Rusya konusunda birleşen Avrupa, Çin konusunda ayrışıyor mu?

Rusya söz konusu olduğunda Avrupa’da görülen tam dayanışma yine bu ülkelerin Çin’e karşı farklı tutumlarıyla bariz bir zıtlık oluşturuyor

Xinhua: Al Majalla
Xinhua: Al Majalla
TT

Rusya konusunda birleşen Avrupa, Çin konusunda ayrışıyor mu?

Xinhua: Al Majalla
Xinhua: Al Majalla

Christopher Phillips*

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı açtığı savaş, Avrupalı liderler için bir uyarı ziliydi. Liderler, Vladimir Putin’in on yıldan fazla bir süredir Gürcistan’da, Kırım’da, Suriye’de ve hatta Salisbury sokaklarında giderek daha güçlü taktikler kullanmasına şüphe nazarıyla bakıyorlardı. Ama bu, onların Moskova ile güçlü bağları, özellikle de ticaret bağlarını korumalarına engel olmuyordu. Bunda belirleyici an, 2022 yılındaki Ukrayna işgaliydi. Bu işgal, çoğu Avrupa başkentini Putin ve yandaşlarıyla ilişkilerini gözden geçirip değiştirmeye sevk etti. Bunun neticesinde yaptırımlar dayatıldı, alternatif enerji kaynakları temin etmek için yoğun çabalar gösterildi ve Chelsea kulübünün eski sahibi Roman Abramoviç gibi Putin ile yakın ilişki içinde olan kişilerin mal varlıklarına el kondu.

Dikkate değer olan şey, zihinlerindeki Rus tehdidine karşı Avrupalı hükümetlerin davranışlarında öne çıkan duruş ve eylem birliğidir. Son on yılda Avrupa Birliği (AB) içinde ve dışındaki Avrupalı liderlerin Yunanistan’ın borç krizi ya da Birleşik Krallık’ın AB’den çıkışına ilişkin olarak Londra ve Brüksel arasında görülen şiddetli çatışmalar gibi pek çok mesele etrafında genel olarak ayrışma yaşadığına şahit olundu. Ama Ukrayna konusundaki tepki, neredeyse görüş birliğine dayanarak gösterildi. Kiev’i desteklemek ve Moskova’yı cezalandırmak için bir araya gelen yalnızca AB ülkeleri değildi; bu bloğun dışındaki Avrupa ülkeleri de Rusya karşıtı uygulamalara katıldı.  

2022 yılında Avrupa Siyasi Topluluğu’nun AB üyesi 27 ülkeden oluşan dar grubun dışında 47 ülkeyi içine alan daha geniş bir Avrupa forumu oluşturması, Ukrayna savaşının -paradoksal bir şekilde- nasıl bir tür kıtasal birliği gözler önüne serdiğinin bir işaretiydi.

Gelgelelim Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısındaki bu birleşik tutum, Çin’e karşı mevcut yaklaşımla keskin bir tezat oluşturuyor. Avrupalı liderler, Moskova’nın oluşturduğu tehdit konusunda hemfikirken Pekin konusunda daha farklı tutumlara sahip. Sözgelimi Londra, Washington’ın Çin’e karşı sert duruşunu yansıtma konusunda giderek daha fazla tereddüt gösteriyor. Nitekim Başbakan Rishi Sunak, yakın zamanda Çin’i küresel güvenlik için “en büyük meydan okuma” olarak niteledi. Onun gibi Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de Çin’e yönelik eleştirilerini yoğunlaştırdı. Buna karşılık AB üyesi ülkelerin yarıdan fazlasının, ki bunların çoğu Doğu ve Güney Avrupa’da yer alıyor, Çin’in Kuşak ve Yol girişimine katıldığını görüyoruz. Macaristan ve Yunanistan gibi bazı ülkeler de Çin’i şeytanlaştırma girişimlerinden geri adım attılar ve çok gerekli gördükleri yatırımları kısıtlamayı reddediyorlar. Bu noktada ciddi bir soru işareti beliriyor: Çin’e ilişkin yaklaşan tartışmalar, Ukrayna savaşının birleştirdiği Avrupa ülkelerini ayırır mı?

