Batı Afrika'daki askeri darbe dalgası ve bunun Afrika'daki uluslararası nüfuz mücadelesine jeopolitik yansımaları

Nijer'deki darbe son fasıl mı?

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Batı Afrika'daki askeri darbe dalgası ve bunun Afrika'daki uluslararası nüfuz mücadelesine jeopolitik yansımaları

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Abdurrezzak Garraf/ Körfez Araştırma Merkezi'nde Kıdemli Araştırmacı

Afrika, özellikle Ukrayna'daki çatışmanın yarattığı uluslararası ‘kutuplaşma’ ışığında, bir sonraki uluslararası rekabetin çatışmaya dönüşme potansiyeline sahip en önemli ‘ham’ bölgelerden biri. Batı Afrika'da, uzun süredir Fransız sömürgeci nüfuzunun merkezi olan Fransızca konuşan ülkelerde siyasi değişimler hızlandı. Bu ülkeler, özgürlük dalgasının bölgeyi etkilediği 1960'lardan bu yana Fransız nüfuzunun yumuşak gücü ve çıkarlarına bağlı olan seçkinler aracılığıyla varlığını sürdürdü. 2020'den bu yana Nijer, Mali, Burkina Faso ve Gine'de askeri darbeler gerçekleşti. Bu darbeler, Senegal'de Fransız karşıtı halk hareketiyle aynı zamana denk geldi. Bu artan değişimlerin jeopolitik, iç, bölgesel ve uluslararası etkileri nelerdir? Bu anayasal olmayan dönüşümlerin (askeri darbelerin) Fransız nüfuzunu geriletmeye ne ölçüde yardımcı oldu ve Fransızca konuşan Afrika'da sömürge mirası üzerindeki etkisi nedir? Bu dönüşümler, Afrika'da yeni bir uluslararası rekabet dönemini başlatarak uluslararası ilişkilerde daha gelişmiş bir rekabet modeline yol açıyor mu? Ukrayna'daki çatışma, Çin'in yükselişi ve yeni çok kutuplu uluslararası düzene doğru ilerleme gibi diğer dosyalarla etkileşime sahip…

Tarihi bakış

Fransız varlığının Afrika'daki kökenleri 17’inci yüzyılın ortasına, yani 1629 yılına kadar uzanıyor. Fransızlar söz konusu tarihte, bugün Senegal olarak bilinen yerde, Batı Afrika kıyılarında bir dizi ticaret merkezi kurdular.1884'teki Berlin Konferansı'na kadar Fransız varlığı, Batı Afrika ve Afrika Kıyısı bölgelerinde sınırlı kaldı. Bu konferans, Afrika kıtasını Avrupa sömürge güçleri arasında nüfuz alanlarına bölmekten sorumluydu ve Fransızlar, Kongo Nehri'nin batısındaki Batı Afrika ve Afrika Kıyısı'ndaki çoğu ülkeyi ele geçirdi. Fransızlar ayrıca 1830'da Cezayir'i ve 1880'den itibaren de Mağrib'i aldı.

Afrika ve Asya'daki çoğu Avrupa kolonisi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsızlık kazandı. Ancak Batı Afrika ve Sahel ülkeleri, Fransa ile yakın ilişkiler sürdürdü. Bu ilişkiler, Fransız sömürgeci mirasının bir sonucudur ve Fransız nüfuzunun Afrika'daki devamını sağlamıştır.

İkinci Dünya Savaşı'nın sonrası Afrika ve Asya'daki çoğu Avrupa kolonisini vuran bağımsızlık dalgasının ardından, Batı Afrika ve Sahel ülkeleri, Fransa'nın yumuşak güç ve bazen sert güç kullanımını içeren başka şekillerde sömürge gücünü sürdürdüğü şartlı bir bağımsızlık kazandı. Buradan şunlara ulaşıyoruz:

-Yönetimdeki siyasi ve askeri elitlerin doğası

Bağımsızlıktan sonra bu ülkelerdeki yönetici elitler, Fransız sömürge sisteminin bir uzantısıdır. Bu sistem, Fransız etkisini bölgeye yerleştirmede yardımcı oldu ve bu etki, bu elitlerin Fransa'ya olan bağlılığıyla sürdürüldü. Fransa, sömürge döneminde elde ettiği jeopolitik, jeoekonomik ve kültürel kazanımları korumaya devam etti ve bu durum, ilgili ülkelerdeki diktatörlük sistemlerinin kurulmasına yol açtı. Bu diktatörlük sistemleri, Fransız sömürge mirası ile uyumlu olan seçkin değerleri benimsedi. Fransa ve elitler arasındaki bu ikili ittifak, bu ülkelerdeki tüm gerçek kurtuluş girişimlerini, askeri darbeler, ekonomik yıkım veya diğer caydırıcı politikalar yoluyla engelledi.

-Fransız şirketlerinin bu ülkelerin kaynakları üzerindeki kontrolü:

Bu faktör, Fransa'nın ilgili ülkeleri sömürmesinden elde ettiği ekonomik kazançların devamında önemli bir rol oynadı. Petrolden gaz ve metallere ve en önemlisi altın ve uranyumdan, Batı Afrika ve Sahel bölgesi ülkelerinin doğal kaynakları, Fransa'nın ekonomik gücü ve uluslararası sistemde nükleer güç olarak stratejik konumunun ana kaynağı olmaya devam etti.

