Batı’nın örsü ile Rus vaatlerinin çekici arasında Afrika’nın geleceği

 Afrika başlıklı zirvelerde bölge ülkeleri ile uluslararası arenanın önde gelen yönetimleri arasındaki ilişkiler ön plana çıkıyor.
Afrika başlıklı zirvelerde bölge ülkeleri ile uluslararası arenanın önde gelen yönetimleri arasındaki ilişkiler ön plana çıkıyor.
TT

Batı’nın örsü ile Rus vaatlerinin çekici arasında Afrika’nın geleceği

 Afrika başlıklı zirvelerde bölge ülkeleri ile uluslararası arenanın önde gelen yönetimleri arasındaki ilişkiler ön plana çıkıyor.
Afrika başlıklı zirvelerde bölge ülkeleri ile uluslararası arenanın önde gelen yönetimleri arasındaki ilişkiler ön plana çıkıyor.

Remzi İzzeddin Remzi

Afrika, geçtiğimiz temmuz ayı boyunca artan bir uluslararası ilgiye mazhar oldu. Bu ilgi, şu iki durumdan dolayı hız kazandı: İkinci Rusya-Afrika Zirvesi ve Nijer’deki darbe. Bu iki olayın Kıta’nın geleceği için yansımaları beraberinde getirmesi muhtemel.

Zirve, Afrika için ikinci mücadelenin yoğun bir şekilde sürdüğünü teyit etti. İlk mücadele, 1885-1914 yılları arasındaki dönemde gerçekleşmişti. Nijer’deki darbe ise Afrika’nın gelecekte izleyeceği siyasi yola dair soru işaretleri doğuruyor.

Bu iki gelişme de gerek zirveyle doğrudan gerekse darbeyle dolaylı olarak Rusya ile bağlantılı. Nitekim olayların gelişme biçimleri, Rusya’nın Afrika’da oynamayı arzuladığı rolü etkileyecek. Ama bu iki gelişmenin etkisine dair yargıda bulunmak için henüz erken. Zira zirvenin etkisi, Afrika ülkeleri ile Rusya’nın sonuç belgelerinde açıklanan beklentilerinin pratik uygulamalara nasıl dönüştürüldüğüne bağlı olacak.

sadew
St. Petersburg’daki Rusya-Afrika zirvesinde dalgalandırılan bayraklar. (Reuters)

Bu olayların geleceğe ve Afrika’ya etkisini ölçmek için kıtanın son iki asırdaki tarihine müracaat etmek faydalı olabilir. Kıta için ilk çekişme, Avrupalı sömürgeci güçlerin zengin doğal kaynaklarını sömürmek için kıtayı böldüğü dönemde yaşandı. Daha sonra, 20’nci yüzyılın geri kalanında Afrika, siyasi bağımsızlık mücadelesine girdi. Bu aşamada birçok ekonomi ve yönetim modeli denendi. Ancak çoğu başarısızlıkla sonuçlandı. Afrika, Soğuk Savaş sırasında Doğu ile Batı arasındaki rekabette de ikincil bir noktaydı. Tüm bunlar, Afrika’nın gerçek potansiyellerini gerçekleştirmesine engel oldu.

Afrika ülkelerinin çoğu, Birleşmiş Milletler’de de olmak üzere, Ukrayna konusunda Rusya karşıtı tavrı almaktan kaçınsa da Rusya ile ilişkilerinde bir güvensizlik duygusu oluşmaya başladı.

Bununla beraber 21’inci yüzyılın başından itibaren Afrika, yeniden uluslararası ilgi dairesine girdi. Bu yeni durumu ‘Afrika uğruna ikinci mücadele’ olarak adlandırabiliriz. Ama bu sefer mücadele, Afrika’nın doğal kaynaklarının sömürülmesiyle sınırlı olmayıp, aynı zamanda Afrika pazarlarına erişimi, oradaki işgücünü ve Atlas Okyanusu ile Hint Okyanusu’ndaki ana deniz ticareti ve iletişim hatları boyunca uzanan ticaret yollarını da kapsıyor.

Dış güçlerin kullandığı araçlar ve koşullar da bu sefer farklılık gösterebilmekle birlikte genel hedefler, büyük oranda aynı: Afrika’nın devasa imkânlarından fayda sağlamak. Ancak bu sefer sonuç, Afrika ülkeleri için sıfır olmayacak. Zira Afrika, ulusal ve kitlesel çıkarlarını temin etmek için kendisini daha iyi bir durumda tutacak şekilde gelişti.  

Temel oyuncular da değişti. Şöyle ki ilk çekişme, Avrupalı güçler arasındaydı. İkincisi ise daha fazla oyuncuyu içeriyor. Kıta’da halen büyük çıkarları olan geleneksel Avrupalı güçlerin yanı sıra bugün Çin, ABD, Japonya ve Rusya da önemli oyuncular arasında yer alıyor. Daha düşük düzeyde Brezilya, Türkiye, Suudi Arabistan Krallığı, Birleşik Arap Emirlikleri ve hatta İran gibi ülkeler de bu bölgeye artan bir şekilde ilgi gösterdi.

