Christopher Phillips*
6 Ağustos 2023, nükleer silahların ilk kez kullanımının 87’nci yıl dönümü.
Bu yaz gününde Little Boy (Küçük Çocuk) bombası atıldı. ABD, o uğursuz günde attığı ve Japonya’nın Hiroşima kentini yerle bir eden atom bombasına bu adı vermişti. Ve bir bomba yetmezmiş gibi, üç gün sonra Nagazaki’ye, aynı yıkıcı etkiye sahip bir başka bomba atıldı: Fat Man (Şişman Adam).
Hemen o anda 70-80 bin kişi hayatını kaybetti. Takip eden aylar ve yıllarda ise kurbanların radyasyon etkisine maruz kalması nedeniyle sayı, 226 bine çıktı.
Bu iki bombalamanın sonuçları, Japonya’yı hemen barış çağrıları yapmaya sevk etti ve II. Dünya Savaşı sonunda bitti. Uzun vadede patlamalar, dünyayı korkunç bir yeni nükleer çağa itti. Böyle bir çağda sadece bir düğmeye basarak çok kısa sürede on binlerce kişi öldürülebilir.
Neyse ki korkunç Hiroşima ve Nagazaki sahneleri 1945’ten bu yana tekrarlanmadı. Ancak dünya, Soğuk Savaş sırasında pek çok kritik durum yaşadı. Nitekim hem ABD hem de Sovyetler Birliği, büyük bir nükleer silah stoğu yaptı. 1962’deki Küba Füze Krizi’nin, 1973’teki Ekim Savaşı’nın (Yom Kippur) ve 1983’te de Able Archer tatbikatlarının hepsinin doğrudan bir nükleer çatışma tehdidi taşıdığını görüyoruz. Sonra Sovyetler Birliği’nin çöküşü beraberinde, özellikle Batı çevrelerinde nükleer savaş hayaletinin ortadan kalktığına dair biraz iyimserlik getirdi. Güney Afrika ile Ukrayna gibi eski Sovyetler Birliği’ne bağlı cumhuriyetler, nükleer cephaneliklerden vazgeçmeye başladı. Buna karşılık başka devletler, nükleer devletlere katılmaya başladı. Mesela Pakistan, 1998’de nükleer bir yetenek geliştirdi. Onu 2006 yılında Kuzey Kore takip etti. İran’ın atom enerjisi geliştirme çabalarının da kendisini nükleer güçle donatma emelleri taşıdığına dair yaygın bir inanış söz konusu.
Bu iki bombalamanın yankıları, Japonya’yı hemen barış çağrıları yapmaya sevk etti ve II. Dünya Savaşı sona erdi
Rusya-Ukrayna savaşı patlak verdikten sonra daha fazla endişe veren gelişmeler yaşandı. Nitekim Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, nükleer silah kullanımına başvurabileceği konusunda defalarca imada bulunurken birçok Rus yetkili, açıklamalarında daha açık ifadeler kullandı. Örneğin eski Rusya Devlet Başkanı ve halihazırda Rusya Güvenlik Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı, Mart 2023’te şöyle dedi: “Ukrayna’yı yabancı silahlarla donattıkları her gün dünyanın nükleer sonu yaklaşıyor.” Rusya’nın dünyanın en büyük nükleer cephaneliği olduğu göz önüne alındığında bu tür söylemler, Ukrayna’daki savaşın yeni bir Hiroşima vakasını sonuç verme ihtimalini artırıyor.
Nükleer dünya
Nükleer silah tarihinin, Hiroşima ve Nagazaki’den sonra hem korku hem iyimserlik sebebi haline gelmesine şaşmamak gerek. Bu yüzden bir yanda büyük güçlerin daha fazla kitle imha silahı geliştirmek için koşturduğunu, orta ve gelişmekte olan pek çok ülkeninse büyük güçleri taklit edip bu silahlarla kendi cephaneliklerini ürettiklerini görüyoruz.