Bu ekonomik sömürüye meşruiyet kazandırmak için medyadaki adıyla Fransafrik (Franceafrique) yani Afrika-Fransız Birliği kuruldu. Bu sistem, Fransa'nın Afrika'daki sömürgelerine bağımsızlık vermesine karşılık, çoğu maddesi açıklanmayan güvenlik anlaşmaları temelinde kuruldu. Daha sonra, bu anlaşmanın çifte ortaklığın bir parçası olarak, bu devletlerin bazılarının milli gelirlerinin yüzde 85'ini, Fransa'nın bu ülkelerdeki sömürge çıkarları için inşa ettiği altyapı karşılığında Fransız Merkez Bankası'nın denetimine koyması kararlaştırıldı. Ayrıca bu anlaşmalar Fransız şirketlerine bu ülkelerdeki ham madde yataklarını serbestçe sömürme hakkı verdi, güvenlik ve askeri iş birliğinin bazı alanlarını da serbestçe Fransız nüfuzuna bıraktı.

Fransa'nın Batı Afrika ve Sahel bölgesindeki doğrudan askeri varlığı, her zaman mevcut yönetimleri korumada önemli bir rol oynamıştır. Fransız yanlısı siyasi ve askeri elitlerin devamını desteklemenin yanı sıra, Fransa'nın bu ülkelerdeki ekonomik çıkarlarını tehdit eden risklere karşı caydırıcı bir güçtür. Ayrıca Fransa'nın bu bölgelerdeki nüfuzuna karşı çıkanlara karşı mücadelede kullandığı en etkili araçlardan biridir. Bağımsızlıktan sonraki on yıllar boyunca bu ülkelerde gerçekleşen çoğu askeri darbede, doğrudan veya dolaylı olarak Fransız müdahalesi mevcuttur.

11 Eylül 2001 saldırıları’ndan sonra Fransa'nın stratejisi, bu bölgelerdeki terör ve aşırılık yanlısı gruplarla mücadeleye odaklanmak için yeni bir yön aldı. Fransa bu müdahalelerini söz konusu bölgelerdeki varlığını sürdürmek ve uluslararası meşruiyet kazandırmak için kullandı. Birleşmiş Milletler, Fransa'nın bu gruplara karşı mücadele etmek için askeri müdahalelerde bulunmasını onaylayan kararlar aldı. Örneğin, Fransa, 2014 yılında Mali'de müdahalede bulundu.

Fransa, Batı Afrika ve Sahel bölgesindeki askeri darbelerin en büyük destekçisi olmuştur. Ancak Fransa bugün , bu tür darbelerin en büyük muhaliflerinden biridir. Bunun nedeni, askeri darbelerin Fransa'nın bu bölgelerdeki tarihi nüfuzunun sonunu işaret etmesidir. Fransa, Nijer, öncesinde Mali ve Burkina Faso ile Gine'de gerçekleşen askeri darbeleri kınadı. Ancak, Fransa’nın korumak istediklerinin muhafaza edilmesine katkıda bulunan Çad'daki askeri darbeyi desteklemesi eski kolonilerinde meydana gelen dönüşümlere yönelik Fransız politikasını karakterize eden iki yüzlülüğünü ifade etmektedir.

Fransa'nın etki alanlarını korumasına ilişkin Batı-Batı anlaşması: Barılılar arasında anlaşmalar özellikle de ABD- Fransa konsensüsü ve ABD-Fransa arasındakiler, uzun süredir Fransa'nın bu bölgelerdeki varlığını korumaya yardımcı oldu. Aslında bu faktör, Soğuk Savaş sırasında Sovyet-Fransız uyumunun göreli durumunu açıklamak için önemli bir faktördür, çünkü iki kutup o dönemde Fransa'nın geleneksel nüfuz alanlarını rahatsız etmek istemedi.

Ancak Fransa'nın Batı Afrika ve Sahel bölgesindeki nüfuzunun rotasını çizen bazı bu faktörlerin etkinliğinin ve öneminin azalması, artan askeri darbeler ve Fransa'nın bu bölgelerdeki mirasına karşı mevcut dönüşümler konusunda gerekli verileri sağlaması için önemli bir etki yarattı. Ayrıca, devam eden ve artan dinamiklerinin Sahel ve Batı Afrika ülkeleri arasında bir taklit biçimine dönüşmesini sağlamak için gerekli iklimi sağladı.

Batı Afrika ve Sahel bölgesindeki askeri darbe dalgasının dayattığı yeni bir jeopolitik gerçeklik

2020 yılının başında Batı Afrika ve Sahel bölgesini kasıp kavuran askeri darbe dalgasının patlak vermesinden bu yana bu dikkat çekici tablonun belirleyicileri ve tarifi değişmeye başladı. Mali'deki askeri darbe ile başlayan ardından, Burkina Faso, Gine ve en son Nijer'de gerçekleştirilen askeri darbe dalgasıyla ilgili elde edilen veriler, bu darbelerin, bölgelerdeki geleneksel Fransız etkisine düşman olduğunu ortaya koydu. Bu dönüşümler, iktidardaki askeri elitlerin Fransız hakimiyetini ve onun sömürgeci mirasını reddeden ve ona karşı çıkan ulusal duygularla dolu olduğunu kanıtladı. Bu, Fransa'nın etkisini sürdürmeye yardımcı olan iç elitlerine olan düşmanlığını açıklar. Söz konusu düşmanlık, her askeri darbeden sonra Fransız yanlısı ve Fransızca konuşan elitlerin tutuklanması ya da bu elitlerin, bu dönüşümlerin ürettiği siyasi sistemlerin karar alma gücünde herhangi etkili siyasi bir rolden uzaklaştırılmasıyla kendini gösterdi.

Halkın genel ruh hali ve darbe liderlerinin yönelimleri, halkların bu dönüşümleri destekleyen gösterilerinde açıkça ifade edildi. Bu gösteriler genellikle Fransız diplomatik misyonlarını ve büyükelçiliklerini hedef aldı, ayrıca Fransız askeri üslerini de hedef aldı. Halk, öfkesini Fransa'nın sembollerine yöneltti.

