Pakistan'da siyasi partilerin kurulmasında ordunun rolü

Pakistan'da ordu, siyaset sahnesini manipüle eder. İktidarı oluşturacak partileri belirleyerek hükümet oluşumunu sağlar ve onu bir kukla gibi oynatır

Pakistan'da siyasi partilerin kurulmasında ordunun rolü
TT

Pakistan'da siyasi partilerin kurulmasında ordunun rolü

Pakistan'da siyasi partilerin kurulmasında ordunun rolü

Pakistan'da koalisyon hükümetinin görev süresi önümüzdeki ay dolacak olmasına rağmen seçim komisyonunun genel seçimler için henüz bir takvim belirmemiş olması nedeniyle Pakistan siyaset sahnesi alışılmadık bir hareketliliğe tanık oluyor.

Devlet içindeki nüfuzlu güçler, siyaset sahnesini belli bir yöne doğru yönlendirmeye çalışıyorlar.

Eski Başbakan İmran Han ve son seçimlerden sonra bir koalisyon hükümeti kurmayı başaran partisi Pakistan Adalet Hareketi (Pakistan Tahrik-i İnsaf/PTI), İmran Han destekçilerinin ülkenin çeşitli şehirlerinde protesto gösterileri düzenledikleri ve Lahor'daki ordu karargah bastıkları 9 Mayıs olaylarından sonra büyük bir baskıyla karşı karşıya kalırken söz konusu nüfuzlu güçler tarafından pek sevilmiyor gibi görünüyorlar.

Çeşitli şekillerde baskı yapılırken bunlardan biri de partinin önde gelen isimlerinin başka partilere geçmesi ya da yeni partiler kurulması şeklinde karşımıza çıkıyor. Daha önce eski Başbakan İmran Han'a yakınlığıyla bilinen kişiler, son birkaç ay içinde henüz bilinmeyen koşullarda iki yeni siyasi parti kurdular.

Örneğin PTI'den ayrılan partinin önde gelen isimlerinden Cihangir Tarin, Pencap'ta İstihkam-ı Pakistan Partisi'ni (IPP) kurdu. İmran Han hükümetinde savunma bakanı olarak görev yapan ve Hayber-Pahtunhva eski Başbakanı olan Pervez Hattak tarafından Hayber-Pahtunhva eyaletinde yeni bir parti kuruldu.

Peki bu girişimler, İmran Han'ı zayıflatmayı ve İmran Han'ın kampındaki muhalif gruplar halkın güvenini kazanmayı başarabilecek mi?

Birçok siyasi analist, mevcut siyasi partilerin lağvedilip yerlerine yenilerinin kurulmasının eski ve başarısız bir tecrübe olduğunu hatırlayarak, bu sürecin devletin geride kalmasına ve demokrasinin zayıflamasına sebep olduğunu, gelecekte devlete ve millete daha çok zarar vereceğini vurguluyorlar.

Pakistan'da yeni bir siyasi parti nasıl kurulur?

Her devlet, devletin çıkarlarının gerektirdiği şekilde belirli bir parti sistemi kullanır. Örneğin Çin'in takip ettiği tek parti sistemi, ABD'nin iki partili sistemi ve Hindistan tüm taraflara eşit fırsatlar sunan çok partili sistemiyle karşılaştırıldığında adil bir sistem olarak görülmüyor.

Pakistan'da yeni bir siyasi parti kurmak çok kolay. Parti tüzüğünün, banka hesap bilgilerinin, liderlerinin ve parti üyelerinin adlarının bir listesinin basılı birer kopyası ile başvuru yapmak yeterli. Bu belgelerin noter tarafından tasdik edilmesi ya da partinin kayıt altına alınması için herhangi bir ücret ödenmesi de gerekmiyor.

Pakistan Seçim Komisyonu'nun internet sitesinde yer alan bilgilere göre ülkede kayıtlı parti sayısı 168. Siyasi analistler, Pakistan'da siyasi grupların sayısında herhangi bir kısıtlama olmadığını, ancak ülkedeki siyasi ve toplumsal bölünmelerin parti sayısındaki artışın ülkedeki siyasi ve sosyal bölünmelerin arttığını gösterdiğini belirttiler.

Yeni siyasi partilerin hedefleri başarılı mı?