Diğer yanda ise uluslararası toplum ve dolayısıyla bizzat büyük güçler, nükleer silahların yayılmasını düzenlemek ve sınırlandırmak için ortak çaba sarf ettiler ki bu, silahların çoğu halen dursa da kayda değer bir silahsızlanmanın yolunu açtı.
Washington ve Moskova, Sovyetler Birliği’nin o dönemde ABD’yi endişelendiren nükleer denemelerini gerçekleştirdiği 1949 yılından itibaren Soğuk Savaş’ın şiddetlenmesiyle nükleer bir silahlanma yarışında en büyük iki rakip oldu. Ayrıca dünyanın her yerinde askerî üsler edinmeleri ve kıtalararası balistik füzeler ile nükleer denizaltılar geliştirmeleri bu iki ülkeye, birbirlerinin topraklarında herhangi bir yere nükleer saldırılar düzenleme imkânı verdi. Bu iki ülke, birbirini kuşatmak için giderek daha fazla savaş başlığı üretti. Bu tırmanış, 1960’lı yılların ortalarında zirvesine ulaştı. Zira ABD’deki silah başlıklarının sayısı 30 binden fazlayken Sovyetler Birliği’nde sadece 5 bin civarındaydı. Sonra ABD, cephaneliğini biraz azaltınca Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), ona yetişti ve geride bırakmayı başardı. Nitekim 1980’lerin sonunda Washington, 24 bin savaş başlığına sahipken Sovyetler Birliği, 40 bin savaş başlığına sahip olmakla övünüyordu.
Ukrayna-Rusya savaşı patlak verdikten sonra daha da endişe verici gelişmeler görüldü. Nitekim Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin defalarca, nükleer silah seçeneğine başvurabileceğini ima etti
O zamanlarda Birleşik Krallık, Fransa ve Çin, kendi nükleer yeteneklerini geliştiriyordu. 1952, 1960 ve 1964 yıllarında nükleer yeteneklerini birbiri ardı sıra meydana çıkarmakla birlikte hiçbiri birkaç yüzden fazla savaş başlığı üretmedi. 1960’larda İsrail, atom silahlarına sahip olduğunu alenen itiraf etmese de nükleer enerji teknolojisinde bir gelişmeye sahne oldu. Nitekim İsrail’in, 1980’lerde altı nükleer silah yapımına yardımcı olması için Güney Afrika’daki apartheid (ırkçı ayrımcı) rejimiyle iş birliği yaptığına dair yaygın bir kanaat söz konusu. 1974 yılında Hindistan, ilk nükleer denemelerini gerçekleştirirken onu, 1998 yılında en büyük rakibi Pakistan izledi. 2006’da da Kuzey Kore, nükleer kulübün en yeni üye ülkesi oldu.
Nükleer silahların yayılması pek çok kişiyi endişelendiriyor. Bununla birlikte 1970’te yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) olmasaydı, muhtemelen çok daha geniş çapta yayılırdı. Bu anlaşmaya göre, anlaşmanın oluşturulduğu zamanda, yani 1967’de nükleer silaha sahip beş devletten başka nükleer devlet olmayacak ve bu silahın geliştirilmesine 2016’dan itibaren izin verilecekti. Anlaşmaya 191 ülke kayıtlıydı. BM’ye üye şu dört ülke katılmamayı tercih etti: İsrail, Hindistan, Pakistan ve yeni Güney Sudan devleti. Kuzey Kore de başlangıçta NPT’ye imza attı, ancak 2003’te anlaşmadan çekildi.
Çoğu ülkenin nükleer silahların yayılmasının önlenmesine onay vermesinin yanı sıra, büyük güçler de Soğuk Savaş’ın ortalarından itibaren nükleer cephaneliklerini dondurmayı, sonra da azaltmayı kabul ettiler. 1970’lerde SALT I ve SALT II anlaşmaları geldi ve hem ABD’nin hem de Sovyetler Birliği’nin her iki tarafın sahip olduğu kıtalararası balistik füzelerin sayısını sınırlama kararlılığına tanık olundu. 1980’lerin sonları ile 1990’ların başlarında Sovyetler Birliği’nin zayıflamasıyla, uzun menzilli füzelerin sayısını sınırlandıran daha fazla anlaşmanın imzalandığı görüldü. Başka birkaç anlaşmadan sonra 2010 yılında, Rusya ve ABD tarafından konuşlandırılan nükleer silahları neredeyse yarı yarıya azaltan Yeni START anlaşması imzalandı.