Son on yılda Avrupa Birliği (AB) içinde ve dışındaki Avrupalı liderlerin Yunanistan’ın borç krizi ya da Birleşik Krallık’ın AB’den çıkışına ilişkin olarak Londra ve Brüksel arasında görülen şiddetli çatışmalar gibi pek çok mesele etrafında genel olarak ayrışma yaşadığına şahit olundu. Bununla birlikte Ukrayna konusundaki tepki, neredeyse görüş birliğine dayalı olarak gösterildi

Rusya konusunda birlik

Rusya’nın 2022’deki işgaline Avrupa’nın tepkisi bir bütün olarak belirgin değildi. Zira başta Almanya, Polonya, İtalya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi pek çok ülke, enerji tedarikinde esas olarak Rusya’ya bağımlıydı. Buna ek olarak artık AB üyesi olmamakla birlikte önemli bir Avrupalı oyuncu olmaya devam eden Birleşik Krallık da Abramoviç gibi Rus oligarklardan gelen büyük yatırımlara ev sahipliği yapıyordu. Benzer şekilde Kıbrıs da Rus parası için bir sığınaktı. Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın da siyasi açıdan Kremlin’le sıkı ilişkileri vardı. Aslında pek çok kişiye göre Vladimir Putin, işgali planlarken Avrupalıların kendi çıkarları peşinde koşup bu konuda ayrışacaklarına güveniyordu.

Ancak bu varsayımların doğru olmadığı ortaya çıktı. Nitekim Avrupa ülkeleri, yaptırım uygulamak ve Ukrayna’ya yardım sunmak için birleşti. AB, Avrupa barış mekanizması oluşturdu ve bunun üzerinden Kiev’e şu ana kadar 30 milyar dolara varan yardımlar tahsis edildi. Birleşik Krallık gibi AB dışındaki ülkeler de 10 milyar dolar ek askerî ve mali yardım sunarak katkıda bulundu. Avrupalı hükümetler, Ukraynalı sığınmacılara karşı yaklaşımlarında da birleşik bir tutum sergileyerek kıta genelinde milyonlarcasına kucak açtı. Mart 2022’de, yani işgalden sadece bir ay sonra AB liderleri, Rus gazına olan bağımlılıklarını azaltma konusunda anlaştı. Avrupa’da Rus enerjisinin en büyük ithalatçısı olan Almanya, bir yıldan az bir süre zarfında bağımlılığını büyük oranda azaltmayı başardı.

axss
Çekya Cumhurbaşkanı Petr Pavel, 6 Temmuz 2023’te Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski’yi Prag’da ağırladı (Reuters)

Gelgelelim işler, tam anlamıyla yolunda gitmedi; Macaristan, AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarını çokça eleştirdi ve Orban, birleşik Avrupa cephesinde bir istisna olduğunu gösterdi. Hatta birkaç kez Ukrayna’ya yönelik yardım paketlerini engelledi ve bu durum, Brüksel’i alternatif çözümler aramaya mecbur etti. Orban’ın AB ile ilişkisi bütün olarak dibe vurdu. O kadar ki yakın zamanda AB’yi Hitler ve Napolyon Bonapart ile kıyasladı. Ancak tüm söylemlerine rağmen Orban, safları yıkmadı ve Avrupa’nın birliğini rayından çıkarmadı. Aynı şey, AB’deki başka ülkeler için de geçerli. Örneğin Kıbrıs, işgalden önce Rusya’ya yakın ilişkilere sahipti, ancak Putin’e karşı Brüksel çizgisini takip etmeyi kabul etti. Financial Times’a konuşan Kıbrıs Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis şunları söyledi: “Başka bir seçeneğimiz yoktu. Kararımız, AB’yi desteklemek ve onunla dayanışma halinde olmaktı.” Kıbrıs bu tavrı, sürgündeki Rusların değerli yatırımlarını kaybetmenin Kıbrıs ekonomisi için sebep olduğu maliyete rağmen benimsedi.

2022 yılında Avrupa Siyasi Topluluğu’nun AB üyesi 27 ülkeden oluşan dar grubun dışında 47 ülkeyi içine alan daha geniş bir Avrupa forumu oluşturması, Ukrayna savaşının -paradoksal bir şekilde- nasıl bir tür kıtasal birliği gözler önüne serdiğinin bir işaretiydi

AB dışındaki Avrupa ülkelerinden Rusya’yla çatışmaya başka bir muhalefet daha vardı: Türkiye, ısrarla tarafsızlık yaklaşımını benimsedi. Bu durum, Türkiye’nin NATO’daki müttefiklerini büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Belarus ve tanınmamış ayrılıkçı Transdinyester Cumhuriyeti ise Rusya’nın güçlü iki müttefiki olup, görüşmelerin bir parçası değildir.  

