İran ve Afganistan su anlaşmazlığı nedeniyle savaşın eşiğinde

Reisi, Helmend Nehri sınırının kuruması nedeniyle Taliban’ı tehdit etti, ancak Hareket tarafından alay konusu oldu

Görsel: Independent Arabia
Görsel: Independent Arabia
TT

İran ve Afganistan su anlaşmazlığı nedeniyle savaşın eşiğinde

Görsel: Independent Arabia
Görsel: Independent Arabia

İran ve Afganistan arasındaki su krizi kökleri onlarca yıl öncesine dayanmasına rağmen, son zamanlarda ülkeler arasındaki gerilim, sözlü tartışmalar ve buna eşlik eden saha çatışmalarıyla yeniden ortaya çıktı.

İran ve Afganistan, Helmend Nehri'nin kaynaklarından yararlanma konusundaki anlaşmazlık nedeniyle savaşın eşiğine geldi.

Helmend Nehri, Afganistan'ın dağlarından doğar, ülkenin sınırındaki birkaç eyaletten geçerek İran topraklarına girer ve İran'ın güneydoğusundaki Hâmun Gölü'ne dökülüyor.

Helmend, yaklaşık bin 150 kilometre uzunluğunda olup Fırat ve Sind Nehirleri arasında yer alan en büyük Asya nehirlerinden biri.

Yıllar boyunca Afganistan ve İran'ın farklı bölgelerinde tarım ve içme suyu kaynağı oldu.

Ancak, özellikle barajların nehri etkileyen kalkınma ve endüstri projelerinin başlatılmasıyla birlikte, iki ülke arasında anlaşmazlığa yol açan bir mesele haline geldi.

Bu projeler, nehrin su seviyesini etkileyerek nehrin rotasını değiştiriyor ve anlaşmazlıklara neden oluyor.

Son zamanlarda, İran'ın Belucistan bölgesi su kıtlığı kriziyle karşı karşıya kaldı. Nehrin kuruması, Helmend Nehri'nin döküldüğü Hâmun Gölü'nün kuruması tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden oldu.

İran halkı protesto gösterilerinde, İran yetkililerinden, Taliban'a karşı tutumlarını alarak İran'ın su payının ülkenin topraklarına ulaşmasını sağlamalarını talep etti.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Taliban'ı tehdit ederek, "Afganistan yöneticilerine, taleplerimizi normal bir şekilde ele almamalarını söylüyorum. Bizimle ciddi bir şekilde iletişime geçmeleri gerekiyor. Afganistan'daki yetkililer ve yöneticileri Sistan ve Belucistan bölgesindeki vatandaşların taleplerini hızla karşılamaları konusunda uyarıyorum" dedi.
 

Helmend Nehri, Afganistan'ın dağlarından doğar ve Afganistan'ın sınırındaki birkaç eyaletten geçerek İran topraklarına girer / Fotoğraf İran Haber Ajansı
Helmend Nehri, Afganistan'ın dağlarından doğar ve Afganistan'ın sınırındaki birkaç eyaletten geçerek İran topraklarına girer / Fotoğraf İran Haber Ajansı

 

Afganistan, Reisi’nin tehditlerini aşağılayıcı ve küçümseyici bir şekilde karşıladı. Hızlı ve İran'a karşı olumsuz bir şekilde algılanabilecek bir üslupla yanıt verildi.

Taliban hükümetinin açıklaması diplomasiden ve ülkeler arasındaki anlaşmalara atıfta bulunmaktan oluşurken, bir Afgan yetkili, İran Cumhurbaşkanı'na yönelik bir video mesaj iletmek için çaba gösterdi.

Afganistan'ın üst düzey askeri liderlerinden biri, bir nehir kenarına giderek plastik bir kap doldururken İran Cumhurbaşkanına "Bu suyu al ve tehdit etmeyi bırak. Bizi bundan daha fazla tehdit etme. Senden korkuyoruz" ifadeleriyle seslendi. 