Gazeteci ve siyasi analist Selim Buhari, Pakistan'da demokrasinin başından beri yönetildiği, hatta sadece ismin olduğunun söylenebileceği yorumunda bulundu. Geçmişte Pakistan Halk Partisi'nin (PPP) iktidarı düşürdükten sonra kendi iktidarının da düşürüldüğünü hatırlatan Buhari, ardından iktidar Navaz Şerif'in eline geçtiğini, ancak onun da görevden alınarak iktidarın yeniden PPP'ye geçtiğini vurguladı.

Seçimler yaklaşırken İmran Han'ın partisi PTI'den kopmalar olduğunu, Pencap ve Hayber-Pahtunhva'da yeni partiler kurulduğunu söyleyen Buhari, ancak bu partilerden hiçbirinin halkın desteğini almayı başarabilecek gibi görünmedikleri değerlendirmesinde bulundu.

Gazeteci ve siyasi analist Wajahat Masood ise Pakistan'daki siyasi kurumların ve partilerin anayasanın ilkeleri üzerinde çalışmadığını düşünüyor. Independent Urdu'ya konuşan Masood, dünyanın her yerinde devlet işlerinin yürütülmesi için bazı kuralların olduğunun altını çizerek "Bizim de siyasi kurumların ve partilerin rolüne ilişkin anayasamızda açıkça ifade eden birtakım kurallarımız var, ancak bunlar hiçbir zaman uygulanmadı" ifadelerini kullandı.

Masood, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Her kurum kendi alanında uzmandır. Örneğin ordu, savunma alanında uzmandır ve başka hiçbir kurum savunma görevini yerine getiremez. Bunun yanında ordunun siyaset tecrübesi da olamaz. Bu iş siyasetçilerin işidir ve onlara bırakılmalıdır. En büyük hata anayasanın ilkelerine uyulmamasında yatıyor. Bu da toplumu bu özellikten mahrum ediyor."

Baskıyla kurulan siyasi partilerin ne geçmişte yararlı olduğunu ne de gelecekte fayda sağlayacağını vurgulayan Masood, çoğu partinin kuruluş amacının, siyasi nüfuz ve ekonomik çıkar elde etmek olduğunun altını çizdi.

İki parti arasındaki fark

IPP, 9 Mayıs olaylarından tam bir ay sonra PTI'nin önde gelen isimlerinden Cihangir Tarin liderliğindeki Lahor'da duyuruldu. İmran Han hükümetinde savunma bakanı olarak görev yapan ve Hayber-Pahtunhva eski Başbakanı olan Pervez Hattak ise bu ayın ortalarında Peşaver şehrinde bilinmeyen şartlarda yeni partinin kurulduğunu açıkladı.

İki yeni partinin liderlerinin daha önce PTI'de birlikte çalışsa da ayrı partiler kurmayı tercih ettiklerini söylemek gerekiyor. Bu da söz konusu partilerin belirli kişiliklerin ekseninde olduğunu gösteriyor.

Buhari, PTI'yi iktidardan uzaklaştırma kararının 9 Mayıs olaylarından önce alındığını ve şimdi partiye ve parti yönetimine karşı atılan adımların yoğunlaştığını söyledi. IPP'nin lider kadrosunda yer alan isimlerin çoğunun uzun zamandır İmran Han ile aralarının iyi olmadığını belirten Buhari, "Öyle ki PTI, IPP lideri Cihangir Tarin'e eleştirilerde bulunuyordu" dedi.

Buhari'ye göre Hayber-Pahtunhva'da kurulan yeni partinin liderleri 9 Mayıs olaylarından sonra PTI'dan ayrıldığından bu partinin kurulma amacı IPP'nin kurulma amacından biraz daha farklı.

Hayber-Pahtunhva'daki yeni partinin kurulma amacının liderleri hakkında dava açılmasını önlemek olabileceğini göz ardı etmememiz gerektiğini söyleyen Buhari, "Çünkü PTI ile olan ilişki, partinin bir parçası olarak görülmeye sebep olur. Ancak yeni bir partiye katılınca, bu tür suçlamalar düşer. Bu yüzden yeni parti kurmak ya da yeni bir partiye katılmak suçlamalardan kaçınmak için geçici bir çözüm olabilir" yorumunda bulundu.

Siyasi deneyimler hayatları etkiler mi?

Pencap eyaleti eski Başbakanı ve siyasi analist Hasan Askari Rizvi, bu soruya ve genel seçimler öncesi yeni siyasi partilerin kurulmasına ilişkin değerlendirmesinde şunları söyledi:

"Partilerin kurulması ya da dağılması bir siyaset mühendisliği sürecidir. Kamusal sorunları çözmek ya da demokrasiyi geliştirmekle hiçbir ilgisi yoktur."

