Thomas Barrack senfonisiyle Gazze, Suriye ve Lübnan'da oryantal melodiler

ABD'nin Şarm eş-Şeyh anlaşmasının başarılı olması için yoğun baskı uyguluyor

ABD’nin Özel Temsilcisi Thomas Barrack, Beyrut'ta bir basın toplantısında konuşurken, 26 Ağustos 2025 (AP)
ABD’nin Özel Temsilcisi Thomas Barrack, Beyrut'ta bir basın toplantısında konuşurken, 26 Ağustos 2025 (AP)
TT

Thomas Barrack senfonisiyle Gazze, Suriye ve Lübnan'da oryantal melodiler

ABD’nin Özel Temsilcisi Thomas Barrack, Beyrut'ta bir basın toplantısında konuşurken, 26 Ağustos 2025 (AP)
ABD’nin Özel Temsilcisi Thomas Barrack, Beyrut'ta bir basın toplantısında konuşurken, 26 Ağustos 2025 (AP)

Elie el-Kuseyfi

ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz hafta Ortadoğu’ya yaptığı kısa ziyaret sırasında, 7 Ekim 2023'ten bu yana kaos içinde olan bölgede ABD yönetiminin ilgilendiği tüm konuları ele alamadı. Ancak Trump'ın kaçırdığı fırsat, her geçen gün sayısı artan özel temsilcilerinin müdahaleleri ve açıklamalarıyla telafi edildi. Bu özel temsilciler arasında son olarak Steve Witkoff, Jared Kushner ve Thomas Barrack yer alıyor. Barrack'ın pazartesi günü yayınlanan makalesinde belirtildiği gibi, hepsi ‘uzmanlık alanlarına’ göre özellikle Suriye ve Lübnan'da, başkanlarının 20 maddelik planını ve bölgesel eklerini çürütmek için büyük çaba sarf ettiler. Bu ekler, Gazze için hazırlanan 20 maddelik planın Suriye ve Lübnan ekleri olarak adlandırılabilir.

Barrack'ın makalesinde bahsettiği ‘barış mozaiği’, onun görüşüne göre Suriye ve Lübnan olmadan, yani bu ülkeler İsrail ile normalleşme ve barış yoluna katılmadan tamamlanamaz. Suriye, ‘sessiz normalleşme’ yoluyla bu yönde adımlar attı. Lübnan, ABD’nin yeni sınıflandırmasına göre sanki Gazze’de ateşkes öncesi aşamada hala bocalıyormuş gibi, çok geride kaldı.

ABD’li özel temsilcilerin açıklamalarından çıkarılabilecek en önemli sonuç, Trump yönetiminin 20 maddelik ABD planının temsil ettiği ‘tarihi başarıyı’ korumak için yoğun çaba sarf ettiği yönünde. Bu plan, ABD’nin bölgeye ilişkin vizyonunun bir kaldıracı olarak, yeni Arap ülkelerini İsrail ile normalleşme sürecine dahil ederek veya bu tür bir katılım için zemin hazırlayarak ‘Abraham (İbrahim) Anlaşmaları’nı genişletmeyi amaçlıyor. Barrack, “Gazze konulu barış zirvesi bir protokol etkinliği ya da geçici bir sembolik an değildi, daha çok enerji entegrasyonu, ekonomik uyum ve ortak insani hedefler temelinde yeni bir iş birliği senfonisinin gerçek başlangıcıydı” açıklamasında bulundu.

Hamas, özellikle ABD tarafından anlaşmayı ihlal etmekle suçlanmamaya özel önem veriyor ve şimdiye kadar bunu başarabildi.

ABD’li özel temsilcilerin açıklamalarının, İsrail uçaklarının Gazze, Güney Lübnan ve Suriye'deki yerel halka attığı broşürlere kısmen benzediği, yani birçok emir ve istek içerdiği su götürmez bir gerçek. Ancak, Gazze'deki ateşkes anlaşmasıyla bölgede yeni bir dönemin başladığının işareti olan bu sık sık yapılan açıklamaları taraflardan hiçbirinin görmezden gelemeyeceği de aşikar.

Başka bir deyişle bu açıklamalar, ABD’nin geçtiğimiz pazar günü Refah'ta meydana gelen ‘güvenlik olayını’ kontrol altına alma konusundaki ısrarından da anlaşılabileceği üzere, Gazze’de ateşkes anlaşmasını başarıya ulaştırma konusundaki ABD yönetiminin kararlılığını gözler önüne serdi. Başkan Trump, Hamas'ı bu olaydan sorumlu tutmamış olsa da anlaşmaya uymaması halinde onu ‘yok etmekle’ tehdit etti. Benzer şekilde, ateşkesi takip etmek için 200 Amerikan askerinin İsrail'e gönderilmesi, ABD’nin müzakereler ve arabuluculuk sürecinde getirilebilecek değişikliklere rağmen, anlaşmayı korumak ve anlaşmanın üçüncü aşamasını uygulamak için sarf ettiği çabalar çerçevesinde önemsiz bir ayrıntı olarak görülmemeli.

dfrgt
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ve ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim'de Mısır'ın tatil beldesi Şarm eş-Şeyh’te, İsrail ile Hamas arasında Gazze'de ateşkes anlaşmasının ilk aşamasını imzaladı (Reuters)

Öte yandan Hamas, geçtiğimiz pazar günü Refah'ta İsrail askerlerine düzenlenen saldırıyı kınadı ve ateşkes anlaşmasına bağlılığını vurguladı. Hamas İsrail'in, İsrailli rehinelerin cesetlerinin teslim edilmesini geciktirdiği yönündeki suçlamalarına rağmen, cesetleri teslim etmeye devam ediyor ve gecikmenin lojistik zorluklardan kaynaklandığını savunuyor. ABD tarafı da bu durumu anlayışla karşılıyor gibi görünüyor. Hamas'ın şu anda Tel Aviv ile değil, Gazze'de ateşkes müzakereleri sırasında kendisiyle doğrudan iletişim kanalları açan Washington ile iletişim halinde olduğu belirtmekte fayda var.

