettiği bir dönemde gerçekleşti. Şarku’l Avsat’ın Filistin resmi haber ajansı WAFA’dan aktardığına göre bugün, Gazze Şeridi'nin güneyinde, Refah'ın kuzeybatısında İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu yardım bekleyen çok sayıda Filistinli yaralandı.

Sağlık kaynakları WAFA’ya, işgal güçlerinin Refah'ın kuzeybatısında bulunan eş-Şakuş bölgesindeki bir yardım dağıtım merkezinin yakınında gerçek mermiyle ateş açılması sonucu çok sayıda vatandaşın yaralandığını söyledi.

İsrail ordusuna ait bir insansız hava aracı (İHA) da Gazze şehrinin güneyinde bulunan es-Sabra mahallesindeki el-Mağribi Caddesi'nde sivil evlere ateş açtı.

Sağlık ekipleri Gazze şehrinden iki sivilin cesedini çıkarırken, bir sivil ise birkaç gün önce Gazze Şeridi'nin güneyinde aldığı yaralar nedeniyle hayatını kaybetti.

Birleşmiş Milletler'in (BM) güvenilir kabul ettiği Gazze Şeridi'ndeki Sağlık Bakanlığı'nın son rakamlarına göre, İsrail saldırıları Gazze Şeridi'nde en az 67 bin 160 Filistinlinin yaşamını yitirmesine neden oldu.


Yenilginin eleştirisinden eleştirinin yenilgisine

Yenilginin eleştirisinden eleştirinin yenilgisine
TT

Yenilginin eleştirisinden eleştirinin yenilgisine

Yenilginin eleştirisinden eleştirinin yenilgisine

Husam İytani

1967’deki Arap yenilgisinin eleştirisi iki ana eğilime ayrılmıştı. İlk eğilim, muhafazakâr bir kültür ve diktatörlük yönetimleri altındaki Arap toplumlarının geri kalmışlığının, İsrail ile askeri çatışmada utanç verici bir başarısızlığı kaçınılmaz hale getirdiğini savunuyordu. Bu eğilime göre, sebep içeridedir ve Arap askeri, Yasin el-Hafız'ın meşhur ifadesiyle, “yenilgisini toplumundan cepheye taşımıştır.”

İkinci eğilim ise “yenilgiden” dış güçleri sorumlu tutar. Batı'nın, Arapların kaynakları üzerinde tam kontrol sahibi olmak ve onları boyunduruk altına almak için İsrail ile kurduğu komplo, yenilgide belirleyici faktördür. Bu eğilimin teorisyenleri, Arap ülkelerinde yaşananlara ve Osmanlı işgalinin sona ermesinden itibaren yaşadıkları derin değişimlere hiç dikkat etmemişlerdir. Bu eğilimden, çeşitli akımları ve artık iyi bilinen isimleriyle (doğal olarak Arap dünyasıyla ilgili) post-kolonyal çalışmalar gelişmiştir.

İki eğilimin her birinin içindeki birçok farklılığa dikkat çekmek gerekiyor. İlkinde, savaşı yürüten ve hayatları ordu tarafından kontrol edilen ülkelerdeki iktidar mekanizmalarına yönelik bir siyasi eleştiri buluruz (Mısırlı düşünür Enver Abdulmelik gibi). Yahut toplumun kalkınma ve ilerleme projelerinin ilerlemesini engelleyen muhafazakâr hegemonyaya tabi olmasına yönelik bir eleştiriyle karşılaşırız (Sadık Celal el-Azm gibi). Hatta kültürel eleştirinin nihayetinde bu yönde ilerlediği ve erken İslam dönemlerindeki felsefi ve teolojik tartışmaların yeniden ele alındığı da söylenebilir. Bunun sonucunda (örneğin Muhammed Abid el-Cabiri gibi) bazıları, karanlık felsefelerin etkisiyle Arapların yaşadığı medeniyet krizinden kurtulmak için Mu'tezile ve İbn Rüşd'e dayalı bir rasyonalizm modelinin gerekli olduğu sonucuna varmışlardır.