Independent Urdu'ya konuşan Rizvi, Pakistan'da hiçbir siyasi partinin kalıcı olmadığını, her seçimde hile yapıldığı suçlamalarının olduğunu ve ‘güçlü çevrelerin' her defasında şu ya da bu şekilde müdahale ettiklerini söyledi. Rizvi, daha önce de belli bir siyasi partiyi baskıyla saf dışı bırakmak için her türlü çabanın gösterildiğini, partinin dağıtıldığı ve yeni siyasi partilerin kurulduğunu sözlerine ekledi.

Rizvi, siyaset mühendisliği süreci ile ilgili sözlerini şöyle sürdürdü:

Nüfuzlu güçler, kendilerini güçlendirmek ve bu güçlere tabi olacak bir hükümet oluşturmak için bu süreci üstlenirler. Bu sürecin halkın sorunlarıyla ya da demokrasinin gelişmesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü yüksek enflasyon, işsizlik, güven ortamının yok olması gibi konular bu süreç için bağlayıcı değildir."

En büyük sorununun hiçbir siyasi partinin halkın desteğiyle iktidara gelememesi olduğunu söyleyen Rizvi, "Bu yüzden tüm siyasi gruplar, nihai kararı veren ve insanların karşılaştığı sorunları umursamayan nüfuzlu güçlere yöneliyorlar. Ekonomik durum ve devlet yönetimiyle ilgili sorunlar şu anda kimsenin umurunda değil. Yalnızca bir siyasi partinin baskıyla siyaset sahnesinden dışlamaya ve bir başka siyasi partiyi parlatmaya odaklanılmış durumda" yorumunda bulundu.

Gazeteci ve siyasi analist Masood ise nüfuzlu güçlerin bugüne kadar seçimleri kimin kazanması ve kimin kaybetmesi gerektiğini anlayamadığını söyleyerek halkın ve politikacıların, hangi partinin devlet sistemini ciddi şekilde iyileştireceğine, halkın sorunlarını çözeceğine ve kime oy verilmesi gerektiğine karar vermeleri gerektiğini söyledi. Ancak Masood, ordunun bu konulara müdahale etmesinin, devletin ilerlemesine engel olduğu gibi insanların insanca bir yaşam sürmesini de zorlaştırdığını vurguladı.

Yeni partilerin seçimlere ne gibi etkisi olur?

Ordunun kendi seçeceği bir hükümeti kurabilmek ve bu hükümeti bir kukla gibi yönetebilmek için siyaset sahnesini manipüle ettiğini ve yeni partiler kurulmasını desteklediğini söyleyen Masood, "Şu an iktidarı halka vermek yerine kendilerine uygun adayların seçimleri kazanması için siyaset sahnesini manipüle ediliyorlar. Önümüzdeki seçimlerde farklı partilerden oluşan bir koalisyon hükümeti kurulacak. Hiçbir siyasi parti tek başına iktidara gelemeyecek ve meclis çoğunluğuna sahip olamayacak. Böylece ordu onlara daha kolay bir şekilde direktifler verebilecek" değerlendirmesinde bulundu.

Öte yandan Rizvi, daha önce de benzer deneyimlerin olduğunu ve ordunun bu yöntemi daha önce de bir siyasi parti, ordunun üstünlüğünü kabul etmeyi ve onun istediği politikaları benimsemeyi reddettiğinde kullandığını söyledi. Sadece parti üyelerinin bu duruma karşı çıkmasının yeterli olduğunun altını çizen Rizvi, 1990'lı yıllarda Pakistan Müslüman Birliği-Navaz (PML-N) iktidarının ve 2018 yılında İmran Han iktidarının başına gelenin de bu olduğunu vurguladı. Rizvi, şimdi kurulan partilerin de aynı görevi yerine getireceğini ve onlardan istediğinde hükümete karşı cephe alacaklarını kaydetti.