Taliban hükümeti tarafından yapılan açıklamada, "İran ile Afganistan arasındaki su anlaşması 1972'den beri var ve İslam Emirliği taahhütlerine uyuyor. Son yıllarda Afganistan ve bölge su seviyelerini etkileyen kuraklık yaşandı. Helmend Nehri de bundan etkilendi. İran'ın suyla ilgili talepleri ve medyadaki uygunsuz açıklamalar sadece zarar getirir" ifadelerine yer verildi. 

Afgan hükümetinin açıklamasında ayrıca, "Helmend suyuyla ilgili bilgilerinizi tamamlamalı ve ardından taleplerinizi uygun bir şekilde iletmelisiniz" ifadeleri kullanıldı.

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, resmi Twitter hesabından yaptığı açıklamada "Son aylarda Afganistan Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Molla Taki'den, Helmend Anlaşması'ndaki taahhütlerini yerine getirmelerini ve teknik komitelere su seviyesini ölçme izni vermelerini talep ettim, ancak bunu yapmadılar. Sistan bölgesi kuraklıkla mücadele ediyor. Su varlığı veya su yetersizliği siyasi beyanlarla değil, teknik komiteler tarafından ortaya konulmalı" diye konuştu.

İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi de "İran ve Afganistan arasındaki su sorununun diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini ve Taliban'ın Kemal Khan Barajı'nı ziyaret etmek için yetkililerimize izin vermesi gerektiğini" ifade etti.

İran, Afganistan'ı Helmend Nehri üzerine barajlar inşa etmek ve nehrin akışını Afgan topraklarına çevirmekle suçluyor.

Bunun, nehrin ana yatağına bitişik topraklarda tuzluluğun artmasına ve İran'ın su payını sağlama taahhüdünün yerine getirilmemesine yol açtığını ileri sürüyor.

Tahran, nehrin akışını kanıtlayan uydu görüntülerine sahip olduğunu iddia ediyor.

Saha çatışmaları

İran ve Afganistan arasındaki sözlü çatışmalara, İran sınır güvenlik birimleri ve Afgan güçleri arasında gerçekleşen çatışmalar eşlik etti.

İki ülke, su anlaşmazlığındaki pozisyonlarını güçlendirmek için askeri teçhizatların sınıra sevkiyatını gösteren görüntüler yayımladı.

Geçen pazar günü, iki İran sınır muhafızı Taliban askerleriyle çatışma sonucunda hayatını kaybetti.

Her iki taraf da tehdit içeren tepkilerini sürdürdü. Taliban hükümetinin önde gelen isimlerinden Nasır Bedri olarak bilinen Abdulhamid Horasani, bir video yayımlayarak videoda, "Taliban askerlerinin ABD’lilere karşı yürütülen mücadeleden daha büyük bir coşkuyla savaşacaklarını" söyledi.

Geçen cumartesi günü, İran-Afganistan sınırında şiddetli çatışmalar ve silah sesleri duyuldu.

İran, çatışmaların Taliban unsurlarının İran topraklarına sızmaya çalışmasından kaynaklandığını söyledi.

Ayrıca, yayımlanan görüntüler Taliban üyelerinin İran tarafında bulunan sınır karakollarına ağır silahlarla ateş ettiğini ortaya koydu.

Geçen 27 Mayıs'ta İran-Afganistan sınırında şiddetli çatışmalar ve yoğun silah sesleri duyuldu. İran'ın Belucistan sınır güvenlik birimi, "tanımlanamayan silahlı kişilerin" Afganistan'dan İran'a girmek için plan yaptıklarını ve bu durumun çatışmalara yol açtığını açıkladı.

İran, sınırlarda olağandışı olayları işaret eden bir girişim olarak üst düzey kara kuvvetleri ve güvenlik yetkililerini sınır bölgelerine gönderdi.

İran Polis Yardımcısı Kasım Rezai, ülkesinin Taliban tarafından beklenmeyen bu adımlarıyla ilgili olarak "Afganistan'ın mevcut liderlerinin haksız ve uluslararası ilkelerle çelişen eylemlerinden dolayı hesap vermeleri gerektiğini" belirtti.

İran tarafındaki sınır bölgelerinde çok sayıda kişi evlerini boşaltırken, sınır bölgeleri iki taraf arasında yer yer çatışmalara sahne oldu.

