Abdulhalim Süleyman
Birçok siyasi analist, Suriye'yi iç ve dış çatışmalarla dolu siyasi haritasıyla, on yıllardır kargaşa içinde olan bir ülke olarak sınıflandırıyor. Ancak, bu çatışmaların en ciddisi, otoriter merkezi rejime karşı halk protestolarının bir cephede iç savaşa, diğer cephede ise uluslararası bir çatışmaya dönüştüğü son 14 yılda yaşananlardır.
Suriye haritası, en tehlikeli örgütlere ve korkunç katliamlara karşı savunmasız hale gelmiş, iç bileşenlerini tehdit etmiş ve komşu ülkelerde huzursuzluk yarattı. Bu ülkelerden bazıları, çeşitli bahanelerle sızma ve toprak ele geçirme fırsatını değerlendirmekten geri durmadı.
Birçok araştırmacı, Suriye'nin haritası ve genel özelliklerinin, Fransız mandasından bağımsızlığın ilan edilmesinden ve Kral Faysal'ın tahttan indirilmesinden sonra şekillenmeye başladığına inanıyor. Bu olaylar, sınırları bugün olduğu kadar net olmayan bir ülkede iktidarını sağlamlaştırmaya çalışmasından sadece iki yıl sonra gerçekleşti.
Yaklaşık 26 yıl süren Fransız Mandası döneminde de idari veya siyasi istikrar yoktu. Ülke başlangıçta, batıda dağlarda yaşayan Aleviler için bir devlet ve güneyde Suveyda ve Şam'da, kuzeyde Hama'ya kadar uzanan kırsal bölgelerde yaşayan Dürziler için bir devlet olmak üzere ikiye bölündü. Halep ise kuzey ve doğu bölgelerini ve hatta daha sonra kendi devletini kuran İskenderun bölgesini de kapsıyordu.
Suriye'nin kuzeydoğu bölgelerine gelince, sınırları net olarak belirlenmemişti ve komşu Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) (Osmanlı döneminde Musul vilayeti) ve Osmanlı’dan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlarının etkisine maruz kalıyordu. Bu bölgenin sınırları 1930'lara kadar kesinleşmedi.
Fransız manda yönetimi sırasında, kurtuluş hareketlerinin sömürge güçlerini ülkelerinden kovmak ve bağımsızlıklarını kazanmak için çalıştığı bir dönemde, yabancıların kontrolünden kurtulmak amacıyla, Suriyeliler ve bölgeleri arasında daha büyük bir uyum ve birliktelik sağlayan idari ve siyasi bir durum ortaya çıktı. Ancak, kısa süre sonra ordu devreye girdi ve sivil siyasi güçleri bir kenara iterek yöntemi ele geçirdi. Bu durum, Baasçı subaylar 1963 yılında meslektaşlarını devirdiklerinde sona erdi. Suriye, daha sonra tek parti yönetimi ve ardından tek adam yönetimi ile yeni ve daha kapalı bir döneme girdi. Bu dönemde, bazen parti, bazen de güvenlik aygıtı aracılığıyla siyasi ve güvenlik kontrolü ve yönetimi araçları kullanıldı. Böylece baskı ve ötekinin ortadan kaldırılması iç yönetimin temel özelliği ve davranışı haline geldi.
Protestolar ilk olarak 2011 yılının mart ayında Suriye’de otoriter merkezi yönetimi protesto etmek amacıyla başladı. Ardından dönemin Devlet Başkanı Beşşar Esed rejiminin protestoları sona erdirmek için askeri bir çözümde ısrar etmesi üzerine şiddet olayları tırmandı. Barışçıl bir şekilde başlayan protestolar daha sonra silahlı çatışmalara dönüştü. Savaş yıllarında çatışma, çeşitli muhalif gruplar ve rejim güçlerinin kontrolündeki bölgelere doğru yayıldı. Çatışmalar, ülkenin yerel silahlı grupların askeri ve güvenlik sahnesine hakim olduğu en az yedi nüfuz alanına bölünmesiyle sonuçlandı ardından Esed rejiminin çöktü.
