Kenan Ruşenoğlu: Suriye'deki iktidar değişikliği İran'ın Ortadoğu'ya ulaşmasını kısıtlayacak

Mayis Alizade, Independent Türkçe için İran ve Ortadoğu uzmanı gazeteci-yazar Kenan Ruşenoğlu ile konuştu

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın posterleri ve Suriye ulusal bayrağı, Suriye'nin Halep kenti dışındaki kırsalda bir çöp konteynerinde görülüyor, 3 Aralık 2024 / Fotoğraf: Rami Alsayed/NurPhoto/AP
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın posterleri ve Suriye ulusal bayrağı, Suriye'nin Halep kenti dışındaki kırsalda bir çöp konteynerinde görülüyor, 3 Aralık 2024 / Fotoğraf: Rami Alsayed/NurPhoto/AP
TT

Kenan Ruşenoğlu: Suriye'deki iktidar değişikliği İran'ın Ortadoğu'ya ulaşmasını kısıtlayacak

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın posterleri ve Suriye ulusal bayrağı, Suriye'nin Halep kenti dışındaki kırsalda bir çöp konteynerinde görülüyor, 3 Aralık 2024 / Fotoğraf: Rami Alsayed/NurPhoto/AP
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın posterleri ve Suriye ulusal bayrağı, Suriye'nin Halep kenti dışındaki kırsalda bir çöp konteynerinde görülüyor, 3 Aralık 2024 / Fotoğraf: Rami Alsayed/NurPhoto/AP

Mayis Alizade 

İşte diktatörlüklerin içi boş ve en zayıf sistemler olduğunu gösteren örneklerden birini, 27 Kasım'dan bu yana seyrediyoruz:

1970 yılından bu yana Suriye'nin başında bulunan Esad ailesinin ikinci kuşak diktatörü Beşşar Esad'ın yönettiği ülkenin ikinci büyük kenti Halep, muhalif güçlerin saldırısı sonucunda düşerken, bu güçler İran'dan Lübnan'a uzanan ve Hizbullah'a lojistik sağlayan Humus kenti kapılarına dayandı.

Öte yandan, muhaliflerin taarruzu başlar başlamaz, diğer bir diktatörlük olan Putin Rusyası'nın deniz kuvvetlerine bağlı birkaç gemisinin de Akdeniz'deki Tartus üssünden demir aldığı belirtildi.

Moskova ve Tahran, Rusya'nın 200 senelik Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Ocak 2017'de kurduğu "Astana Süreci"nin devreye girmesini isterken, gelişmeler "Atı alan Üsküdar'ı gün gün değil, saat saat geçtiğini" ifadesi gösteriyor.

Özellikle Tahran'dan yükselen bazı suçlamalara karşı temkinini koruyan Ankara ise, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin üzerinden "Esad'ı koşulsuz normalleşme görüşmelerine" davet ediyor.

Peki, an be an değişen gelişmeler nelere gebe?

Suriye ve bölgedeki gelişmeleri, Bakü'den İran ve Ortadoğu uzmanı gazeteci-yazar Kenan Ruşenoğlu Independent Türkçe'ye değerlendirdi.
 

Görsel kaldırıldı.Kenan Ruşenoğlu / Fotoğraf: Independent Türkçe

Esad rejimine karşı ayaklanan muhaleflerin, Hama'yı ele geçirdikten sonra, güneydeki Hama'yı gözünü kestirmesinin, Şam rejimini inanılmaz biçimde tedirgin ettiğini vurgulayan Kenan Ruşenoğlu, "İşte o tedirginlik, Hama ile Humus arasına askeri yığınak yapılmasını gerektirirken, ardından HTŞ savaşçılarını Humus'un farklı noktalarında gördük. Öte yandan, Özgür Suriye Ordusu gruplarının Şam yakınlarında ortaya çıkması, rejimin işini daha da zorlaştırırken, Humus'u korumak da giderek zorlaşıyor" dedi.