Fransa’yı ve Birleşik Krallık’ı dışarıda tutarsak; Rusya’nın Afrika’daki tecrübesi, ana rakiplerine kıyasla çok daha uzun, yoğun ve geniş. Nitekim Sovyetler Birliği, 1950’li yıllardan itibaren Afrika’ya büyük bir ilgi gösterdi ve buradaki sömürgeciliği bitirme sürecine destek oldu. Bu ilgi, 1991 yılında Sovyetler Birliği çökene kadar gelişmeye devam etti.

1960’lardaki bağımsızlıktan sonraki siyasi ve toplumsal kargaşa ile zayıf ekonomik büyüme döneminin ardından 2000 yılında Afrika’nın talihi dönmeye başladı. Bu değişiklik, Rusya ekonomisinin petrol ve gazın yanı sıra emtia artışıyla toparlanmasıyla aynı zamana denk geldi.

Ancak Rusya açısından dönüm noktası, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 2006 yılında gerçekleştirdiği ilk Afrika ziyaretinden sonra oldu. O zamandan bu yana Rusya ile Afrika ülkeleri arasındaki ilişkiler önemli ölçüde büyüdü ve 2019 yılında Soçi’de düzenlenen ilk Rusya-Afrika zirvesiyle doruk noktasına ulaştı. İlk zirve, Rusya için uygun koşullarda gerçekleşmişti. Nitekim ekonomisi gelişmiş ve Rusya, Sovyetler Birliği’nin bir zamanlar elde ettiği konumu geri kazanmasını sağlayacak büyük kaynaklar toplamıştı.

Tasarrufu altındaki geniş kaynaklar, (2014’te Kırım’ın ilhak edilmesinin sonucunda Batı hariç) zaman zaman birbirlerine düşman olan ülkelerin büyük çoğunluğuyla dengeli ilişkiler, Küresel Güney’in büyük bir kısmının taklit etmek istediği siyasi bir model ve Suriye’deki performansıyla güçlenen bir ordu sayesinde Rusya, Afrika’da önemli bir oyuncu ve uluslararası sahada büyük bir güç olarak rolünü geri kazanmaya başladı.

Söz konusu dönemden sonra Rusya, ters rüzgârlarla karşı karşıya kaldı. Önce 2020 yılında Kovid-19 salgını görüldü. Sonra 2022 yılında Ukrayna krizi geldi. Salgın, ilk zirvenin hedef ve beklentilerini boşa çıkardı.

Afrika ülkelerinin çoğu, Birleşmiş Milletler’de de olmak üzere, Ukrayna konusunda Rusya karşıtı tavır almaktan kaçınsa da Rusya ile ilişkilerinde bir güvensizlik duygusu peyda olmaya başladı.

Afrika ülkeleri, savaş sebebiyle tahıl fiyatlarının yükselmesinden orantısız bir şekilde zarar gördü. Bununla birlikte Rusya’nın davranışları da Moskova’nın uluslararası sınırların kutsallığına duyduğu saygı konusunda soru işaretleri uyandırdı. Sınırlara hürmet, Afrika ülkeleri için, Afrika Birliği’nin selefi olan Afrika Birliği Örgütü’nün sözleşmesinde de yer alan temel bir ilkedir.

Batı tarafından 2014 yılına kıyasla daha sert yaptırımlara maruz kalan Rusya, kayıplarını telafi etmek için başka uluslararası etkin taraflara dayanmak zorunda.

Hal böyle olunca aslında 2022’te yapılması planlanan ikinci zirve Temmuz 2023’e ertelendi. Üstelik Rusya için daha az uygun koşullarda yapıldı. Zirve, Rusya ve Çin ile Batı arasında artan rekabet bağlamında şekillendi ki Afrika ülkeleri bu durumdan rahatsızdı. Rusya’nın ana rakipleri biraz daha öncelikliydi. Nitekim Çin, Avrupa Birliği, Türkiye ve ABD, Afrika ile zirvelerini 2021 ve 2022 yılları arasında gerçekleştirdi.

sad
28 Temmuz’da St. Petersburg’da düzenlenen Rusya-Afrika Zirvesi katılımcıları hatıra fotoğrafı çektirdi. (AFP)

Ancak bu defa Rusya’nın Afrika’ya olan ilgisi, ek bir önem ve gereklilik kazandı. Batı tarafından 2014 yılına kıyasla daha sert yaptırımlara maruz kalan Rusya’nın, kayıplarını telafi etmek için başka uluslararası etkin taraflara dayanmaya ihtiyacı var. Bu, yakın zamanda açıklanan Rus dış politikası anlayışına da açıkça yansıyor. Küresel Güney’in temel bir parçası olarak Afrika’ya, çok kutuplu yeni bir küresel sistem oluşturma çabasında önemli bir rol verildi.

Afrika’daki maden zenginliği ve özellikle enerji talebi Rusya’ya, bir kez daha Batılı yaptırımları atlatmak üzere değerli madenler ve nadir topraklar arzını artırmak ve aynı şekilde enerji projelerine ilişkin dış gelirleri güvence altına almak için stratejik öneme sahip bir alan sağlıyor.  