Suriye’nin kuzeyi Türkiye destekli muhalif gruplar ile Heyet-u Tahrir eş-Şam (HTŞ) arasında bölünmüş görünürken, Suriye’nin kuzeydoğu SDG'nin kontrolü altındaydı. Bu arada, ülkenin kıyı ve orta bölgeleri ile başkent Şam, Beşar Esad rejiminin elinde kalmaya devam etti.
Suveyda’ya gelince Rusya'nın arabuluculuğunda Dera'da rejimle güvenlik anlaşmaları ve uzlaşmalar sağlandıktan sonra, fiilen yerel Dürzi grupların kontrolüne geçerken halen hükümet güçleri bölgede konuşlu. Bu arada, DAEŞ Suriye’nin el-Badiye bölgesinde çeşitli bölgelerini kontrol altına aldı ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Tanf bölgesinin kontrolünü elinde tuttu.
Farklı kontrol alanları
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Silahlı muhalif gruplar Savunma Bakanlığı’na bünyesine dahil olduktan ve bakanlık bünyesindeki kurumlar da yeni kurulan hükümete katıldıktan sonra, bu farklı kontrol alanlarının çoğu Suriye Geçici Hükümeti lehine azaltıldı.
Gözlemciler, söz konusu silahlı grupların eskisi gibi bağımsızlıklarını koruduklarını, ancak özellikle Türkiye’nin kuzeyde fiili kontrolü altındaki bölgelerde ek ayrıcalıklara sahip olduklarını belirtiyorlar. Daha önce HTŞ tarafından yönetilen İdlib bölgesinde de aynı durum geçerli. Öte yandan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KDSÖY) kontrolündeki bölgeler Şam’dan bağımsız kalmaya devam ediyor ve başkentten herhangi bir mali veya idari destek almıyor.
Suveyda bölgesindeki idari ve siyasi durum, özellikle geçtiğimiz temmuz ayında yüzlerce Dürzi sivilin öldürülmesine yol açan olayların ardından değişime uğradı. Ardından, Şam'ın 1 Ağustos'ta ABD ve Ürdün ile imzaladığı Amman Anlaşması kapsamında, bölgelerinin işlerini yönetmek üzere yerel yönetim olarak uzmanlaşmış idari komiteler de dahil olmak üzere bir siyasi organ ve bir hukuk komitesi kurulduğu duyuruldu. 2 Ağustos'ta imzalanan Amman Anlaşması kapsamında, bölgedeki Dürzilerin güvenliğini Suveyda yönetimine müdahale etmeden garanti altına alma taahhüdünü içeren bir siyasi organ ve hukuk komitesi kuruldu. Bu adım, birçok kişi tarafından Dürzilerin bölgedeki özerkliğini tanıma olarak yorumlandı.
Parçalanmaya doğru bir sürüklenme
Esed rejiminin düşmesi Suriyeliler için ne kadar büyük bir sevinç kaynağı olsa da, uzun süren savaş ve bu zorlu yılların yol açtığı siyasi ve toplumsal çelişkiler ve bunların yanında İsrail ve Türkiye gibi kendi bakış açılarından komşuluğu tehdit eden değişkenler nedeniyle Suriyeliler şimdi bölünmüş bir gerçeklikle karşı karşıya. İsrail ile güney Suriye gibi bölgelerde yerel toplulukların koşullarını değiştiren dış faktörler de var.
Örneğin, Dürziler İsrail'in müdahalesini kendilerini kesin bir yok oluşun eşiğinden kurtaran bir adım olarak görürken Şam, bunu Suriye toprakları üzerindeki kontrolünü genişletme rolünün azalması olarak gördü. Hatta işgalci İsrail ordusunun Kuneytra ve Dera’nın batı kırsalına günlük saldırıları sürerken, ağır silahların çekilmesini ve birçok bölgenin Savunma Bakanlığı tarafından ödenen maaşlardan mahrum kalmasını öngören anlaşmaları bile kabul etti.