Rizvi, sözlerini şöyle sürdürdü:

Son gelişmeler geçmişten hiç ders çıkartmadığımızı gösteriyor. Öyle ki dünyanın çeşitli ülkelerinde kalkınma için yeni gelecek planları hazırlanırken biz halen irademize göre hareket eden hükümetlerin kurulması için direniyor, fakat Uluslararası Para Fonu'ndan (IMF) kurtulmanın hayalini bile kuramıyoruz. Bir hükümet halkın desteğiyle kurulmazsa halk bu hükümetin kararlarını ya da politikalarını nasıl kabul edebilir? Bu tecrübeler, mevcut durumda herhangi bir iyileşmenin önünü açmazken sadece durumu daha da kötüleştirecektir. PTI'nin siyasi olarak parçalanması, yeni partiler kurulması ve halkı bu partileri desteklemeye zorlamak geçmişte işe yaramadığı gibi gelecekte de işe yaramayacak."

Sonuç olarak, siyasi gruplar kendilerine getirilen kısıtlamalardan, çalışma alanı ve özgürlüğü verilmemesinden şikayetçi olmaya devam ederken siyaset sahnesindeki bölünmüşlük hali, özellikle son gelişmeler siyasi partilerin popülaritesini olumsuz yönde etkilediğinden bu şikâyetin önemini artırıyor.

 

Independent Urdu - Independent Türkçe



Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
TT

Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)

Avustralya Yayın Kurumu (ABC), Avustralya istihbarat biriminin altı yıl önce Bondi Plajı saldırganlarından birinin DEAŞ ile bağlantıları olduğunu araştırdığını bildirdi.

Avustralya polisi, 50 yaşındaki bir adam ile 24 yaşındaki oğlunun pazar günü Sidney’de ünlü bir plajda Hanuka Bayramı kutlaması yapanlara ateş açtığını, saldırıda 15 kişinin hayatını kaybettiğini ve 40’tan fazla kişinin yaralandığını açıkladı.

Avustralya medyası, saldırganların Sajid Akram ile oğlu Naveed Akram olduğunu ve Sajid Akram’ın polisle çıkan çatışmada öldüğünü, Naveed Akram’ın ise polis gözetiminde hastanede tedavi gördüğünü bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın ABC’den aktardığına göre, Bondi Plajı saldırısını soruşturan ortak terörle mücadele ekibindeki üst düzey bir yetkili, Avustralya Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’nın (ASIO) 2019 yılında Naveed Akram ile ilgili bazı şüpheleri araştırdığını belirtti.

Haberde, Naveed Akram’ın, Temmuz 2019’da yakalanan ve Avustralya’da bir terör eylemi planlamakla suçlanan DEAŞ üyesiyle yakın bağlantısı olduğunun düşünüldüğü ifade edildi.

ABC, terörle mücadele soruşturmacılarının, Bondi Plajı saldırısını gerçekleştiren silahlı kişilerin DEAŞ mensubu olabileceğine inandığını bildirdi.

ABC’ye konuşan yetkililer, silahlı kişilerin araçlarında iki DEAŞ bayrağı bulunduğunu da açıkladı.

ASIO Genel Direktörü Mike Burgess dün gazetecilere yaptığı açıklamada, saldırganlardan birinin kendileri tarafından bilindiğini ancak ‘acil tehdit’ olarak görülmediğini belirterek, “Dolayısıyla burada yaşanan olayın şartlarını yeniden gözden geçirmemiz gerektiği açık” dedi.

Yeni Güney Galler polisi ise ABC’nin haberini doğrulayamayacaklarını belirtirken, ASIO da ‘bireyler veya devam eden soruşturmalar hakkında yorum yapmadığını’ açıkladı.


Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” süreci, kimilerine göre 2. çözüm süreci olarak değerlendiriliyor; bu konuda çok şey yazılıp çiziliyor. Sürecin toplumsallaşması adına tartışılması doğru; ancak bu tartışmanın gündelik siyasi çekişmeler, öne çıkma çabaları ya da kısır hesaplar üzerinden yapılması, sürece yarardan çok zarar veriyor. Burada herkesin dikkatli olması gerektiğinin altını bir defa daha çizmek gerekiyor.

Siyasetin bu süreçte daha cesur olması, daha fazla adım atması ve daha fazla inisiyatif alması gerekiyor. Çünkü artık top, güvenlik bürokrasisinin sahasından siyasetin sahasına geçmiş durumda.

