Kissinger: Ortadoğu’daki değişimlerin oyun kurucusu

Henry Kissinger, Başkan Nixon’ın Güvenlik İşleri Özel Danışmanı, yanında ABD Temsilcisi William J. Porter ve Güney Vietnamlı baş müzakereci Pham Dang Lam, 26 Kasım 1972’de Orly Havalimanında (AFP)
Henry Kissinger, Başkan Nixon’ın Güvenlik İşleri Özel Danışmanı, yanında ABD Temsilcisi William J. Porter ve Güney Vietnamlı baş müzakereci Pham Dang Lam, 26 Kasım 1972’de Orly Havalimanında (AFP)
TT

Kissinger: Ortadoğu’daki değişimlerin oyun kurucusu

Henry Kissinger, Başkan Nixon’ın Güvenlik İşleri Özel Danışmanı, yanında ABD Temsilcisi William J. Porter ve Güney Vietnamlı baş müzakereci Pham Dang Lam, 26 Kasım 1972’de Orly Havalimanında (AFP)
Henry Kissinger, Başkan Nixon’ın Güvenlik İşleri Özel Danışmanı, yanında ABD Temsilcisi William J. Porter ve Güney Vietnamlı baş müzakereci Pham Dang Lam, 26 Kasım 1972’de Orly Havalimanında (AFP)

Londra merkezli Al-Majalla dergisi, eski yazı işleri müdürü Abdurrahman er-Raşid’in eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile 1992’de New York’ta yaptığı özel röportajı Kissinger’ın 100. doğum günü vesilesiyle yeniden yayınladı. İşte 31 yıl önce yayınlanan röportaj:

Belki de sohbete sondan başlamak daha uygun. Dr. Kissinger, röportajın sonlanmasının ardından “Orada neden hep beni suçluyorlar? Yani Arap dünyasında, birçok konuda?” diye sordu. Sebebin, yetmişlerdeki olayların ve Sedat ile ilişkisi hakkında söylenenlerin bir sonucu olabileceğini söyledim. Şu yanıtı verdi; “Ama Sedat’ın 1973’te savaşını başlatmasını hiç beklemiyordum. Benim için büyük bir sürpriz oldu. Davaya nasıl taraf olabilirim?”

Kissinger’ın Arap bölgesi ile hem nefret hem de saygı dolu ilişkisi, başlangıçta Yahudiliğinden dolayı ondan şüphelenmeye dayanmakta ve birçok sonucu komplo teorisine göre açıklamaktadır. Ancak bununla birlikte birçok Arap politikacı, onun çok zor koşullarda siyasi mucizeler gerçekleştirme konusundaki inanılmaz yeteneğini kabul ediyor. Kendisi “Her krizin rahminde, normal zamanlarda bulunmayabilecek bir çözüm fırsatı vardır” şeklindeki ünlü önermenin sahibi ve büyük sorunları çözmek için ‘adım adım’ diplomasisinin mucidi.

İşin garip tarafı bu emektar diplomat, hükümet başkanlarıyla arasındaki mesafeye rağmen dinamizmini kaybetmemiş. Onunla New York’ta Park Avenue caddesindeki bir gökdelenin 26. katındaki ofisinde görüştüm. Venezuela’daki tehlikeli olaylarla ilgili bir raporla uğraşıyordu. Saniyeler içinde ofisinde git gel yapan endişeli bir ayı gibiydi. Venezuela’ya acil bir gezi ayarlamaya çalışıyordu. “Affedersiniz, durum ciddileşebilir, lütfen bekleyecek kadar sabırlı olun” dedi ve ofisinde dönmeye devam etti. Kişisel ofisinin içine, dünya liderleriyle çekilmiş düzinelerce kişisel fotoğrafı yayıldı, Enver Sedat ile tek başına çekildiği özel bir fotoğraf da dahil. Kral Hüseyin, eski Başkan Richard Nixon ve diğer eski ABD başkanlarıyla başka fotoğraflar da vardı. Hatta ‘Nasihatınız için teşekkürler’ başlığı altında, şu anki ABD Başkan Yardımcısı Dan Quayle’in bir profil fotoğrafı da var. Kissinger’ın Quayle ile pek fazla övündüğünü sanmıyorum.

Kissinger, Harvard Üniversitesi’nde hukuk profesörü, uluslararası ilişkiler profesörü ve siyaset bilimi teorisyeni.