Bunun yanında Hamas, özellikle ABD tarafından anlaşmayı ihlal etmekle suçlanmamaya özel önem veriyor ve şimdiye kadar bunu başarabildi. Hamas, anlaşmaya bağlı kalmanın kendi çıkarlarına olduğunu düşündüğünü açıkça gösteriyor. Anlaşmanın ilk aşaması da Hamas'ın İsrail ordusunun çekildiği bölgelerde yeniden ortaya çıkmasına ve yayılmasına olanak sağladı. Başka bir ifadeyle, yıkıma uğramış Gazze Şeridi'nde güvenliği sağlama konusunda en yetenekli taraf olduğunu gösterdi; bu, Trump'ın Hamas'a Gazze Şeridi'ndeki rakiplerini ortadan kaldırması için verdiği süreden de anlaşılacağı üzere, ABD yönetiminin hoşgörüyle karşıladığı bir görev. Hamas daha sonra, Trump'ın rakipleriyle çatışmasını engellemek için müdahale etmekle tehdit etmesinin ardından geri çekildi.

İsrail’de Mervan Bergusi’nin serbest bırakılmasını talep ederek onu Fetih Hareketi (El Fetih) ve Hamas arasındaki çatışmayı çözebilecek ve savaşın ‘ertesi gününe’ ayak uydurabilecek tek Filistinli isim olarak tanımlayan seslerin yükselmesi dikkat çekici.

Ancak Hamas’ın ABD Başkanı Trump tarafından ortaya atılan planın sadece ilk aşamasını değil, tüm aşamalarını kabul ettiğine dikkat edilmeli. Hamas, planı sadece kelimesi kelimesine ve belirtilen tüm şartlarıyla değil, daha çok planın nasıl uygulanacağı ve bu uygulama için gerekli takvimi de ele alıyor. Bu tutum, plana göre Gazze Şeridi'nde konuşlandırılması öngörülen çokuluslu güce ilişkin İsrail'in endişeleri çerçevesinde değerlendirilmeli. İsrailli bazı çevrelerin görüşlerine göre söz konusu çokuluslu güç Hamas'ı tamamen ortadan kaldırmaya istekli olmayacak. Aksine, İsrail ordusunun iki yıl süren kesintisiz çatışmalar sırasında başaramadığı ‘görevi tamamlamasını’ engelleyecek. 1980'li yılların başlarında Beyrut'ta çokuluslu gücün yaşadığı trajik deneyimin Gazze'de tekrarlanmayacağını varsayarsak, Gazze Şeridi’ndeki olası senaryolardan biri, Hamas'ın bu gücün şemsiyesi altında, özellikle de İsrail'in farklı politikalarla yeni aşamaya ayak uydurabilecek herhangi bir yeni Filistin yolunu reddetmeye devam etmesiyle kendini yeniden örgütleyebilmesi olacak.

dfr
İsrail'in Güney Lübnan'daki Ensariye beldesinde bir sanayi bölgesine düzenlediği hava saldırıları sonrasında hasar gören buldozerleri ve makineleri inceleyenler, 4 Eylül 2025 (Mahmud Zayyat/AFP)

İsrail'de, tutuklu Mervan Bargusi'nin serbest bırakılmasını talep eden seslerin arttığı ve onun Fetih ile Hamas arasındaki çatışmayı anlayabilen ve geleceğe ayak uydurabilen tek Filistinli şahsiyet olduğu belirtiliyor. Bu seslerin, Filistinliler arasında gerçek meşruiyete sahip bir alternatifin bulunmaması durumunda, Hamas’ın Gazze'de değil, Batı Şeria'da da saflarını yeniden düzenleme yeteneği konusunda İsrailliler arasındaki endişeleri dile getirdiği de gözden kaçırılmamalı. Bu endişeler, Gazze’deki Hamas’ın, zayıflamış bir devletin gölgesinde büyüyen Lübnan'daki Hizbullah modelini tekrarlayabileceği olasılığına dayandırılıyor.

Sonuç olarak tüm bunlar ABD'nin 20 maddelik planının uygulanmasının karmaşıklığının parçası ve Thomas Barrack'ın ateşkes anlaşmasını bölgede ‘yeni bir senfoninin’ başlangıcı olarak alelacele inşa etmeye çalışıp çalışmadığı sorusunu gündeme getiriyor. Anlaşmanın kaderi, sonraki aşamaları açısından belirsizliğini korurken, en azından Gazze'deki barışı bölgedeki barışla ilişkilendiren Amerikan bakış açısına göre uygulanmayabilir. Bu bağlamda, Donald Trump'ın pazartesi günü Filistinlilerin Gazze'den ‘geniş toprakları olan’ Mısır ve Ürdün'e yerleştirilmesinden yeniden bahsetmesi dikkati çekti. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Trump, Filistinlileri yerinden etme fikrini bir kenara bırakmış gibi görünmüyor.  Oysa açıkladığı 20 maddelik plan bu fikri reddediyor. Bu fikir hariç tutulmadan plan başarılı olamazdı, bu da planın başarılı bir şekilde uygulanmasına en azından kısmen şüphe düşürüyor.