İkinci eğilim de ekollere yayıldı; bazıları, Kasım Emin ve İmam Muhammed Abduh gibi Arap Rönesansı olarak adlandırılan dönemin simgelerini sömürgeciliğe boyun eğmek, Mısır'daki İngiliz işgalinin temsilcilerinin direktifleri doğrultusunda hareket ederek Arap toplumlarına sızmak, onları köklerinden ve özgünlüklerinden uzaklaştırmakla suçladı. Bunun ileride yaşanan yenilginin temelini oluşturduğunu belirtti. Öte yanda, bu eğilimin bazı düşünürleri de, Batı modernitesinin, hatta onun baskın siyasi biçimi olan ulus-devletin Doğulu Arap bölgesinde yeri olmadığına inanıyordu.

Arap entelektüellerinin yenilgiye yönelik eleştirileri, siyasette veya toplumda kayda değer bir değişikliğe yol açmadı. Bugün de İran’a bağlı “direniş” ekseni bir dizi yenilgi yaşadı

Gerçek şu ki, 1967'den bu yana Arap devleti ve toplumunun yapılarını ele almak konusunda çok az şey yapıldı. Hem iç hem de dış olarak ikiye bölünen düşünce ekollerindeki başlıca siyasi yapılar yerinde duruyor. Dahası büyük Arap yenilgisinden sonra İsrail'e karşı mücadelede düzenli orduların yerini alan silahlı direniş hareketlerine bel bağlamak veya geçmişte Sovyetler Birliği, bugünse İran ile ittifak kurmak gibi bölgesel kazanımlar elde etmek için uluslararası karşıtlıklardan yararlanmaya çalışmak gibi girişimler, bugün yaşadığımız trajik sonuca ulaştı.

Bu yazıların Arap toplumlarını ve devletlerini, tek bir bağlamda ilerleyen, benzer değerleri ve mutabakatları benimseyen homojen bir bütün olarak ele alması, ciddi bir hata gibi görünüyor. Bunun nedeni, İsrail'e karşı mücadele eden her Arap ülkesindeki siyasi elitlerin, içeride farklı ama temel takıntısı iktidarı ele geçirmek olan bir yol izlemeleridir. Enver Sedat'ın Mısırı'nda solcu ivmeyi dizginlemek için İslamcıların üzerindeki baskı kaldırılmıştı (ki bu da, Sedat'ın İslamcı silahlı kişiler tarafından öldürülmesiyle trajik bir noktaya ulaşmıştı). 1970'ler ve 1980'lerde ise Müslüman Kardeşler ile mücadele bahanesiyle Suriye'deki her türlü muhalefet ortadan kaldırılmıştı.

Her halükarda, Arap entelektüellerinin yenilgiye yönelik eleştirileri, siyasette veya toplumda kayda değer bir değişikliğe yol açmadı. Bugün de İran’a bağlı “direniş” ekseninin yaşadığı bir dizi yenilginin, ne kadar zayıf ve içinin boş olduğunun açığa çıkmasının ardından, “direniş” sözcülerinin Gazze ve Lübnan'da zaferler kazanıldığını deklare eden sesleri yükseliyor. Bu, Arap rejimlerinin 1967’deki yenilgiyi itiraf etmeleri, Cemal Abdunnasır'ın yenilginin ardından istifa ederek sorumluluğu üstlenmesi ile karşılaştırıldığında bile gülünç/üzücü olan bir çelişki.

Sadece direniş ekseni ile sınırlı kalmayıp, meşru Filistin haklarının geri kazanılacağı İsrail ile bir çatışmaya yönelik tüm yaklaşımları da kapsayan, yenilgiye dair bir özeleştiriyi hayal etmek zordur. Bu durum, kalan Arap yazar ve aydınların, içinde bulunduğumuz durumun son birkaç yılda ulaştığı feci gerçekliği eleştirel bir şekilde ele alma becerisinin azaldığının da endişe verici bir göstergesi. Aslında bunun yenilginin birçok boyutundan birini temsil ettiğini söylemek doğru olur; o da popülizmin yüksek duvarları, süslü sloganlar ve sonuçları önceden bilinen savaşlarda ebediyen savaşma çağrıları arasında, son iki yılda yaşananlara eleştirel bir gözle bakılamamasıdır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Rothschild ve Trump'ın planları arasında Gazze Rivierası: Finansman ve yerinden edilmenin sırları