Tarihî ve kültürel açıdan Rusya’ya yakın bir ülke olan Sırbistan da tarafsız kaldı ve yaptırımlara katılmadı. Hükümetinin nihayetinde katılmayı umduğu AB’ye sakince yaklaşmakla birlikte AB yaptırımıyla uyumlu olarak Rus petrolüne olan bağımlılığını sona erdirdi ve onun yerine Irak petrolünü ithal etti. Sonuç olarak Avrupa’nın birleşik tutumuna uyum sağlamayan ülkelerin sayısı, hâlâ çok az. Birleşik Krallık, Norveç, İzlanda, Arnavutluk, Kuzey Makedonya ve Moldova gibi AB üyesi olmayan hükümetlerin Rusya’ya yaptırım uygulamada AB’ye iştirak etmesiyle birlikte Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunun işgale yoğun bir şekilde itiraz etme konusunda birleştiği görülüyor. Kafkasya gibi uzak ülkelerin yeni Avrupa siyasi topluluğuna katılmaya hazırlanması da yaptırımlara katılmak istemeyenlerin bile genel birlik hali göstermeye hevesli olduklarına delalet ediyor. Bu noktada Rusya ve Belarus’un üyeliği olmayan yegâne iki Avrupa ülkesi olması kayda değer.

Pekin’in Avrupa’daki ekonomik nüfuzu son yıllarda genişledi. Nitekim AB’ye üye ülkelerin üçte ikisi Kuşak ve Yol girişimine katılmak için mutabakat zaptı imzaladı

Çin konusundaki farklılık

Rusya söz konusu olduğunda Avrupa’da görülen benzersiz birlik düzeyi, aynı ülkelerin Çin konusundaki farklı tutumlarıyla bariz bir tezat oluşturuyor. Pekin’in Avrupa’daki ekonomik nüfuzu, son yıllarda genişledi. Nitekim AB üyesi ülkelerin üçte ikisi, Kuşak ve Yol girişimine katılmak üzere mutabakat zaptı imzaladı. Böylece Yunanistan’da Pire Limanı’nın yenilenmesi ve Macaristan’da Budapeşte-Belgrad demiryolunun inşa edilmesi gibi önemli altyapı yatırımları başladı bile. Çin; Türkiye, Sırbistan ve Karadağ gibi daha küçük Batı Balkanlar ülkeleri dahil olmak üzere AB dışındaki ülkelerde de büyük yatırımlarda bulundu.

ABD; Brüksel ve Avrupa hükümetlerinin bununla ilgilenmesi gerektiğinde ısrar ediyor. Peş peşe gelen ABD başkanlarının son yıllarda Pekin’e karşı söylemlerinin tonunu yükseltmesi ve müttefiklerini Çin’e yönelik algılarını ekonomik bir ortaktan stratejik bir tehdit olacak şekilde değiştirmeye çağırması dikkat çekici. Bazı Avrupa hükümetleri, bu bakış açısını benimserken birçoğu hâlâ gizli veya alenen bunu reddediyor, Çin’in yatırımlarını genel olarak hoş karşılıyor ve Washington’ın endişelerine rağmen özellikle Kuşak ve Yol girişimine desteklerini dile getiriyorlar.

ABD’nin 2017 yılında Donald Trump’ın başkanlığı döneminde Çin’e karşı nasıl alenen saldırgan bir tavır benimsediği aşikardı. Avrupa ülkeleri ise daha temkinli ve yavaş tepkiler gösterdi. AB ve diğer Avrupa hükümetleri, uzun bir süredir Washington ile Pekin arasındaki artan gerilimlerde herhangi bir tarafı tutmamaya özen gösteriyordu. Ancak yakın zamanda bu yaklaşımda bir kayma yaşandı. Nitekim 2010’da Çin ile ilişkilerde ‘altın çağ’ ilan eden Birleşik Krallık, Japonya’daki G7 zirvesinden önce Çin’i artık ‘bir meydan okuma’ olarak gördüğünü açıkladı. Daha sonra Almanya, Fransa ve İtalya da Çin ekonomisindeki hassas sektörlerden yatırımları çekmek suretiyle Çin ile ticari ilişkilerde ‘riskin azaltılması’ için diğer G7 ülkeleriyle anlaşma konusunda Birleşik Krallık’a katıldı. Bu, Ursula von der Leyen’in nisan ayında başkent Pekin’de yaptığı bir konuşmada kullandığı şaşırtıcı eleştirel dilde kendini açıkça gösterdi. Leyen, Çin liderliğinin giderek artan otoriter eğilimini eleştiriyor gibiydi.