Bu dönüşümlerin ürettiği egemen sistemlerin bölgesel yönelimleri, Fransa karşıtı bölgesel ittifaklar olarak şekillenmeye başladı. Bu ittifaklar, Fransa'ya bağlı Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) gibi bölgesel ittifaklar şeklinde de ortaya çıkıyor. Mali ve Burkina Faso'dan gelen ve ECOWAS güçlerinin Nijer'e müdahale etmesi durumunda ortak hareket edecekleri tehdidini içeren açıklama, bunun en iyi örneğidir.

Bu dönüşümlerin ürettiği egemen sistemlerin uluslararası yönelimleri, Rusya ve Çin'e daha yakındır. ABD'nin bu dönüşümlerden ne kadar etkilendiği henüz belli değil, çünkü Fransız etkisi ilk hedef oldu. Ancak, bu dönüşümlerin bölgenin jeopolitik etkileşim ve denge haritasını yeniden çizeceği kesindir. Büyük güçler, çıkarları doğrultusunda etki alanlarını sınırlamak için belirli anlaşmalar yapabilir. Bu anlaşmalar, önceki dengelere kesinlikle aykırı olacaktır.

Bir uluslararası jeopolitik çatışmanın güvenlik, askeri ve ekonomik boyutları ile olası senaryoları

Afrika'nın batı kesimindeki ve Sahel bölgesindeki artan değişimler, bu bölgelerdeki mevcut uluslararası dengeleri etkileyecek derin dönüşümlerin habercisidir. Bu dengeler, Fransız sömürgesi olan ülkelere dayanıyor ve son 70 yıldır devam ediyor. Bu dönüşümler arasında, Rusya ve Afrika arasında karşılıklı arzuların boyutunu ve doğasını kanıtlayan St. Petersburg Zirvesi, Çin'in Afrika'nın en büyük ticaret ortağı olması (ticaret hacmi 200 milyar doların üzerinde ve yatırımlar 20 trilyon doların üzerinde) ve ABD'nin Afrika'ya yönelik Çin ve Rusya'nın genişlemesini sınırlamaya odaklanması var. ABD, Fransız etkisinin azalması nedeniyle oluşan boşluğu doldurmaya çalışmaktan ziyade, Afrika'ya yönelik Çin ve Rusya'nın genişlemesini sınırlamaya çalışıyor. ABD, Çin ve Rusya'nın Afrika'daki nüfuzunun genişlemesini, yeni bir uluslararası düzenin doğuşu için bir hazırlık olarak görüyor.

Nijer'de meydana gelen askeri darbe, Batı Afrika ve Sahel bölgesini vuran askeri darbe dalgasının sonuncusudur. Bu, bu bölgedeki bölgesel ve uluslararası dengelerin yapısını mutlaka etkileyecek bir dizi dönüşümün meydana geleceğini gösteriyor. Bu, bu güçlerin nüfuz sınırları için yeni bir eşitliği çizecek ve Ukrayna'daki savaş dosyası ve Rusya ile Çin'in istediği uluslararası düzen gibi ilgili uluslararası dosyalar üzerindeki etkilerini de artıracaktır.

Afrika'da artan uluslararası rekabet için birçok teşvik var. Bunlar iç, bölgesel ve uluslararası olabilir. Bu teşvikler, Batı Afrika ve Sahel bölgelerinde meydana gelen değişimlerin dinamiklerini hızlandırmaya yardımcı oldu. Bu faktörler ve teşvikler arasında şunlar yer alıyor:

-Fransa'nın Batı Afrika'daki varlığı ve nüfuzunun azalması çeşitli nedenlerden kaynaklanıyor. Ancak, bu nedenlerden en önemlisinin Fransa'nın eski sömürgelerinin devrimlerini, mutlak bir sömürü olarak görmeye devam etmesi olduğu kesindir. Bu, halk ve elitler arasında, özellikle de Fransa'nın egemenliğine ve istenmeyen mirasına karşı çıkan askeri elitler arasında, Fransa karşıtı bilincin yükselmesiyle aynı zamana denk geldi. Nijer, bu eğilimin en açık örneklerinden biridir.

-Fransa'nın nüfuzunun azalması, büyük güçler ve hatta yükselen bölgesel güçler arasında bu boşluğu doldurmak için artan rekabete yol açtı. Ancak, bu rekabetin en açık biçimi, rekabetin tezahürlerinde kendini göstermektedir ve bunlar arasında şunlar bulunuyor:

Fransız etkisi ve Rus askeri güvenlik ihlali

Rusya, Batı Afrika'daki nüfuzunu artırmak için kollarını genişletiyor. Özellikle Wagner Grubu, Fransız etkisinden kurtulmak isteyen iç güçler için cazibe merkezi haline geldi. Bu, Wagner Grubu'nun esnekliği ve Fransız etkisinden kaynaklanan boşluğu doldurma yeteneğinden kaynaklanmaktadır. Mali örneği bunun en iyi kanıtıdır. Wagner Grubu'nun güvenlik ve askeri varlığı, Rusya'nın Batı Afrika'daki nüfuzunu daha da artırması için elverişlidir. Wagner Grubu'nun geleceği belirsiz olsa da kaynakları, Batı Afrika'daki rolünü artırmaya devam edeceğine işaret ediyor. Bu, Fransa ve Rusya arasındaki rekabeti daha da artıracaktır.

Batı Afrika ve Sahil Bölgesi'nde meydana gelen dönüşümlerin ürettiği sistemler, Fransız etkisine karşı aynı düşmanlık mantığında ABD etkisine bakmıyor. Bu darbelerin çoğunun üst düzey ABD gözetiminde yüksek düzeyde eğitim almış liderleri vardı. Ayrıca taraflar arasında üst düzey temaslar da var. Bu liderlerin dış yönelimleri Rusya ve Çin'e daha fazla çekiliyor olsa da bunu ABD ile ilişkilerini dengeleyerek yapıyorlar.

