Bağımsız Filistin devleti vaadinin sorunları ve sınırları

İsrail'in bakış açısına göre Filistin devleti çözümü, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin tamamını kapsamıyor

Gazze'nin kuzeyindeki Zikim Sınır Kapısı yakınlarında dağıtılan un çuvallarını omuzlarında taşıyan Gazzeliler (AFP)
Gazze'nin kuzeyindeki Zikim Sınır Kapısı yakınlarında dağıtılan un çuvallarını omuzlarında taşıyan Gazzeliler (AFP)
TT

Bağımsız Filistin devleti vaadinin sorunları ve sınırları

Gazze'nin kuzeyindeki Zikim Sınır Kapısı yakınlarında dağıtılan un çuvallarını omuzlarında taşıyan Gazzeliler (AFP)
Gazze'nin kuzeyindeki Zikim Sınır Kapısı yakınlarında dağıtılan un çuvallarını omuzlarında taşıyan Gazzeliler (AFP)

Macid Kayali

Suudi Arabistan ve Fransa'nın daveti üzerine, 28-29 Temmuz tarihlerinde New York'taki Birleşmiş Milletler genel merkezinde iki devletli çözümü, daha doğrusu Filistin devleti çözümünü uygulamak için uluslararası konferans düzenlendi. Bu konferans, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümetinin Filistin halkını siyasi haritadan silme ve 1993 tarihli Oslo Anlaşmaları'nın hükümlerini iptal etme yaklaşımına karşı çıktı. Dolayısıyla 1967 yılında işgal edilen topraklarda Filistin Yönetimi'nin varlığını zayıflatma politikasına karşı düzenlendi.

Yukarıda belirtilenlerin yanı sıra sadece Filistin devletini tanımakla kalmayıp, Filistinlilere bu hakkı da vermek için Arap ve uluslararası (özellikle Avrupa) çabalarının bir sonucu olması, Fransa'nın Avrupa ve uluslararası alanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) üyesi olarak konumunu teyit etmesi ve önümüzdeki eylül ayında Filistin’i tanıma kararı alması, Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşme çabalarını bağımsız bir Filistin devletinin kurulması şartına bağladığını yeniden teyit etmesi ve konferansın 145 ülkenin Filistin devletini BM’de gözlemci üye olarak tanımasının bir sonucu olması da konferansın önemini ortaya koydu.

Filistinlilerin yaşadığı yeni felaket ve bir devlet kurmaları vaadi

Belki de bu, Filistinlilerin yaşadığı son yeni felaketin, Netanyahu'nun 1996-1999 yıllarında ilk kez İsrail başbakanı olduğundan beri, 1993 Oslo Anlaşmaları'nı bozmak ve Filistin Yönetimi'ni marjinalleştirmek için siyasi, askeri, ekonomik ve idari tüm araçları kullanarak ve 2009'dan beri İsrail hükümetlerinin başbakanı olarak ve 7 Ekim 2023'ten beri Gazze Şeridi'ne karşı Aksa Tufanı Operasyonu’nu gerekçe göstererek Hamas'la mücadele bahanesiyle yürüttüğü acımasız soykırım savaşı yoluyla herhangi bir uzlaşıda Filistinlilerin varlığını ortadan kaldırmayı önceliği haline getirmesinin aksine devletlerinin doğuşuna ve 1967 sınırlarında bağımsız bir siyasi yapı kurma haklarının pekiştirilmesine vesile olabileceği anlamına geliyor olabilir.

“Ortadoğu'da demokrasi ve modernizmin beşiği olduğunu iddia eden İsrail, bunun aksi bir durum olarak kendisini sadece Yahudiler için bir ulus devlet ve liberal ve demokratik bir vatandaş devleti olmaktan ziyade dini bir devlet olarak tanımlamakta ısrar ediyor.

Bununla birlikte bu konferansı farklı kılan, İsrail'in zulmünün, inatçılığının, Filistinlilerin haklarını inkar etme ve onların varlığını marjinalleştirme konusundaki ısrarının doruk noktasında, ABD'nin desteğiyle onlara karşı yürüttüğü yok etme savaşına rağmen düzenlenmiş olmasıdır.

Öte yandan, Filistinlilerin acılarına, trajedilerine ve fedakarlıklarına sempati duyan bu uluslararası eğilim, her olgunun bir zıttı olduğu, hakikatin gücünün örtbas edilemeyeceği ve toplumların yumuşak gücünün kendini dayatabileceği fikrini güçlendiriyor. Bu durum iki açıdan gözlemlenebilir. Bunlardan birincisi, İsrail'in gerçek yüzünün, sömürgeci, yerleşimci, ırkçı, dinci ve soykırım uygulayan bir devlet olarak dünya önünde açığa çıkmasıdır. Bu durum başta Avrupa ülkelerinde olmak üzere sadece dünya kamuoyunda değil artık bu ülkelerin hükümetlerinde de rahatlıkla görülüyor.

sdcfrgth
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, BM Genel Merkezi'nde düzenlenen konferansta İsrail ve Filistinliler için iki devletli çözüm hakkında konuşurken, 28 Temmuz 2025 (AFP)

Kendini Holokost'un kurbanı olarak tanıtan İsrail, kurban konumunda hatta masum olduğunu, Filistinlilere karşı uyguladığı tüm baskıcı, saldırgan, ırkçı ve soykırımcı uygulamalardan sorumlu tutulmamaktan muaf olduğunu iddia ederek, işkencecisine benzediğini ve onun 1930'lu ve 1940'lı yıllarda Yahudilere karşı uyguladığı politikaları temsil ettiğini ortaya koyuyor.

