Hasan Fahs
Tahran ile Tel Aviv arasındaki açık jeostratejik çatışmada iki taraf, birbirlerini kuşatmak ve gerilim ve bekleyiş halini sürdürmek için son kırk yıl boyunca mevcut ve mümkün tüm seviyeleri ve araçları kullandı. Çünkü iki taraf da herhangi birinin diğerine üstünlüğünün kendisinin bölgedeki projesinin sonu anlamına geldiğini ve böylece diğer tarafın nüfuz ve bölgesel rol denklemlerinin çizilmesi ve uluslararası denklemdeki konumunun güçlendirilmesinde ana ortak ve dayanak rolü oynayabilecek taraf olacağını gayet iyi biliyor.
Bu çatışmanın yüzleri ve araçları arasında olan istihbarat savaşı, çatışmanın en belirgin özelliklerinden biriydi. Nitekim bu savaşın hedeflerinin alanı, iki ülke dışına kadar genişledi ve dünyanın herhangi bir noktasında mümkün bir saldırı yöneltmek için her fırsattan istifade edildi. Bu bağlamda Arjantin’de Buenos Aires’teki Yahudi sinagogunda gerçekleşen bombalı saldırı üzerinde durabiliriz. Başkent Tahran’ın kalbinde nükleer bilimci Muhsin Fahrizade’ye yönelik suikast, bu saldırıların sonuncusu olarak görülebilir. Bu iki operasyon arasında ve sonrasında casusluk ve iki ülkede de ajan yerleştirme faaliyetleri yürütüldü. Operasyonların ucu Suriye ve Irak’taki Devrim Muhafızları’nın üsleri ile nükleer ve askerî tesislerin hedef alınmasına kadar varıyor. Irak Kürdistan bölgesinin merkezi olan Erbil’deki noktaların vurulması karşısında Tahran, bu noktaların, İsrailli Mossad’ın İran içindeki güvenlik operasyonlarını yönetmek için kurduğu karargâhlar olduğunu söyledi.
Jeopolitik boyutlar ve jeostratejik hedeflere sahip bu çatışmanın yönlerinden biri de Kürt sorunudur. Bu mesele, Ekim 2017’de bölge liderliği tarafından gerçekleştirilen ayrılma ya da bağımsızlık referandumunda tezahür etti. Bu referandum, Tel Aviv tarafından bariz ve doğrudan olarak desteklenmişti. Çünkü bu referandum, İran rejimi için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Rejim bu referandumu, jeopolitik sınırları yeniden çizen bir aşama oluşturmak suretiyle egemenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eden stratejik bir tehlike olarak görüyor. Üstelik Kürt-İran güçlerinin bağımsız Irak bölgesine katılma talebi için harekete geçmesine katkıda bulunmasından ötürü sadece İran için bir tehdit de değil. Bu tehdit, aynı zamanda hem Türkiye hem de Suriye’ye dönebilir ve Büyük Kürdistan devletinin kurulmasının yolunu açabilir.
Buna karşılık Tahran ve rejimi, kendisine bağlı ve müttefik güçler ve gruplarla İsrail’i kuşatmak ve bu grupları İsrail’e ve onun güvenlik istikrarına doğrudan bir tehdit kaynağı olarak kullanmak suretiyle, kendi jeostratejik denklemini dayatmak için Arap coğrafyasından faydalandı. Gerek Lübnan gerek Gazze Şeridi ile Batı Şeria’yı bu uğurda kullandı ve Suriye’yi, Filistin sınırları yakınında gelişmiş bir üs haline getirdi. Sonra bunlara Yemen de katıldı; Yemen, Bab el-Mendeb’deki uluslararası su yolunun kontrolünü ele geçirerek İsrail’e yönelik İran kuşatma halkasını tamamladı.