Batı Afrika ve Sahil Bölgesi'ndeki Çin'in ekonomik rolünün yükselişinden ABD daha fazla korkuyor. Bunun bir nedeni, ABD'nin Rusya'nın Ukrayna'daki saldırısına bir buçuk yıldır yanıt vermesinden sonra Rusya'nın yeni bir uluslararası düzen kurma arzusuna sahip olduğunu ama bunun için gerekli araçları olmadığını düşünmesidir. Rusya'nın bu arzusunu gerçekleştirmesi ancak Çin ile açık bir stratejik ittifak kurmasıyla mümkün olacaktır. Çin, değişim için gerekli araçlara sahip, ancak henüz siyasi bir karar vermedi. Bu ABD'nin, Çin'in Afrika'daki ekonomik rolünün yükselişinden Rusya'nın Afrika'daki güvenlik ve askeri rolünün yükselişinden daha fazla korkmasının nedenidir.

Genel olarak Batı Afrika ve Sahel Bölgesi'ndeki askeri darbeler, bölgenin geleceğini şekillendirmede önemli bir rol oynayacaktır. Bu darbeler, bölgenin mevcut uluslararası dengelerini etkileyecek ve büyük güçler arasında yeni bir rekabete yol açacaktır. Çin ve Rusya, Batı Afrika ve Sahel Bölgesi'nde nüfuzlarını artırmak için rekabet edeceklerdir. Bu rekabet, bölgenin güvenliğini ve istikrarını tehdit edebilir. ABD, Çin ve Rusya'nın bölgedeki nüfuzunu sınırlamak için çaba gösterecektir. Ancak, ABD'nin, Fransa'nın çıkarlarını göz önünde bulundurması gerekecektir.

Nijer'deki darbe ‘Batı Afrika ve Sahel bölgesinde meydana gelen dönüşüm dalgasının bir başka bölümü

Bu gerçeklerin ortasında, Nijer'de Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı ve Genelkurmay Başkanı, Batı Afrika ve Sahel'deki askeri darbelerin bir parçası olarak Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum'u devirdi. Darbeci elitler, genellikle Fransız geleneksel etkisine karşıdır. Darbe, Mali ve Burkina Faso'daki darbelerle benzerlik gösteriyor.

Nijer'in durumu, Fransa'nın Nijer'deki çıkarlarının Fransız ulusal güvenliğini doğrudan etkilemesi nedeniyle tehlikelidir. Nijer, Batı Afrika ve Sahra Altı Afrika'daki en önemli Fransız jeopolitik müttefiklerinden biridir ve kıtanın en büyük, dünyanın dördüncü büyük uranyum üreticisidir. Nijer, Avrupa Birliği'ne uranyum ihracatının yüzde 25'ini ve Fransa'ya uranyum ihracatının yüzde 35'ini sağlıyor. Uranyum, Fransa'nın elektrik üretiminin yüzde 70'inden fazlasını sağlayan birincil enerji kaynağıdır.

Ülke açısından: Afrika'nın batısındaki askeri darbelerin Fransız karşıtı kamuoyunun bir sonucu olduğunun ve bu halkların darbeleri destekleyen gösterilerinde ve Fransa Büyükelçiliği'ni basmaya çalışan son protestolarında Rus bayrağını kaldırarak Fransa'yı ve hatta ABD’yi temsil eden her şeyi aşağıladığı açık şekilde görülüyor.

Nijer'deki darbe, Afrika'daki demokratik deneyimler için bir başka gerileme olsa da sömürge mirasından kurtulmak için ciddi bir girişimdir. Bu miras, bu ülkelerin kaynaklarının geleneksel sömürge güçleri, özellikle de Fransa tarafından yağmalanmasına neden oldu, bu arada ilgili ülkelerin halkları yüksek yoksulluk oranlarında yaşıyor ve terörist gruplarla karşı karşıya kalıyor. Fransa genellikle bu grupları varlığı için bir bahane olarak kullanıyor.

Bölgesel açıdan: ECOWAS güçlerinin tehdidi, Batı Afrika Ekonomik Topluluğu'nun barış gücü kuvvetleridir ve Batı Afrika'daki geleneksel Fransız nüfuzunun dolaylı bir uzantısı ve müdahalesinin bir aracıdır. Nijer'de, Mali ve Burkina Faso'daki askeri liderlerin herhangi bir türden müdahaleye  olan karşı tehdit, bölgesel bir çatışmaya yol açabilir ve uluslararası boyutlara sahip olabilir. Bu, ECOWAS güçlerinin Fransız nüfuzunun bir sembolü olmasıyla açıklanabilir, Mali ve Burkina Faso'nun askeri liderleri ise Çin ile stratejik ilişkiler kuruyor.

Uluslararası açıdan: Nijer'deki darbe, St. Petersburg'daki Rusya-Afrika Zirvesi'nin ardından geldi ve Nijer'de meydana gelen olaylarda Rusya'nın herhangi bir rolü kanıtlanmamış olsa da darbe liderlerinin Mali'de olduğu gibi Wagner Grup'tan Rus paralı askerlerinden yardım alma olasılığı var. Bu, Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin Nijer'e bin Amerikan askerini geri gönderdiğini duyurmasıyla aynı zamana denk geliyor ve Fransa'nın Nijer'deki çıkarlarını koruyacağı yönündeki tehdidi, Fransa'nın orada bulunan bin askeri aracılığıyla askeri müdahale olasılığına dair bir ima olarak görülüyor.