Ayrıca, Ortadoğu'da demokrasi ve modernizmin beşiği olduğunu iddia eden İsrail, bunun aksi bir durum olarak kendisini sadece Yahudiler için bir ulus devlet ve liberal ve demokratik bir vatandaş devleti olmaktan ziyade dini bir devlet olarak tanımlamakta ısrar ediyor.

Diğer taraftan konferans, Batı'da toplumlar ve hükümetler düzeyinde, bu ülkelerdeki Yahudi çevrelerde ve hatta ABD’de bile, Filistin halkına ve bağımsız bir devlette kendi kaderini tayin etme hakkına sempati duyulduğunu orta koydu. Bu durum, yaklaşık iki yıldır silahsız bir halk olarak, güçlü ve acımasız bir askeri makineye karşı yaşadığı trajedi nedeniyle Batı, Nazizmin yükselişini, onun temsil ettiği ahlaki çöküntü, ırkçılık ve kimlik nedeniyle soykırıma yönelme eğilimi gibi özellikleriyle birlikte yeniden hatırladı. İsrail, Filistinlilere su, elektrik, gıda, ilaç, barınak ve yakıtı keserek, hatta onları vatanlarından uzaklaştırarak, tüm dünyanın gözleri önünde bunu yapıyor.

Filistin devletinin kurulması, Batı Şeria'yı parçalayan yerleşim yerlerinin kaderinin belirlenmesi gerektirir ki bu, İsrail'in kabul etmesi zor bir durumdur.

Filistin’in durumunu belirleyen faktörler

Merkezinde Suudi Arabistan ve Fransa’nın yer aldığı Arap dünyası, bölgesel ve uluslararası çabaların halen uygun düzeyde bir Filistin boyutundan yoksun olduğu yönünde gözlemler var. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Filistinlilerin kendi kimlikleri hala yeterince ön plana çıkmış değil. Gazze Şeridi'nde bir milyon Filistinli soykırım savaşına maruz kalırken, Batı Şeria'daki Filistinliler siyasi, güvenlik, ekonomik, idari ve altyapıya olan bağımlılıkları bakımından her zamankinden daha fazla İsrail'in hakimiyeti altında eziliyorlar. İsrail, koloniler, yerleşim birimleri, askeri kontrol noktaları ve ayrım duvarı ile Batı Şeria'yı parçalamaya ve bölmeye çalışıyor.

48 Filistinlileri, (İsrail vatandaşı olan Filistinliler), vatandaşlıktan çıkarılmaya çalışılarak ya da ifade ve düşünce özgürlüğü hakları kısıtlanarak ötekileştiriliyorlar. Bunun yanı sıra Filistinli mülteciler, geri dönüş hakkının gündemden çıkarılması, Filistin devleti hedefine odaklanılması ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Filistin Yönetimi lehine marjinalleştirilmesi nedeniyle siyasi denklemlerin dışında kaldılar. Ayrıca, Filistinli mültecilerin başta Suriye ve Lübnan olmak üzere yaşadıkları yerlerdeki zor koşullar, Filistinli mülteci topluluklarının ortadan kaybolmasına veya marjinalleşmesine yol açarken bunların yarısından fazlasının dünyanın diğer ülkelerine ikinci kez mülteci olarak gitmelerine neden oldu.

cdfvghyj
Gazze'den İsrail'e giriş yapan bir İsrail tankın, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Dikkat edilmesi gereken ikinci nokta, Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde kendi devletlerini kurmalarının, birçok unsurun bir araya gelmesini gerektiriyor olması. Bunların başında, Netanyahu-Smotrich-Ben Gvir hükümetine uygun düzeyde baskı uygulanması geliyor. Mevcut hükümetin İsrail’in 1948 yılında kurulduğu günden bu yana en aşırı sağcı hükümeti olarak kabul ediliyor. Bu da ABD'nin bu yönde harekete geçmesini gerektiriyor, Fakat bu, ABD toplumunda, Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerde ve Yahudi cemaatinde Filistinlilerin lehine siyasi yaklaşımlar bulma yönünde yaşanan tüm dönüşümlere rağmen, bu koşullar altında tahmin edilmesi zor bir durum.