Güney Afrika’nın 1990’lı yıllarda nükleer silahsızlanmaya karar vermesi ve şu an bağımsız olan Ukrayna, Belarus ve Kazakistan cumhuriyetlerinden binlerce Sovyet füzesinin kaldırılmasının yanı sıra bu anlaşmalar, dünyanın 1950’li yılların sonlarından bu yana en düşük sayıda nükleer silaha sahip olduğu anlamına geliyor.
Washington ve Moskova, Sovyetler Birliği’nin nükleer denemelerini gerçekleştirdiği 1949 yılından itibaren Soğuk Savaş’ın şiddetlenmesiyle nükleer bir silahlanma yarışında en büyük iki rakipti
Amerikan Bilim Adamları Federasyonu’nun tahminlerine göre bugün Rusya, 5 bin 899 savaş başlığına sahipken ABD 5 bin 244, Çin 410, Fransa 290, Birleşik Krallık 225, Pakistan, 170, Hindistan 164, İsrail 90 ve Kuzey Kore 30 savaş başlığına sahip. Basit bir hesapla ABD ile Rusya’nın dünyadaki kitle imha silahlarının yüzde 90’ından fazlasına sahip olduğunu görürüz.
Halihazırda savaş başlıklarının sayısı, Soğuk Savaş’ta ulaşılan aşırı seviyelerin çok altında olsa da her bir nükleer güç halen, düşmanlarını defalarca yok etmeye yetecek kadar fazla ateş gücüne sahip. Dolayısıyla Putin ve diğer Rus yetkililerin, nükleer silahları Ukrayna savaşı tartışmasının ortasına dahil etme arzusu, bilhassa Batı’daki yabancı hükümetleri tedirgin etti. Bunun anlaşılır sebepleri var. Ukrayna savaşının başlamasından 7 ay sonra Eylül 2022’de, Rusya’nın geri çekilip genel seferberlik başlatmak zorunda kalmasıyla Putin, Rusya’nın, kendi ifadesiyle Rus topraklarındaki Batı tehditlerine karşılık vermek için çok sayıda silahı olduğunu açıkladı. Ayrıca Batılı liderlere, bunun bir aldatmaca olmadığını vurguladı.
Nükleer silahların yayılması pek çok kişiyi endişelendiriyor. Bununla birlikte 1970’te yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) olmasaydı, muhtemelen çok daha geniş çapta yayılırdı
O zamandan bu yana Putin ne geri adım attı ne de tutumunu yumuşattı. Nitekim Şubat 2023’te, Rusya’nın Yeni START anlaşmasındaki ortaklığını durduracağını ilan etti ki bu anlaşma, Rusya’nın nükleer silahların denetimi için ABD ile imzaladığı son büyük anlaşmadır.
Haziran ayında Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko, Rus taktiksel nükleer silahlarının ülkesinde konuşlandırıldığını duyurdu. Bu, Belarus’un 1990’ların başından beri ilk kez tekrar silahlanması demek. Lukaşenko, Hiroşima bombasından üç kat daha güçlü olduğu söylenen bu silahların savaş meydanında kullanılmak üzere tasarlandığını iddia etti ki bu, Ukrayna için açık bir tehdit.