Rothschild'den arazi satın alımlarına: Gazze Rivierası'nın ardındaki finansman sırları ve mitleri (Yapay zeka tarafından oluşturulan bir görüntü)
Rothschild'den arazi satın alımlarına: Gazze Rivierası'nın ardındaki finansman sırları ve mitleri (Yapay zeka tarafından oluşturulan bir görüntü)
TT

Rothschild ve Trump'ın planları arasında Gazze Rivierası: Finansman ve yerinden edilmenin sırları

Rothschild'den arazi satın alımlarına: Gazze Rivierası'nın ardındaki finansman sırları ve mitleri (Yapay zeka tarafından oluşturulan bir görüntü)
Rothschild'den arazi satın alımlarına: Gazze Rivierası'nın ardındaki finansman sırları ve mitleri (Yapay zeka tarafından oluşturulan bir görüntü)

İnci Mecdi

Yahudi bir Alman olan para tüccarı ve bankacı Mayer Amschel Rothschild, Avrupa'nın en güçlü finans ailesinin temellerini atmaya 18. yüzyılın ikinci yarısında başladı. Beş oğlu kısa sürede Londra, Paris, Viyana, Napoli ve Frankfurt'a dağıldı ve Avrupa'yı kapsayan bir bankacılık imparatorluğu kurdular.

Bu bankacılık imparatorluğunun kurucuları, istikrarlı ve sakin adımlarla İsrail Devleti'nin kurulması için ekonomik, siyasi ve maddi temelleri atmak için çalıştılar. Rothschild ailesi, Osmanlı Filistin'inde arazi satın almaktan İsrail Yüksek Mahkemesi'nin inşasına kadar, henüz adı dahi olmayan bir ulusun oluşumuna katkıda bulundu. Baron Edmond James de Rothschild, 1880'lerden 1920'lere kadar fonlarını o dönemde Osmanlı kontrolü altındaki topraklara yönlendirdi, tarım arazilerine yatırım yaptı, İbrani okullarını destekledi ve şarap imalathaneleri kurdu. İngiliz Siyonist Federasyonu'nun başkanı olan İngiliz aristokrat Lionel Walter Rothschild, 1917'de Balfour Deklarasyonu'nun resmi alıcısıydı. James Armand de Rothschild ve eşi Dorothy daha sonra bu görevi devraldı ve İsrail parlamentosu binası Knesset'in inşası için 1,25 milyon sterlin bağışladı. James'in ölümünden sonra Dorothy, İsrail Yüksek Mahkemesi'nin kurulması için gerekli finansmanı üstlendi.

Geçen yıl vefat eden Lord Jacob Rothschild, dördüncü baron ve Victor'un oğluydu. Aynı zamanda İsrail'deki büyük projeleri desteklemeye devam eden Yad Hanadiv Vakfı'nın başkanıydı ve onun liderliği döneminde vakıf, Kudüs'teki yeni İsrail Ulusal Kütüphanesi'nin finansmanına katkıda bulundu.

Dünyanın gizli hükümdarları

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Yahudi devletinin kurucuları olarak uzun bir geçmişe sahip olan Rothschild ailesi, ABD Başkanı Donald Trump'ın ‘Gazze Rivierası’ adı altında Gazze Şeridi'ni yeniden inşa etme konusundaki tartışmalı planını ortaya attığında, doğal olarak, vatanları olarak kurmak istedikleri devletin genişlemesi kapsamında projenin ana finansörleri olarak öne çıktı. Yahudiler için ulusal bir vatan olarak kurmak istedikleri devletin genişlemesi kapsamında projenin ana finansörleri olarak ‘Rothschild ailesi’ adının öne çıkması doğaldı. Ancak bu durum, Rothschild ailesinin tarihi boyunca süregelen birçok efsaneden biri olabilir. Örneğin Nathan Rothschild'ın Londra'da Napolyon'un Waterloo'da yenilgiye uğradığı haberini ilk alan kişi olması nedeniyle ailenin servetini biriktirdiği yönündeki anlatı, ailenin hakkındaki en yaygın efsanelerden biri. Nathan Rothschild'ın Napolyon'un kazandığını iddia ederek borsanın çökmesine neden olduğu ve İngilizlerin zaferi haberi geldiğinde değerini geri kazanan hisse senetlerini satın aldığı söylenir. Bu hikayenin hiçbir dayanağı olmasa da Rothschildların ‘dünyanın gizli hükümdarları’ olduğu şeklinde heyecan verici hikayelerin önemli bir parçası olmaya devam ediyor.