Tahran'ın, kayıplarını telafi edecek gerçek kazanımlar elde etmeden, özellikle de kendisine yönelik saldırıların tekrarlanmayacağına dair ABD tarafından garantileri verilmeden, ABD’nin bölgede yeni bir mühendisliğe girişmesi zor olacak.

Ancak başta Thomas Barrack olmak üzere, ABD’li özel temsilcilerin Suriye ve Lübnan'ı ‘Ortadoğu barış yapbozunun sonraki iki parçası’ olarak nitelendiren açıklamalarına baktığımızda bunlar sanki kesin ve geri alınamazmış gibi, sanki bölgedeki tek yol haritasıymış ve hiçbir engelle veya revizyonla karşılaşmayacakmış gibi, biraz aceleci ve gerçekleri göz ardı eden bir yaklaşım gibi görünüyor. ABD’nin Gazze ve bölgeye yönelik planının başarısız olacağına bahis oynamak ve bu bahsi tek politika haline getirmek ölümcül bir kumar olur. Bu soru Suriye'den çok Lübnan için daha acil bir sorundur.

Beyrut’ta iki paralel yol var gibi görünüyor. İlk yol, Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın Lübnan’ın İsrail ile müzakereye hazır olduğunu açıklarken ifade ettiği yoldur. İkinci yol ise İsrail’in Lübnan’a saldırılarını durdurup beş sınır noktasından çekilene kadar müzakere yapılmayacağını ısrarla savunan Hizbullah tarafından yönetiliyor. Burada müzakere, normalleşmeye giden bir yolun oluşturulması anlamına değil, daha çok BMGK’nın 1701 sayılı kararı ve 27 Kasım'da imzalanan ateşkes anlaşmasına dayalı olarak güneyde yeni bir güvenlik düzenlemesi bulunması anlamına geliyor. Thomas Barrack, eski ABD Başkanı Joe Biden'ın mirasının bir parçası olarak son makalesinde bu anlaşmayı reddetti. Başka bir deyişle müzakereler, Suriye'nin güneyi konusunda Suriye-İsrail anlaşmasına benzer bir anlaşma üzerinde yürütülecek.

fg
İsrail güçlerinin Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'tan çekilmesinin ardından enkazın arasında yürüyen bir Filistinli çocuk, 11 Ekim 2025 (Reuters)

Bu tutum, Hizbullah'ın tutumu olsa da derinlerde Hizbullah'ın Lübnan'ın güneyinde yeni bir güvenlik düzenlemesi için Amerikalılarla müzakereye girmeye çalışmadığı anlamı çıkarılamaz. Bu da Meclis Başkanı Nebih Berri'nin pazartesi günü yaptığı ve ABD’nin müzakere önerisinin İsrail'in reddi nedeniyle başarısız olduğu yönündeki açıklamasının sebebini açıklıyor. Berri, şu anda ilerleme kaydeden tek yolun, ilgili ülkelerin temsilcileri ve geçtiğimiz kasım ayında savaşı sona erdiren anlaşmayı destekleyen ülkelerin temsilcilerini içeren ‘mekanizma’ olduğunu belirtti. Yani Hizbullah tarafından kendi adına müzakere yapma yetkisi verilen Meclis Başkanı Berri, İsrail'in ABD önerisini reddettiğini açıklayarak, Washington ile müzakere seçeneğine bağlılığını teyit etti.

Ancak bu mesele, Washington ile Tahran arasında çok yavaş ilerleyen müzakereler şeklinde bölgesel bir boyuta da sahip. Katar, Türkiye ve daha az ölçüde Mısır, -Hamas'ın bu anlaşmayı kabul etmeye hazır olduğu bilinerek- Hamas'a Gazze’de ateşkes anlaşmasını kabul etmesi için baskı yapmış olsa da Hizbullah'a anlaşmayı kabul etmesi için baskı yapabilecek İran dışında bölgesel bir taraf bulunmuyor. İran, bölgedeki nüfuzunun ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan geçiş sürecini ihtiyatla takip ediyor. Bu yüzden Tahran'ın, kayıplarını telafi edecek gerçek kazanımlar elde etmeden, özellikle de kendisine yönelik saldırıların tekrarlanmayacağına dair ABD tarafından garantileri verilmeden, ABD’nin bölgede yeni bir mühendisliğe girişmesi zor olacak.