Saldırganlık, Kiev’in çok ötesine yöneldi. Şöyle ki mart ayında Birleşik Krallık, Kiev’e seyreltilmiş uranyumlu tanksavar füzeleri sağladığında Putin, şu açıklamayı yaptı: “Batı’nın nükleer bileşen içeren silahları kullanmaya çoktan başladığına bakılırsa Ruslar, misillere yapmak zorunda kalacak.” Daha açık bir şekilde dile getirilmese de pek çok kişi bu açıklamayı, Birleşik Krallık’a nükleer bir silah fırlatmayı düşünebileceğinin bir işareti olarak yorumladı. Dolayısıyla Putin’in açıklamaları, Rusya’nın Batı’dan gelen herhangi bir tehdide karşılık vermeye yetecek bir ateş gücüne halen sahip olduğunu ve gerekirse kullanmaya da hazır bulunduğunu teyit ediyor. Bu da Rusya ile Batı ülkeleri arasındaki gerilimi artırıyor ve nükleer bir savaşın patlak vermesine dair endişeleri körüklüyor. Nükleer silah kullanımının dünyayı tümüyle yok edebileceğini ve uluslararası anlaşmazlıkları barışçıl bir şekilde çözmenin tek yolunun diyalog ve müzakere olduğunu unutmamak önemlidir.
Putin’in hilesi mi?
Bu tehditler ne kadar ciddi? Görünüşe bakılırsa ABD Başkanı Joe Biden, bu soruya kesin bir yanıt vermekte tereddüt ediyor. Nitekim önce, Haziran 2023’te bu tehdidin ‘gerçek’ olduğunu söyledi. Bir ay sonra da ‘Putin’in nükleer silah kullanımına dair gerçek bir olasılığın’ olmadığını belirtti.
Böylesi belirsizlikler şaşırtıcı değil. Belki de uzmanlar ile analistler arasındaki benzer bir ayrışmayı yansıtmaktadır. Rusya ve nükleer silah uzmanlarından bazısı, Putin’in tüm söylemlerine rağmen bunun bir aldatmaca olduğunu savunuyor. Çatışma Çalışmalarını Araştırma Merkezi’nden Valeriy Akimenko, “Rusya, Rus nükleer silahlarını yalnız olağanüstü durumlarda kullanacak” diyor.
Chatham House Araştırma Merkezi’nde çeşitli uzmanların katıldığı bir anketin vardığı sonuca göre Rusya, nükleer silahlarını savaş meydanında bir saldırı savaşı seçeneği olarak değil de öncelikle siyasi savunma için bir caydırıcı olarak görüyor. Bu anket, Rusya’nın Batı’yı geri adım atmaya zorlamak için nükleer güç statüsünü kullandığını söyleyen analist Olga Oliker’e atıfta bulunuyor. Oliker’e göre Putin’in açıklamalarına rağmen Rusya’nın Ukrayna savaşı başladığından bu yana nükleer kullanımın eşiğini düşürdüğüne dair kayda değer bir kanıt yok.
Akimenko, elbette tehlikeyi inkâr etmek istemiyor. Aksine Rusya’nın 1990’ların sonlarındaki askerî doktrininde, ‘kullanıma başlamama’ durumundan ‘Rusya’nın bekası tehlikedeyse kullanıma kesin olarak başlama’ yönünde görülen bir değişikliğe işaret ediyor. Yani Putin, gerçekten Rusya’nın bekasının tehdit altında olduğuna inanırsa teorik açıdan, düşman bir nükleer silahın saldırısına uğramadan önce bile nükleer silahlanmayı düşünebilir.
Öte yandan bazı analistler, Putin’in tehditleri konusunda ciddi olmasından yana oldukça endişeli. London School of Economics’ten (Londra Ekonomi Okulu) Lorraine Sokin, “Putin’in kişiliğine dair bilgimiz, Batı’nın bu tehditleri ciddiye almasını gerektiriyor” diyor. Doğrusu şu ki Kuzey Kore Lideri Kim Jong-un gibi Putin de söylediği her şeyde onun gücünü kontrol etmeden onu destekleyen adamlarla kuşatılmış, oldukça şahsi bir lider. İki lider, “mirasları konusunda derin bir endişeyi paylaşıyor ve dış işlerde yasal ve gerçekçi olmayan siyasi hırslar tarafından yönlendiriliyor.”
