Lozan Antlaşması: Dünya için biraz düzen

Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Lozan Antlaşması'nın etkileri, yürürlüğe girmesinin üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen Türkiye ve çevresinde halen sürüyor

Getty Images/Majalla
Getty Images/Majalla
TT

Lozan Antlaşması: Dünya için biraz düzen

Getty Images/Majalla
Getty Images/Majalla

Husam İtani

Türkiye ile İtilaf (Müttefik) Devletleri arasında imzalanan Lozan Antlaşması'nın etkileri, yürürlüğe girmesinin üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen Türkiye ve çevresinde halen sürüyor. Antlaşmanın bugün dahi geçerliliğini korumasının nedeni, Birinci Dünya Savaşı'nın ardından çökmeye başlayan dünyaya yeni bir düzen getirmeyi amaçlayan büyük bir proje olmasından kaynaklanıyor.

Kürtler, Lozan Antlaşması ile 1920 yılında imzalanan Sevr Anlaşması geçersiz sayıldığından bu anlaşma çerçevesinde kendilerine verilenlerin bir kısmını kaybettiler. Yunanistan Anadolu'da işgal ettiği yerlerden geri çekilerek buraları yenilen Osmanlı İmparatorluğu’na bıraktı. İstanbul’un işgalinin yanı sıra Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı’ndaki askeri kontrole son verildi. Bunun yanında 1920 yılında Sovyet güçleri tarafından işgal edildikten sonra son nefesini veren bağımsız Ermeni devleti görmezden gelindi.

Lozan Antlaşması, bir başka deyişle, Osmanlı İmparatorluğu ile Müttefik Devletler arasındaki düşmanlıkları sona erdiren ve Kurtuluş Savaşı'nı Lozan Barış Antlaşması öncesinde fiilen sona erdiren 30 Ekim 1918 tarihinde Ateşkes Antlaşması’nın (Mondros Mütarekesi) imzalanmasından sonra köklü bir şekilde değişen koşulların yeniden okunmasıydı.

Mondros Mütarekesi'ni imzalayan Osmanlı İmparatorluğu son günlerini yaşıyordu. Sultan Vahdettin, İttihat ve Terakki hükümetinin Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun aralarında bulunduğu İttifak Devletleri saflarına katılmayı seçmesinin ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa'daki tüm topraklarını kaybetmesine yol açan ve Birinci Dünya Savaşı’nın da geriye kalanı yok ettiği Balkan Savaşı'ndan yorgun çıktıktan sonra tüm cephelerde yenilen ordusunun eski ihtişamlı günlerinin yalnızca soluk bir gölgesi olarak kalmıştı.

Savaşın son günlerinde bazı Türk subayları ve siyasetçiler, Yıldırım Ordular Grubu eski komutanı Mustafa Kemal'in önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için (Avrupa'daki Türk toprakları) Anadolu ve Rumeli'yi Fransızlar, İngilizler, Yunanlar ve İtalyanlar arasında paylaştıran Sevr Antlaşması'nı reddettiler.

Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Lozan Antlaşması'nın etkileri, yürürlüğe girmesinin üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen Türkiye ve çevresinde halen sürerken bugün dahi geçerliliğini korumasının nedeni, Birinci Dünya Savaşı'nın ardından çökmeye başlayan dünyaya yeni bir düzen getirmeyi amaçlayan büyük bir proje olmasından kaynaklanıyor.

Oldu bitti diplomasisi

Başta Yunanistan olmak üzere İtilaf Devletleri'ni peş peşe yenilgiye uğratan Mustafa Kemal komutasındaki ordu, Anadolu’yu, İstanbul’u ve güney kıyı şehirlerini geri aldığı, ardından Türkiye Cumhuriyeti'nin ilan edildiği, hilafetin kaldırıldığı ve Mustafa Kemal'in Türklerin atası anlamına gelen ‘Atatürk’ soyadını aldığı, bugüne kadar en çok bilinen anlatımdır.

Bu yeni dönemin istikrara kavuşturulması, Türklerin zaferinin pekiştirilmesi ve Sevr Antlaşması'nın feshedilmesi için Müttefik Devletlerle müzakere masasına oturulması gerekti. Ancak tablonun tamamına bakıldığında, o döneme ait birçok özelliği görülebilir olsa da bu geleneksel anlatı Lozan Antlaşması'nın imzalanmasına götüren süreçteki genel atmosferden göz ardı ediyordu. Antlaşmanın doğru anlaşılması için etkilerine ve sonuçlarına değinmeden önce hangi atmosferde imzalandığından bahsedilmeli.