Kissinger, Vietnam’da ateşkesi sağladı ve bu sayede Güneydoğu Asya’nın geri kalanındaki komünist dalgayı durdurdu. Ayrıca Çin’e açılım yaparak ve oradaki Komünist Parti ile alışılmadık bir ilişki kurarak herkesi şaşırttı. Leonid Brejnev yönetimindeki Sovyetler Birliği ile silah kontrolü anlaşmalarının temellerini atan oydu. Sovyetlerin oradan kovulmasıyla sona eren, Sedat’ın Mısır’ıyla ilişkinin yanı sıra Arap ve İsrail tarafları arasındaki ateşkes anlaşmalarında birinci role sahiptir.

Kissinger’a, Stephen E. Ambrose’un ‘Nixon: Ruin and Recovery 1973-1990’ üzerine yayınlanan üçüncü kitabında bahsettikleri ve kendisi için bahsedilenler hakkında bir soru sordum. Memnuniyetsizliğini dile getirdi ve kaynaklarını ikincil olarak nitelendirdi. “Benim için yazdıkları hakkında fikrimi sormak için beni aramadığını hayal edin?” ‘Ama eski devlet bakanları neden tekrar işlerinin başına dönmüyor?’ sorusuna ise, “Bir bakanın göreve iade edildiği ender durumlar vardır. Bu, ABD usulüdür” dedi.

Kissinger ile yapılan röportaj

-İlk Arap-İsrail görüşmeleri 1973’te başladı. Şimdi, 19 yıl sonra, bu tehlikeli çatışmaya nihai bir çözümün mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?

Bir çözüme ulaşmak, arzu edilen bir şey. Her zaman ‘adım adım’ politikasının en iyi yöntem olduğunu hissettim. Hala tüm sorunları tek bir müzakerede çözmenin uygulanmasının zor olduğunu düşünüyorum. Elinden geleni yapmalı, çok sayıda konuya saplanıp kalmamalı.

-Ancak 1973 savaşının ardından ortaya koyduğunuz ‘ayrılma’ görüşmelerinden sonra böyle bir barışı sağlamak için tarihi bir fırsatı kaçırdığınızı düşünmüyor musunuz? İsrail, ABD yardımı olmadan askeri yenilgi olasılığının farkında. Arap tarafı, geri çekilmek için müzakere ilkesini kabul etti. Neden önceliklerinizi Mısır’la diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmek ve İsrail’i askeri olarak desteklemekle sınırladınız?

Öncelikle, bu tamamen yanlış. Çünkü İsrail yenilgiyle değil, kuşatılmış Mısır ordusuyla karşı karşıyaydı. Biz ateşkesi başlattığımızda İsrailliler askeri olarak güçleniyordu. İkinci olarak ayrılma, iki cephede gerçekleşti: Birincisi, Mısırlıların topraklarının önemli bir bölümünü geri aldıkları Sina Yarımadası’ndaydı. İkincisi Suriye ile oldu ve bugün hala sabit. Bu görüşmeler, Mısır ile İsrail arasında müteakip barış görüşmelerinin temelini oluşturdu.

-Özellikle de böyle bir çözüm, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında Irak kuvvetlerinin tarafsızlaştırılmasının ardından Filistin sorununun çözümü, Ortadoğu’daki ana sorunların sonu anlamına mı gelecek?

Filistin sorununun çözülmesinin bölgedeki diğer sorunların çözümüne yönelik büyük bir adım olacağına inanıyorum.

-Bağdat’taki alternatif yönetime ilişkin geleceğin belirsizliği göz önüne alındığında, Körfez bölgesinin yeni haritasını nasıl tasavvur ediyorsunuz?

Tarihsel olarak Irak, özellikle Körfez’deki İran hegemonyası karşısında güç dengesinde önemli bir unsurdur. Dolayısıyla Irak’ın gücünün zayıflamasının İran’ın lehine olması doğal. Körfez’deki durumun gerçeği bu. Çünkü ABD hükümeti açısından, geçmişte dost Körfez ülkelerinin hükümetlerini desteklemiştir ve gelecekte de destekleyecektir. Hiç şüphesiz Körfez Savaşı oradaki güç dengesini bozmuştur.

-Bu, Körfez bölgesinde İran hegemonyasına tanık olduğumuz anlamına mı geliyor?