Ancak ABD-İran ilişkilerinin gidişatı her zaman belirsiz olageldi. Bu ilişkinin sırları, anahtarları ve koşullarının anlaşılması zor oldu. Bu yüzden Lübnan, bekleme odasında oturmaya, Trump ve elçilerinin çaldığı ‘barış senfonisini’ uzaktan dinlemeye devam ediyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Trump'ın Gazze Şeridi’ne ilişkin planıyla ilgili notlar ve öneriler (2)

Trump, Şarm eş-Şeyh zirvesinde Gazze’de ateşkes anlaşması hakkında konuşurken (AFP)
Trump, Şarm eş-Şeyh zirvesinde Gazze’de ateşkes anlaşması hakkında konuşurken (AFP)
TT

Trump'ın Gazze Şeridi’ne ilişkin planıyla ilgili notlar ve öneriler (2)

Trump, Şarm eş-Şeyh zirvesinde Gazze’de ateşkes anlaşması hakkında konuşurken (AFP)
Trump, Şarm eş-Şeyh zirvesinde Gazze’de ateşkes anlaşması hakkında konuşurken (AFP)

Nebil Fehmi

İsrail ve Hamas Hareketi, Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’nin çabalarıyla Gazze'de ateşkes anlaşması ve esir takası konusunda anlaşmaya vardı. ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs ve Şarm eş-Şeyh’i ziyaret etti ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte ‘barış bildirisi’ olarak adlandırdığı belgeyi imzaladı. İki olayın biçim ve içeriği önemli sonuçlar çıkarılmasına olanak tanıyor. Özellikle de Filistinlileri yerinden etme çabaları başarısız olduktan sonra İsrail'in hedefinin, Filistin devleti kurulmasına yönelik her türlü çabayı başarısızlığa uğratmak olduğu düşünülürse, barışın sağlanması için dikkate alınması gereken zorunluluklar hakkında önemli sonuçlara varılabilir.

İlk adım olarak ve Gazze’de ateşkes anlaşmasına eşlik eden siyasi ivmeden yararlanmak için esir takası ve Gazze'nin bazı bölgelerinden kısmi çekilmeyi öngören anlaşmanın ilk aşamasını uygularken, kararların sağlam bir şekilde yorumlanmasını sağlamak ve güçlendirmek gerekiyor.

Çatışan taraflar arasında garantörlerin katılımıyla bir anlaşma imzalandı. Anlaşmanın bazı maddeleri ile Netanyahu ve Hamas'ın uzun süredir açıkladıkları tutumlar arasında bazı çelişkiler olsa da Gazze'deki kahraman Filistin halkının acılarını hafifletmek için çeşitli adımlar atıldı. Netanyahu, Hamas silahsızlandırılıp tamamen ortadan kaldırılana kadar askeri operasyonları durdurmamakta ısrar ederken Hamas, savaş tamamen sona erene ve İsrail Gazze'den tamamen çekilene kadar tüm tutukluları ve cesetleri teslim etmemekte ısrar ediyor. Tüm bunlar çatışan tarafların hem insani hem de maddi olarak yorgun düştüğünü ve uluslararası toplumun, tüm insani kaygıları aşan devam eden operasyonların zulmünden bıkmış olduğunu gösteriyor. Bu bağlamda anlaşma, belirsizliği ve genel ifadeleri olmasına rağmen, ileriye doğru atılmış yararlı bir adım olarak karşımıza çıkıyor.

Hem Kudüs hem de Şarm eş-Şeyh'teki etkinlikler, tüm uluslararası toplumun ABD’nin rolünü takdir ettiğini ve Başkan Trump'ı memnun etmeye ve onun tüm emsalleri ve gelenekleri aşan aşırı narsisizmine karşılık vermeye çalıştığını gösterdi. Buna, Trump'ın ustaca kullandığı önceki narsist liderler de dahildi ve narsist diplomasi ve kişilik, onun ve diğerlerinin hesaplarının bir parçası haline geldi.

Kudüs’teki toplantıya yalnızca ABD ve İsrail’den yetkililer katılırken, Şarm eş-Şeyh toplantısı, çok sayıda bölgesel ve uluslararası lideri bir araya getirdi. Toplantıda Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas hazır bulunurken, Netanyahu ve Hamas liderleri katılmadı. Bu durum, ABD ve İsrail'in tutumlarının birbirine yakın olduğunu ve Şarm eş-Şeyh toplantısına geniş katılımla temsil edilen ve yansıtılan uluslararası meşru tutumun dışında kaldıklarını gösterdi.

Trump, Kudüs'te İsrail'in tutumlarını ve Netanyahu'yu kişisel olarak övmek konusunda aşırıya kaçarken, Netanyahu da bu olayı İsrail'in siyasi sağı için kendi lehine kullanmaya çalıştı. Trump'ın ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma ve İsrail'in Golan Tepeleri'ni ilhakını tanıma kararının yanı sıra kendisine yönelik İsrail'in siyasi ve hukuki baskısını hafifletme girişimleri, anlaşmayı kapsamlı bir şekilde uygulamayacağını ve Filistinlilerin beklentilerini karşılamayacağını gösteriyor.

Trump, arabuluculuk sürecine ve Şarm eş-Şeyh törenine katılan liderlerin rolünü ve tutumlarını övgüyle karşılarken, anlaşmanın içeriğine veya uygulanması ve nihai hedefleri ile ilgili beklentilere ayrıntılı olarak değinmedi. Filistin halkının meşru umutları ve beklentilerini gerçekleştirebilmesini sağlamak olan son maddeden ve nihai hedeften ise hiç bahsetmedi.