İranlı sınır muhafızlarının ölümü, özellikle sağcı aşırılık yanlısı bir kesim tarafından İran Cumhurbaşkanı Reisi hükümetine yönelik geniş çaplı eleştirilere neden oldu.

Bu grup, Taliban hükümetini sert bir şekilde eleştirerek İran'ın su hakları konusunda haksızlık yapmakla suçluyor.

İran Dini Lideri Ali Hamaney’in Sistan ve Belucistan'daki temsilcisi, Reisi hükümetini "ABD’yi defalarca tehdit ettiniz, ancak Afganistan'dan haklarımızı geri alma yeteneğine sahip değilsiniz. Sorunlar konuşarak çözülmez" ifadeleriyle eleştirdi.

Sosyal medya platformları, İranlıların Taliban ile yüzleşme ve haklarını Afganistan'dan geri alma çağrılarıyla dolup taşıyor.

Yurt dışındaki muhalefetin İran sınır muhafızlarının öldürülmesi konusundaki zayıf tutum eleştirileri de bu çağrılara eşlik ediyor.

Tarihi arka plan

İran ile Afganistan arasında Helmend Nehri'nin sularının kullanımına ilişkin anlaşmazlık, uzun yıllar devam etti.

İki ülke arasında 1972 yılında imzalanan ve Helmend Anlaşması olarak bilinen bir anlaşma ile sona erdi.

Bu anlaşmaya göre, Afganistan, İran'ın Helmend Nehri'nden 820 milyon metreküp su almasını sağlama taahhüdünde bulundu.

Ancak İran, Afganistan'ı defalarca taahhütlerinden vazgeçmekle ve nehrin akış yönünü değiştirmekle suçladı.

Kajaki Barajı ve Kemal Khan Barajı’nın inşası nehirden su seviyesinin düşmesine yol açtı. Nehrin Afgan toprakları içinde sellere tanık olduğu mevsimlerde bile su İran'a ulaşmadı.

Eski Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, Kemal Khan Barajı’nın açılışında, Helmend Nehri'nin yıllar boyunca Afganistan'dan çıktığını, bugün yönetiminin Afganların elinde olduğunu ve İran ile petrol karşılığında su alışverişi yapacağını vurgulamıştı.

İran, eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani o dönem Eşref Gani'nin açıklamalarını protesto etmiş ve Helmend Nehri sularından payına düşeni alma hakkını savunmuştu.

Kabil'in Taliban’ın eline geçmesiyle birlikte, İran'ın Afganistan'ın Helmend Nehri boyunca üzerinde çalıştığı tesisleri ziyaret etmesi yönündeki tekrarlanan talepleri arasında mevcut yetkililer aynı yaklaşımı izliyor.

Ancak Taliban, İran delegasyonlarının kendi topraklarında keşif ziyaretleri yapmasına izin vermeyi reddediyor.

Afgan vatandaşlarının Helmend Nehri'nin nimetlerinden yararlanma haklarına bağlılığını teyit ediyor.

Independent Arabia



ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara

Robert Ford

2000 yılında, Bill Clinton'ın başkanlığının ikinci dönemi sona eriyordu ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Yaser Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamak için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Clinton ekibi önceki yönetimler gibi, iki devletli çözümün İsrail ile Arap devletleri arasında kapsamlı bir anlaşmanın önünü açacağına ve bölgede kalıcı istikrarı sağlayacağına inanıyordu. Son Camp David zirvelerinde Clinton, haritalar ve sınırlarla ilgili ayrıntılara bizzat daldı, Kudüs'teki belirli mahalleleri ve sokakları inceledi, Barak ve Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamaya çalıştı. Daha sonra Clinton, başarısızlığın sorumluluğunu Arafat'a yükledi, ancak yardımcısı Robert Malley'nin yeni bir kitabı bu değerlendirmeyi sorguluyor.

