Ömer Önhon
ABD Başkanı Donald Trump'ın 10 Kasım'da Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'yı Beyaz Saray'da ağırlaması, türünün ilk örneği olan önemli bir olaydı.
Trump, ofisinde Şara'ya karşı olağanüstü bir sıcaklık gösterdi ve bu sıcaklık, neşeli hediye alışverişleriyle de vurgulandı. Görüşmeyi, Şi Cinping, Putin, Erdoğan ve Orban gibi sevdiği anlamına gelmese de hayran olduğu yabancı liderler için sıklıkla kullandığı “zor bir coğrafyada güçlü bir adam” ifadesiyle de süsledi.
Yakın zamana kadar ABD'nin en çok aranan teröristler listesinde yer alan ve yakalanmasını sağlayacak bilgiler sunanlara 10 milyon dolar ödülün vaat edildiği Şara, artık yeni bir yüz.
Suriye'de Kürtler, Aleviler ve Dürziler gibi azınlıklara yönelik muamele konusunda bazı endişeler devam etse de ABD ve uluslararası toplum, cihatçı geçmişini bir kenara bırakarak ona yeni bir Suriye düzeni inşa etme yolunda ilerlemesi için siyasi kredi sundu.
Şara, ülke genelinde DEAŞ hücrelerine karşı son dönemde yürütülen operasyonlar, Suriyeli Hristiyanlara yönelik bir arada yaşama ve hoşgörü gösterileri ile Suriyeli Yahudilerle yaptığı görüşmelerle de kanıtlandığı üzere, halkla ilişkilerin önemini kavramış bir pragmatist.
Trump-Şara görüşmesinin en önemli sonucu, Suriye'nin DEAŞ’a karşı kurulan Uluslararası Koalisyon’a katılımını duyurmasıydı. Suriyeli Kürtlerin yeni düzene entegrasyonu tartışılan en önemli konulardan biriydi ve Şam ile Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) gelecek hafta görüşmelere yeniden başlaması bekleniyor.
Yaptırımlar cephesinde bir miktar ilerleme kaydedildi, ancak Sezar Yasası'nın tamamen yürürlükten kaldırılması gerekiyor ve bu süreç Kongre onayı gerektiriyor.
İki lider ayrıca Suriye ve İsrail arasında bir güvenlik anlaşması imzalanması olasılığını da görüştü. Şara, Suriye'nin İsrail ile iyi ilişkiler kurma arzusunu yineledi ve devam eden görüşmeler olduğundan açıkça bahsetti, ancak İsrail işgali Golan Tepeleri'nin tamamını kapsayacak şekilde genişlerken ve hatta yeni Suriye topraklarına uzanırken bir anlaşma imzalamanın imkansız olduğunu da belirtti. ABD'nin bu ikilemden bir çıkış yolu bulacağına söz verdiği bildirildi.
Tartışılan diğer konular arasında Suriye'deki idari sistemin geleceği ve petrol kaynaklarının kullanımı ve dağıtımı konusu da vardı
Suriye Demokratik Güçleri/Halk Koruma Birlikleri (SDG\YPG) şu anda ülkenin petrol sahalarının çoğunu kontrol ediyor ve bu da Şam'ı, Dünya Bankası'nın son raporlarında yer alan en temkinli tahminlere göre yaklaşık 216 milyar dolar olarak tahmin edilen ve yeniden inşa için hayati önemde olan bir gelir kaynağından mahrum bırakıyor.
Washington ziyaretinin en büyük sürprizi, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın katılımıydı. Türkiye, başlangıcından bu yana Suriye krizinde en önemli aktörlerden biri oldu ve bu ülkenin geleceğinde önemli bir söz sahibi. Fidan'ın Washington'da bulunması bir tesadüf değildi; ABD'nin daveti üzerineydi. Fidan, Trump ile Şara arasındaki görüşmenin bir kısmına katıldı.

Fidan daha sonra ABD Dışişleri Bakanı Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani ile Özel Temsilciler Steve Witkoff ve Tom Barrack ile bir araya geldi. ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance de bir ara görüşmeye katıldı.
Türkiye'nin Suriye'de birçok çıkarı ve endişesi var; bunların başında da Kürt sorunu geliyor. Sınırları içindeki Kürdistan İşçi Partisi'ni (PKK) ortadan kaldırmayı hedeflerken, aynı zamanda Suriye'de PKK'nın Suriye kolu olan YPG’nin oluşturduğu tehditleri sınırlayacak bir rejimin kurulması için çalışıyor. Türk-Amerikan ilişkileri, özellikle Biden yönetimi döneminde bu konuda keskin anlaşmazlıklara sahne oldu. Washington, YPG'nin PKK’nın bir uzantısı olmadığı konusunda ısrarcı olmuş ve Türkiye'nin endişelerine bir ölçüde kayıtsızlıkla yaklaşmıştı.