Bu ortamda, darbe liderleri ve Fransız güçleri arasında doğrudan bir çatışma olasılığı görünüyor. Darbe liderleri, ülkedeki Fransız nüfuzuna karşı muhalefetini gizlemiyor ve bu da Fransız güçleri ve Wagner güçleri arasında doğrudan veya dolaylı bir çatışma olasılığını gündeme getiriyor. Darbe liderleri, herhangi bir Fransız müdahalesini püskürtmek için Wagner Grup'tan yardıma başvururlarsa, durum daha da kötüleşebilir.

Dış tepkiler üzerine Afrika Birliği, Nijer'in darbeden sonra üyeliğini askıya aldı. Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), Nijer'e ekonomik yaptırımlar uygulayacağını ve gerekirse askeri güç kullanacağı tehdidinde bulundu. Avrupa Birliği Nijer'e ekonomik yardım ve anlaşmaları askıya aldı. Amerika Birleşik Devletleri, ECOWAS'ın pozisyonunu destekledi. Rusya, gerilimi düşürmeye çağırdı ve herhangi bir tarafı desteklemeyeceğini duyurdu.

Bu tepkilerin Nijer'deki mevcut dönüşümleri sınırlayıp sınırlayamayacağını görmek için henüz erken. Öte yandan, bu tepkiler, askeri darbeleri caydırmak için daha fazla önlem alınmasını gerektiren daha tehlikeli sonuçları da beraberinde getirebilir.

Batı Afrika ve Sahil Bölgesi'ndeki askeri darbeler, yeni bir jeopolitik gerçeklik yarattı. Bu darbelerin sonuçları, Fransa'nın hegemonyasına ve sömürge mirasına karşı milliyetçi duygularla dolu askeri elitlerin iktidara gelmesini içermektedir. Bu elitler, kamuoyunun Fransa'nın hegemonyasına karşı hoşnutsuzluğunu temsil etmektedir. Darbelerin dış politikaları, Rusya ve Çin'e daha yakındır, ancak ABD'nin bu bölgelerdeki nüfuzunun ne kadar etkilendiği henüz belli değil.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Körfez Araştırmaları Merkezi'den (Gulf Research Center) çevrilmiştir.



Kahire'nin Trump'ın Ortadoğu stratejisindeki konumu nasıl görülmeli?

ABD Başkanı Donald Trump Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan-ABD Yatırım Forumu'na katıldı (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan-ABD Yatırım Forumu'na katıldı (AFP)
TT

Kahire'nin Trump'ın Ortadoğu stratejisindeki konumu nasıl görülmeli?

ABD Başkanı Donald Trump Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan-ABD Yatırım Forumu'na katıldı (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan-ABD Yatırım Forumu'na katıldı (AFP)

Ahmed Abdulhakim

ABD Başkanı Donald Trump'ın Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar'ı kapsayan bölgesel ve uluslararası turu ne kadar önemli olsa da Mısırlı çevrelerde Kahire'nin ABD'nin Ortadoğu stratejisindeki konumu ve Washington'ın başlıca müttefiklerinden biri olmaya devam edip etmediği ya da son dönemde bazı dosyalar ve meselelerle ilgili farklı görüşlerin iki ülke arasındaki uçurumu genişletip genişletmediği konusundaki tartışmalara yeni bir boyut kattı.

ABD-Mısır ilişkilerine dair tartışmalar, Kahire'nin hem iç hem de dış krizler ve zorluklar nedeniyle karşı karşıya kaldığı büyük güçlükler çerçevesinde bölgedeki krizlerle ilgili olarak oynadığı rol ve bunu sürdürme kabiliyetine dair soruların gölgesinde kaldı. Öyle ki bazı çevreler sorunların karışıklığının ve karmaşıklığının yanı sıra hızlı jeopolitik değişimler ve bunlara dahil olan aktörlerin değişen dinamikleri çerçevesinde yeniden formüle edilmesi çağrısında bulundu.

Bu soruların sayısı, bazılarına göre Başkan Trump'ın, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile ilk başkanlık döneminden (2017-2021) bu yana ‘mükemmel bir şahsi ilişki’ içinde olmasına rağmen, Kahire'yi son Ortadoğu turundan dışlaması, Kahire'nin bölgesel bağlamda ‘marjinalleşmesinin’ bir işareti olarak görüldükten sonra daha da arttı. Bir ABD başkanının Mısır'a yaptığı son resmi ziyaret, 2009 yılının haziran ayında eski Başkan Barack Obama döneminde gerçekleşmiş, eski Başkan Joe Biden ise 2022 kasımında iklim zirvesine katılmak üzere Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentine birkaç saatliğine uğramıştı.

ABD ile Mısır arasındaki stratejik bağlar, Kahire'nin Sovyet kampından Batı'ya kaydığı 1973 Ekim Savaşı sonrasına kadar uzanıyor. Washington, Kahire’yi çeşitli şekillerde desteklemesi karşılığında 1979 yılında Kahire ile Tel Aviv arasında imzalanan barış anlaşmasını destekledi. O tarihten sonra iki ülke arasındaki ilişkiler Soğuk Savaş yılları boyunca güçlendi. Mısır, ABD'nin bölgedeki barış, istikrar ve terörle mücadele vizyonu çerçevesinde stratejik bir ortak haline geldi. Ancak son aylarda ve Başkan Trump'ın ocak ayında Beyaz Saray'a dönüşünden bu yana iki ülke arasındaki ilişkilere bazı tartışmalı konular hâkim oldu. Bunlar arasında İsrail'in Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaş ve ‘Filistinlilerin Gazze Şeridi'nden sürülmesi’ meselesi, Kızıldeniz'deki seyrüsefer krizi ve ABD'nin Kahire ile hem Moskova hem de Pekin arasında artan yakınlaşmadan duyduğu rahatsızlık yer alıyor.