Bill Clinton iki devletli çözüm için çabalıyor

Clinton, iki devletli çözüm için çabalarken aynı zamanda Saddam Hüseyin'e Irak'ın kitle imha silahları programına ilişkin BM soruşturmalarıyla iş birliği yapması için baskı yapıyordu. Birkaç füze saldırısı düzenledi ancak bölgeye yönelik herhangi bir ABD kara müdahalesinden kaçındı. Selefi Başkan baba George Bush gibi, Clinton da bir rejim değişikliğine veya Irak'ın iç siyasetine müdahale etmeye istekli değildi. Bunun yerine, Bağdat'ın iş birliği yapmasını sağlamak için füze saldırıları ve sert yaptırımları tercih etti. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Iraklı siviller, özellikle de çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisine rağmen, Irak'a uygulanan yaptırımları savundu.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Başkan oğul George Bush, Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi

Bu arada, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İran'a karşı uzun süredir devam eden Amerikan düşmanlığını sürdürdüler. Bu düşmanlık, İran'ın Hizbullah ve Filistinli muhalif fraksiyonlara verdiği destek ile Tahran'ın kitle imha silahları programlarına olan ilgisine dair endişelerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle Clinton, 1995 yılında İran ile Amerikan petrol şirketi Conoco arasında imzalanması planlanan 1 milyar dolarlık anlaşmayı engelledi; dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu anlaşmanın ikili ilişkileri geliştireceğini umuyordu. Bunun yerine, Clinton yönetimi hem Irak hem de İran'a karşı “çift yönlü çevreleme” politikası kapsamında İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırdı.

ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)

Clinton, bölge ülkelerinde siyasi reformu desteklemekle ilgilenmiyordu. Nitekim 1994-1997 yılları arasında Cezayir'deki ABD Büyükelçiliği'nde çalışırken, teröristlerin ve güvenlik güçlerinin katliamlar işlediği dehşetli iç savaşın ortasında, Washington'daki hiçbir üst düzey yetkili Cezayirli yetkililerle temaslarında hükümetin suistimalleri konusunu gündeme getirmedi. Aynı durum Saddam Hüseyin'in Irakı gibi baskıcı rejimler için de geçerliydi. Daha sonra, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore ile Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek arasındaki özel ikili girişimi yöneten Amerikan ekibinin bir parçası olduğumda da ABD’nin odak noktası insan hakları değil, Mısır ekonomisinin liberalleştirilmesiydi. Washington'daki hakim görüş, bölgede kapsamlı bir barışın, sivil ve insan haklarına saygıdan ziyade ekonomik büyümeye bağlı olduğu ve bunun istenen istikrarı sağlayacağı yönündeydi.

11 Eylül her şeyi değiştiriyor

11 Eylül 2001'de yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne yol açan terör saldırılarından sonra, Başkan George W. Bush Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi. Beyaz Saray'ın Saddam Hüseyin'in el-Kaide ile ilişkisine dair güçlü bir kanıtı olmamasına rağmen, Saddam'ın bir gün el-Kaide ile iş birliği yapabileceği gerekçesiyle işgali haklı çıkarması dikkat çekicidir. Ortadoğu konusunda uzman iki kıdemli Amerikalı diplomat, William Burns ve Ryan Crocker, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ı Irak'ı işgal etmenin tehlikeleri konusunda ikna etmeyi başardılar, ancak Powell Bush'u ikna edemedi. Bush'un Amerikan askeri üstünlüğü sayesinde Irak ve Afganistan'da beklediği hızlı zafer ise bir yanılsamaydı.

Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi

Daha geniş bir bölgesel ölçekte, Bush yönetimi, baskıcı ve yolsuz hükümetlere karşı Arap sokaklarına hakim olan hayal kırıklığını terörün kaynağı olarak görüyordu. Clinton yönetiminin yaklaşımından önemli bir sapmayla Bush yönetimi, uzun süredir müttefik olanlar da dahil olmak üzere birçok hükümet üzerinde siyasi baskıyı yoğunlaştırdı. 2005 yılında, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Kahire'de bir insan hakları konferansına ev sahipliği yapmayı reddetmesi ve siyasi muhalif Eyman Nur'u tutuklamasının ardından Mısır ziyaretini iptal etti. 2002 yılında Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi'ni başlattı ve bölgede insan haklarını teşvik etme amacıyla başına Cumhuriyetçi Parti’ye sadık bir kişiyi atadı.

 ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)

2006 yılında büyükelçi olarak Cezayir'e döndüğümde, Washington ilk görevimden farklı olarak, Cezayirli yetkililerle temaslarında insan hakları ve sivil özgürlükler konularını gündeme getirmeye hazırdı. Bu girişim ayrıca, bağımsız gazeteler gibi Cezayir sivil toplum üyelerine işletme yönetimi ve örgütlenme konusunda eğitim verilmesini de sağladı. Ardından, 2008'de Bağdat'taki ABD Büyükelçiliğine döndüğümde, Irak'ta insan haklarını ve sivil toplumu teşvik etmeye yönelik yıllık bütçemiz 70 milyon dolara ulaşmıştı ve bu şaşırtıcı bir rakamdı. Ama ne yazık ki, bu paranın büyük bir kısmı bu konuda asla ciddi olmayan gruplara harcandı.

Obama, Bush'un politikasını değiştirdi

Barack Obama, Beyaz Saray’a girdiğinde Ortadoğu'daki savaşları sona erdirmeye kararlıydı. Bölgenin, ABD'nin yeniden şekillendiremeyeceği bölünmüş toplumlardan ibaret olduğu inancıyla hareket etti. Selefi Demokrat Başkan Bill Clinton'ın aksine, Obama İsrail-Filistin çatışmasını çözmekle pek ilgilenmedi. 2013 yılında ikinci Dışişleri Bakanı John Kerry'nin başlattığı girişime hiçbir destek sunmadı.

 Eski ABD Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters) ABD Eski Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters)

Buna karşılık, Obama ve ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bölgedeki zayıf yönetimi doğrudan istikrarsızlıkla ilişkilendirdiler. 12 Ocak 2011'de Clinton, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bir gün sonra ve Mısır ordusunun Kahire’deki ayaklanma sırasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i devirmesinden bir ay önce, Doha'da hükümet yolsuzluğunu ve baskısını eleştiren sert bir konuşma yaptı. Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi. Yıllar sonra, Oval Ofis'te onunla, bir ABD başkanının askeri müdahale niyeti olmamasına rağmen bir liderin istifa etmesini kamuoyu önünde talep etmesinin ne kadar akıllıca olduğu konusunu tartışmış, istifası istenen liderin böyle bir talebi görmezden gelmesinin başkanı nasıl zayıf göstereceğini ve iç muhalefete sahte bir umut vereceğini söylemiştim. Ancak Obama, bir ABD başkanının müdahale sözü vermeden insan haklarına saygı gösterilmesini kamuoyu önünde talep etmesi gerektiğinde ısrar etti. Ocak 2011'de Mübarek'ten istifa etmesini istemişti, ancak onu deviren Washington değil, Mısır sokağı ve Mısır ordusuydu.

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor

Arap Baharı Libya'ya uzandığında, Obama Mart 2011'de Muammer Kaddafi'ye karşı uluslararası müdahaleyi destekleyen bir lojistik ve istihbari rol oynamayı isteksizce kabul etti. Obama yönetimi yetkililerinden biri, ABD'nin Avrupalıları ve Arap müttefiklerini perde arkasından yönlendirdiğini söyledi. Hillary Clinton da 2012'de bana, askeri uzmanların Libya ordusunun birkaç hafta içinde çökeceğini tahmin ettiğini, ancak Kaddafi'nin isyancılar tarafından öldürülmesine kadar yedi ay süren bir mücadele yaşandığını söylemişti. Libya’da durumun yanlış yorumlanması, Irak Savaşı'nın anıları ve Beşşar Esed'e karşı herhangi bir müdahaleye yönelik iç siyasi desteğin yokluğu, Obama'yı 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanımına karşı çizdiği kırmızı çizgiyi savunmaktan kaçınmaya yöneltti.

Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Obama, sadece DEAŞ’a karşı güçlü bir şekilde müdahale etme konusunda istekli görünüyordu. Ancak yanlış yönlendirilmiş bir Amerikan politikasının örgüte ilk aşamalarında yardımcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2010 seçimlerinden sonra Washington'un Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'yi yeni bir dönem için güçlü bir şekilde desteklemesi gerektiğine karar verdi, çünkü Biden ve danışmanları, yalnızca Maliki'nin hızlı bir şekilde hükümeti kurabileceğine, istikrarı sağlayabileceğine ve Irak'taki Amerikan güçlerinin geleceği hakkında Washington ile müzakerelere olanak tanıyabileceğine inanıyordu. Ancak Maliki'nin Irak'taki Sünni topluluklara yönelik yenilenen baskısı, DEAŞ'ın üye kazanmasına ve 2013 ve 2014 yılları arasında batı Irak ve doğu Suriye'yi ele geçirmesine yardımcı oldu. 2014 ve 2016 yılları arasındaki Paris ve Brüksel saldırıları, Washington ve Avrupa başkentlerinde endişeyi artırdı. Libya'nın aksine, Obama, DEAŞ'a karşı uluslararası bir koalisyonu ön saflardan yönetmeye hazırdı.

Clinton'ın Doha konuşmasından ve Washington'un Libya'daki “arka plandan liderlik etme” yaklaşımından dört yıl sonra, Obama otoriter rejimlerle iş birliğine daha meyilli hale geldi ve Washington'dan gelen ciddi reform talepleri sona erdi. Yine de Obama, bu savaşta büyük kara birliklerini kullanma konusunda tereddüt ediyordu. Bu sebeple bu birlikler yerine, Amerikalılar Suriye'de Kürt liderliğinde kurulan bir milis gücüne ve Irak'taki Şii milislerle dolaylı koordinasyona güvendiler. Bu iş birliği, her iki ülkede de daha sonraki siyasi ve güvenlik sorunlarının doğrudan sebebi oldu.

Trump'ın politikası, Clinton'ın yaklaşımını yeniden şekillendiriyor

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor. Bu konuda Clinton, Obama ve Biden'a benziyor. Haziran ayında İran nükleer hedeflerine yönelik saldırıları güçlü ve hızlıydı ve hemen ardından müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu açıkladı. Trump, askeri güç dengesi zayıf bir devlet aleyhine olduğunda, anlaşmayı güvence altına almak için önemli tavizler vermek zorunda kalacağına inanıyor. Bu algı, Ukrayna'nın yanı sıra nükleer mesele konusunda İran için de geçerli. Ancak Trump'ın kavrayamadığı şey, daha zayıf tarafın dış destek arayışıyla veya rakiplerinin zayıflaması umuduyla beklemeyi tercih edebileceğidir. İran rejimi devrilmedikçe, Trump ne İran ile nükleer bir anlaşma imzalayacak ne de çok istediği Nobel Ödülü'nü kazanacaktır.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok

Aynı zamanda Trump, özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerle ticaret anlaşmaları yapmaya büyük bir gayret gösteriyor. Kendi girişimleri ve ortak ticari çıkarlar vizyonu, kalkınmaya odaklanan Gore-Mübarek Girişimi gibi ekonomik programların yerini aldı.

Ticari kazançlara odaklanma, küresel ölçekte insan haklarına yönelik sözlü desteği bile bir kenara itti. 2019'da Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi en sevdiği cumhurbaşkanı olarak tanımladı ki bu, ne George Bush, ne Obama, ne de Biden'ın yapacağı bir açıklama değildi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)