Humus'un, ülkenin en büyük kentlerini kuzeyden güneye bağlayan en önemli kavşak olduğuna işaret eden Ruşenoğlu, "Humus'un kaybedilmesi durumunda, Şam ve Lazkiye-Tartus limanlarıyla ilişkiler de kopuyor. Aynı zamanda İran'ın bu güzergah üzerinden Lübnan Hizbullahı'na verdiği destek de sonlanabilir" şeklinde konuştu.

Kenan Ruşenoğlu, sözlerine şunları ekledi:

Bilindiği üzere, Irak'tan yapılan sevkiyat Humus-Kuseyr güzergahından Lübnan'daki Hizbullah'a ulaşıyordu. İşte bu özelliklerinden dolayı şu anda Humus sadece Beşar Esad için değil, Rusya ve İran için de hayati öneme sahip bir mıntıka niteliğinde.


Suriye iç savaşının ilk yıllarında önemli kısmı muhalefetin kontrolünde bulunan Humus ve Hama kentlerinin, İran'dan Lübnan'a uzanan alternatif güzergah fonksiyonunu da yerine getirdiğini hatırlatan Ruşenoğlu, "Ancak 2013 yılında Kuseyr kenti Hizbullah'ın eline geçti. Şimdi ise Şam'dan Lübnan sınırına kadar uzanan yolun İsrail hava kuvvetlerinin bombardımanı altında olduğunu görüyoruz ve bundan dolayı aşırı riskli sayılıyor. Humus-Kuseyr yolunun nispeten emniyetli olmasına rağmen, son aylarda İsrail'in de o bölgeye bomba yağdırdığını görüyoruz" ifadelerini kullandı.

"Bu manzara, İran'ın ismi zikredilen kentler ve ulaşım koridoru üzerinde güvenliği temin ettiğini ortaya koyuyor" diyen Kenan Ruşenoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

Ancak son olaylar, İran ve dolayısıyla Hizbullah güçlerinin Halep civarını büyük ölçüde terk ettiğini gösterdi. İç savaşın ilk yıllarında uzun sürede ablukada kalmış Nubul ve Zahra kasabalarının birkaç içinde düşmesi bunu gözler önüne serdi. Gelinen noktada, Halep'in savunmasına destek için Hizbullah'ın gücünün olmadığı ortaya çıkarken, kentin düşmesinden sonra İran'ın güç sevk edip edemeyeceği de şimdilik belli değil. Fakat Tahran'da bilinen ve aşırı önemli bulunan hususların başında, Suriye'deki iktidar değişikliğinin İran'ın Ortadoğu'ya ulaşmasını kısıtlayacağıdır.


"Yani bugüne kadarki çabaların bir kenara bırakılıp her şeyin yeniden başlaması gerekecek" diyen Kenan Ruşenoğlu, " Bunun için Esad'ın iktidarda kalması için Tahran çabalarını sürdürecektir. Bu bağlamda, Humus'un düşmesi sadece İran için değil, Rusya için de ciddi sıkıntı oluşturacağından, müttefikleri Esad'ı korumak için Humus'un düşmemesine çalışacaktır" ifadeleriyle sözlerini sonlandırdı.

Independent Türkçe



İsrail'in Lübnan'daki dört savaşı: Korkutucu karşılaştırmalar

İsrail'in 7 Ağustos 2024 tarihinde Lübnan'ın güneyindeki Kafr Kila köyünün dış mahallelerini hedef alan hava saldırısının gerçekleştiği bölgeden dumanlar yükseliyor (AFP)
İsrail'in 7 Ağustos 2024 tarihinde Lübnan'ın güneyindeki Kafr Kila köyünün dış mahallelerini hedef alan hava saldırısının gerçekleştiği bölgeden dumanlar yükseliyor (AFP)
TT

İsrail'in Lübnan'daki dört savaşı: Korkutucu karşılaştırmalar

İsrail'in 7 Ağustos 2024 tarihinde Lübnan'ın güneyindeki Kafr Kila köyünün dış mahallelerini hedef alan hava saldırısının gerçekleştiği bölgeden dumanlar yükseliyor (AFP)
İsrail'in 7 Ağustos 2024 tarihinde Lübnan'ın güneyindeki Kafr Kila köyünün dış mahallelerini hedef alan hava saldırısının gerçekleştiği bölgeden dumanlar yükseliyor (AFP)

İbrahim Hamidi

Lübnan'da halihazırda yaşanan dördüncü İsrail savaşı ile ondan önceki üç savaş arasında pek çok karşılaştırma bulunuyor. Ancak bölgesel ve uluslararası koşulların yanı sıra savaşın amacı ve Lübnan ile İsrail'in iç koşullarındaki paradokslar daha çok olabilir.