Çin’e dair belirsizlik, ekonomik açıdan daha zayıf Avrupa ülkelerine özgü değil. Zira Fransa da Pekin’e karşı sert bir tavır benimsemekten çekiniyor. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, G7’de ‘risk almama’ stratejisini onaylamakla beraber daha önce Pekin’i ziyaret etmiş ve Avrupa’nın Çin ile ABD arasındaki çatışmaya çekilmemesi gerektiği konusunda ısrarcı olmuştu

Avrupa ülkeleri, Çin’e karşı ek önlemler aldı. 2021 yılında AB, Kuşak ve Yol girişimine karşı koyma hedefiyle ‘Küresel Ağ Geçidi’ fonu oluşturulduğunu duyurdu. Çin’in adı açıkça zikredilmese de birçok kişi tarafından fonun tanıtımı, gelişmekte olan ülkelere altyapı yatırımı için alternatif bir kaynak sağlamak ve muhtemelen Pekin’in etkisi altına girmelerini engellemek suretiyle Çin’in ‘kalkınma diplomasisine’ karşı koymanın bir yolu olarak yorumlandı. Yakın zamanda İtalya, Kuşak ve Yol girişiminden ayrılmayı düşündüğüne işaret etti. Girişime katılan tek G7 ülkesi olan İtalya, görünüşe bakılırsa diğer G7 ülkelerinin baskısı altında.

Çin’i destekleyen sesler

Bununla birlikte Çin yatırımına daha az bağımlı olan daha büyük Avrupa ekonomileri tutumlarını değiştirirken diğer ülkeler daha tereddütlü olmayı sürdürüyor. Örnek olarak Yunanistan’ı alalım. AB düzeyinde Çin’e karşı birleşik bir politika geliştirmek için gösterilen çabaları açıkça eleştiren Yunanistan, bilindiği üzere Çin’den büyük yatırımlar aldı. Hem Avusturya hem de Macaristan da bu eğilime karşı olduklarını ifade etti. Bu üç ülkenin şiddetle karşı çıktığı şeyler arasında örneğin Huawei’in AB düzeyinde yasaklanması da vardı. Bilhassa Macaristan, elbette Rusya’ya verdiği desteğin yanı sıra AB içinde Çin’i destekleyen belki de en yüksek sestir. Ağustos 2022’de Çinli CATL şirketi, Avrupa’daki ikinci pil fabrikasını Macaristan’da açmayı planladığını duyurdu ki bu, Budapeşte’nin Pekin’e artan yakınlığını artıracak gibi görünen 7,3 milyar euro değerinde büyük bir yatırım. AB dışında Sırbistan da Çin’den önemli ölçüde yatırım aldı ve Rusya’ya yaklaşımına benzer şekilde Brüksel ile Pekin arasında da ince bir çizgide ilerliyor.

Çin’e dair belirsizlik, ekonomik açıdan daha zayıf Avrupa ülkelerine özgü değil. Zira Fransa da Pekin’e karşı sert bir tavır benimsemekten çekiniyor. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, G7’de ‘risk almama’ stratejisini onaylamakla beraber daha önce Pekin’i ziyaret etmiş ve Avrupa’nın Çin ile ABD arasındaki çatışmaya çekilmemesi gerektiği konusunda ısrarcı olmuştu.

zas
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping (solda) ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (sağda) 8 Nisan 2023’teki resmî Pekin ziyareti münasebetiyle yaptıkları bir görüşmede konuşuyor (EPA)

Fransa, Çin’in oluşturduğu potansiyel askerî tehdidi kabul etse ve savunma stratejisini buna göre planlasa da görünüşe göre Paris, Washington’ın tercih ettiği çatışmacı söylemi reddediyor. Nitekim Macron, Ursula von der Leyen’e kıyasla daha çekimser bir tutum benimsiyor. Benzer şekilde Birleşik Krallık’ta bir sonraki seçimi kazanması muhtemel olan muhalefetteki İşçi Partisi, Başbakan Rishi Sunak’ın son yaklaşımına kıyasla Çin’e karşı daha incelikli bir yaklaşım çağrısında bulundu. Gölge Dışişleri Bakanı David Lammy, bir yandan Pekin’in insan hakları ihlallerini ve saldırgan davranışlarını kınarken diğer yandan iklim değişikliği gibi konularda Pekin ile iş birliği çağrısı yaptı.