Belki de Trump'ın Gazze Rivierası projesinin finansal yönündeki belirsizlik, ‘Gazze Yeniden Yapılanma, Ekonomik Büyüme ve Dönüşüm Fonu’ adı altında bir fon kurulmasından ibaret olmasıdır. Bu projede Gazzelileri buranın dışına nakletme, daha doğrusu ‘nüfusu yerinden etme’ planını içermesi, buna karşılık olarak 5 bin dolar ve dört yıl boyunca konut ve bir yıl boyunca gıda için mali destek sağlanması öngörülüyor. Planın metni bu yönden tarihte Yahudiler tarafından Filistin topraklarının satın alınmasıyla olanları akıllara getirdi.

Filistin topraklarının satın alınması

Sonuç olarak İsrailli iş adamlarının Gazze Şeridi'nde arazi satın almak ve İsrail'in genişlemesini finanse etmek için 300 milyar dolar ayırdıkları söylentisi, konuyla ilgili yayılan söylentilerden sadece biri. Bu söylenti, eylül ayı başlarında dillendirilmeye başlandı ve fonun Gazze topraklarının yaklaşık yüzde 30'unu 99 yıla kadar kiralamasını öneren Trump'ın planıyla inandırıcılık kazandı. Plana göre kiralanan topraklar projenin başlangıç sermayesi veya varlıkları olarak kabul ediliyor.

ABD medyasında yer alan belgelere dayanan plan, buradaki ‘kamu’ arazilerinin gelir getirici varlıklar olarak kullanılması, Gazze Şeridi’nin yeniden inşasından sonra 300 milyar doları aşan bir değer tahmininin parçası olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla belirtilen rakam, kiralanacak ve fon için finansman olarak kullanılacak kamu arazilerinin yüzde 30'unun tahmini değeri olarak görülüyor.

Trilyon dolarlık plan

Gazze'nin yeniden inşası planı veya ABD Başkanı’nın ‘Gazze Rivierası’ olarak adlandırdığı proje ile ilgili olarak Ekonomi Profesörü Joseph Pelzman tarafından hazırlanan ve geçtiğimiz yıl temmuz ayında ABD’deki George Washington Üniversitesi tarafından yayınlanan makale başvurulması gereken, güvenilir bir kaynaktan alınan bir belge olarak karşılımıza çıkıyor. Makale, inşa, işletme ve ulaşım temelli uzun vadeli bir yatırım modeli aracılığıyla savaş sonrası Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ekonomik bir vizyon sunuyor.

Toplamda 49 sayfadan oluşan araştırma makalesine göre Gazze Şeridi’nin yeniden inşasının 5 ila 10 yıl arasında 1 ila 2 trilyon dolara mal olması tahmin ediliyor. Gazze'nin yeniden inşasını, uzun vadeli bir kira sözleşmesi kapsamında 50 yıl boyunca burayı yönetme ve işletme hakkını elde edecek olan birkaç ülkeden gelen yabancı yatırımlarla gerçekleştirmeyi öneren Prof. Pelzman’a göre bu süre zarfında modern sivil ve hukuki kurumlar kurulacak. Sürecin sonunda, yönetişim halka devredilecek ve hukukun üstünlüğüne ve serbest ekonomi sistemine dayalı iyi yönetişim kurumları kurulacak.

Makale, Gazze'nin yeniden inşası için dört finansman kaynağı öneriyor. Bunlar; ‘ılımlı’ Arap ve bölge ülkeleri ile yatırımcılara 50 yıllık geçici mülkiyet hakkı tanıyan bir imtiyaz sistemi aracılığıyla uluslararası ekonomik güçler. Özellikle Arap Körfez ülkelerini eğitim ve ekonomi alanında rol model ve potansiyel finansörler olarak gösteren makale, finansman ve denetim konusunda potansiyel ortaklar olarak ABD ve Abraham Anlaşmaları’na katılan ülkelere işaret ediyor. Bunun yanında enerji, altyapı, teknoloji ve turizm alanlarında yatırım yapabilecek uluslararası özel sektör şirketleri finansman kaynağı olarak öneren makalede son olarak, başlangıç sermayesi ve risk garantisi sağlayacak Dünya Bankası ve Körfez ülkelerinin fonları gibi uluslararası finans kurumları sayıyor.