Buna karşın Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, ülkesinin, Arap dünyasının ve uluslararası toplumun siyasi tutumunu tam olarak ortaya koydu. Sisi, nihai hedefin, ateşkesle başlayıp İsrail ile güvenlik ve emniyet içinde bir arada yaşayabilecek bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanacak, Filistin-İsrail çatışmasını sona erdirmek olduğunu açıkça vurguladı. Bu konuda başarılı da oldu. Bu da büyük bir uluslararası toplantıda önemli bir tutumun açıklanması ve Trump’ın da katıldığı bu önemli ve siyasi açıdan anlamlı ortamda, bu tutumun meşruiyeti ve gerekliliğinin geniş çapta desteklendiği anlamına geliyor. Mısır yönetimi, Filistinlilerin yerinden edilmesine karşı çıkmış ve Trump'ın bu fikrini geçici de olsa değiştirmesini sağlamıştı.

Trump’ın barış bildirisi ve Hamas-İsrail anlaşmasının maddeleri, ilk aşamalarda esir takası ve ateşkesle ilgili açık hükümler içerirken, sonraki aşamalarda içerik ve mekanizmalar açısından daha az açık ve ayrıntılı unsurlar içeriyordu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bunlar arasında ‘Hamas'ın silahlarının imha edilmesi’ gibi çeşitli unsurlar yer alıyordu. ‘Silahların imha edilmesi’ (arms decommissioning) terimi teknik olarak idari komitenin rolü ve çalışma kuralları, geçici uluslararası güvenlik güçlerinin oluşumu, görevleri ve bir aşamadan diğerine geçmeden önce her bir maddenin uygulanmasının güvenliğini değerlendirmede İsrail'in rolünün sınırları anlamına geliyor.

Anlaşmanın sonlarına doğru, Filistin halkının meşru talepleri ve özlemlerini gerçekleştirebilecek koşulların yaratılmasına ilişkin maddeye yaklaşırken belirsizlik ve genel nitelik artıyor. Bu konuda, bir yandan İsrail'in tutumu ile diğer yandan Filistin ve uluslararası toplumun tutumu arasında, özellikle uluslararası hukukun onayladığı hususlarda büyük farklılıklar bulunuyor.

Tüm bu nedenlerden dolayı, söz konusu anlaşmanın başarılı ya da başarısız olmasının ve uluslararası toplumun istediği sonuçları elde etme kabiliyetinin, uluslararası toplumun, Batı Şeria ve İsrail'in buradaki eylemlerini göz ardı etmeden, uluslararası hukuk ve BM kararları uyarınca anlaşmayı istikrara kavuşturmak, güçlendirmek ve netleştirmek ve uygulanmasını sağlamak için bazı tutumlar sergilemesine ve önlemler almaya devam etmesine bağlı olduğuna inanıyorum. Bunlara şu örnekleri verebilirim:

1- Daha önce önerildiği gibi, New York'ta düzenlenen ABD-Arap ve İslam toplantısında uluslararası meşruiyete uygun anlaşmayı ve buna eşlik eden tutumları BMGK’ya onay için sunmak, güvenlik ve insani yardım tedbirleri için bir çerçeve ve meşruiyet sağlamak.

2- İnsani gıda yardımının sürekliliğini sağlamaya özel önem vererek, bu sektörün vatandaşlarına asgari insani yardımı politikleştirmeden sunmanın bir parçası olarak sektörün yeniden yapılandırılmasına katkıda bulunmanın yanında, BM ve sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği içinde Filistin'in himayesinde uluslararası bir mekanizma kurularak İsrail'in neyin girişine izin verileceğini veya neyin yasaklanacağını belirleme hakkının güçlenmesini önlemek.

3- Hedef, İsrail güçlerinin Gazze Şeridi’nden tamamen geri çekilmesi olduğuna göre İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri konuşlanmalarını sağlamlaştırma yönündeki her türlü girişimini reddetmek.

4- İsrail’in Ürdün Nehri'nin Batı Şeria'sındaki eylemleri göz ardı edilmemeli. İsrail'in yayılmacı hamleleri vurgulanmalı ve reddedilmeli, İsrail bu eylemlerden sorumlu tutulmalı. Çünkü nihayetinde, adaletsiz ve yasadışı işgal devam ederken istikrarlı bir barışın imkansızlığı ve İsrail'in sahada başka gerçekler yaratmaya yönelik sayısız politikası ve uygulaması göz önüne alındığında, Filistin-İsrail çatışmasına nihai bir çözüm bulunmasını engelliyor. İsrail’in resmi olarak ilhak etmeyi istemediği veya ilhak edemediği aşamalarda bile, en belirgin örneği daha sonra geliştirilen ve ideolojik olarak istismar edilen Allon güvenlik planları ve Ariel Sharon'un Batı Şeria'ya odaklanmak için Gazze'den tek taraflı olarak çekilmesi gibi durumlarda, Trump'ın resmi ilhakı reddettiğini açıklamasına rağmen, bu yaklaşımı sürdürmekten çekinmeyeceği kesin.