Ancak mevcut ABD Başkanı, Erdoğan ile iyi ilişkilere sahip ve Türkiye'nin, ABD çıkarlarıyla uyumlu olması koşuluyla, Suriye'de önemli bir rol oynamasını istiyor. Trump, ülkesinin SDG/YPG'ye yönelik politikasını değiştirdi, ancak ortada radikal bir değişim olduğunu söylemek zor. Görünüşe göre amacı, bu güçleri Suriye ordusuna entegre ederek meşrulaştırmak.
Türkiye'nin Suriye'de birçok çıkarı ve endişesi var; bunların başında da Kürt sorunu geliyor
Birçok kişi, Hakan Fidan'ın Washington'daki toplantılara katılımının Türkiye, ABD ve Suriye'yi bir araya getirerek çözüm bulmak için üçlü bir masanın kurulduğunu yansıttığına inanıyor. Katılımcı yetkililerin pozisyonları ve basit bir mantık, bu masanın, anlaşılır nedenlerle açıkça bulunmasalar bile, YPG ve İsrail'i de içerdiğini açıkça gösteriyor.
Bu hipotez, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Tom Barrack tarafından X platformundaki hesabından şu ifadelerle doğrulandı: “Dışişleri Bakanları Rubio, Hakan Fidan ve Esad Şeybani'yi bir araya getiren önemli üçlü toplantıda, ABD-Türkiye-Suriye çerçevesinin bir sonraki aşamasının özelliklerini belirledik. Bunlar SDG'nin Suriye'nin yeni ekonomik, savunma ve sivil altyapısına entegre edilmesi, Türkiye-Suriye-İsrail ilişkilerinin yeniden tanımlanması ve İsrail ile Hamas arasındaki ateşkesin temelini oluşturan uzlaşının güçlendirilmesidir.”
Bazı gözlemciler, Fidan'ın davet edilmesini, Washington'un Türkiye'nin sürece yalnızca engel olmamasını değil, aynı zamanda sürece aktif olarak katılmasını sağlama arzusunun bir göstergesi olarak görüyor.
Onlarca yıl boyunca bir güvenlik tehdidi olarak görülen Suriye'deki Kürtler ise Esed döneminde baskıya maruz kaldılar. Birçoğuna kimlik bile verilmedi ve önemli bir kısmı vatandaşlıktan mahrum bırakıldı. 2011'de patlak veren Suriye krizi onlara bir fırsat sundu. Siyasi ve askeri olarak örgütlendiler ve 2014'ten itibaren ABD sürece dahil olarak SDG/YPG’yi eğitti, donattı ve genişletti.
Krizin başlangıcından ve Esed rejiminin devrilmesinden bu yana, bu güçler kazanımlarından vazgeçmeyeceklerini ve 2011 öncesi statükoya geri dönülmeyeceğini deklare ettiler. Belki de ilkelerden ziyade siyasi pragmatizmden hareketle Kürtler, Suriye'nin parçalanmasını değil, “demokratik birlik” adını verdikleri bir kavram dahilinde, Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde taleplerine ulaşmayı amaçladıklarını vurguluyorlar.

Kürtler, merkezi olmayan bir idari sistem kurulması, silahlı kuvvetlerinin korunmasının yanı sıra petrol gelirlerinden adil bir pay talep etmek konusunda ısrarcı. Trump ve Şara arasındaki Washington görüşmesinin ardından, SDG Lideri Mazlum Abdi, sosyal medya hesabından Başkan Trump'a teşekkür eden bir mesaj paylaştı. Ayrıca, Beyaz Saray'daki görüşmenin sonuçları hakkında Tom Barrack ile yaptığı harika bir telefon görüşmesinden de bahsetti. Abdi, güçlerinin Suriye devletine entegrasyon sürecini hızlandırma konusundaki kararlılığını vurguladı.
Şam ve Suriyeli Kürtler arasında görüşmeler
ABD yönetimi, Şam ve SDG/YPG de dahil olmak üzere çok sayıda kaynak, iki tarafın önümüzdeki hafta başında ABD gözetimi ve himayesinde bir görüşme gerçekleştireceğini bildirdi.
PYD’nin önde gelen isimlerinden Salih Müslim, bir Kürt gazetesine yaptığı açıklamada, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Washington görüşmelerine katılımının, Türkiye'nin 10 Mart anlaşmasını ve ardından gelen süreci kabul ettiği şeklinde yorumlanabileceğini belirtti.