Elbette süreçte daralmalar olacaktır. İşin doğası gereği bu daralmaların olması son derece doğaldır; ancak siyasi aktörlük meselesi üzerinden herkesin kendisini tekrardan sorgulaması gerekiyor. “Her meseleyi Öcalan’a soralım” yaklaşımı, bana göre doğru değil. Siyasetin inisiyatif alması bir bütün olarak gerçekleşmeli ve inisiyatifler alınabilmelidir. Her meselede Öcalan’ı öne çıkarma, aktör yapma isteğinin toplumsal güvende yara açtığı da görülmelidir. Belki artık örgütün partiyi kurma paradigması tersine dönmeli ve parti, örgütü dönüştürebilmelidir.

Pedal çevirme teorisi işlemeye devam ediyor. Örgütün el yükseltme sebebi ya da farklı seslerin çıkma sebebi, bence devlette ciddiyetin ilk defa bu kadar net görülmesidir. Artık herkes yeni bir paradigmaya dönüleceğini görmeye başladı ve doğal olarak bir bocalama süreci yaşanıyor. Süreç tamamlanırsa siyasetin de paradigmasının değiştiği görülmelidir.

Çünkü şu ana kadar siyaseten “zaten masa devrilecek, güvenmiyoruz, gel gel yapıyorlar, sonra yine bizi hapishanelere atacaklar” anlayışı çok hakimdi. Ama atılan adımlar neticesinde işin ciddiyeti anlaşılıyor ve bu da ezber bozuyor. Bu bakımdan şu ana kadar yaşananların, ben sürecin özüne bir tahribat verdiğini düşünmüyorum. Bu düşüncemi görüştüğüm farklı kaynaklarım da doğruluyor.

Sürecin geldiği yerde iki mesele, en çok sorulan ve merak edilen konuların başında geliyor: Yasal düzenlemeler ve SDG meselesi.

İmralı Adası’ndan Meclis’e: Fırsat yasası ve sürecin kritik eşiği

Komisyon üyelerinin İmralı Adası’na gitmesi, bir eşiğin daha aşılmasını kolaylaştırdı. MHP Genel Başkanı Feti Yıldız Bey’in okuduğu özet, kendi tuttuğu notların özetiydi. Dolayısıyla 16 sayfalık raporun özeti değildi. Beklenti, hem AK Parti adına Hüseyin Yayman’ın hem de DEM adına Gülistan Koçyiğit’in de notlarını okumasıydı; ama bu gerçekleşmedi. Keşke onlar da komisyon üyelerine notlarını aktarsaydı ve sorulacak olan sorulara da cevap verseydi.

Komisyon üyelerinin tuttuğu 16 sayfalık raporun aslında komisyon üyelerine dağıtılması gerekiyordu. Sürecin şeffaflığı, toplumsal rıza üretme konusunda bunun yapılmasının hâlâ geç olduğunu düşünmüyorum. Görüştüğüm ve raporu bilen kaynaklarım, burada anlatılamayacak bir şeyin olmadığını, Öcalan’ın bugüne kadar söylediği görüşlerin benzerlerinin yer aldığını ifade ediyorlar.

Şimdi top Meclis’te. Nasıl bir yasa çıkarılacak? Toplumda cezasızlık algısına da yol açmadan, süreci de sahiplenerek nasıl bir yol bulunacak?

Görev, öncelikli olarak Komisyon’da bulunan partilere düşüyor. Onlar tekliflerini yavaş yavaş Meclis Başkanlığı’na verecekler. Meclis hukukçuları ve güvenlik bürokrasisi de sürece destek verecek.

Kesinleşen bir şey olmamakla beraber, anladığım kadarıyla çıkarılacak olan “Fırsat Yasası” iki ayağa cevap verecek:

A- Eve dönüş durumu
B- Mevcut tutuklu ve hükümlülerin durumu

KCK-PKK örgüt üyeliğinden şu an Türkiye’de cezaevlerinde bulunanların sayısının 4 bin 200 kişi civarında olduğu belirtiliyor. Bunlar içerisinde müebbet hapis cezası alanlar olduğu gibi, cezası bitmeye yakın insanlar da var.

Bunlar için kademeli bir anlayış ve bakış açısı geliştiriliyor. Kişi bazında durumlar incelenecek, toptancı bir anlayışla düzenleme yapılmayacak. Cezaevindekiler için düzenleme yapılırken, aynı zamanda eldeki bazı uygulamalardan da yararlanılacak. Denetimli serbestlik meselesi, yararlanılacak uygulamaların başında geliyor.

PKK’lıların Türkiye’ye dönüşü: Suça karışmamış 950-1.050 kişi için yasal çerçeve nasıl şekillenecek?