İsrail’in 1978'de “Litani Operasyonu” adı verilen Lübnan'a yönelik ilk kara işgali, Suriye ordusunun müdahalesinden iki yıl, Lübnan ordusunu parçalayan, Güney Lübnan’ı, 1970'teki Kara Eylül olaylarının ardından Ürdün'den buraya taşınan Filistinli savaşçılara açan iç savaştan ise yaklaşık üç yıl sonra gerçekleşti.

1982 Beyrut işgali ise İsrail ve ABD’nin baskısı ile Yaser Arafat ve savaşçılarının sınır dışı edilmesini amaçlıyordu. Ardından üçüncü kara müdahalesi olan Temmuz 2006 savaşı, İsrail'in güneyden çekilmesinden 6 yıl, Lübnan başbakanı Refik Hariri'nin Şubat 2005'te öldürülmesinin ardından Suriye ordusunun geri çekilmesinden ve “milislerin silahsızlandırılması” çağrısında bulunan 1559 sayılı Kararın yayınlanmasından bir yıl sonra geldi.

18 yıl önce Hizbullah ile Tel Aviv arasında yaşanan Temmuz Savaşı, Lübnan ordusunun güneye konuşlandırılmasını ve Hizbullah savaşçılarının Litani Nehri'nin gerisine çekilmesini de içeren 1701 sayılı Kararın alınmasıyla sona erdi.

Son olarak Ekim 2024'ün başında, Hizbullah'ı hedef alan güvenlik sızmaları ve aralarında Genel Sekreter Hasan Nasrallah'ın da bulunduğu liderlerinin öldürülmesinin ardından dördüncü işgal başladı. Açıklanan hedef, Hizbullah’ın elit güçlerini Litani'nin gerisine çekilmeye zorlamak. Bazı İsrailliler asıl amacın Hizbullah'ı silahsızlandırmak veya silahını orduya teslim etmesini sağlamak olduğuna inanıyor.

İsrail'in Lübnan'daki dört savaşı, özellikle de ikinci ve son savaşları arasındaki en önemli benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?

Bu dört savaş ve özellikle de ikinci ve son savaşlar arasındaki en önemli benzerlikler ve farklılıklar şunlardır:

Birincisi, dahili benzerlikler ve farklılıklar. 42 yıl önce gerçekleşen işgalin Lübnan iç savaşının, ordunun parçalanmasının ve büyük siyasi bölünmelerin ortasında gerçekleştiği doğru. Ancak şu anda, Hizbullah'ın büyük ve baskın bir taraf haline gelmesiyle mezhepsel taraflar biraz değişmiş olsa da, derin ve birikmiş bir siyasi bölünme mevcut. Geçmişteki siyasi sahnenin aksine, bu savaş çoğu büyük kurumda ve temel otoritede görülen boşluk veya geçici olarak görev yapma ya da görev uzatmalarının ortasında yaşanıyor. Cumhurbaşkanı yok, hükümet veya hükümet başkanı yok, ordu komutanı yok, merkez bankası başkanı yok. Tek istisna, 1982'de de aktif ve bir aktör olan, Tunus'a giden Arafat'ı uğurlayanlar arasında yer alan Meclis Başkanı Nebih Berri'dir.