Gelişmeler Salih Müslim'in yorumunu doğruluyor gibi görünse de Türkiye'nin bugüne kadar kamuoyuna açıkladığı, PKK ve YPG’nin tamamen dağıtılması ve varlıklarının fiilen sona erdirilmesi yönündeki tutumuyla örtüşmüyor.
Henüz nihai bir karar veya resmi bir açıklama yayınlanmamış olsa da Şam ve Kürtler arasındaki görüşmeler aşağıdakileri içeren bir formüle doğru ilerliyor:
- SDG/YPG'nin Suriye Ordusu'na bir veya iki tümen ve iki tugay şeklinde entegre edilmesi.
- Bu birliklerin, Suriye'nin kuzeydoğu ve doğusunda SDG kontrolündeki bölgelerde konuşlandırılması.
- Gerektiğinde ülke genelinde konuşlandırılmak üzere en az bir terörle mücadele birliğinin tahsis edilmesi.
- Suriye Savunma Bakanlığı'nın üst düzey yönetim kadrolarına birkaç üst düzey SDG/YPG komutanının dahil edilmesi.
Bu güçlerin silahlı oluşumlarını, liderliklerini ve silahlarını korumalarına olanak tanıyan bu formül, Türkiye'nin tutumu ve talepleriyle çelişiyor. Zira bu, güçlerin dağıtılması değil, Suriye devleti ve savunma kurumları içinde yasal statü kazanmaları ve böylece meşrulaştırılmaları anlamına geliyor.
Gelişmeler Salih Müslim'in yorumunu doğruluyor gibi görünse de Türkiye'nin bugüne kadar kamuoyuna açıkladığı tutumuyla örtüşmüyor
Buna ilaveten, Türkiye ve Kuzey Irak'taki PKK mensupları meselesi de önemli bir konu. Reuters'ın geçen hafta yayınladığı bir habere göre, Türkiye, yaklaşık 8 bin PKK mensubunun Kuzey Irak'ta saklandıkları yerlerden geri dönmelerini sağlayacak bir anlaşmayı sonuçlandırmak için çalışıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu, Suriye ile yakından bağlantılı, çünkü bazılarının oraya yerleşmeyi tercih etmesi bekleniyor ve bu da YPG saflarını güçlendirebilir.
2011'den bu yana yaşanan Suriye krizi, Suriye'de yaşananların orada kalmadığını gösterdi. Bu, “PKK ile barış süreci”nin yanı sıra, halihazırda huzursuz ve endişeli olan Türkleri daha fazla endişelendirmemek ve kızdırmamak adına “Ulusal Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak da adlandırılan oldukça karmaşık bir yolda ilerleyen Türkiye için kritik bir nokta.
Belki de bu nedenle, Washington'daki gülümsemelerine rağmen Fidan, basın toplantısında bir uyarıda bulunarak, Suriye'nin kuzey, kuzeydoğu ve güneyindeki sorunların kötü yönetilmesinin Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehdit edebileceğini ve daha fazla parçalanmaya yol açabileceğini belirtti.
Ancak Fidan'ın Amerikalı mevkidaşıyla görüştüğü tek konu Suriye değildi. Filistin meselesi, özellikle Gazze'deki ateşkes, Rusya-Ukrayna savaşı, Rus petrolüne yönelik yaptırımlar ve İran meseleleri de dahil olmak üzere diğer konularda derinlemesine görüşmeler yaptıklarını da ifade etti.
Gazze'de ateşkes, Suriye ve Türkiye-İsrail ilişkileriyle de bağlantılı olduğu için özellikle önemli. Gazze'deki savaşın patlak vermesinden bu yana Türkiye, Filistinlilerin yanında kararlı bir şekilde durdu ve bu durum İsrail ile ilişkilerinde eşi benzeri görülmemiş bir bozulmaya yol açtı. Başkan Trump'ın barış planının kilit destekçilerinden biri olan Türkiye, istikrar gücüne katkıda bulunmak üzere asker göndermek de dahil olmak üzere süreçte rol oynamaya hazır olduğunu açıkladı. Ancak İsrail, bu duruma karşı çıktı ve Dışişleri Bakanı Katz, Hamas ile olan bağlarını öne sürerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı eleştirdi.
Türkiye ile İsrail arasında Suriye'de bir çatışma olasılığı, işlerin daha da kötüleşmesini engellemeye çalışan ABD için anlaşılır bir endişe kaynağı.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.