Trump'ın Gazze Rivierası’na ilişkin ilk önerisinin ve sonraki önerilerinin temelini bu makale oluşturuyor. Bu önerilerin en sonuncusu, Gazze halkının yerinden edilmesinden veya nakledilmesinden açıkça bahsetmemekle birlikte, Gazze halkının yerinde kalması koşuluyla Gazze Şeridi'nin yeniden inşasını içeren Gazze savaşını sona erdirme planıydı.

Gazze fonu planı

İlk belge, geçtiğimiz temmuz ayında İngiliz gazetesi Financial Times tarafından yayınlanan alıntılar gibi görünüyor. Amerikan medyası, yeniden inşa sürecinin finansörleri hakkında daha net bilgiler içeren daha ayrıntılı bir versiyonunu yayınladı. ‘Gazze Yeniden İnşa, Ekonomik Büyüme ve Dönüşüm Fonu’ (GREAT Trust) adlı teklif, Gazze Şeridi'ni devasa bir ekonomik projeye dönüştürmeyi amaçlıyor. Bu fon aracılığıyla Gazze, İsrail ve Arap ülkelerini içeren Abraham Anlaşmaları'na dayalı bölgesel bir sistem içinde İsrail ile ekonomik olarak entegre olacak ve Filistin Yönetimi'nin de daha sonraki bir aşamada bu sisteme katılacağı varsayılıyor.

dfrgt
Gazze Şeridi’nin GREAT Trust’un önerildiği belgede öngörüldüğü şekilde yeniden yapılanma sonrası görünümü

Finansman, kamudan 70 milyar ila 100 milyar dolar arasında bir ilk kamu yatırımı ve kamu-özel sektör ortaklıkları yoluyla 35 ila 65 milyar dolarlık ek özel yatırımla, ilk 10 yıl için ortaklıklar ve özel sektörden toplam tahmini 133,4 milyar dolarlık bir maliyetle sağlanacak. Bu yatırımların altyapı, yeniden inşa, kalıcı konutlar, tıbbi ve eğitim tesisleri ve güvenlik dahil olmak üzere 10 farklı ‘mega projeyi’ kapsaması bekleniyor.

Musk ve Trump’ın projeleri

Bahsi geçen mega projelerden biri, Tesla'nın sahibi Elon Musk'ın bu sektöre yatırım yaptığını gösteren ‘Elon Musk Akıllı Üretim Bölgesi’ adını taşıyor. Diğer mega projeler arasında, ABD Başkanı tRump’ın sahibi olduğu şirketler aracılığıyla, öncelikle bir gayrimenkul geliştiricisi olarak yatırım yaptığı görünen bir grup turistik tatil köyü ve yapay adadan oluşan ‘Gazze Rivierası ve Trump Adaları” projesi bulunuyor. Gazze'deki tesisleri Mısır, İsrail ve Körfez ülkelerindeki limanlara bağlayan Refah'daki ‘İbrahim Sınır Kapısı’nın lojistik merkezi ve Gazze'yi el-Ariş ve İsrail'e bağlayan, Avrupa ve Körfez ülkeleriyle serbest ticaret sistemi ve Körfez ülkeleri ile İsrail'e hizmet veren veri merkezleri ve elektrikli otomobiller gibi ileri imalat sektörleri bulunan özel bir ekonomik bölge kurulmasını öngörüyor.

Ancak bu plan çerçevesinde yeniden inşa süreci boyunca Gazze nüfusunun yalnızca yüzde 75'inin Gazze Şeridi’nde kalacağı tahmin ediliyor. Başka bir ülkeye yerleşmek isteyenlere 5 bin dolarlık mali teşviklerin yanı sıra dört yıllık kira ve gıda yardımı ile ilgili diğer teşvikler de sunuluyor. Plan, yeniden yerleşenlerin üçte ikisinin Gazze'ye dönmeyeceğini varsayıyor.