İkincisi, savaşın amacı. 1982'de İsrail Başbakanı Menahem Begin ve Savunma Bakanı Ariel Şaron'un hedefi Filistin Kurtuluş Örgütü'nü ve lideri Yaser Arafat'ı sınır dışı etmekti. Yani savaşın hedefinde Ürdün'den gelen mülteciler vardı. Belirli sayıda kişinin sınır dışı edilmesinden bahsediliyordu ve gerçekten de gemi ve otobüslerle komşu ülkelerin yanı sıra Tunus'a nakledildiler. Arafat'ın çok sayıda düşmanı ve Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin dahil çok az müttefiki vardı. Bugünse savaşın hedefi, direniş eksenindeki ittifaklar ağıyla birlikte saldırı yükü altındaki İran'ın tam destek ve hamiliğinden yararlanan Hizbullah'tır. Direniş eksenine ek olarak Hizbullah, Şii çevrenin bir parçasıdır ve 40 yıldan fazla bir süredir bir iç ve dış güvenlik, askeri, siyasi, ekonomik ve sosyal ağ kurmuştur.

Esed ve Humeyni arasındaki koordinasyon, Haziran 1982'de Devrim Muhafızlarının Bekaa Vadisi'nde Hizbullah'ın ilk hücrelerini kurması için zeminin hazırlanması şeklinde ifade buldu.

Üçüncüsü bölgesel farklılıklar ve benzerlikler. 1982 işgali karmaşık bir bölgesel sahnenin ortasında gerçekleşti. Esed (Hafız Esed) özellikle hastalığının ardından, küçük kardeşi Rıfat'ın iktidara ele geçirme hırsına dair işaretler arasında Müslüman Kardeşler’e karşı bir mücadele veriyordu. Suriye Devlet Başkanı, Saddam'a karşı savaşında İran Dini Lideri’nin yanında yer almıştı. Esed ve Humeyni arasındaki koordinasyon, Haziran 1982'de Devrim Muhafızlarının Bekaa Vadisi'nde Hizbullah'ın ilk hücrelerini kurması için zeminin hazırlanması şeklinde ifade buldu.

Seksenli yılların başında, 1978'de Mısır ile İsrail arasında imzalanan Camp David Anlaşması ve 1980'de başlayan Irak-İran savaşı zemininde Arap-Arap bölünmelerine tanık olunduğu doğru. Ancak Lübnan'da 1976'da “Caydırıcı Kuvvetlerin” gönderilmesinin temsil ettiği sınırlı bir Arap iş birliği de vardı. Arap koordinasyonu Şam ile görüşmeler ile başladı ve 1989'da Suudi Arabistan-Suriye sponsorluğunda Taif Anlaşması’nın imzalanması ile sonuçlandı.

Şu anda bölgesel bölünmenin boyutu daha derin ve Arap olmayan oyuncuların hırsları daha tehlikeli. 1982 yılında Bekaa Vadisi'nde tohumları ekilen İran'ın rolü, sınırları aşarak ve egemenlikleri ihlal ederek bölgede genişledi. Saddam'ın 2003'te devrilmesinden sonra Irak'ta ve 2005'te Suriye'nin çekilmesinden sonra Lübnan'da rolü arttı. Filistin meselesine gelince; 2004 sonunda Arafat'ın vefatından, 2005'te Şaron'un Gazze Şeridi'nden çekilmesinden, 2006 seçimlerinde Hamas'ın zafer kazanmasından ve 2007'de Gazze Şeridi'ni kontrol etmesinden, Batı Şeria'da Oslo Anlaşmaları ve yelpazelerinin aşınmasından sonra İran’ın rolü güçlendi. Ardından 2011'de de Arap Baharı geldi. 2014'te DEAŞ’ın ortaya çıkışı Tahran'ın, özellikle 2012'den itibaren rejimi kurtarmak için askeri müdahalede bulunduğu Suriye'deki varlığını milisler ve Hizbullah aracılığıyla güçlendirmesine neden oldu.