Burada, İsrail'in aşırı sağcı bakanlarının ve ulusal güvenlik ve ilgili kaynakları yöneten yetkililerin, Netanyahu'nun hükümetinin istikrarını korumak istemesi ve bu yaklaşımı ideolojik olarak benimsemesinden yararlanarak, bu yıl içinde bu tür adımlara hız vereceklerini düşünüyorum. Öte yandan her ne kadar sorun ve çatışmalar çözülmemiş ve İsrail’in işgali sona erip Filistin devleti kurulana kadar da çözülmeyecek olsa, uluslararası toplumun Gazze’de ateşkes anlaşmasının hemen ardından İsrail'i kızdırmak konusunda öngörülebilir isteksizliği kullanmasını bekliyorum.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Esed'in ordusundan ayrılan subaylar orduya geri dönüyor

Suriye ordusunun mevcut durumu, kapasitesinin neredeyse yüzde 80'ini yok eden İsrail saldırılarıyla daha da kötüleşti (AFP)
Suriye ordusunun mevcut durumu, kapasitesinin neredeyse yüzde 80'ini yok eden İsrail saldırılarıyla daha da kötüleşti (AFP)
TT

Esed'in ordusundan ayrılan subaylar orduya geri dönüyor

Suriye ordusunun mevcut durumu, kapasitesinin neredeyse yüzde 80'ini yok eden İsrail saldırılarıyla daha da kötüleşti (AFP)
Suriye ordusunun mevcut durumu, kapasitesinin neredeyse yüzde 80'ini yok eden İsrail saldırılarıyla daha da kötüleşti (AFP)

Mustafa Rüstem

Yeni Suriye ordusu yerinde sayıyor ve henüz bütünleşik ve sağlam bir ordu kurma yönünde hızlı adımlar atılmadı. Eski rejimin devrilmesinden ve subaylarla polis memurları dahil olmak üzere askeri ve güvenlik personelinin terhis edilmesinden sonra, Beşşar Esed'in Moskova'ya kaçmasının ardından yaklaşık bir yıldır oluşan boşluğun doldurulması için hızla entegre bir askeri ve güvenlik birimi oluşturulması gerekli hale geldi.

Savunma Bakanlığı, kısa süre önce Esed ordusundan ayrılan iki subay için atama kararı yayınladı. Tümgeneral Selim İdris’i “Ulusal Askeri Mühendislik Akademisi'ne” (merkezi Suriye'nin kuzeyindeki Halep şehrinde bulunan bölgenin en önemli askeri akademilerinden biri) “danışman” olarak atarken, Tuğgeneral Hasan Hamade’yi “Hava Kuvvetleri Komutan Yardımcısı” olarak atadı. Her ikisinin de Türkiye’ye yakın oldukları biliniyor.

Gözlemciler, Türkiye'nin dış müdahalesinin, bu hassas pozisyonlara atanmalarında etkili olmuş olabileceğine inanıyorlar. Zira Savunma Bakanlığı’nın 8 Aralık 2024’teki kurtuluş harekâtının ardından komuta kadrolarına yaptığı ilk atamalar, yabancılar da dahil olmak üzere silahlı fraksiyonların liderleri için terfiler içeriyor ve onlara askeri rütbeler veriyordu. Buna karşılık eski rejimin ordusundan ayrılan üst düzey komutan ve subaylar açıkça bu atamaların dışında bırakılmışlardı.

Tümgeneral İdris, ılımlılığı, Türkler ve Amerikalılarla olan kapsamlı ilişkileriyle tanınıyor. Türkiye destekli Suriye Geçici Hükümeti'nde Savunma Bakanlığı görevini üstlenmiş, ancak 2021'de görevinden istifa etmişti. 2012'de silahlı çatışmanın başlangıcında Esed rejiminin ordusundan ayrılmış ve İstanbul'a taşınmıştı.

Tuğgeneral Hamade’ye gelince, 2012'de Rus MiG-21 uçağıyla Ürdün havaalanına inen ve siyasi sığınma talebinde bulunan bir pilot subaydı. Daha sonra Türkiye'ye taşındı. 2021'de (o zamanlar Esed rejimine muhalif) Suriye Geçici Hükümeti'nde Savunma Bakanlığı görevini üstlendi. Bundan önce 101. Piyade Tümeni ile Yusuf el-Azme Tugayı da dahil olmak üzere çeşitli fraksiyonlar kurdu.

Özgür Suriye Ordusu ve subayları

Askeri kanattan komutan ve subayların ayrılık ve firar geçmişini incelersek, Suriyelilerin hafızasında Ekim 1989'da Rus MiG-23 savaş uçağıyla Suriye hava sahasından İsrail'e kaçan Suriyeli pilot Bessam el-Adl yer etmiştir. Hava Kuvvetleri İstihbaratı subayı Husam el-Avak da 2011'de Suriye devriminin patlak vermesinden önce, 2005 yılında ordudan ayrılmıştı. Güvenlik güçlerinin silaha başvurması ve aşırı şiddet kullanması, gösterileri bastırmak için ordu ve silahlı kuvvetlerin kışlalarından sivillerin yaşadığı sokaklara zorla indirilmesi, şüphesiz ayrılık kararlarına katkıda bulundu.