Tam şu anda İran, Irak karşısında güçlendi. Tıpkı iki yıl önce Irak’ın İran karşısında daha fazla güç kazanması gibi. Bu değişken bir durum, ancak Saddam Hüseyin yönetimde olduğu sürece Irak’ın gücü sürekli olarak zayıflıyor.

-Peki ya Kürtlerin durumu, özellikle de 1970’lerde bu durumun düzenlenmesinde sizin de rolünüz varken? Hem Irak’ta hem de İran’da değişen durum çerçevesinde Kürtlerin kendi devletlerini kurma fırsatı olduğunu düşünüyor musunuz?

Öncelikle, her şeyden önce, 1970’lerde Kürtlerin durumunun düzenlenmesinde benim rolüm olduğunu söylediğinizde, bunun doğru olmadığını söyleyeceğim. 1975’te İran’ın Kürtlere yardım etme çabasını desteklememiz istendi ve o yıl Kongre yardım sağlamayı reddetti. Mali yardımlar, tahmini Kongre’nin onaylamasını beklemediğimiz yaklaşık 300 milyon dolardı. Bağımsız Kürdistan devletinin kurulması ise sadece Irak’ı ilgilendirmiyor, İran’ın yanı sıra Suriye ve Türkiye’yi de etkiliyor. Ancak ben şahsen Kürtlerin insan haklarının sağlanması gerektiğine inanıyorum.

-Özellikle müzakere masasından çekilmesi ve Filistinlilerin örgüt dışından kişilerce temsil edilmesinin ardından Filistin Kurtuluş Örgütü’nün geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Ben örgütün içişleri konusunda uzman değilim. Ancak Yaser Arafat, geçmişte olağan dışı durumlardan bizzat sağ çıkmayı başardı ve bu krizi tekrar atlatmasını bekliyorum.

-Türkiye ve İran, bir zamanlar güney Sovyet kuşağının bir parçası olan bazı İslam topraklarını miras almak için yarışıyor. Uluslararası koşullar, Türkiye ve İran gibi iki bölgesel gücün coğrafi olarak genişlemesine veya en azından o bölge üzerindeki etkilerinin artmasına izin verecek mi?

Orta Asya’yı üçgen bir çekişme noktası olarak görüyorum. Tarihsel olarak, köktenci nedenlerle Rusya ve İran, etnik nedenlerle Türkiye vardır. Kazakistan bölgesinde Pakistan ve bir dereceye kadar Çin gibi başka oyuncular da var. ABD’nin rolü, coğrafi uzaklık nedeniyle asgari düzeyde olacaktır. Ama İran ve Türkiye’nin etkisinin artacağını ve uluslararası iklimin bunu kabul edeceğini düşünüyorum. Ancak iki devlet veya biri, etkili bir şekilde toprakları ilhak ve kontrol etmeye çalışırsa Rusya, güçlükler ve tehlikeli bir durum yaratacak bir meseleyle karşı karşıya kalacak.

-Bölgedeki bazı ülkelerde İslami köktendinci hareketlerin iktidarı ele geçirmesi karşısında Batı’nın tutumu nasıl olacak?

Ne gibi?

-Neredeyse Cezayir’de olanlar gibi.

Batı, bu tür hükümetlerle uğraşmamayı tercih ediyor. Ama sonunda onlarla uğraşmayı bir gerçeklik olarak kabul ediyor.

-Bölge, Libya ile ABD arasında başka bir askeri çatışma yaşayacak mı?

Askeri çatışmadan ne kastettiğinize bağlı. Libya hükümetinin terör operasyonlarına karıştığının kanıtlanması durumunda ABD hükümetinin bu konuda tavır alması doğal. ABD’nin bedel ödemeden Libya ile askeri bir çatışma başlatacağını düşünmüyorum.

-Ancak ekonomik abluka yoluyla ABD hükümeti, istediğini elde etmeyi başaramazsa bundan sonra ne olacak?

Bu, zor bir soru. Bir ülkenin 290 vatandaşınızın katledilmesinden sorumlu olduğunu bildiğiniz halde, özellikle de olaydan sorumlu olan iki kişinin cezalandırılmadığını da bildiğiniz halde bu durumu kabullenmek çok zor.

-Ancak ABD, geçmişte Latin Amerika’da veya Ortadoğu’da hükümetler veya kuruluşlar tarafından kendisine karşı gerçekleştirilen terör operasyonlarına daha önce müsamaha göstermişti. Lockerbie davası, önceki terör operasyonlarına kıyasla neden hayati ve önemli hale geldi?