Eve dönüş olarak adlandırılan PKK’lıların Türkiye’ye dönme meselesine gelince…

Öncelikle Ankara, Bağdat ve Erbil arasındaki mekanizmanın hâlâ çalıştığını ifade etmek lazım. Bu mekanizma hem silahların hem mağaraların teslimi hem de Irak’ta kalmak isteyen örgüt mensupları için son derece hayati.

Benim gerek Irak makamları, gerek Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi yetkilileri, gerek PKK ve gerekse de Ankara’dan aldığım bilgiye göre PKK içerisinde suça karışmamış militan sayısı 950-1050 arasında. Bu kişilerin gelmesinin önünde şu an herhangi bir engel bulunmuyor. Diyarbakır annelerinin çocukları başta olmak üzere ilk etapta suça karışmamış kişilerin gelmesi, “Fırsat Yasası” ya da “Çerçeve Yasası”nın şekillenmesiyle birlikte gerçekleşebilir.

Burada yapılacak olan yasal düzenleme netleştiğinde, atılacak olan adımların daha da hızlanacağını göreceğiz. Meclis’ten çıkacak olan yasa büyük bir ihtimalle özel bir yasa olacak. Hukukçular bu yasayı çalıştırırken bir taraftan Anayasa’nın eşitlik ilkesinin çiğnenmemesine, diğer taraftan da FETÖ başta olmak üzere diğer örgütlerin yararlanmasının önünü kapatacak. Burada kendisini fesheden bir örgüt olduğu için yeni bir yasa zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Hem eve dönüş hem de mevcut cezaevindekilerle ilgili düzenleme yapılırken iki ayrımın altını çizmek gerekiyor. Yapılacak olan düzenleme ile birlikte “örgüt” ortadan kalkarsa örgüt üyeliği ya da örgüte üye olmamakla birlikte oluşan suç ortadan kalkacak; ancak işlenen suçlar ortada duracağı için yapılacak olan düzenlemede kademeli olarak buna cevap verilecek.

Örneğin, örgütte yıllarca kuryelik yapan ama silahlı eylemlere katılmayan kişiler örneğinde olduğu gibi belirli ayrımların yapılması gerekiyor. Benim kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, kişinin durumu üzerinden bir değerlendirme yapılacak, toptan bir değerlendirme yapılmayacak.

Çıkarılacak olan yasada bir süre sınırı konulması, denetimli serbestlik vb. uygulamaların işletilmesi de karşımıza çıkacak gibi duruyor. Burada belki tekrar altını çizeceğim, bireylerin durumunun tek tek ele alınacağı.

Örgüt üst düzey yönetici dediğiniz 232 kişi civarında. Bunlardan 30-40’ı en önemli üst düzey yönetici olarak karşımıza çıkıyor. Bunların büyük bir kısmının Irak’ta kalması ya da seyahat özgürlüğü kapsamında Avrupa ve Irak arasında olması bekleniyor. Burada da Bağdat-Erbil ve Ankara arasındaki mekanizmanın devreye girmesi öngörülüyor.

SDG meselesinde kilit güç ABD: Mazlum Abdi ve YPG’nin silahlı sayısı gerçekçi rakamlarla değerlendiriliyor

SDG meselesine gelince:
Öncelikle Mazlum Abdi’nin verdiği 100 bin rakamı çok abartılı bulunuyor. Hem Suriye’deki kaynaklar hem Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, SDG ve onun silahlı kanadını oluşturan YPG’nin silahlı sayısının 45 bin civarında olduğunu belirtiyor.

Suriye’de muhatabın esas olarak ne Şara ne Abdi olduğu, muhatabın ABD olduğu ve SDG meselesinin çözümünde sürecin ABD ile yürütüldüğünün altı çiziliyor. Yani esas patron kimse, müzakereler de onlarla yürütülüyor.

Bu noktada özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la olan kişisel ilişkisinin, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın temaslarının ve zamanın ruhunun Türkiye’nin işini kolaylaştırdığı belirtiliyor. Erdoğan-Trump görüşmesi, ardından Şara-Trump görüşmesi, CENTCOM’un Trump politikalarıyla paralel hareket etmesi ve Tom Barrack’ın Mazlum Abdi’ye ABD politikaları konusunda net mesajları, aslında Suriye’de önümüzdeki haftalarda bazı olumlu adımların SDG tarafından atılacağını gösteriyor.