Üçüncü nokta olarak iki devletli çözümden bahsetmenin, yani Filistinlilerin kendi devletlerini kurmalarını sağlamanın, Filistinlilerin bu çözüme ilişkin vizyonuyla, yani işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde bir Filistin devleti kurulmasıyla tamamen örtüşmediğini anlamak gerekir. Çünkü bu vizyon, Gazze'nin yıkımı da dahil olmak üzere, karmaşık durumları, müdahaleleri ve belirleyicileri kapsıyor. Gazze, artık yaşanmaz bir yer haline geldi. Yani bunun için Gazze'deki soykırım savaşının durdurulması, yeniden inşa çabalarının yönlendirilmesi ve temel yaşam gereksinimlerinden ve yaşamlarını ve istikrarlarını sağlayan kaynaklardan mahrum kalan iki milyon Filistinliye yardım sağlanması gerekiyor. Ayrıca Filistin devletinin kurulması, Batı Şeria'yı parçalayan yerleşim birimlerinin kaderinin belirlenmesini gerektiriyor. Bu aynı zamanda İsrail'in kabul etmesi zor bir durum. İsrail’in özellikle Kudüs bölgesinde bir tür orta yol bulunması lazım. Bunun için de yaratıcı çözümler bulunmalı. Bu koşullar altında ve mevcut İsrail hükümeti altında, özellikle de ABD yönetimi İsrail'i desteklemeye ve onun işgalci, ırkçı ve soykırımcı politikalarını örtbas etmeye devam ederse, bu çözümlerin ne olacağını belirlemek zor.

Aslında İsrail'in bakış açısına göre Filistin devleti çözümü, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Kudüs'ün tamamını kapsamıyor. Sadece bazı toprakları kapsıyor. Yani yerleşim birimleri olduğu gibi kalacak, Filistinlilerin toprakları ve kendi toprakları üzerindeki egemenlikleri daha da azalacak. Böylece toprak, su, kaynaklar ve geçiş noktaları üzerindeki egemenlik İsrail'in elinde kalacak ve bu durumda Filistin devleti, özerk yönetimden daha büyük, ancak devletten daha küçük bir konumda olacak ve özellikle de altyapı, elektrik, su, enerji, iletişim araçları, ulaşım ve İsrail ile geçiş noktaları açısından İsrail'e bağlı kalacak.

Filistin devletinin olasılığının, bir fikirden gerçeğe dönüşme sürecini takip etmek ve bu süreçte İsrail'in ve ardından ABD’nin bu duruma nasıl tepki verdiğini gözlemlemek oldukça ilginç.

Burada da Filistin siyasi düşüncesinde Filistin devleti fikrinin ortaya çıkışı, hatırlatılması gereken bir diğer noktadır. Bu fikir, 1974 yılında düzenlenen 12’nci Filistin Ulusal Konseyi'nin oturumunda kabul edilmesinden bu yana yarım asırdır varlığını sürdürüyor.

Bu fikir, 1947 yılında Filistin topraklarının İsrail ve Filistin olmak üzere iki devlete bölünmesine ilişkin BM’nin 181 sayılı kararıyla çok daha önce ortaya çıkmıştı. Filistin ulusal hareketi, 1960'ların ortalarında başladığında bu fikri unutmuş veya göz ardı etmişti. Daha fazla bilgi için Al Majalla'da 15 Temmuz 2025 tarihinde yayınlanan ‘Bağımsız Filistin devleti projesinin aşamaları ve dönüşümleri’ başlıklı makalemi inceleyebilirsiniz.

FKÖ tarafından 1988 yılında yayınlanan ‘Filistin Bağımsızlık Bildirgesi’ tanındı ve bu sayede BM sisteminde ‘Kurtuluş Örgütü’ adının başında ‘Filistin’ getirildi. Ardından 2012 yılında gözlemci üye statüsü kazanan Filistin, şu anda 145 ülke tarafından tanınıyor ve bu sayının özellikle Avrupa ülkelerinden bu sayının artması bekleniyor. Aynı zamanda önümüzdeki eylül ayında yapılması planlanan Genel Kurul toplantısında tam üyelik statüsü kazanması umuluyor.

fbghyju
BM genel merkezi önünde düzenlenen “Gazze'yi açlığa mahkum etmeyi hemen durdurun” başlıklı protesto gösterisinden bir kare, New York, ABD, 1 Temmuz 2025 (Reuters)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD’nin tutumu Beyaz Saray yönetiminin mevcut eğilimlerini değerlendirmek için henüz erken olmakla birlikte, bir tür esneklik gösterebileceğine dair birtakım işaretler de var. Bunlardan birincisi, toplumlar ve hükümetler düzeyinde Filistinlilere duyulan uluslararası sempati dalgası. İkincisi, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri, Trump yönetiminin hedefi olan normalleşme çabalarını Filistinlilerin kendi devletlerini kurmalarına olanak sağlamakla ilişkilendirmesi. Üçüncüsü, bugün kurulacak bir Filistin devleti birçok kısıtlamaya tabi, yani muhtemelen zayıf ve kısıtlı bir devlet olacak olması. Dördüncüsü, ABD yönetiminin, Filistinlilerin kendi devletlerini kurma hakkını öngören BMGK’nın 1397 sayılı ve 12 Mart 2002 tarihli kararını oylayarak kabul etmesi. Bu gelişme, Başkan George Bush döneminde gerçekleşti. Bu da ABD’nin politikasında, Cumhuriyetçi bir başkanın yönetiminde, Amerikan tutumunun Filistinlilerin kendi devletlerini kurmalarını destekleme veya buna karşı çıkmama yönünde değişebileceğini ve Filistin devletine uluslararası kuruluşlarda tam üyelik statüsü verilebileceğini gösteren bir gelişmeydi.