Bununla birlikte Çin’in Avrupa’daki etkisinin Ukrayna savaşındaki tarafsız konumundan etkilendiğini düşünenler de var. Daha önce Çin’in yatırımı ile Kuşak ve Yol girişimini kabul eden Doğu Avrupa ülkeleri, Pekin’in Moskova yanlısı politikası nedeniyle tutumlarını yeniden değerlendirdi. The Atlantic Council Araştırma Merkezi’nden araştırmacı Sona Muzikarova bunun, geçen yıl Baltık ülkelerinin Çin’e ve Kuşak ve Yol girişiminin Avrupalı üyelerine ait 17+1 iş birliği mekanizmasından çıkma kararına katkıda bulunduğunu savunuyor. Aynı şekilde yeni Çek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Petr Pavel’in Tayvan’a Pekin’i öfkelendiren ilk diplomatik davet kararı, Prag’ın Çin yatırımına hevesli olmamasından kaynaklanıyor olabilir. Bu hamleler, Washington’ın daha çatışmacı yaklaşımının benimsendiğini temsil etmese de tablonun, Batı Avrupa’nın Pekin’e karşıt, Doğu Avrupa’nınsa daha uyumlu olduğu yönündeki yargıdan daha karmaşık olduğuna işaret ediyor.

Uzun bir süredir, ilgili 27 ya da 47 ülkenin farklı menfaatleri göz önüne alındığında, bırakın daha geniş Avrupa kıtasını, AB’nin dahi dış politika tutumları üzerine anlaşmaya varmasının zor olduğu kanıtlandı

Belirsiz bir gelecek

Öyleyse AB içinde ve dışındaki Avrupalı hükümetler tamamen Çin’e karşı önyargılı olmamakla beraber Macaristan’ın coşkusundan Birleşik Krallık’ın (mevcut) düşmanlığına kadarki yelpazede farklı tutumlar sergiliyorlar. Bazıları, Çin’e karşı Washington’ın çizgisine yaklaşmaya açık görünürken diğer bazıları aynı yolu izlemiyor. Beyaz Saray, yavaş da olsa meselenin kendi lehine dönmesini umarken Washington, zamanla daha fazla ülkenin Pekin’in kötü niyetli olduğuna kanaat getireceğini düşünüyor. Bu, nihayetinde 2022’den sonra Rusya’ya karşı tanık olduğumuza benzer şekilde Çin’e karşı (bir ölçüde) birleşik bir Avrupa cephesine alan açabilir.

Lakin ABD’nin bir hayal kırıklığına uğraması mümkün. Belki de Avrupa’nın Rusya’ya karşı birleşik tepkisi, kaide değil istisnadır. Uzun bir süredir, ilgili 27 ya da 47 ülkenin farklı menfaatleri göz önüne alındığında, bırakın daha geniş Avrupa kıtasını, AB’nin dahi dış politika tutumları üzerine anlaşmaya varmasının zor olduğu kanıtlandı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Avrupalı hükümetlerin çoğunun apaçık bir tehdit olarak görebileceği ve nadir rastlanan bir yakın tehlike oluşturdu. Ancak Çin, şu an böyle bir tehdit oluşturmuyor. Dolayısıyla da aynı kararlı birliği gerçekleştirmek zor. Pekin ile Washington arasında büyük bir çatışma ya da Çin’in Tayvan’ı işgali gibi dramatik bir tırmanış, bu kitlesel hesapları değiştirebilir. Ama bu olmadan Rusya’daki ile aynı düzeyde bir birliğin ortaya çıktığını görmek zor.

* Bu analiz Şarku’l Avsat okurları için Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



UCM kararı, İsrail'e ambargo uygulanmasını sağlayabilir mi?