Bu aşamada süreci bozma noktasında Fransa, İran ve İsrail gibi ülkelerin SDG’nin kulağına fısıldadığı da gözlerden kaçmıyor.

Sınır kapılarının devri, enerji sahalarının devri ve silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na entegrasyonu sağlanırsa, SDG Türkiye açısından tehdit olmaktan çıkacak.

SDG içerisinde iki anlayış hâkim.

1- Anlayış, “Ankara’nın hem SDG’nin tamamen tasfiyesini hem de 10 Mart mutabakatının uygulanmasını aynı anda talep etmesi, Suriye’de siyasi çözümü engellemeye yönelik politikasını açıkça ortaya koyuyor” derken,

2- Anlayış, “Türkiye Şam Hükümeti ile aramızda garantör ülke olsun. Kolaylaştırıcı olursa süreç daha çabuk ilerler” anlayışında.

Peki SDG bu adımı atar mı?

Bana göre zaman içerisinde SDG bu adımı beş sebepten dolayı atmak durumunda kalacak.

1- Amerika Birleşik Devletleri’nin bunu istemesi
2- SDG’yi oluşturan en büyük güçlerden Arap aşiretlerinin tavrı
3- YPG içerisindeki silahlı dağılım
4- Türkiye ve ABD’nin arabuluculuğu ve garantörlüğü meselesi
5- Zamanın ruhu

Şam yönetimi SDG’den ne istiyor?

Şara yönetimi, SDG’den askerlerinin %75’ini kendilerine vermesini ve Savunma Bakanlığı’na dâhil olmasını istiyor. Geri kalanların ise yerel yönetimlerde asayiş gücü olarak kullanılabileceği belirtiliyor.
SDG, Şam’a üç tümen vereceğini ve komutanların isimlerini Şam’a bildirdiğini ifade ediyor.

Önce saha gerçekliği adına şunu görmemiz gerekiyor:
SDG’nin sahip olduğu 45 bin kişilik gücün %75–%80’inin Arap aşiretlerden oluştuğu, geri kalanının ise farklı Kürt yapılardan oluştuğunun altı çiziliyor.

Saha kaynakları YPG içerisindeki formülasyonu şöyle yapıyorlar:

Irak’tan gelen Irak Kürtlerinin sayısı yaklaşık olarak 1350 civarında.

PKK’dan YPG’ye gelen militan sayısı 1500 civarında.

Suriye Kürtlerinin ise 6 bin civarında olduğu belirtiliyor.

Şam ve SDG anlaşırsa kalan silahlı güç nasıl entegre edilecek: Savunma Bakanlığı mı, polis gücü mü?

Peki diyelim ki Şam Hükümeti ve SDG arasında bir anlaşma oldu; kalan %25 silahlı güç ne olacak sorusuna cevap, silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na bağlanması gibi Suriye Hükümeti’nin karar vereceği bir konu, ancak asayiş ya da polis gücü olarak kullanılmaları güçlü bir olasılık.

Burada özellikle polis gücü olmak istedikleriyle ilgili olarak, merkezi hükümetin denetiminde bir yapı oluştuğunda; Dürzi bölgelerinde Dürzilerden, Arapların yoğun olduğu yerlerde Araplardan, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde ise Kürtlerin alınması son derece doğal. Burada anlaşmazlık, bunların kimin kontrolünde olacağı. Merkezi hükümet, bu polis gücünün Suriye Devleti’nin polis gücü olacağını söylüyor ve Kamışlı’da görev alan bir polisin Süveyda’ya, Lazkiye’de görev alan bir polisin de Kamışlı’ya tayinle gönderilebileceğini ifade ediyor. Aynı şekilde Savunma Bakanlığı bünyesine katılacak olan yapıların da komuta merkezinin Suriye Hükümeti’nde olacağı belirtiliyor.

Suriye’de tamamlanmamış devlet tamamlanırsa, hem anayasal güvence hem de diğer haklar garanti altına alınmış olacak ve Dürzilerin de, Nusayrilerin de olduğu gibi Kürtlerin de devlette karar alma süreçlerinde yer alacağını görmemiz gerekiyor.

Bu geçiş sürecinde SDG yasal garanti istiyor. Bu garanti büyük ihtimalle ABD tarafından verilecek. Türkiye’nin istediği adımlar atılmaya başlanırsa, Türkiye de bu noktada süreci kolaylaştıracak her adımı atacak. Bu adımlardan en önemlisi Nusaybin Sınır Kapısı’nın açılması ve Kamışlı ile ticaretin Türkiye üzerinden devam etmesi olacak.