Tüm bunları göz önünde bulundurarak, bağımsız bir Filistin devleti kurulması olasılığının bir fikirden gerçeğe dönüşme sürecini takip etmek, İsrail'in ve ardından ABD’nin bu duruma nasıl tepki verdiğini ve tüm bunların Ortadoğu'nun durumu ve İsrail'in Ortadoğu'daki konumu üzerindeki etkilerini, Filistinlilerin içinde bulunduğu trajedi çerçevesinde gözlemlemek oldukça ilginç. Bu zorlu ve acı verici kayıp barış arayışında, umut, yaşayabilir bir Filistin devleti ile bulunabilir.

Şimdi, eylül ayında New York'ta yapılacak BM Genel Kurul oturumunda Suudi Arabistan ve Fransa'nın çabalarının meyvesini vermesini bekliyoruz.



Netanyahu, yeni Suriye’yi diplomasiyle değil bombalarla karşılıyor: İsrail, yeni Şam yönetimini barış ortağı değil kontrol edilmesi gereken hedef olarak kodluyor

Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)
Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)
TT

Netanyahu, yeni Suriye’yi diplomasiyle değil bombalarla karşılıyor: İsrail, yeni Şam yönetimini barış ortağı değil kontrol edilmesi gereken hedef olarak kodluyor

Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)
Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)

Kasım 2025’in yağmurlu bir gecesinde, İsrail ordusunun Ramallah’ın kalbine yönelik baskını sürerken, başkanlık binasına birkaç metre mesafedeki bir noktada oturan üst düzey bir Filistinli yetkili acı bir tebessümle şunu söyledi:
“Şu an Filistin hakkında konuşmak istemiyorum. İsrail’i sömürgeci bir devlet olarak tanımlayan ezber cümleleri de tekrar etmeye niyetim yok. Şu anda konuşmak istediğim şey Suriye.”

Yetkiliye göre Suriye, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yalnızca gerçek bir barışı istemediğinin değil, komşu devletleri de görmek istemediğinin en açık kanıtı haline geldi. Zira Şam’daki yeni siyasi liderlik, İsrail’e karşı savaş ya da düşmanlık istemediğini açıkça ilan etmiş olmasına rağmen, İsrail Suriye topraklarını son derece sert askerî operasyonlarla ihlal etmeyi sürdürüyor.
Filistinli yetkili şöyle devam ediyor:
“Hamas 7 Ekim 2023’te savaşı başlattı, Hizbullah İsrail’i vurdu, Husiler İran’ın teşvikiyle ‘destek savaşına’ katıldı… Fakat Suriye tam tersine çatışmanın dışında kalmayı seçti; hatta çok daha fazlasını yaptı.”

“İsrail için bir tehdit yok”

Saldırganlığı caydırma operasyonlarının sonrası Şam’da kontrolü devralan yeni yönetim, İsrail dahil komşu hiçbir ülkeye tehdit oluşturmadığını açıkladı.
Bununla birlikte Beşşar Esed rejiminin çökmesi ve İran ekseninin bölgedeki en stratejik üssünü kaybetmesi, Suriye ile İsrail arasında çıkarların kesiştiği yeni bir dönemi mümkün kılabilirdi.

Filistinli yetkili, “İsrailliler sanki bu gerçekleri unuttu. Suriye artık İran milislerinin oyun alanı değil” diyor.

Bu süreçte ABD, Türkiye ve Azerbaycan, iki taraf arasında arabuluculuk yapmaya hazır olduklarını bildirerek, sınırların tamamen güvenli hâle gelmesini sağlayacak güvenlik düzenlemeleri için müzakerelere davet etti. İsrail’in çekincelerine rağmen Suriye, doğrudan görüşmelere dahi razı oldu. Nitekim Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer arasında altı toplantı gerçekleştirildi.

İsrail kaynaklarına göre Şam, kapsamlı bir anlaşmaya ulaşmak adına büyük esneklik gösteriyor. 1967 ve 2024’te işgal edilen tüm toprakların iadesi karşılığında tam barış anlaşmasına hazır; fakat ara formüller de değerlendiriliyor. Bunlar arasında Golan’ın 15 yıla kadar İsrail’e kiralanması veya 1974 sınırlarına dönüşü öngören bir güvenlik mutabakatı da var.

Aynı kaynaklar,  yeni yönetiminin “İbrahim Anlaşmaları”na katılmaya da sıcak baktığını, bunun İsrail’in 1948’den bu yana hayalini kurduğu tarihi bir açılım olacağını belirtiyor.