STK'lerin Hollanda hükümetine karşı Lahey'de açtığı davanın görüldüğü mahkeme binası önünde protesto düzenlendi (Reuters)
STK'lerin Hollanda hükümetine karşı Lahey'de açtığı davanın görüldüğü mahkeme binası önünde protesto düzenlendi (Reuters)
TT

UCM kararı, İsrail'e ambargo uygulanmasını sağlayabilir mi?

STK'lerin Hollanda hükümetine karşı Lahey'de açtığı davanın görüldüğü mahkeme binası önünde protesto düzenlendi (Reuters)
STK'lerin Hollanda hükümetine karşı Lahey'de açtığı davanın görüldüğü mahkeme binası önünde protesto düzenlendi (Reuters)

Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM), Gazze'de işlenen "savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar" nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında çıkardığı tutuklama emrinin yankıları sürüyor. 

İsrail'in köklü gazetelerinden Haaretz'in savunma analisti Amos Harel'in kaleme aldığı yazıda, UCM kararının İsrail'e karşı silah ambargosu taleplerini artırabileceğine dikkat çekiliyor.  

Gazetenin görüştüğü Kudüs merkezli düşünce kuruluşu İsrail Demokrasi Enstütüsü'nden Eran Şamir-Borer, UCM'nin kararını eleştirirken, sürecin bu noktaya varmasında Tel Aviv yönetiminin yol açtığına işaret ediyor. 

Analist, İsrail'de Gazze savaşıyla ilgili bağımsız bir inceleme yürütülse UCM'nin böyle bir karar vermek durumunda kalmayacağını savunarak şunları söylüyor: 

Devlet hiçbir şey yapmadı, kafasını kuma gömdü.

Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı operasyonuyla patlak veren Gazze savaşında muhalefet kanadı, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu liderliğindeki radikal sağcı koalisyonun kararlarının incelenmesi için defalarca komisyon kurulmasını talep etmişti. Ancak Netanyahu, araştırma komisyonu kurulmasına savaş bitene kadar karşı olduğunu söylemişti. 

İsrail'in ekonomi gazetelerinden Globes'taki analizde UCM kararının, İsrail'in Gazze işgalini eleştirenlerle Tel Aviv'e silah satışının yasaklanmasını isteyenlerin elini güçlendirdiği yorumu paylaşılıyor. 

Haberde, İsrail'in askeri teçhizatının yüzde 30'unun Almanya tarafından gönderildiği hatırlatılıyor. UCM kararının, Berlin hükümetinin İsrail'e silah tedariki konusundaki ısrarcılığının zayıflamasına yol açabileceği değerlendirmesi yapılıyor. 

UCM'nin merkezi Hollanda'nın Lahey şehrinde yer alıyor. Hollanda Dışişleri Bakanı Caspar Veldkamp, mahkemenin tutuklama emrini uygulayacaklarını duyurmuştu. 

Ancak sivil toplum kuruluşları (STK), Hollanda'nın İsrail'e silah gönderen ülkeler arasında yer aldığına dikkat çekerek ambargo talebiyle Lahey'de hükümete karşı dün dava açtı. Mahkeme, talebe ilişkin kararını 13 Aralık'ta açıklayacak.

Diğer yandan Times of Israel, UCM kararından önce de son dönemde İsrail'e silah tedarikinin durdurulması çağrılarının arttığına işaret ediyor. Haberde, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın İsrail'e ambargo talep ettiği mektubu 1 Kasım'da Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği'ne gönderdiği hatırlatılıyor. Ortak mektupta aralarında Rusya ve Çin'in de yer aldığı 52 ülkenin imzası var. 

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da geçen ayki açıklamasında Gazze savaşının sonlandırılması için İsrail'e silah ambargosu çağrısı yapmıştı. Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Macron'a destek verirken, Netanyahu açıklamaya tepki göstermişti. 

İsrail'in en büyük silah tedarikçisi olan ABD, UCM'yi kuran Roma Statüsü'ne taraf değil. ABD Başkanı Joe Biden, UCM kararını "rezalet" diye nitelerken, Netanyahu mahkemeyi "Yahudi düşmanlığıyla" suçlamıştı. İsrail de üye devletler arasında yer almıyor ve UCM'nin yargı yetkisini tanımıyor.

Independent Türkçe, Haaretz, Globes, Times of Israel, AP