ABD hükümetinin geçmişte bu kadar çok kurbanı olan bir operasyonla karşılaştığını hatırlamıyorum. Operasyonu kimin ve nasıl yaptığına dair bilgisi de vardı. Ayrıca 1983 veya 1984’te Beyrut’taki ‘Deniz Piyadeleri’ üssünün bombalanması ve yaklaşık 250 kişinin hayatını kaybetmesinden bu yana, ABD’ye yönelik bu tür operasyonların arkasında bulunanların cezalandırılması yönünde bir kararlılık söz konusudur.

-Panama’nın güçlü hükümdarı Noriega’nın tutuklanması ve yargılanması, Kuveyt’i işgalinden sonra Saddam Hüseyin’in cezalandırılması, Kaddafi’ye karşı askeri harekât tehdidi, bunlar yeni dünya düzeni zincirinin halkaları mı? O halde yarının küçük devletlerini bugün dünyada kalan tek süper gücün kötüye kullanılma olasılıklarından kim koruyacak?

Bence her vakayı ayrı ayrı ele almak gerekiyor. Saddam Hüseyin, küçük bir ülkeye karşı saldırganlığa dahil oldu. ABD’nin tepkisi, on yıl içinde birçok savaş başlatan ve uluslararası dengeleri tehdit eden bir kişiye karşıydı. Başkan George Bush, son dönemde Saddam’la olan dostane ilişkisi nedeniyle eleştirildi. Libya’ya gelince, ABD’ye yönelik terör operasyonlarını desteklediğini ve hoş görülemeyecek siyasi pozisyonlar aldığını bir kez daha belirtmek isterim. Noriega hakkında ise, mahkeme karar verene kadar davası hakkında yorum yapmamayı tercih ediyorum. Bu bizim tarafımızdan küçük ülkelere hükmetme girişimi değildir.

-Peki ‘ABD’nin tek büyük ulus olarak kalması gerektiğini beyan eden’ Pentagon Belgesi’ni nasıl yorumluyorsunuz? Bunu, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra yeni bir ABD rolünün gerçek bir beyanı olarak görüyor musunuz?

Asla. Ama bence ‘Pentagon Belgesi’, çok sayıda ve ciddi şekilde talep edilen hedefleri duyurdu. Örneğin, nükleer silahların yayılmasının önlenmesini ele alalım. Her halükârda, ABD’nin sırf atom programı olduğundan şüpheleniyoruz diye her ülkeye gidip saldırma hakkının olduğuna inanmıyorum. Atom silahlarının yayılmasını azaltmak için siyasi baskı da dahil olmak üzere diplomasinin kullanılmasını tercih ederim. Böyle bir sorunu çözmek için güç kullanılmasına karşıyım.

-Ancak ‘Pentagon Belgesi’, Dışişleri Bakanı James Baker’ın güvencelerine rağmen birçok Avrupalıyı korkuttu. Bu, örneğin Avrupa’daki dünün müttefiklerinin yarının düşmanları olabileceği anlamına mı geliyor?

Hayır. ABD’nin Avrupalı ​​müttefikleri bu nedenle düşman olamazlar. Evet, politikasını eleştirecekler, bu mümkün ve belirli konularda. ABD’deki politikamız, tüm ayrıntılar üzerinde anlaşma ihtiyacına değil, açık temel hedeflere dayanmaktadır. Atlantik ilişkilerinde kapsamlı bir anlayışı sürdürmek için isteklilik var. Ancak yine de bazı konularda anlaşmazlıklar olacaktır.

-Eski Başkan Nixon, ekonomik nedenlerle Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in düşmesine izin verme riskini almama konusunda uyardı. Chiang Kai-shek döneminde Komünistlerin lehine düştüğünde, Çin’in durumunun tekrarlanma olasılığına gerçekten tanık olur muyuz?

Hayır. ABD, Çin’i kaybetmedi. O zamanlarda ABD’nin büyük bir askeri savaş başlatmak dışında Komünistlerin iktidarı almasını engellemek için yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bu bile başarılı olamazdı. Yeltsin’e gelince, ona sınırlı bir şekilde yardımcı olabiliriz. Ancak başarısına veya başarısızlığına büyük ölçüde karar veremeyeceğiz. Belirleyici siyasi kararları bizzat kendisi almalıdır.