İsrail’in karşılığı: İşgal ve hava saldırıları

Tehdit politikasını seçen İsrail, Aralık 2024’ten bu yana yeni yönetimin nefes almasına fırsat vermeden askerî havaalanları ve üsleri hedef alan yaklaşık 500 hava saldırısı düzenledi. Suriye’nin savunma kapasitesinin yüzde 85’ini yok eden İsrail, 450 km²’lik Suriye toprağını işgal ederek genişliği 7 km’yi aşan hat boyunca, Şeyh Cebel'den Dera’ya kadar ilerledi. Bazı bölgelerde 20 km derinliğe kadar kara harekâtı yürüten İsrail 9 askerî üs kurdu.

frgt
Netanyahu, Salı günü Suriye'deki tampon bölgedeki İsrail güçlerini denetledi (AP)

İsrail ayrıca, “Dürzi müttefikleri koruma” gerekçesiyle iç çatışmaları körükledi. Oysa İsrail’deki Dürzi vatandaşlar bizzat İsrail hükümetleri tarafından ayrımcılığa maruz kalıyor.
Tel Aviv yönetimi, Şam’ın yeni liderliğini Nusra Cephesi bağlantıları üzerinden karalamaya çalışsa da, geçen yıllarda bizzat İsrail ordusuna bağlı sahra hastaneleri ve Safed, Hayfa, Tel Aviv’deki çeşitli merkezlerin çok sayıda Nusra üyesini tedavi ettiği biliniyor.

Netanyahu’yu kim durdurabilir?

Son günlerde İsrail’de ortaya çıkan bilgiler, ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail’e ve Netanyahu’ya “Suriye politikasındaki yanlışları” nedeniyle sert bir uyarıda bulunduğunu gösteriyor.
Trump’ın, Suudi Arabistan ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın talebi üzerine, Şam’daki yeni yönetimle daha olumlu bir yaklaşım benimsemeye yöneldiği ifade ediliyor.

frgt
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Trump ve Eş-Şara'nın Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasını görüşmek üzere Riyad'da geçen mayıs ayında gerçekleştirdiği toplantıdan bir kare (SPA)

Trump, İsrail’in attığı adımların “yanlış ve mantıksız” olduğunu düşünürken, birçok analist Netanyahu’yu dizginleyebilecek tek gücün Trump yönetimi olduğuna inanıyor.
Ancak bunun sahadaki sonuçlarının görülmesi zaman alabilir. Bu arada şu soru giderek daha sık soruluyor: “İsrail, Suriye ile böyle bir şekilde davranarak bölgesine nasıl bir mesaj veriyor?”


Suriye Dışişleri Bakanlığı SDG'nin, kontrolü altındaki bölgelerde kurtuluş kutlamalarını engellemesine tepki gösterdi

Yerel halkın, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed döneminde eski bir güvenlik merkezi olduğunu söylediği Kamışlı'daki bir kafeterya (Reuters)
Yerel halkın, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed döneminde eski bir güvenlik merkezi olduğunu söylediği Kamışlı'daki bir kafeterya (Reuters)
TT

Suriye Dışişleri Bakanlığı SDG'nin, kontrolü altındaki bölgelerde kurtuluş kutlamalarını engellemesine tepki gösterdi

Yerel halkın, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed döneminde eski bir güvenlik merkezi olduğunu söylediği Kamışlı'daki bir kafeterya (Reuters)
Yerel halkın, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed döneminde eski bir güvenlik merkezi olduğunu söylediği Kamışlı'daki bir kafeterya (Reuters)

Suriye Dışişleri Bakanlığı'nda Amerikan işlerinden sorumlu yetkili Kuteybe İdlibî, Suriyelilerin, Esed rejiminden kurtuluşunun ve devrilmesinin birinci yıl dönümü dolayısıyla kutlamalar yapmasını, kontrolü altındaki bölgelerde engelleyen Suriye Demokratik Güçleri’ne tepki gösterdi.

İdlibi, Suriyelilerin ulusal tarihlerinde önemli bir anı kutlamalarını engelleyen herhangi bir yapının, demokratik olduğunu veya halkı temsil ettiğini güvenilir bir şekilde iddia edemeyeceğini savundu. Meşru sevinç ifadesinden korkan bir yapı, onlar adına konuştuğunu iddia edemez; özgürlük bölünemez.

SDG cumartesi günü yayınladığı genelgeyle, "Saldırganlığı Caydırma " savaşının zaferinin ve Esad rejimi ile ona bağlı güvenlik ve askeri teşkilatının devrilmesinin birinci yıldönümü olan 7 ve 8 Aralık tarihlerinde zaferin yıldönümü dolayısıyla yapılacak toplantı ve kutlamaları yasakladı.

sdfgr
Suriye Demokratik Güçleri'nin, kontrolü altındaki Suriye bölgelerinde halk kutlamalarını yasaklama kararı

Suriye İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Nureddin el-Baba, SDG'nin rejimin devrilmesini anma kutlamalarını iptal etme kararını eleştirdi. Medya açıklamalarında, yasağın SDG'nin Suriye hükümetine karşı oynadığını iddia ettiği rolü, yani DEAŞ ile mücadeleyi yerine getirmedeki başarısızlığını gösterdiğini belirtti. Baba, SDG'nin "ülkenin kuzeydoğusundaki ulusal gruplardan endişe duyduğunu ve bu kutlamanın, adaletsiz yasalarına ve oradaki Suriyelilere yönelik sınırsız uygulamalarına karşı bir isyana dönüşebileceğinden korktuğunu" ifade etti.