Sokin’e göre Putin’in derin paranoyası, onu tehlikeli kılıyor ve bu da nükleer eylemleri içersin ya da içermesin, tehlikelerle dolu kararların alınmasına yol açıyor. Bu, Akimenko’nun, “Rusya’nın bekası tehlikedeyse” nükleer düğmeye basılabileceği konusundaki değerlendirmesiyle aynı çizgide. Yani Putin, Sokin’in işaret ettiği gibi gerçekten paranoyaksa Ukrayna’daki herhangi bir değişikliği, durum öyle olmasa bile Rusya’nın varlığı için bir tehdit olarak yorumlayabilir.
Amerikan Bilim Adamları Federasyonu’nun tahminlerine göre bugün Rusya, 5 bin 899 savaş başlığına sahipken ABD 5 bin 244, Çin 410, Fransa 290, Birleşik Krallık 225, Pakistan, 170, Hindistan 164, İsrail 90 ve Kuzey Kore 30 savaş başlığına sahip
Pek çok kişi Vladimir Putin’in kişiliğine bağlı. Ukrayna’da veya başka herhangi bir yerde nükleer bir saldırı gerçekleştirmeye yönelik gerçek bir niyeti olmaksızın, nükleer tehdidi nüfuzunu güçlendirmenin bir yolu olarak kullanabilir. Bununla beraber Batı’nın Kiev’e verdiği desteği Rusya için varoluşsal bir tehdit olarak algılayacağına ve önleyici olarak nükleer silahları kullanmak isteyebileceğine dair bir ihtimal de mevcut. Bu durum, Soğuk Savaş’ta, Sovyet ve Amerikan liderlerin kişiliğinin nükleer karar vermede merkezî bir rol oynadığı çoğu dönemi yansıtıyor.
Olayların gidişatı, büyük oranda Vladimir Putin’in kişiliğine dayalı olabilir. Putin, Ukrayna’da veya başka herhangi yerde bir nükleer saldırı gerçekleştirmeye yönelik gerçek bir niyeti olmaksızın, nükleer tehdidi sadece gücünü ve nüfuzunu güçlendirmek için stratejik bir araç olarak kullanabilir. Ama kim bilir? Belki de Putin, Batı’nın Kiev’e verdiği desteği gerçekten de Rusya için gerçek ve temel bir tehdit olarak algılıyor. Bu yüzden nükleer silahları önleyici olarak kullanmak isteyebilir.
Hiroşima’nın gölgeleri
Bu olasılık korkutucu olsa da Soğuk Savaş dönemindeki denge karakterini geri getiriyor. O dönemde nükleer saldırı kararlarının alınması büyük ölçüde Sovyetler Birliği liderlerinin (ve ABD başkanlarının) kişiliğine bağlı oluyordu.
Kruşçev veya Kennedy’nin yerinde onlardan daha aşırılık yanlısı isimler olsaydı Küba Füze Krizi sırasında ikisinden birinin eli düğmeye basardı.
Rusya’nın geri adım atmak ve genel seferberlik başlatmak zorunda kalmasıyla Putin, Rusya’nın, kendi ifadesiyle Rus topraklarındaki Batı tehditlerine karşılık vermek için çok silahı olduğunu belirtti. Ayrıca Batılı liderlere de bunun bir aldatmaca olmadığını söyledi
Böyle korkunç bir senaryo beklentisi, birçok kişiyi yıllar içinde nükleer silahsızlanma için daha fazla çaba çağrısında bulunmaya sevk etti. Soğuk Savaş’ın son yıllarında ve 1990’larda büyük bir ilerleme kaydedildiği halde son zamanlarda bu konuda bir gerileme görüldü.
2023 G7 toplantısı sembolik olarak Hiroşima’da yapıldı ve Japonya Başbakanı, liderleri, Putin’in tehditleri ışığında yeniden nükleer silahsızlanmaya bağlı olma çağrısında bulundu. Ancak yine de zirvede, nükleer silahsızlanma tartışmalarından ziyade, Çin’e karşı koymaya ve Rusya’ya karşı Ukrayna’yı desteklemeye odaklanıldı.
* Şarku’l Avsat okurları için Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.