ABD ile İsrail arasındaki büyük ittifaka rağmen, Başkan Ronald Reagan, 1982 savaşında Begin'in karşısında durup ona baskı yapmaktan çekinmemişti

Dördüncüsü, uluslararası farklılıklar ve benzerlikler. 1982 öncesinde Soğuk Savaş hâlâ devam ediyordu. Nitekim Lübnan Savaşı da dahil olmak üzere bölgedeki büyük krizlerde bu savaşın çehresi görülüyordu. Lübnan’da Sovyet ve Amerikan rolleri öne çıkmış ve her biri iç savaşın bir tarafını desteklemişti. Arafat'ın Ağustos 1982'de Lübnan’dan  ayrılmasının ardından ABD askeri olarak Lübnan'da kalmaya karar verdiğinde, gizli temaslarında bunu “komünist yayılma” ve “İran nüfuzu” ile mücadele etmek istediğini söyleyerek haklı çıkarmaya çalışmıştı. Ama 1983'te Deniz Piyadelerine yapılan saldırıya tosladı.

ABD ile İsrail arasındaki büyük ittifaka rağmen, Başkan Ronald Reagan, Begin'in karşısında durmaktan ve ona gerek Beyrut'un bombalanması gerek Ebu Ammar”ın Beyrut’tan uzaklaştırılmasının koşulları veya Beyrut ile Tel Aviv arasındaki 17 Mayıs barış anlaşması konusunda olsun, BM aracılığıyla siyasi ve askeri baskı yapmaktan çekinmedi. Öldürülen kardeşi Şeyh Beşir'in anısına cumhurbaşkanı Emin Cemayel’e destek verdi. Begin ile Esed arasındaki mesajları iletti ve aralarında 1981'deki füze krizinin de olduğu doğrudan çatışmaların tehlikesini azaltmak için bazı askeri düzenlemeler yaptı.

Şimdi ise en azından şu söylenebilir; Başkan Joe Biden İsrail’in söylemini benimseyerek kendisinin “Siyonist” olduğunu söyledi. Rusya'nın açıklamalar hariç tam anlamıyla yokluğunun ortasında İsrail'in güvenliğini korumak için destek vermekten çekinmeyeceğini ifade etti. Önümüzdeki ayın başında yapılacak başkanlık seçimleri yaklaşırken Biden'ın Binyamin Netanyahu üzerindeki nüfuzunun kalıntılarının da buharlaştığına şüphe yok.

Netanyahu kendisini İsrail’in caydırıcılığını, üstünlüğünü ve güvenliğini yeniden kazanmak için savaşan biri olarak sunuyor ve bunu İbrani devleti ve kendi şahsı için bir “varoluş savaşı” olarak görüyor.

 Buradan İsrail ile ilgili beşinci faktör doğuyor ve bunun da iki boyutu var. Kişisel olan birinci boyut, güneyde Gazze'den kuzeyde Lübnan'a savaştan savaşa geçerek kaderini savunan ve hapse girmemek için çabalayan Netanyahu ile ilgili. İkincisi, İsrail'deki derin sistemle ilgili, zira Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırıları İsrail'in üç ilkesini vurdu; askeri-güvenlik üstünlüğü, bölgede caydırıcılık, 1948 topraklarında İsraillilerin güvenliği. Bu nedenle Netanyahu kendisini İsrail’in caydırıcılığını, üstünlüğünü ve güvenliğini yeniden kazanmak için savaşan biri olarak sunuyor ve bunu İbrani devleti ve kendi şahsı için bir “varoluş savaşı” olarak görüyor.

İsrail'in Lübnan'daki savaşları, özellikle de 1982 ve 2024 savaşları arasındaki karşılaştırmalar korkutucu. Hiç şüphe yok ki iç, bölgesel ve uluslararası faktörleri bir araya getirmek, savaşa yapay zekayı, insansız hava araçlarını, akıllı ve “akılsız” füzeleri ve bombaları dahil etmek, Gazze'de yaşananları ve kuzeydeki dördüncü savaşta yaşanabilecekleri anlatan, “yeni cepheler” açılabileceğini açıklayan korkutucu bir tarif. Güney Suriye'de İranlı milisleri Golan'dan uzaklaştırmak amacıyla açılacak cephe, İran’ın kendisine kadar uzanarak bir başka cephe açabilir. Kaldı ki İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant, İran’a saldırının "ölümcül, kesin ve her şeyden önce şaşırtıcı olacağını" söyledi.

Bu, Lübnan'da öncesinde yaşanan üç savaşın ardından, 2024'teki korkunç İsrail savaşının tarifidir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.