Kararı, "İran ve PKK unsurlarının milisler içinde karar alma süreçlerindeki hakimiyetinin göstergesi" olarak nitelendirdi.

Aktivistler tarafından yayınlanan fotoğraflarda, SDG güçlerinin, kutlama yürüyüşlerini engellemek için Suriye'nin kuzeyindeki Rakka meydanlarına orta menzilli silahlar ve keskin nişancılar konuşlandırdığı görülüyor.

Suriye devriminin başlangıcında kurulan "Rakka Sessizce Katlediliyor" hesabı, SDG'nin dün Rakka ilinin batısındaki Tabka kentinde 13 çocuğu gözaltına aldığını bildirdi. Çocukların çoğu 15 yaş ve altındaydı ve gözaltına alma sebebinin şehir duvarlarına SDG karşıtı yazılar yazılması nedeniyle yapıldığı bildirildi. Hesapta, göz altıların SDG tarafından şehrin çeşitli mahallelerinde düzenlenen bir dizi baskınla eş zamanlı olarak yapıldığı belirtildi.

Aynı bağlamda, sosyal medyadaki Suriye hesapları, SDG'nin son saatlerde Suriye Cezire bölgesinin çeşitli yerlerinde, Haseke ve Kamışlı'da "Suriye hükümetine destek verdikleri ve yabancı kuruluşlarla iş yaptıkları" suçlamasıyla 17 kişiyi hedef alarak yaygın gözaltı operasyonları yürüttüğünü ifade etti.


Moskova Esed sonrası Suriye’de kaybetti mi? Rusya’nın Suriye’deki yeni oyun planı nasıl olacak?

Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)
Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)
TT

Moskova Esed sonrası Suriye’de kaybetti mi? Rusya’nın Suriye’deki yeni oyun planı nasıl olacak?

Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)
Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)

Suriye’de 8 Aralık sabahı yaşanan büyük dönüşümün hemen ardından, özellikle Batı’da Rusya’nın son on yılda ülke içinde elde ettiği kazanımları zayıflatacak ağır bir darbeyle karşı karşıya kaldığı yönünde yorumlar hızla çoğaldı. Analizlerde, Rusya’nın doğrudan askeri müdahalesiyle inşa ettiği etki alanının çökmeye başladığı ve bunun Moskova için ciddi sonuçlar doğurabileceği vurgulandı.

Değerlendirmeler; siyasi, askeri ve ekonomik birçok boyutu içerirken, bazı çevreler Rusya’nın Suriye projesinin ‘yenilgiyle sonuçlandığını’ öne sürerek olası etkilerini tartışmaya açtı.

Ekonomik açıdan bakıldığında, Rus yatırımlarının Suriye’de çok büyük bir ağırlığı bulunmuyor. Ülke uzun yıllar Kremlin’in önemli bir müttefiki olsa da hiçbir zaman Moskova için öncelikli bir yatırım merkezi olmadı. Sovyetler Birliği döneminden başlayarak Rusya’nın enerji gibi bazı sektörlerde altyapı katkısı bulunsa da bu yatırımlar sınırlı kaldı.

Siyasi açıdan ise Suriye’deki hızlı gelişmeler, Rusya’nın Ortadoğu’daki müttefikleriyle kurduğu ilişkiler modelinin zayıf noktalarını açığa çıkardı. Bu durum, Rusya'nın müttefiki İran'ın ağır darbeler alması ve Moskova'nın “Onu asla yalnız bırakmayacağız” demesine rağmen Beşşar Esed’den hızla vazgeçmek zorunda kalmasıyla ortaya çıkan kafa karışıklığı ve çaresizlikle sınırlı değil.

sdfvgrt
Hmeymim kasabasında Esed destekçilerine ait hasarlı bir askeri aracın yanında duran Suriye güvenlik güçleri (AFP)

Bu çerçevede Rusya’nın, Suriye projesinin başarısız olduğu değerlendiriliyor. Bu durum, Kremlin’in yıllardır Suriye’deki başarılarını ‘NATO’nun girdiği her yerde başarısız olduğu’ söylemiyle karşılaştırarak övünmesi açısından da ayrı bir önem taşıyor. 8 Aralık 2024 sabahı, Moskova’nın Suriye’ye sunduğu çözüm modelinin tıkandığı ve büyük bir yenilgiyle sonuçlandığı yönündeki kanaat pekişti.

Diğer yandan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani’nin daha sonra yaptığı açıklamalar, Halep sürecinden sonraki askeri çözüm aşamasının en kritik bölümünün, Rusya’nın tarafsızlığını güvence altına almak amacıyla Moskova ile koordineli biçimde yürütüldüğünü ortaya koydu.