Geçen yıl Riyad'da düzenlenen bir konferansta Trump, bölgedeki ilerlemenin arkasında Batı müdahalesi, devlet kurucular veya Amerikalı neo-muhafazakarlar değil, bölge halkları olduğunu söyledi.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok. Bunun yerine, Gazze'de ateşkesin, dış denetim altında bir Filistin yönetimine doğru atılan küçük adımların ve oradaki yabancı ticari kalkınmanın Arap devletlerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna edeceğini umuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, diğer Arap devletlerinin, özellikle Körfez'dekilerin, hızla Suudi Arabistan'ın izinden gideceğini ve böylece kendisine Nobel Ödülü kazandıracağını varsayarak yanlış düşünüyor. Zira on yıllardır devam eden Amerikan mali ve askeri desteğinden sonra, İsrail bölgedeki baskın askeri güç haline geldi ve 1979'da olduğu gibi kendisini barış karşılığında toprak vermeye teşvik edecek hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Keza bazı Arap devletlerinin İsrail'in askeri tehditlerinden İran'dan korktukları kadar korktuğunu gösteren işaretler var. Yine de Trump ve ekibi, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme karşılığında toprak tavizlerini kabul edeceğine inanıyor. Bu, iyi düşünülmüş bir analiz değil, sadece bir umuttur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
TT

Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump'ın ekibi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun barış sürecini sabote etmek istediğini düşünüyor.

Kimliğinin açıklanmaması şartıyla Axios'a konuşan ABD'li yetkililer, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının gidişatının Trump ve Netanyahu arasında pazartesi günü yapılacak görüşmeyle belirleneceğini söylüyor.

Trump'ın ekibinin Netanyahu'nun süreçte atılması gereken adımları geciktirdiğini ve Gazze'ye yönelik askeri operasyonları tekrar başlatabileceğini düşündüğü aktarılıyor.

Adının gizli tutulmasını isteyen İsrailli bir yetkili de Netanyahu'nun ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio dahil Trump yönetimindeki üst düzey isimlerin desteğini kaybettiğini söylüyor.

Kaynaklar, Washington'ın bir an evvel anlaşmanın ikinci aşamasına geçilmesini istediğini belirtiyor.

Trump'ın damadı Jared Kushner'la ABD Başkanı'nın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un ikinci aşamaya geçiş için Türkiye, Mısır ve Katar'la yakın çalıştığı aktarılıyor. Ancak Netanyahu'nun planla ilgili Kushner ve Witkoff'la anlaşmazlık yaşadığı ifade ediliyor.

Öte yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) ateşkes ve rehine takası anlaşmasına rağmen Gazze'de saldırıları sürdürmesinin Washington'da olumlu karışlanmadığı belirtiliyor.

Kimliğinin paylaşılmamasını isteyen Beyaz Saray'dan bir yetkili, "Bazen sahadaki IDF komutanlarının önüne gelene ateş etmeye meraklı olduğunu düşünüyoruz" diyor.

Witkoff ve Kushner, geçen hafta Miami'de düzenlenen toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati'yle bir araya gelmişti.

Axios'un aktardığına göre taraflar, Trump - Netanyahu toplantısı öncesi ele alınacak konuları belirledi. Bunlar arasında İsrail'e ateşkese uyma ve sivil kayıpları önleme çağrısı yapılmasının yanı sıra Gazze'nin Mısır sınırındaki Refah kapısının açılmasının sağlanması da yer alıyor. Ayrıca ABD Başkanı'nın Batı Şeria'daki yasadışı yerleşimlerle ilgili endişelerini dile getirmesi bekleniyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

İkinci aşamadaysa Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü'nün (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Independent Türkçe, Axios, Times of Israel


Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)
TT

Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)

Kurtarma ekiplerinin açıklamasına göre dün, Guatemala'nın batısındaki bir otoyolda yolcu otobüsünün uçuruma yuvarlanması sonucu en az 15 kişi hayatını kaybetti.

Gönüllü itfaiye sözcüsü Leandro Amado gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bu trafik kazasında 15 kişi hayatını kaybetti" dedi. Yaklaşık 20 yaralının yakındaki hastanelere kaldırıldığını belirten Amado, ölenler arasında 11 erkek, üç kadın ve bir çocuğun bulunduğunu belirtti.

Otobüs, henüz bilinmeyen bir nedenle yaklaşık 75 metre derinliğindeki uçuruma yuvarlandı.

Guatemala'da ölümcül trafik kazaları sık sık yaşanıyor. Şarkul Avsat’ın edindiği bilgiye göre şubat ayında, Guatemala şehrinin kuzey eteklerinde bir yolcu otobüsü uçuruma yuvarlanmış ve 54 kişi hayatını kaybetmişti.