Tahran, tehlikeyi ve İsrail tehdidini kendi sınırlarından ve iç güvenliğinden uzak tutmayı hedefleyen bir güvenlik duvarı inşa etmek için tüm askerî, siyasi, ideolojik ve mezhepsel yeteneklerine yatırım yapsa da Kürt-Irak krizinde varoluşsal bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı. Bu ise onu, Irak’ın egemenliğine ilişkin tüm yasak ve normları kaldırmaya sevk etti. Eski Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani önderliğinde Kürtlerin bağımsızlık çabalarını önlemek ve Türkiye ve federal Bağdat hükümeti ile iş birliği içerisinde bölgeye ekonomik bir abluka uygulamak için doğrudan ve açıktan müdahale etmekten çekinmedi.
İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Krallığı arasında bir barış anlaşmasının imzalandığı duyurulduktan sonra İran’ın endişesi arttı ve rejim, gerçek İsrail tehlikesinin yaklaştığı duygusuna kapıldı. Bunun üzerine iki ülke liderliğine karşı yüksek tavanlı tehdit dilini benimsemesine neden olan bu anlaşmayı kendi güvenliğine doğrudan bir tehdit olarak algıladı.
İran rejimi, aynı zamanda Körfez’in kaygıları ve rejimin siyasi, askerî ve nükleer hırslarına ilişkin endişe kaynaklarını gideren tavizler karşılığında bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için Abu Dabi ile anlaşmalar yapma yoluna girdi. Özellikle de İsrail, coğrafi kordonu aşmayı ve Lübnan, Suriye, Filistin ve Irak’ta yaptığı ve yapmaya devam ettiği gibi hareket ve faaliyet özgürlüğüne sahip olamadan İran’ın doğrudan sınırlarına yaklaşmayı başarmışken.
Hiç şüphe yok ki İran rejiminin İsrail stratejisine, özellikle de Tel Aviv’in İran sınırları yakınında ve onun doğrudan ve en yakın jeopolitik çevresinde siyaset, güvenlik ve istihbarat üsleri kurma çabalarına karşı ödediği bedeller, dahili ve uluslararası planda büyük ve karmaşık bedellerdi. Birden fazla cepheye ve yöne dağıtılmış, tüm olasılıklara ve düzeylere açık olarak farklı biçimler alan İsrail adımları arasından herhangi bir gelişme ya da yeni bir adımla başa çıkmak üzere daima hazır bulunmak için büyük enerjiler tüketti.
İran rejimi, kendisine bağlı ya da müttefik güçlerin, grupların ve partilerin gerçekleştirdiği hareket ve Filistin ile Gazze Şeridi’ni ateşleyen “sahaların birliği” stratejisinin uygulanması üzerinden başvurduğu son gerilimi tırmandırma yoluyla Suriye’ye doğru genişledi. Lübnan’ı bir füze fırlatma sahası ve platformu haline getirdi ve İsrail’in siyasi, güvenlik ve askerî düzeylerini karıştırmayı başardı. Bunun üzerine İsrail, Azerbaycan üzerinden yeni bir seçeneğe yöneldi. Azerbaycan; İran ile ittifak halinde olan komşusu Ermenistan’la yaşadığı krizinden başlayarak ulusal ve tarihî arka plandaki çeşitli ve pek çok sebepten ötürü birçok gerilimle dolu istikrarsız bir kanat oluşturuyor. Üstelik Bakü, “Türk dünyasının ya da Türkçe konuşan veya Türk kökenli ülkelerin birliği” projesi çerçevesinde kilit bir rol oynamaya çabalıyor. Ortadoğulu rollerdeki kalabalıklığı, oyuncu ve etki sahiplerinin çokluğunu ve bölge denklemlerinde gelişmiş bir alan elde etmenin zorluğunu telafi etmek üzere uluslararası denklemlerde etkin bir ortak olmak için bu vizyona öncülük edip gerçekleşmesini arzulayan Ankara ise bu konuda ona izin veriyor.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.