Esed'i terk etmek

Ukrayna’daki çatışmaya ağırlık veren ve Suriye’de riskleri azaltmaya yönelik planlarında Beşşar Esed’in oyalamasından defalarca rahatsızlığını dile getiren Moskova’nın, kritik bir anda Esed’i artık ‘yük’ olarak görerek sahneden çekilmesine karar verdiği anlaşılıyor. Bu tercihte, muhalefetin Şam’a ilerleyişi sırasında verdiği ve Dışişleri Bakanı Şeybani’nin açıkladığı ‘Esed’in gitmesinin Rusya’nın Suriye’den çıkması anlamına gelmediği’ yönündeki güvencelerin etkili olduğu belirtiliyor.

Bu durum, Rusya’nın Esed’i hızlı şekilde devre dışı bırakırken ona kişisel güvenceler vermesini, rejim güçlerinden çatışmaya girmemelerini ve silah bırakmalarını istemesini açıklıyor. Aynı zamanda yeni Suriye yönetiminin Rus üslerini ve askerlerini koruma taahhüdünde bulunması, Moskova’nın ilişkileri yeniden düzenlemesine ve kayıplarını asgariye indirmesine zemin hazırladı.

Askeri boyutta ise Rusya, Suriye’deki varlığını güvenceye almak amacıyla hem açık hem de kapalı kanallarda tartışmalar yürütüyor. Tartışmalar, özellikle Hmeymim ve Tartus üslerindeki konumun güçlendirilmesine ve Suriye’deki değişimlerden sonra Rusya’nın askeri merkezine dönüşen Kamışlı Havalimanı üzerindeki etkinliğin pekiştirilmesine odaklanıyor.

Ayrıca Rusya ile Suriye arasında, yeniden devriye faaliyetlerinin başlatılması için çeşitli bölgeler üzerinde yoğun görüşmeler yapıldığı biliniyor. Özellikle güneyde, İsrail’in sınıra yönelik operasyonlarını frenlemek amacıyla Rusya’nın yeniden arabuluculuk rolü üstlenmesi ve iki taraf için karşılıklı güvence mekanizmaları geliştirilmesi hedefleniyor. Bu çabalar, geçmişte Suriye’de uygulanan Rusya-İsrail koordinasyon modelinin yeni koşullara uyarlanmış bir versiyonu olarak değerlendiriliyor.

fgthy
Suriye'nin güneyinde ilerleyen bir Rus devriyesi (Arşiv)

İki ay önce Kamışlı’da Rusya ile Suriye makamlarının koordinasyonunda gerçekleştirilen ortak devriye, Moskova’nın ülkenin kuzeydoğusunda gerginliği azaltmada rol oynayabileceğine işaret etti. Bu adımın, hem Türkiye ile hem de bölgede sınırlı askeri varlığını sürdüren ABD ile uyumlu bir çerçevede gerçekleştiği değerlendiriliyor.

Rusya’nın kuzeydoğu ve güney bölgelerinde üstlenebileceği bu yeni faaliyet alanı, Şam’ın orduyu yeniden yapılandırma ve silahlandırma konusunda yardım talep ettiğine ilişkin yoğun raporlarla birlikte, taraflar arasında ilişkilerin yeniden düzenlenmesine yönelik pratik bir zemin oluşturuyor. Bu süreç, Moskova’nın Akdeniz’deki askeri varlığını korumasını güvence altına almayı hedefliyor. Rus tarafı için özel önem taşıyan bu varlığın kapsamı ve süresine ilişkin önceki anlaşmaların her iki tarafın çıkarlarına uygun biçimde revize edilmesi de gündemde.

Bu genel çerçeve belirginleşirken, Rusya’nın Suriye’de jeopolitik ya da askeri bir yenilgiye uğradığı yönündeki tahminlerin giderek zayıfladığı görülüyor.

Askeri kayıplar ve kazanımlar

Doğrudan askeri kayıplara ilişkin değerlendirmeler, Moskova’nın sahadan ‘hesaba değer’ bir kazançla çıktığını gösteren bir başka boyutu ortaya koyuyor. Resmi veriler ve Suriyeli kaynakların yaptığı bağımsız tespitlere göre, Rusya’nın son on yılda dünyanın en kanlı çatışmalarından birine sahne olan Suriye’deki askeri kayıpları son derece sınırlı kaldı. Çeşitli tahminler, toplam kaybın birkaç yüz asker ile onlarca tank, zırhlı araç ve bazı helikopterlerle sınırlı olduğunu ortaya koyuyor. Moskova, geleneksel olarak bu tür kayıpları resmen açıklamasa da, Rusya’daki bazı sivil kurumlar ve muhalif çevreler tarafından yayımlanan veriler de kayıpların büyük boyutlara ulaşmadığını doğruluyor. Kıyaslamak gerekirse, yalnızca 5 gün süren 2008 Gürcistan Savaşı, Rusya için çok daha ağır teçhizat kayıplarıyla sonuçlanmıştı. Yıllar önce yayımlanan bir rapor, kesin Rus zaferiyle sonuçlanan o savaşta dahi Rus ordusunun ciddi sürprizlerle karşılaştığını aktarıyordu. Rapora göre, nispeten eski bir Gürcü hava savunma sistemi, merkezi bir savunma ağı bulunmamasına rağmen, dokuz modern Su-25 savaş uçağını düşürmeyi başarmıştı. Bu durum, Rus pilotlarının yetersiz eğitimine ve bakım-hazırlık süreçlerindeki aksaklıklara işaret ediyordu. Zafiyetler bununla da sınırlı kalmadı. Gürcü güçleri bir Rus tank konvoyuna da zarar verebildi; bu ise istihbarat kapasitesindeki eksikliklerin altını çizdi. Genel olarak savaş, operasyon yönetimi, silah sistemlerinin performansı ve genel askeri etkinlik bakımından ciddi açıklar ortaya koymuş, Rusya’nın devasa savunma bütçeleri düşünüldüğünde büyük bir şok etkisi yaratmıştı.