Muhalif güçler ile devrik rejimin ordusu arasında çatışmaların patlak vermesiyle, muhalif güçlere bağlı, Özgür Suriye Ordusu olarak bilinen ilk askeri kurum kuruldu. Temmuz 2011'de kurulan bu ilk askeri kurum, Esed ve destekçilerine karşı savaşı başlattı. Üyeleri, gösterilerin şiddetle bastırılmasını protesto etmek için ordudan ayrılan komutanlar, subaylar ve Suriye ordusu unsurlarından oluşuyordu. Özgür Suriye Ordusu, kuruluşundan bir yıl sonra dağıldı ve sahada hızla cihatçı yaklaşıma sahip örgütler ortaya çıktı.

cdfgt
Tüm silahlı örgütlerin dağıtılması, askeri ve güvenlik teşkilatının bir parçası haline gelen yabancıların görevden alınması talep ediliyor (AFP)

Bununla birlikte, Suriye savaşı sırasında yaklaşık 10 bin asker ve astsubayın rejim ordusundan ayrıldığını ve ayrılan subay sayısının 4 bini aştığını gösteren bilgiler mevcut. Bu kişiler iki gruba ayrılıyor; ilk grup ordudan ayrılarak savaş alanlarında savaştı, çoğunluğu ise ordudan ayrılıp yabancı veya Arap ülkelerine gitmeyi tercih etti.

Ayrılanlar arasında olan bir subay, bazı subayların yeni orduya dönmemelerinin nedeninin, sağlık ve fiziksel durumlarının kötüleşmesi nedeniyle askeri hayata geri dönmek istememeleri olduğunu düşünüyor. Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra da dönüş kapısının açılmasından sonra, “geri dönüşlerinin ancak durumlarının incelenmesinden sonra gerçekleşeceğini” açıkladı.

Hava Kuvvetleri'nde mühendis subay olan ve eski rejim döneminde ordudan ayrılan Albay Muhsin Hamdan, The Independent Arabia'ya verdiği demeçte, “Çeteden ayrılan her subay, kendisi ve ailesi için ölüm fermanını imzaladığı için ayrılması başlı başına bir onur ve nişan sayılmaktadır. Zira bu kararı alırken çocuklarının geleceğini görmezden geldi, birçok aile üyesi üniversite eğitimlerini ve geleceklerini feda etti” dedi.

Hamdan, “Bugün ayrılan subayların ne fedakarlıklarda bulunduklarını sorgulayan herkes, devrime meşruiyet kazandıranların onlar olduğunu ve o dönemde medyanın rütbesi ne olursa olsun herhangi bir subayın ayrılığını haber yapmak için yarıştığını bilmelidir” diye devam etti.

Hamdan, “bu subayların çoğu halen Savunma Bakanlığı'nın atamaları dışında. Göreve iade edilenler kıdem ve hatta atama kriterleri göz önünde bulundurularak atanmıyor. Göreve iade edilenlerin çoğu, sanki eleştirileri susturmak istercesine, iyi düşünülmüş bir plan olmadan, askeri akademilere atandılar” diye yakındı.

Akademik seviye, askeri rotasyon, eğitim deneyimi, uzmanlık, askeri kıdem ve terfiler ile ordu ve silahlanmanın dayanacağı askeri doktrin de dahil olmak üzere nitelik, eğitim ve hizmet sistemlerine dayalı modern bir askeri kurum inşa etmek için kurallar olması gerektiğini vurguladı. “Kıyafet yönetmeliği bile açıkça tanımlanmalı; hizmet sırasında giyilecek üniforma ile sokakta giyilecek olan kıyafet açıkça belirlenmelidir, ziyaretler ve resmi etkinliklerde kullanım için de ayrı bir tören üniforması belirlenmelidir. Maalesef, tüm bunlar bugün hâlâ belirsizliğini koruyor” ifadelerini kullandı.

Eski subay Muhsin Hamdan, çeşitli uzmanlık alanlarından 4 bin ila 5 bin arasında ayrılmış subay olduğunu tahmin ediyor. Bunların en azından topçu, füze ve hava savunma alanlarında yedek subaylar olarak sahada aktif hale getirilmeleri çağrısında bulunuyor. Zira bu subaylar daha önce ordunun seçkin mensuplarıydılar ve ordudan ayrılmaları rejim ordusunda silahların kullanımı konusunda önemli bir boşluk yaratmıştı.

“Eski rejimin ordusu sorulduğunda İran Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı da aynı şeyi söylemişti. O zaman, 'ordu subayları ayrıldıktan sonra etkinliğini kaybetti' demişti. Bu nedenle, subayların geri dönüşü gelişigüzel değil, askeri ilkelere dayalı sistematik bir çalışmayla gerçekleşmelidir. Ordudan ayrılan kıdemli subaylardan oluşan bir komite bunun üzerinde çalışabilir. Buna rağmen, Suriye'yi ve halkını koruyup savunabilecek güçlü bir ordu kurma çalışmalarında karar vericilerin başarılı ve hakkaniyetli olmalarını diliyoruz.”

Ordunun gücü

Buna karşılık, Savunma Bakanlığı’na bağlı Subay İşleri Dairesi Başkanı Tuğgeneral Muhammed Mansur, ağustos ayı başlarında ayrılan subaylardan geri dönüş için 3 binden fazla talep aldıklarını açıkladı.

İlk bilgiler, verileri düzenlemenin ve talepleri belirli kriterlere göre incelemenin yanı sıra, ayrılanları, güvenlik ve siyasi nedenlerle terhis edilenleri geri çağırmak için uzman komitelerin kurulduğuna işaret ediyor. Bakanlık, ayrılan subayların dönüşünü ve yeni orduya yeniden entegrasyonunu organize etmek için tüm ilgili tarafları kaydolmaya davet eden elektronik bir platform da kurdu.

sdfrg
Global Firepower web sitesinin 2022 yılı sıralamasında Suriye ordusu Arap dünyasında altıncı sıradaydı (AFP)

Global Firepower web sitesinin 2022 yılı sıralamasında Suriye ordusu Arap dünyasında altıncı sıradaydı. Küresel sıralamada ise askeri ve lojistik güç de dahil olmak üzere 50 göstergeye göre 138 ordu arasında 47’nci sırada yer almıştı.

