Ukrayna savaşı: Biden'ın misket bombasına onay vermesi tartışma yarattı

İnsan Hakları İzleme Örgütü, sivil kayıplarına dikkat çekerek Washington'dan silahları göndermemesini istedi

Ukrayna'ya yapılan ABD askeri yardımları (arşiv - AP)
Ukrayna'ya yapılan ABD askeri yardımları (arşiv - AP)
TT

Ukrayna savaşı: Biden'ın misket bombasına onay vermesi tartışma yarattı

Ukrayna'ya yapılan ABD askeri yardımları (arşiv - AP)
Ukrayna'ya yapılan ABD askeri yardımları (arşiv - AP)

ABD Başkanı Joe Biden'ın Ukrayna'ya misket bombası gönderilmesini onaylaması tartışma yarattı. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Washington yönetiminden bombaları tedarik etmemesini istedi. 

Ülkenin önde gelen gazetelerinden Washington Post (WP), Biden'ın 800 milyon dolarlık askeri yardım paketinde misket bombalarının da yer almasını onayladığını aktardı.

ABD merkezli haber ajansı Associated Press (AP) de kimliğini açıklamadığı kaynaklara dayandırdığı haberinde "binlerce misket bombasının" tedarik edileceğini doğruladı.

Pentagon'un elinde kalan stoklardan alınacak bombalardan kaç tane gönderileceği henüz bilinmiyor. Misket bombalarının üretimi ABD'de yasak. 

Bu hamleyle Biden yönetiminin yasağa takılmadan silahları tedarik edebileceğini yazan WP, Kiev yönetimine verilecek misket bombalarının etkisinin azaltıldığını da aktardı. 

"Bomba içinde bomba" olarak bilinen misket bombaları uçaktan ya da havan toplarıyla atılabiliyor. Bunlar düştüğü yerde ya da havada açılarak içindeki küçük bombaları etrafa saçıyor.

Patlamayan, toprağa gömülü kalan bombacıklarsa mayın etkisi görüyor ve yıllar sonra bile patlayabiliyor. WP, bu durumun yaşanmaması için misket bombalarının "hata payının" yüzde 2,35'e indirildiğini belirtti. 

Misket bombalarının kullanımı Cenevre Sözleşmesi'ne aykırı ve uluslararası insan hakları ihlali olarak kabul ediliyor. Misket Bombaları Üzerine Sözleşme'ye taraf olan 110 ülke, 2008'de misket bombasının kullanımına, stoklanmasına ve satılmasına yasak getirirken, sözleşmeye imza atan taraflar arasında ABD, Rusya, Ukrayna, İsrail, Suriye, İran ve Suudi Arabistan yer almıyor.

HRW ise perşembe günü yayımladığı raporda, Rusya ve Ukrayna'nın savaşta misket bombası kullanarak sivilleri öldürdüğünü öne sürdü. 

Raporda, "Her iki taraf da misket bombası kullanımını derhal durdurmalı. ABD, Ukrayna'ya misket bombası tedarik etmemelidir" dendi.

HRW, Ukrayna'nın geçen yıl mart ila eylülde İzyum şehrindeki işgalci Rus birliklerine karşı düzenlediği misket bombası saldırılarında en az 8 sivilin öldüğünü ve 15 kişinin yaralandığını bildirdi.

Rus birlikleri, İzyum'a geçen yıl martta girmiş, eylüldeyse şehrin kontrolü tekrar Ukrayna'ya geçmişti. 

HRW, Ukrayna Savunma Bakanlığı'na rapor sonuçlarını sunduklarını fakat bakanlığın misket bombası kullanılmadığını ileri sürdüğünü aktardı.

Raporda, Rusya'nın geçen yıl nisanda Kramatorsk şehrindeki tren istasyonuna düzenlediği misket bombası saldırısında da en az 58 sivilin öldüğü, 100 kişinin de yaralandığı bildirildi. Kremlin de misket bombası kullanıldığı iddialarını yalanladı.

HRW, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in geçen yıl 24 Şubat'ta verdiği emirle başlayan savaşta, misket bombası nedeniyle toplamda kaç sivilin hayatını kaybettiğine dair bilgi paylaşmadı.

Öte yandan örgüt, 19 Nisan Misket Bombalarına Karşı Uluslararası Eylem Günü kapsamında geçen yıl paylaştığı raporunda, 2020'de misket bombası nedeniyle 107 sivilin öldüğünü, 242 kişinin de yaralandığını bildirmişti. Söz konusu can kaybı ve yaralanmaların yüzde 44'ünü çocukların oluşturduğuna da dikkat çekilmişti.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.