İniş ve çıkışlara rağmen devam eden stratejik ortaklık

ABD ile Mısır arasındaki ilişkilerin 1974 martında yeniden başlamasından bu yana her iki ülke de ilişkilerini ‘stratejik ve vazgeçilmez’ olarak tanımlamış, birbirlerinin önemini ve bunun sürdürülmesinin her iki ülkenin ortak çıkarlarına hizmet ettiğini kabul etmiştir.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı habere göre  ABD Dışişleri Bakanlığı Bölgesel Sözcüsü Samuel Warburg yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“ABD, Mısır ile uzun yıllara dayanan ortaklığına büyük değer vermekte ve Mısır'ın bölgesel güvenlik ve istikrarın desteklenmesinde oynadığı önemli rolün farkında. İki ülke arasındaki ilişki güvenlik, terörle mücadele, bölgesel arabuluculuk ve ekonomik kalkınma gibi birçok alanda onlarca yıllık stratejik iş birliğini kapsıyor.”

Warburg'a göre Başkan Trump, Mısır yönetimine büyük saygı duyuyor ve iki taraf arasındaki koordinasyon, gerek yetkililer arasında doğrudan iletişim yoluyla gerekse bölgedeki en aktif misyonlarımızdan birini temsil eden ABD’nin Kahire'deki Büyükelçiliği aracılığıyla en üst düzeyde devam ediyor. Mısır'ın önemli bölgesel meselelerde hayati bir rol oynamaya devam ettiğini vurgulayan Warburg, Mısır’ın başta Gazze'deki ateşkes çabalarının desteklenmesi ve bölgesel diyaloğun teşvik edilmesi olmak üzere birçok dosyadaki yapıcı katkılarını takdir ettiklerini belirtti.

rgthyu7
Cumhurbaşkanı Sisi, Trump'ın ilk başkanlığı döneminde Beyaz Saray'ı iki kez ziyaret ederken 2014 yılında iktidara gelmesinden bu yana karşılıklı resmi ziyaretler henüz gerçekleşmedi (AFP)

Warburg, Başkan Trump'ın bölgeye gerçekleştirdiği turda duraklar arasında Kahire'nin yer almamasının Mısır’ın marjinalleşmesini mi yoksa ABD'nin Ortadoğu stratejisinin yeniden formüle edilmesini mi yansıttığı sorusuna şu yanıtı verdi:

Her cumhurbaşkanlığı ziyareti belirli hedeflere ve koşullara dayanır. Ancak bu durum Mısır'ın, iş birliğimizi derinleştirmeye devam etmek istediğimiz güvenilir bir stratejik ortak olma özelliğini hiçbir şekilde azaltmaz.

Trump'ın Ortadoğu’ya yaptığı son ziyaret turu Mısır'ı dışarıda bırakıldığı bu türdeki ilk tur değildi. Trump, bir önceki başkanlık döneminde de bölgeye ilk dış ziyaretini 2017 mayısında gerçekleştirmiş, ABD-Arap ve İslam Ülkeleri Zirvesi’ne katılmıştı. Zirvenin ardından İsrail ve işgal altındaki Filistin topraklarına geçti. Ancak Kahire'ye uğramadı.

Ancak ‘stratejik ilişki’, Başkan Trump'ın Beyaz Saray'a dönüşünden bu yana bazı konularda yaşanan görüş ayrılıklarına rağmen Kahire'nin de benimsediği bir terim. Mısırlı diplomatik kaynaklar, Kahire'nin ABD’nin stratejik bir müttefiki olduğunu ve ABD yönetiminin, özellikle de bölgeyi saran çoklu krizlerin gölgesinde bölgesel istikrarın sağlanmasındaki önemini kabul ettiğini söyledi. Trump'ın ne ilk döneminde ne de son bölge turunda Mısır'ı ziyaret etmemesini Mısır'ın rolünün ‘marjinalleştirilmesi’ olarak değerlendiren aynı kaynağa göre ABD Başkanı'nın Körfez ülkelerine yaptığı tarihi ziyaret ve bunun olumlu sonuçları kaçınılmaz olarak tüm bölgeye yansıyacak ve Mısır'ın çıkarları Arap Körfezi bölgesindeki çıkarlarla doğrudan bağlantılı olacak.

Bir başka diplomatik kaynak ise Mısır'ın, Kahire'nin Filistin-İsrail çatışmasında oynadığı hayati rol başta olmak üzere, ABD ve diğer bölgesel ortaklarla birlikte mevcut savaşta arabuluculuk çabalarını desteklemek ve insani yardım akışını güvence altına almak için çalıştığı birçok dosyada ABD'nin çabaları için kilit bir dayanak olduğunu söyledi. Tüm bu dosyalara Mısır'ın hayati bölgesel rolü ve Ortadoğu'da stratejik bir müttefik olarak uzun geçmişi göz önüne alındığında, ABD yönetiminin hesaplamalarında çok önemli bir konuma sahip olduğu terörizm ve radikalizmle mücadele ve güvenlik ve askeri iş birliği konularının da dahil olduğunu belirten kaynak, buna karşın bu rolün, jeopolitik değişimler ve bölgedeki sıcak meseleler çerçevesinde artan zorluklar ve baskılarla karşı karşıya olduğunu vurguladı.

Her iki ülke de aralarındaki ilişkinin stratejisi hakkında konuşmaya devam ederken, basında yer alan bazı haberlerde perde arkasında, ortaya çıkan diğer ittifaklar ve ortaklıkların yükselişi lehine bir gerilime işaret edildi.

Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi Hani Süleyman, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

“Bir devletin iç ekonomik, siyasi ve kültürel fazlalıkları ile devletin dış düzeyde, özellikle de dış politika ve uluslararası ilişkilerde daha etkin roller oynama kabiliyetlerinin artması arasında yakın ve son derece alakalı bir ilişki vardır. Dolayısıyla Mısır'ın rolündeki göreceli gerileme başta en iyi koşullarda olmayabilecek ekonomik düzeyde olmak üzere kısmen de olsa bu kabiliyetlerle ilgili. Ancak buna rağmen Mısır hala pozisyonlarında ve dış politikalarında tutarlı bir devlet olmaya devam ediyor ve en üst düzeyde olmasa bile büyük ölçüde hareket marjına sahip.”

Bize özel açıklamalarda bulunan Süleyman, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Trump yönetiminin Mısır'ı bölgeye yaptığı ziyaretinin dışında tutması, Mısır'ın uluslararası ve bölgesel ağırlığını değerlendirmek için tek başına nesnel bir temel oluşturmaz. Zira bu ilişkilerin stratejik bir statüye ulaşmasına yol açan belirleyiciler yerinde duruyor. Jeostratejik, güvenlik ve kültürel gerçekler Kahire'yi bölge ile herhangi bir angajmanın merkezi haline getiriyor.”

Mısır ve ABD arasındaki yakın iş birliği onlarca yıldır Washington'ın Ortadoğu politikasının temel taşlarından biri oldu. Kırk yılı aşkın bir süre önce İsrail ile Mısır arasında ABD arabuluculuğunda imzalanan barış anlaşmasından bu yana Mısır, İsrail ile birlikte ABD'nin yaklaşık 1,3 milyar dolar değerindeki askeri yardımının en büyük alıcılarından biridir.

“Zorlayıcı” bölgesel koşullar

Kahire ve Washington arasındaki ilişkilerdeki ‘boğuk gerilim’, önceki dönemlerde olduğu gibi ikili dosyalardaki farklılıklardan kaynaklanmadı. Daha ziyade ABD'nin demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve diğer konularda Mısır'a baskı yapmasıydı, ancak birçoklarının nitelendirdiği gibi ilişkilerin soğumasına yol açan şey bölgesel çalkantıların ele alınmasının yanında görüşlerdeki ve algılardaki farklılıktı.

İki ülke arasındaki gerginlik, Trump'ın ikinci başkanlık dönemine başlamasından günler sonra ortaya çıktı. ABD Başkanı, ABD'nin Gazze Şeridi'ndeki ‘2,1 milyon Filistinliyi yerinden etmek’ ve burayı ‘Ortadoğu'nun Rivierası’ yapmak için kontrolü ele geçirmek istediğini söyleyerek dünyayı şoke etti. Kahire bunu reddetti ve ABD'nin bu planını ulusal güvenliğine karşı ciddi bir tehdit olarak gördüğü radikalizmi yayma ve İsrail’in gelecekteki saldırıları için bir bahane sağlama potansiyeli oluşturduğunu vurguladı. Ayrıca Filistinlilere karşı herhangi bir hamleye katılmayacağı ve davalarını sonsuza dek tasfiye etme tehdidinde bulunan ‘tarihi bir adaletsizliğe’ karşı Arap ülkelerinin ve uluslararası toplumun desteğiyle Gazze Şeridi’nin yeniden inşası için alternatif bir plan ortaya koydu.

sdfrgt
Bölgesel çalkantılar ve bölgesel konularda artan dalgalanmalar son aylarda Kahire ve Washington arasındaki ilişkiler üzerinde baskı oluşturdu (AFP)

İki taraf ayrıca Washington'ın ‘uluslararası seyrüsefer güvenliğini sağlamak’ amacıyla Yemen'deki Husilere karşı başlattığı askeri harekât konusunda da görüş ayrılığına düştü. Kahire, krizin çözümünün Gazze'deki savaşı durdurmak ve zaten güvenlik ve siyasi kırılganlıklarla boğuşan bir bölgede daha fazla gerilim ve çatışma olmadan kalıcı ve adil bir barışa ulaşmak olduğuna inanıyordu. Kahire daha sonra Başkan Trump'ın ‘Süveyş ve Panama kanallarının ABD olmadan var olamayacağını’ iddia ederek ülkesinin askeri ve ticari gemilerinin bu kanallardan ‘ücretsiz’ geçmesine izin verilmesi çağrısı karşısında şoke olurken bu çağrı Kahire tarafından resmi düzeyde ele alınmadı.

Tüm bu tutarsızlıklar ve ABD'nin Mısır'ın hem Pekin hem de Moskova ile yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlık, Sisi ile Trump arasında daha önce olan ‘güçlü ilişkiyi’ ABD merkezli Newsweek dergisinin de belirttiği gibi ‘ılık ilişkiye’ dönüştürdü. Newsweek dergisi, Sisi ile Trump arasındaki ilişkinin Trump'ın ilk başkanlığı döneminde (2017-2021) ‘ABD-Mısır ilişkileri için altın bir çağını’ yaşamış olduğunu söyledi. Trump'ın Sisi'yi ‘büyük adam’ olarak ‘aşırı’ övdüğüne işaret eden dergi, bunun Trump'ın Beyaz Saray'da geçirdiği dört yıl boyunca mali desteğe dönüştüğünü ve Kahire'nin büyük bir yardım paketi almaya devam ettiğini belirtti. Sisi'nin güçlü liderliğini, özellikle Sina'da DEAŞ’a karşı terörle mücadele çabalarında bir değer olarak gören Trump, Sisi'nin Mısırını 'siyasal İslam'a karşı bir siper olarak görüyordu. Ancak Trump'ın ikinci başkanlığı döneminde bazı konularda farklı görüşler ortaya çıkmaya başladı.