Suriye ordusunun mevcut durumu, binden fazla saldırıyla Suriye ordusunun stratejik kabiliyetlerinin yaklaşık yüzde 80'ini yok eden İsrail hava saldırılarıyla daha da kötüleşti. Ayrıca, İsrail’in Suriye'nin güneyindeki sınır şehirleri Dera ve Kuneytra'da düzenlediği kara harekâtı ve Şam kırsalına önemli ölçüde yaklaşması, Suriye ordusunu daha da zayıflattı.

Bu arada, birçok ayılmış subayın kişisel durumları göz önünde bulundurularak geri dönüş kapısı açık bırakılıyor. Birçoğu şu anda yurt dışında olduğu ve geri dönmeden önce işlerini halletmek için zamana ihtiyaç duydukları, keza çeşitli uzmanlık alanlarından subay ve komutanlara acil ihtiyaç duyulduğu için orduya yeniden katılma kapısı kapatılmıyor.

Adının açıklanmasını istemeyen ayrılmış subaylardan biri, elde ettiği bilgilere göre ayrılmış subayların yüzde 70'inden fazlasının orduya yeniden kabul edilip geri döndüğünü düşünüyor. Ancak, bir kısmının kişisel ve özel nedenlerle geri dönmeyi tercih etmediklerini, kendileri ve aileleri için bir hayat kurabildikleri yabancı ülkelerde kalmak istediklerini, bazılarının da orduya dönmek için uygun yaşı geçmiş olduklarını, bir kısmının ise ülkelerine dönseler bile sivil hayatı askerlik hayatına tercih etmeye başladıklarını belirtiyor.

Bu arada, eski rejim döneminde Cumhuriyet Muhafızları'nın en önde gelen subaylarından biri olan Manaf Tlas'ın adı siyasi ve askeri alanda büyük yankı bulmaya devam ediyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre silahlı çatışmanın en başında ayrılışı rejimin başı Beşşar Esed için ağır bir darbe olmuştu. Çünkü kendisi Esed ailesine yakındı ve onlarla güçlü aile bağları vardı. Babası, eski Savunma Bakanı Mustafa Tlas, Hafız Esed'in yakın arkadaşı ve sırdaşıydı.

Manaf Tlas'ın Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın olası halefi veya başbakan ya da savunma bakanı olarak yeniden görünmesi, ayrılanların büyük bir kısmına üst düzey ve hassas pozisyonlara kesin bir dönüş umudu verecektir. Kendisi de Paris'teki son konferansında açıkça bunu ve şunları talep etti; tüm silahlı örgütlerin dağıtılması, askeri ve güvenlik teşkilatının bir parçası haline gelen yabancıların görevden alınması, Savunma, İçişleri ve Güvenlik Bakanlıklarındaki tümgeneral ve tuğgeneral rütbelerindeki üst düzey subaylar da dahil olmak üzere eski ordudan 10 bin subayın göreve iade edilmesi. Ayrıca, mevcut yetkililerin talebi üzerine kendileri ile iş birliği yapan eski Suriye ordusu subay ve personelinin serbest bırakılması çağrısında da bulundu.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Hizbullah Genel Sekreteri: Silahlar Lübnan'ın gücünün bir parçası

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Reuters)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Reuters)
TT

Hizbullah Genel Sekreteri: Silahlar Lübnan'ın gücünün bir parçası

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Reuters)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Reuters)

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım dün yaptığı açıklamada, "partinin silahları Lübnan'ın gücünün bir parçasıdır ve Hizbullah'ın silahsızlandırılmasının sorunu çözeceğini düşünen herkes yanılıyor" dedi.

İsrail'in "hedeflerine ulaşmadığını ve ulaşmayacağını" vurgulayarak, "Uygulamada yeni bir şey yok, sadece ABD, İsrail'in savaşla başaramadığını siyaset yoluyla başarmaya çalışıyor" ifadelerini kullandı.

Kasım, "ABD'nin Lübnan ve bölgeye müdahalesinin çok kötü olduğunu, katliamları örtbas ettiğini ve bölge halklarını tehdit eden yayılmacı bir proje yürüttüğünü" ifade etti.

Lübnan asıllı ABD elçisi Tom Barrack'a hitaben yaptığı konuşmada, "Lübnan'ı tehdit etmeyi ve gücünü baltalayıp Büyük İsrail'in bir parçası haline getirmeye çalışmayı bırakması gerektiğini" söyledi. Lübnan kararlılığını koruyacak ve her türlü boyun eğdirme ve tabi kılma girişimlerini reddedecektir" şeklinde konuştu.

Ayrıca, yargının yakın zamanda 14 milyon dolar kefaletle serbest bırakılmasını emrettiği Merkez Bankası Başkanı Riyad Salame konusuna da değinen Kasım, " O bir Amerikan çalışanı değil ve hükümet ona son vermeli" dedi.