Suriye tecrübe sahası

Suriye savaşı, Rus ordusunun sahadaki kapasitesini ilk kez bu denli kapsamlı ve doğrudan test etme imkânı sundu. Bu noktada, ordunun modernizasyon programını yöneten eski Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun 2018’de yaptığı açıklama dikkat çekiciydi. Şoygu, Suriye’deki doğrudan müdahalenin başlamasından üç yıl sonra ve aktif operasyonların büyük ölçüde tamamlanmasının ardından, Rusya’nın savaş boyunca 350’den fazla modern silah sistemini sahada test ettiğini duyurdu. Ayrıca Suriye operasyonu sayesinde saldırı helikopterlerinin silahlandırılması, erken uyarı sistemleri ve radarlar dâhil birçok alanda kritik hataların giderildiğini vurguladı.

sdfrgt
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 12 Aralık 2017'de Suriye'deki Hmeymim Hava Üssü’nü ziyaret etti. (Getty Images)

Hava-hava silahlarının geliştirilmesine ilişkin değerlendirmesinde ise Şoygu, özellikle helikopter ve diğer hava unsurlarının korunması için, menzili kara konuşlu savunma sistemlerini aşan yeni mühimmata ihtiyaç duyduklarını belirtti. Şoygu, “Bugün elimizde bu tür silahlar var; bu, tamamen Suriye operasyonu sayesinde mümkün oldu” dedi. Benzer şekilde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de birçok kez, gerçek çatışma koşullarında yapılan bu testlerin, Rusya’ya tatbikat alanlarında sağlanamayacak ölçekte benzersiz bir deneyim kazandırdığını ifade etti. Temmuz 2020’de Rusya’nın RIA Novosti haber ajansı tarafından yayımlanan kapsamlı bir rapor da bu değerlendirmeleri doğruladı. Rapora göre Moskova, Suriye’de ilk kez Kalibr tipi denizden fırlatılan seyir füzelerinin gerçek operasyonel kullanımını gerçekleştirdi. Şarku’l Avsat’ın RIA Novosti’den aktardığına göre o tarihten itibaren Rus donanması -denizaltılar dahil- seyir füzelerini düzenli olarak kullandı. Bu deneyimler, Suriye’nin Rusya için yalnızca bir dış politika müdahalesi değil, aynı zamanda ordunun modernizasyonu ve silah teknolojilerinin gerçek savaş ortamında doğrulanması açısından da stratejik bir laboratuvar işlevi gördüğünü ortaya koyuyor.

Rus haber ajansları, Rus Hava-Uzay Kuvvetleri envanterindeki neredeyse tüm uçak türlerinin Suriye savaşında görev aldığını bildirdi. Rusya, eski nesil taktik bombardıman uçakları ile taarruz helikopterlerinin yanı sıra, stratejik bombardıman uçaklarının kabiliyetlerini de sahada ilk kez bu ölçekte test etti.

Ayrıca Suriye, Rus ordusunun İsrail lisansı altında üretilen insansız hava araçlarını (İHA) geniş çapta kullandığı ilk savaş alanı oldu. Bu İHA’lar hem bombardıman görevlerinde, hem füze isabetlerinin tespitinde, hem de topçu atışlarının yönlendirilmesinde kritik rol oynadı.

Modern tank modelleri ile daha önce gerçek savaşta test edilmemiş olan Pantsir ve İskender tipi füze sistemleri de ilk kez Suriye’de kapsamlı biçimde denenmiş oldu. Moskova, bu sistemlerin bazı versiyonlarını Kaliningrad’da Avrupa sınırına yakın konuşlandırmış olsa da, fiilen savaş koşullarında kullanılmaları Suriye’de gerçekleşti.

Uzmanlar, Rusya’nın Suriye’deki askeri katılımının, ülkenin savunma sanayiini, üretim kapasitesini ve ordunun genel savaş hazırlığını yeniden inşa etmede belirleyici rol oynadığını belirtiyor. Bu tecrübenin, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’da başlattığı operasyon için önceki dönemlere kıyasla çok daha yüksek hazırlık seviyesine ulaşmasında etkili olduğu değerlendiriliyor.