Öte yandan Türkiye, SDG ile Şam arasında 10 Mart'ta imzalanan anlaşma uygulanmadığı takdirde askeri operasyon başlatmakla tehdit ediyor. Ancak KDSÖY, bunu Ankara'nın Suriye'nin iç işlerine yönelik olumsuz müdahalesinin devamı olarak değerlendiriyor.
Gözlemciler, SDG ile Şam arasında anlaşmaya varılmasına rağmen anlaşmanın uygulanmamasını Kürt sorununun karmaşıklığına ve Türkiye ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında barışın sağlanması için müzakerelerin başlamasıyla ilişkilendirdi. İmralı’da tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan, ‘barış ve demokratik toplum’ çağrısında bulunmuştu, Kürtler ve Türkler arasında onlarca yıldır süren çatışmaları sona erdirmek için yeni bir aşamanın habercisi oldu.
Bu arada Türkiye, terörle mücadelede ABD ve 80 diğer ülkeyle uluslararası koalisyon ortağı olan Suriye Demokratik Güçleri'nin silahlarını teslim etmesini, dağılmasını ve Suriye Savunma Bakanlığı'nın saflarına katılmasını ısrarla talep ediyor.
Sonuç olarak, askeri, siyasi ve hatta sosyal manzara karmaşık ve çelişkilerle dolu. Bu çelişkiler, birçok Suriyelinin Beşşar Esed'in kaçması ve rejiminin çöküşünden sonra başlamasını beklediği kapsamlı ulusal uzlaşı yoluyla çözülebilmiş değil. Üstelik çeşitli aktörler, geçiş aşamasının adımlarının oluşturulması ve başlatılmasına katılmaktan kaçındı.
Gözlemciler, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve müttefik grupların, ‘Zafer ve Diyalog’ başlıklı konferanslarında, hükümetin kurulmasında, anayasa bildirgesinde ve şimdi de ekim ayında yapılacak seçimlerde olduğu gibi, önemli kararları tekellerine almaya ve siyasi manzarayı tek taraflı olarak yeniden şekillendirmeye devam etmelerine karşı uyardı. Gözlemcilere göre bu durum, çeşitli siyasi ve askeri güçlerin geçiş sürecinden dışlanmalarının ardından, tüm geçiş sürecini kabul edilemez hale getiriyor.
Federalizm ve ademi merkeziyetçiliği kim savunuyor?
Suriye sahnesinde olaylar ve değişikliklerle dolu geçen bu birkaç ay boyunca ve hükümetin Suriye bölgeleri üzerindeki kontrolünü (bazen barışçıl yollarla bazen silah zoruyla) genişletme girişimleri çerçevesinde Suriyeliler azınlık bölgeleri ile çevre bölgeler ve başkent Şam arasında ademi merkeziyetçi, federal bir siyasi sistemin benimsenmesini açıkça talep ettiler.
Alevi gruplar, eski Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in kendileriyle olan bağlantısı nedeniyle rejimin düşüşünün ardından bölgelerinde meydana gelen katliamları gerekçe göstererek, ülkenin siyasi sistemi olarak federalizmin benimsenmesini talep ettiler. Silahlı gruplar, Alevî mezhebinin ülkedeki savaş yılları boyunca kendilerini öldürmek için bir araç olarak kullanıldığını düşünüyor ve buna intikamla karşılık veriyorlar.
Tüm bunlara insan hakları ve uluslararası kuruluşların raporlarına göre özellikle geçtiğimiz mart ayında işlenen katliamlardan önce, onlara karşı mezhepçi söylemlerin tırmanmasıyla birlikte, nesillerin aşamadığı sosyal ve tarihsel nedenler de ekleniyor. Geçtiğimiz temmuz ayında yaşanan çatışmalardan önce Suveyda halkının talepleri, Dürzilerin yerel yönetim hakkını kullanmasını öngörüyordu, ancak bu talepler, şehirde ve kırsal kesimde yüzlerce kişinin öldürülmesinden sonra daha da yoğunlaştı ve 100 binden fazla Dürzi seçmenin katıldığı ve bu hareketi destekleyen bir halk referandumu ile Şam'dan bağımsızlık ilan edildi.