Henry Kissinger (solda), 12 Kasım 1972’de Vietnam Savaşı’nı sona erdirmek için yapılan müzakereler sırasında (AFP)
Henry Kissinger (solda), 12 Kasım 1972’de Vietnam Savaşı’nı sona erdirmek için yapılan müzakereler sırasında (AFP)

-ABD’nin atom silahlarının yayılması konusundaki endişesinden bahsettim. Hindistan otuz yıl önce atom testlerini yapabildiğinden beri, atom silahlarını üretebilecek başka üçüncü dünya ülkeleri olduğu biliniyor. Mevcut uluslararası anlaşmaların artık atom silahı arayan bu tür ülkelerin emellerini yerine getirmediğini düşünüyor musunuz?

Yaklaşık iki yıl içinde Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması, atom enerjisinin veya atom malzemelerinin askeri amaçlara dönüştürülmesi olasılığını sınırlamak için uluslararası bir anlaşmaya varma çabalarının konusu haline gelecek. Ancak teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, atom silahlarının üretiminin her yerde mümkün olduğunu hissediyorum.

-Sovyetler Birliği’nde solun düşüşüne tanık olduğumuz aynı yıl ABD’de sağın kaybedeceğini tasavvur edebiliyor musunuz?

Amerikan sağı ve solu, Rusya’daki sol ve sağla kıyaslanamaz. ABD’deki Cumhuriyetçi Parti, ülkeyi 24 yılın 20 yılında yönetti. Dolayısıyla bu durumda parti değişikliği için seçim yapılması olası bir ihtimal haline geliyor. Ancak kişisel önsezim, özellikle ekonomik durum düzeldiğinde Bush’un yeniden seçileceği yönünde. Demokratların 1992’de 1972’de olduğundan çok daha fazla sağda olduğunu unutmamalısınız. Bu nedenle Demokrat Parti’yi solcu olarak nitelendirmek zordur.

-Cumhuriyetçi aday Buchanan’ın yaptığı ve yurt içinde memnuniyetle karşılanan bir çağrı olan dış yardımı azaltma çağrısının tırmanmasıyla ABD’nin yurtdışındaki konumu ne olacak? Özellikle etkiniz kısmen böyle bir yardıma bağlı olduğundan, bunun ABD’in konumunu zayıflatabileceğini düşünüyor musunuz?

Amerikan sağında ve solunda büyüyen bir izolasyon arzusu var. ABD’nin dünyadaki konumu, marjinal olarak dış yardıma bağlıdır. Yardım programı gerçekten çelişkili. Amerikalıların izolasyon arzusuna gelince, bu her iki tarafta da (Demokrat ve Cumhuriyetçi) var olan ve büyüyen bir olgudur.

ku

-Bush yönetiminin İsrail’e kredi garantisi vermeyi reddetmesini nasıl açıklarsınız? Bu adım iki taraf arasındaki siyasi ilişkide yeni bir yaklaşımı mı temsil ediyor?

Bush yönetimi, Arap ve İsrail tarafları arasındaki güvenilirliğini teyit etmeye çalışıyor.

-Örneğin Amerikan baskısı, İsrail seçimlerini ve Likud’un dışlanmasını etkileyecek mi?

İsrail’de her zaman bir koalisyon hükümeti olduğunu görürsünüz ve bu nedenle büyük bir değişiklik göremezsiniz. Yaklaşan seçimlerin sonucunun İşçi Partisi ve Likud’dan oluşan bir koalisyon hükümeti getirmesini ve başbakanın seçimlerde iki partiden en büyük payı alacak tarafa bağlı olmasını bekliyorum. Ayrıca İsrail’in pozisyonunda kademeli bir değişiklik bekliyorum.

-Bu durum, Ortadoğu’daki müzakereleri nasıl etkileyecek?

Tahminimce en az iki yıl içinde Filistin konusunda anlaşmaya varılır.

-Ürdün ve Suriye’nin müzakere pozisyonları ne olacak?

Kral Hüseyin ile dostluğuma her zaman değer verdim ve Başkan Hafız Esed’e çok saygı duyuyorum. Bir anlaşmaya varılmasını umuyorum. Burada 1974’te Suriye ile varılan bir anlaşma olduğunu ve bunun hala geçerli olduğunu birçok kişinin unuttuğunu söylemek isterim. Bu anlaşmaya bugüne kadar riayet edildiği konusunda herkes hemfikirdir.

  



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.