Burada 1884 yılındaki Berlin Konferansı’nı, Lozan Antlaşması’na giden süreçteki mevcut atmosferin temel direklerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Berlin Konferansı bize, büyük ülkelerin etki alanlarını kendi aralarında paylaştıkları o dönemde dünyaya hakim olan bakış açısının nasıl olduğuyla ilgili bize bir özet sunuyor.

Berlin Konferansı, küçük ve fakir ülkelerin ve halklarının çıkarlarının açıkça hiçe sayıldığı tipik bir örnekti. Konferansın katılımcıları, müzakere masası üzerine haritalar yerleştirdiler ve güçlerine, askeri imkanlarına ve ekonomik çıkarlarına uygun haritalar çizme konusunda anlaştılar. Berlin Konferansı’nın Birinci Dünya Savaşı'na yol açan koşulları olgunlaştırdığından ise hiç bahsedilmedi.

zxsacd
18 Ekim 1912 tarihinde İtalya Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Trablusgarp Savaşı sonunda İsviçre'nin Lozan kentinin Uşi (Ouchy) kasabasında barış antlaşması imzalandı. Antlaşma, (Türk tarihinde) Uşi Antlaşması ya da (İtalyan tarihinde) Birinci Lozan Antlaşması olarak biliniyor (Getty Images)

Birinci Dünya Savaşı dört büyük imparatorluğun çöküşüne yol açtı. Bunlardan biri 1917 yılında Bolşevik İhtilali'ne tanık olan Rus İmparatorluğuydu. Rus İmparatorluğu o dönem savaştan çekilmiş ve kendi iç çatışmalarıyla ilgilenmek zorunda kalmıştı. Diğeri, Versay Barış Antlaşması'nın savaşın tüm yükleri için bir günah keçisi haline getirdiği Alman İmparatorluğuydu. Bir diğeri, topraklarında yaşayan halkların milli özlemlerine artık yanıt veremeyen Avusturya-Macaristan İmparatorluğuydu. Sonuncusu ise kendini modernleştirmeyi başaramayan ve bağımsızlık isteyen halkların önünde varlığını meşrulaştıramayan Osmanlı İmparatorluğuydu.

Birinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı başlıca iki savaş arenası olan Avrupa ve Ortadoğu'da düzenin yeniden sağlanması gerekiyordu. Savaşın galipleri, Versay ve Sevr antlaşmalarının ortaya çıktığı Berlin Konferansı yöntemine başvurdular. Versay Barış Antlaşması, (Alman) Weimar Cumhuriyeti’nin yaşadığı boğucu ekonomik kriz ve aşırı sağcı ve solcu akımlar arasındaki şiddetli çatışmalardan kaynaklanan istikrarlı bir demokratik yönetim kurulamaması gibi korkunç sonuçlar doğururken İkinci Dünya Savaşı’nın da zeminini hazırladı.

Birinci Dünya Savaşı dört büyük imparatorluğun çöküşüne yol açarken bunlardan biri 1917 yılında Bolşevik İhtilali'ne tanık olan Rus İmparatorluğu, diğer ise Versay Barıis Antlaşması'nın savaşın tüm yükleri için bir günah keçisi haline getirdiği Alman İmparatorluğuydu.

Fakat Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki atmosfer, Berlin Konferansı'nın yapıldığı atmosferden farklıydı. ABD, Avrupa arenasındaki savaşın son kısmına müdahale etmek için yüzbinlerce asker gönderdi ve ilk kez uluslararası bir güç olarak sahneye çıktı. Eski ABD Başkanı Woodrow Wilson, Paris'teki barış konferansına katıldığı sırada açıkladığı On Dört Madde ya da On Dört Nokta olarak da bilinen Wilson İlkeleri çerçevesinde Türklerin olmadığı bölgelerin kendi kaderini tayin hakkının garanti altına alınması karşılığında Osmanlı İmparatorluğu'nun Türklerin yaşadığı topraklarının bütünlüğünü korumaya çalıştı.