Bunun yanında ademi merkeziyetçilik talebi, SDG tarafından kontrol edilen ve Uluslararası Koalisyon’un yardımıyla DEAŞ’i bölgeden kovmuş olan KDSÖY’ün kurulmasıyla yaklaşık 10 yıldır Şam’dan fiilen bağımsız olan Suriye'nin kuzeydoğusunda daha acil ve karmaşık bir durum var gibi görünüyor. KDSÖY, yeni devletin şekillenmesinde askeri ve siyasi oluşumlarını devletin ortakları olarak görerek ülkede ademi merkeziyetçi bir yönetim kurulması için çalışıyor. Kürt siyasi güçleri arasında nisan ayı sonlarında bir toplantı düzenlendi. Toplantıda, ülkedeki Kürt sorununun çözülmesi ve tüm bileşenlerini tanıyan demokratik bir devletin kurulması için bazı talepler dile getirildi. Ayrıca, siyasi çoğulculuk, barışçıl iktidar devri ve güçler ayrılığına dayalı iki meclisli bir parlamento sistemi çağrısında bulunuldu.
Toplantıda, Kürtler ve Fransa dahil olmak üzere uluslararası taraflarca desteklenen Kürt güçleri tarafından üzerinde anlaşmaya varılan belge çerçevesinde merkezi ve çevre bölgeler arasında güç ve servetin adil dağılımı da dahil olmak üzere, ademi merkeziyetçi bir sistem ve ademi merkeziyetçi bir Suriye çerçevesinde farklı bölgeler için konseyler kurulması ihtiyacı vurgulandı. ‘Kürt Birliği ve Konumu Konferansı’ başlıklı toplantıya ABD’den de bir temsilci katıldı.
Kürtlerin bu talepleri Kamışlı'da düzenlenen konferanstan kaynaklanmadı, aksine son birkaç yıldır Kürt sorununun çözümü, savaş yıllarında ve öncesinde ülkenin siyasi sisteminin değiştirilmesiyle bağlantılı hale geldi. Suriye'deki Kürt Birlik Partisi (Yekiti) 1990'larda Kürt bölgelerinde özerk yönetim kurulmasını önerdi, ancak Esed rejimi 2014'te özyönetim fiilen kurulana kadar bu taleplere aldırış etmedi.
Öte yandan Suriye hükümeti, eski Devlet Başkanı Beşşar Esed'in de ifade ettiği gibi, federal sistemi ülkenin bölünmesi ve Suriye'den uzak olanlar da dahil olmak üzere komşu ülkeler için bir tehdit olarak görüyor.
Ekonomik toparlanma
Almanya'nın Passau Üniversitesi'nde uluslararası politika alanında akademisyen ve özellikle federal ve ademi merkeziyetçi sistemlerde çatışma sonrası anayasa yapımı konusunda uzman olan Alman profesör Sören Keil, Independent Arabia’ya Suriye için federal sistemin uygulanabilirliği ve uygunluğu hakkında konuştu. Federalizmin, ülkenin etnik çeşitliliğini ele aldığı ve ekonomik açıdan sağlıklı bir devlet haline gelmesine yardımcı olabileceği için faydalı olacağını söyleyen Prof. Keil, “Bunun doğru seçim olup olmadığına karar vermek Suriyelilerin kendilerine kalmış” diye ekledi.
Şara’nın federalizmi ayrılıkçılıkla ele aldığını düşünen Prof. Keil, bu konudaki tartışmaların Suriye’de uzun süredir devam ettiğini ve derin kökleri olduğunu açıkladı. Prof. Keil, “Eski rejim Suriye'deki Kürtleri ayrılıkçılar olarak görüyordu, ancak Şara, ademi merkeziyetçilikten bahsetmeye başladı ve ademi merkeziyetçilik kavramıyla neyi kastettiğini anlamak önemli hale geldi” değerlendirmesinde bulundu.