Mısır hayati öne sahip bir barış ortağı ve NATO üyesi olmayan kilit bir müttefik olmaya devam etse de Washington ile ilişkiler, başta özgürlükler ve insan hakları olmak üzere çok çeşitli konulardaki derin anlaşmazlıklar nedeniyle bir süredir sarsıntı yaşıyor. Washington geçmişte sessiz diplomasi, kamuoyu açıklamaları ve dış yardım fonlarını en ihtilaflı konuların çözümüne bağlama yöntemlerini bir arada kullanmaya çalıştı. Ancak Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’ne (The Washington Institute for Near East Policy/WINEP) göre şimdi işler farklı bir hal almış görünüyor.

Peki iki ülke arasındaki ilişkiye yönelik olası senaryolar neler?

Bölgedeki çalkantıların ve artan istikrarsızlığın Kahire ile Washington arasındaki ilişkiler üzerinde baskı yarattığı bir dönemde Mısır, Beyaz Saray'a geri dönem Başkan Trump’ın çılgın politikalarıyla başa çıkabileceği seçenekleri değerlendiriyor. Ancak asıl soru, iki ülke arasındaki ilişkilerin yakın gelecekte nasıl bir seyir izleyeceği sorusu akılları meşgul ediyor. Mısır eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Reha Ahmed Hasan'a göre Mısır'ın bölgesel bağlamdaki gücünün temel direkleri, herhangi bir büyük ülkenin bölgeselleşme vizyonunda atlanamaz. Hasan, Ortadoğu'daki başlıca güçlerin şu anda Mısır, Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail'den oluştuğu değerlendirmesinde bulundu.

Independent Arabia'ya açıklamalarda bulunan Hasan, şunları söyledi:

“Mısır'a stratejik açıdan bakarsak, stratejik öneme sahip konumu, 110 milyonu aşan nüfusu, coğrafi alanı, dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olması, siyasi istikrarı ve ekonomik kaynaklarının çeşitliliği açısından etkili bir bölgesel devletin kapsamlı güçlerinin tüm bileşenlerine sahip olduğunu görürüz. Bu da Mısır'ın her şeyden bağımsız olarak bölgesel bir güç olduğu anlamına gelir. ABD-Mısır ilişkileriyle ilgili olarak ise özellikle İsrail'le barış süreci, güvenlik ve askeri koordinasyon ve bölgedeki terörizm ve aşırıcılıkla mücadelede ortak çabalar açısından, her iki ülke için de merkezi ve büyük önem taşıyan ilişkilerin temelleri değişmeden kaldı.”

Hasan, her iki ülkenin de askeri ve siyasi düzeylerde iş birliğinin stratejik öneminin bilincinde olduğunu vurguladı.

Bölgesel bazı meselelerde gerilen ilişkiler ve bunun ABD'nin bölgeye yönelik angajmanı bağlamında ‘radikal değişimlere’ yol açıp açmayacağıyla ilgili değerlendirmesinde ise Hasan, şunları söyledi:

“Son gelişmeler ABD'nin iç bağlamından ve mevcut yönetimin Çin ile güçlü ekonomik rekabet karşısında ekonomik ve ticari konulara odaklanma önceliğinden soyutlanamaz.”

Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı, ABD'nin birçok yapısal ekonomik sorundan muzdarip olduğunu ve bu nedenle uluslararası düzeyde Çin ejderhası ile rekabet ritmini ayarlamak için bunların üstesinden gelmeye ve ele almaya çalıştığını da sözlerine ekledi.

ABD'nin önceliklerinin ötesinde, Arap Araştırma ve Çalışmalar Merkezi Direktörü Hani Süleyman’ın da açıkladığı gibi, Mısır'ın hızlı ve karmaşık bölgesel gelişmeleri ne kadar etkin bir şekilde ele aldığı sorusu da yanıt bekliyor.

Süleyman, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Uluslararası ilişkilerin mevcut mantığı, diğer aktörleri göreceli ağırlıklarından ve etkilerinden mahrum bırakabilecek şekilde, ekonomik kabiliyetler temelinde bazı bölgesel aktörlere daha fazla alan ve nüfuz etme olanağı sağlıyor. Bu da güç dengesindeki değişimin doğası ve bölgesel aktörlerin kabiliyetleri konusunda sallantılı veya kırılgan bir anlayışa neden oluyor.”

Kahire'ye, hızlanan bölgesel ve uluslararası değişimler çerçevesinde araçlarını ve kabiliyetlerini yeniden amaçlandırma ve Mısır devletinin geleneksel rollerini oynama özgürlüğünün önündeki başlıca engel olan ekonomik zorluğun üstesinden gelme ihtiyacını fark etme çağrısında bulunan Süleyman, “Bu da bir dereceye kadar dürüstlük ve şeffaflık, kartların yeniden karılması ve bölgesel ve uluslararası rollerde daha esnek sonuçlar elde etmek için kurum içi kabiliyetlerden yararlanmaya çalışmayı gerektiriyor” dedi.

Süleyman'a göre bölgedeki güç ve etkinlik dengesinde bazı ülkeler lehine bir değişim söz konusu, ancak bu durum Mısır'ın rolünün sona erdiği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla Kahire bölgesel ağırlığı ve merkezi konumu sayesinde bazı eylem ve etki araçlarına sahip olmaya devam ediyor. Mısır'ın halen yeni ABD yönetiminin hesaplarında vazgeçilmez bir ortak olduğunu düşünen Süleyman, ancak bu ortaklığın sürdürülmesi, mevcut bölgesel ve uluslararası zorluklar çerçevesinde karşılıklı çıkarlar ve artan baskılar arasındaki dengelerin dikkatli bir şekilde yönetilmesini gerektirdiğini vurguladı.