Amerikalılar Esad döneminde Arap aşiretlerini SDG bünyesine dahil ettiler ve hâlen maaşlarını ödemeye devam ediyor. ABD Kongresi’nden geçen bütçenin büyük bir kısmı bu maaşlara gidiyor.
PKK, Türkiye’de sürecin ciddileştiğini görüyor; SDG de Suriye’de ABD’nin entegrasyonu istediğini ve bu konuda ısrarcı olduğunu biliyor.

Nitekim yakın zaman içerisinde Şammar Aşireti’nin lideri el-Cerba, Şam’a gidip Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya gelmiş, daha sonra da Mazlum Abdi ile görüşmüştü. Saha kaynakları, Cerba’nın SDG’yi de 10 Mart Anlaşması çerçevesinde Şam ile anlaşmaya ikna etmek için arabuluculuğa başladığını ifade ediyor.

Toparlayacak olursam, Arap aşiretlerini SDG’ye entegre eden ABD’nin kendisi ve şu ana kadar maaşlarını da ödemeye devam ediyor. ABD’nin tavrı burada çok net: Şam’a entegrasyon, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi, bununla birlikte toprak bütünlüğü ve politik birliğin sağlanması noktasında Şara’nın güçlendirilmesi. Nitekim CENTCOM Komutanı Brad Cooper, ABD’nin Suriye’deki üç önceliğini, “IŞİD’e karşı mücadele, SDG’yi Suriye devlet yapısına entegre etmek ve Suriye hükümetiyle koordinasyon sağlamak” olarak açıkladı.

10 Mart Mutabakatı ile Suriye’de Kürt, Dürzi ve diğer grupların güvenliği sağlanıyor

Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’nin garantörlüğünde 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi, Kürtlerin, Dürzilerin ve diğer grupların Suriye’de güvenceye kavuşmaları ve Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi herkesin faydasına olacaktır.

Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, “Bugün Türkiye çatışma ortamının oluşmamasını istiyorsa, İsrail’in Suriye’de nüfuzunu genişletmemesi için yapıyor. Bu yapamadığımızdan değil, İsrail’e alan açmama isteğimizden kaynaklanıyor” diyorlar.

SDG konusunda 10 Mart mutabakatının bana göre iyi niyet adımı Deyrizor’da görülecek.
Suriye’de 10 Mart mutabakatıyla ilgili önümüzdeki hafta birkaç adımın atılma ihtimali, aynı adımların Kuzey Irak’ta da (IKBY) gelme ihtimali çok yüksek. Güven artırıcı adımların atılmasına devam edilecek.

Başta ifade ettiğimi tekrar söyleyeyim. Devlet iradesi devam ediyor, ABD’nin Türkiye ve Şara’yı destek politikası devam ediyor, uluslararası konjonktür uygun, Öcalan paradigmada ısrar ediyor ve sürece katkı vermekten geri durmuyor.

Sürecin ciddiyeti noktasında iki hafta içerisinde güzel şeyler görmeye devam edeceğiz. Partiler taleplerini dillendirecekler; bu, hepsinin kabul edildiği ya da edileceği anlamına gelmez. Herkes kendi tabanına sesleniyor ama bu işin siyaset üstü olduğunu da artık görmek gerekiyor.


Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
TT

Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy dün, ülkesinin Rusya ile savaşı sona erdirecek bir uzlaşı olarak Batı'nın güvenlik garantileri karşılığında NATO üyesi olma hedefinden vazgeçtiğini açıkladı. Bu adım, Rusya'nın saldırılarına karşı bir koruma olarak Batılı ülkelerin askeri ittifakına katılmak için mücadele eden Ukrayna için önemli bir dönüşüm anlamına geliyor.

Zelenskiy bu açıklamayı, Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ın Avrupalı yetkililerle yapacakları üst düzey görüşmeler önce yaptı.

Ukrayna Devlet Başkanı, ülkesi ile Rusya arasındaki savaşı sona erdirecek bir uzlaşı sağlamayı amaçlayan görüşmelerde ‘diyaloga’ hazır olduğunu vurguladı. Zelenskiy ayrıca, ABD'yi Ukrayna'daki cephe hatlarını dondurma fikrini desteklemeye ikna etmeyi umduğunu ifade etti.