Wilson İlkeleri’nin özellikle Avrupa’nın hasta adamının (Osmanlı İmparatorluğu) önünde can çekiştiğini görünce eski yöntemlerinden ve sömürgeci projelerinden vazgeçmeyen büyük Avrupa güçlerinin çıkarlarıyla çeliştiği için ciddi şekilde hasar gördüğünü söylemeye gerek yok.

Düzene ihtiyacı olan bir dünya

Diğer taraftan Avrupa ve Ortadoğu haritasının yeniden çizilme süreci tüm hızıyla devam ediyordu. Dikkatler genellikle (Wilson'ın dünya barışı ile ilgili fikirlerine dayanan) Milletler Cemiyeti'nin kurulmasını öngören Versay Barış Antlaşması ile Sevr ve Lozan antlaşmaları üzerine yoğunlaşmıştı. Çünkü Kurtuluş Savaşı veren Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) zaferinden sonra Türk haritasının çizilmesiyle ve dolaylı olarak da Arap dünyasıyla bağlantılıydılar. Burada Paris Konferansı'nın, Avrupa’da ve Ortadoğu'da savaşın tüm etkilerini sürdürmeyi amaçlayan birçok yol açtığının altını çizmek gerekiyor.

Bu sırada Almanya’nın artık savaşmama sözü verdiği Locarno Antlaşması, Bulgaristan'ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ele geçirdiği toprakları Yunanistan'a bıraktığı Neuilly Antlaşması, Avusturya'yı Macaristan'dan ayıran ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu fiilen sona erdiren Saint-Germain Antlaşması ve Macaristan haritasının komşuları lehine yeniden çizildiği Trianon Antlaşması imzalandı.

Paris Konferansı ve ardından imzalanan anlaşmalar, dünyanın yeniden düzenlenmesi ve İngiliz yazar H.G. Wells’in ortaya attığı, daha sonra Müttefik Devletler tarafından benimsenen ‘bütün savaşları sona erdirecek savaş’ sloganını gerçeğe dönüştürmek için büyük bir girişimdi. Ancak işin ironik olan yanı ‘tüm savaşları bitirmenin’ gelecekteki savaşların tohumlarının ekilmesi anlamına gelmesiydi. Müttefik Devletlerin mağlup ülkelerle imzaladıkları anlaşmalar, Versay Barış Antlaşması'nda çok açık bir şekilde görüldüğü gibi, genellikle intikamcı bir dürtüye sahipti. Tarihçiler, bugün anlaşmayı hazırlayanların, hazırladıkları bu anlaşmaların geniş kapsamlı etkilerine dikkat etmediklerini, sadece savaşa neden olduğu için Almanya'yı küçük düşürmeyi ve cezalandırmayı amaçladıkları konusunda hemfikirler.

sxad
1922'de Konstantinopolis'i (şimdinin İstanbul’u) terk etmeye çalışan Yunan yerleşimciler (Getty Images)

Aynı durum, İstanbul'un işgalinin Anadolu'daki geniş toprakların geri iadesini ve Kurtuluş Savaşı'nın başlamasına yol açacağını hesaba katmayan Sevr Antlaşması için de geçerliydi. Lozan Antlaşması, Türkiye'nin itibarını bir nebze geri kazandırsa da Fransa ve İngiltere'nin Ortadoğu'yu kendi aralarında paylaştıran ve Rusya'nın Türkiye'nin doğusunu ilhak etmesini öngören Sykes-Picot Anlaşması’ndan habersizdi. Anlaşma, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu sırasında kaybettiği topraklar üzerinde hak iddia etmesini yasaklıyordu.

Lozan Antlaşması’nın on dokuzuncu yüzyıl boyunca ve yirminci yüzyılın başlarında hüküm süren aynı değerleri ve uygulamaları benimsemiş olması durumu daha da kötüleştiriyor. Lozan Antlaşması çerçevesinde, Türkiye ile Yunanistan arasında bir nüfus mübadelesi gerçekleşti. Yüzbinlerce Yunan Müslüman, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1913 savaşında yenilgiye uğradığı Balkanlardan gelen seleflerine katılmak üzere Türkiye'ye sürülürken çok sayıda Rum ise Trabzon'dan ve Türkiye’nin güney kıyılarından Yunanistan'a sürüldü.

Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması çerçevesinde bugün Irak sınırları içinde yer alan Musul üzerindeki hak iddiasından vazgeçmek zorunda kalırken İngiltere, sanayi ve ulaşımda temel bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan petrolün bol olduğunu bildiğinden Musul’u almak için can atıyordu.

Türklerden daha zayıf ve yıkılmakta olan bir imparatorluğun himayesinde yaşayan halkların haklarını hiçe sayan Lozan Antlaşması, ulusal ve kültürel haklarla ilgili yeni çatışmalara zemin hazırladı. Bunlardan belki de en önemlisi, yaklaşık bir asırdır silahlı isyanlardan Türkiye'deki siyasi sürece katılıma kadar uzanan bir yelpazede ifade biçimleri değişen Kürtlerle olan çatışma olduğu söylenebilir.



Norveç, Lübnan'da patlayan çağrı cihazlarıyla ilgili soruşturmayı iptal etti

Hizbullah üyelerinin Lübnan genelinde iletişim kurmak için kullandığı çağrı cihazlarının patlamasının ardından bir hastanenin önü... Beyrut, 17 Eylül 2024. (Reuters)
Hizbullah üyelerinin Lübnan genelinde iletişim kurmak için kullandığı çağrı cihazlarının patlamasının ardından bir hastanenin önü... Beyrut, 17 Eylül 2024. (Reuters)
TT

Norveç, Lübnan'da patlayan çağrı cihazlarıyla ilgili soruşturmayı iptal etti

Hizbullah üyelerinin Lübnan genelinde iletişim kurmak için kullandığı çağrı cihazlarının patlamasının ardından bir hastanenin önü... Beyrut, 17 Eylül 2024. (Reuters)
Hizbullah üyelerinin Lübnan genelinde iletişim kurmak için kullandığı çağrı cihazlarının patlamasının ardından bir hastanenin önü... Beyrut, 17 Eylül 2024. (Reuters)

Norveç polisi dün (Pazartesi) yaptığı açıklamada, Lübnan’da eylül ayında patlayan ve onlarca kişinin ölümüne ve binlerce kişinin yaralanmasına neden olan bubi tuzaklı çağrı cihazlarının Hizbullah’a tedarikiyle Norveç'in bağlantısını araştırmak için herhangi bir dayanak bulamadığını bildirdi.

İsrail, Hizbullah'a yönelik sürpriz bir saldırı olarak gerçekleşen çağrı cihazlarının patlatılmasının sorumluluğunu üstlendi ve bunu İran destekli militan gruba yönelik büyük bir hava ve kara askerî harekâtı takip etti.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre, bir Bulgar şirketinin sahibi olan Norveçli bir kişinin Bulgaristan'da olayla olası bağlantıları nedeniyle soruşturma altında olduğunun tespit edilmesinin ardından, Norveç polisi olayla ilgili herhangi bir Norveç bağlantısı olup olmadığına dair bir ön soruşturma başlattı.

Polis avukatı Haris Hrynovica dün sözcüsü aracılığıyla Reuters'e yaptığı açıklamada, “Norveç polisinin genel değerlendirmesi, yetkimiz kapsamında düzenli bir soruşturma başlatmak için herhangi bir temel olmadığını gösteriyor” dedi.

Diğer yandan Bulgaristan Ulusal Güvenlik Ajansı 20 Eylül'de yaptığı açıklamada, Lübnan'daki saldırıda kullanılan çağrı cihazlarının ne Bulgaristan'da üretildiğini ne de ülkeden ihraç edildiğini ‘kesin olarak teyit ettiğini’ söyledi.

Bulgaristan'da soruşturma altında olan Bulgar şirketinin sahibi 39 yaşındaki Renson Jose, çağrı cihazlarının Lübnan'da patladığı gün olan 17 Eylül'de Norveç'ten ABD'ye gitti.

Jose, DN Media Group adlı Norveçli bir şirketin satış departmanında çalışıyordu ve bu şirket kaybolmasıyla ilgili olarak polise ihbarda bulundu. Polis, Jose'nin işvereniyle temasa geçmesinin ardından 5 Kasım'da kaybolma dosyasını kapattı.

Norveçli yetkililer Jose'nin nerede olduğunu açıklamadı. Reuters dün Norveç'teki telefon numarasını aradığında, sesli mesajda telefonun kapalı olduğu belirtildi. WhatsApp üzerinden yapılan yorum talebine ise yanıt vermedi.