İkinci zirve bu koşullarda yapıldı. Bu yüzden Afrika’nın temsil düzeyinin ilk zirveye göre daha az olması şaşırtıcı değil. İlk zirveye 54 Afrika ülkesi ve 47 devlet başkanı katılmıştı. İkinci zirvede ise 48 ülke vardı ve bunlar arasından 27 tanesi devlet başkanı, başkan yardımcısı veya başbakan tarafından temsil edildi.

Zirvede Rusya, Afrika ile ortak olduğunu düşündüğü şu noktaları vurguladı: çok kutuplu bir dünya düzeni arayışı, güvenlik iş birliği ve terörle mücadele, Batı’dan ekonomik bağımsızlık ve aile değerleri. Afrikalı liderler buna şu noktaları da ekledi: Gıda güvenliği, teknoloji aktarımı, yatırımlar ve ihraç mallarının pazarlara erişimi…

Zirve bildirisinde, Rusya ile Afrika ülkelerinin gerçekleştirmeye çalıştığı şu ortak hedefleri yansıtıyordu: küresel finans yapısının yeniden inşası da dahil olmak üzere daha adil bir çok kutuplu dünya düzeni kurmak, Afrika ülkelerine sömürgeciliğin verdiği zararları tazmin etmek ve sömürgecilerin taşıdığı kültür hazinelerini geri almak, devletlerin egemenliğini baltalamayı amaçlayan yeni sömürgeci politikaların tezahürleriyle yüzleşmek, ticareti, ekonomi ve yatırım iş birliğini ve teknoloji aktarımını artırmak, Afrika Kıtası’nda gıda ve enerji güvenliği temin etmek ve enerji dönüşümü alanında yardımlaşmak başlıklarına vuru yapıldı.

Zirve kararlarını uygulayacak olan Rusya-Afrika ortak eylem planına ek olarak üç hedef daha kabul edildi: Uzayda silahlanma yarışının önlenmesi, bilgi güvenliği alanında iş birliği yapılması, terörle mücadele alnında iş birliğinin güçlendirilip kalıcı yeni bir Rusya-Afrika güvenlik mekanizması oluşturulması. Ayrıca yıllık olarak bir Rusya-Afrika parlamento forumu düzenlenecek. Zirvede Rusya’nın Afrika ülkelerinin borç yükünü azaltmak için 90 milyondan fazla ödenek tahsis edeceği duyuruldu. Moskova, 23 milyar dolarlık borcunu sildi ve böylece Afrika ülkelerinin Moskova’ya olan borçlarının yüzde 90’ını kapattı.  

Çin’in, ABD’nin ve AB’nin düzenlediği zirvelerin yanı sıra Rusya ile Afrika arasındaki zirveler, Afrika’yı büyük güçler arasındaki rekabet sahasına itti.

Yabancı oyuncular, Afrika’yla olan ilişkilerine gitgide daha fazla umut bağlarken Afrika ülkelerinin de bu güçler arasındaki rekabetten devşirmek istediği faydalara ilişkin umutları var. Bu beklentiler ve umutlar arasındaki etkileşim, Afrika’nın geleceğini belirleyecek.

Çin’in, ABD’nin ve AB’nin düzenlediği zirvelerin yanı sıra Rusya ile Afrika arasındaki zirveler, Afrika’yı büyük güçler arasındaki rekabet sahasına itti.

Rusya’nın Afrika’daki toplam ayak izi, ana rakiplerine kıyasla halen ikinci planda kalıyor. Bununla birlikte askerî iş birliğini, terörle mücadeleyi, nükleer enerji de dahil olmak üzere enerjiyi ve madencilik faaliyetlerini bundan hariç tutmak gerekir (Nitekim Rusya, 2017 ile 2021 arasındaki dönemde kıtanın en büyük silah tedarikçisiydi ve kıtaya yapılan tüm silah ithalatının yüzde 44’ünü oluşturdu).

Muhtemelen Rusya, özellikle yatırımlar ve para ile kalkınma yardımları söz konusu olduğunda Afrika ülkelerinin tüm beklentilerini karşılayabilecek bir durumda olmayacak. Rusya bu eksikliği telafi etmek adına Avrasya Ekonomik Birliği ve BRICS’i fotoğrafa dahil etmek suretiyle çabalarını güçlendirmeye çalışıyor.

Afrika ülkeleri açısından Rusya, zengin teknik uzmanlığına, iş birliğine koşulsuz yaklaşımına ve Batı’ya karşı dengeleyici bir güç olarak küresel konumuna bakılınca cazip bir ortak olarak görülüyor. Son değerlendirme önümüzdeki yıllarda daha fazla ilgiye konu olabilir. Nitekim Afrika’nın enerji ihtiyaçları ile yeşil enerjiye geçiş meseleleri, Batı’nın çifte standartları ve bu meselelerin ele alınmasına yönelik ihtiyacın azalması karşısında giderek siyasallaştı ve çerçevelendi.

Ayrıca halihazırda Batı yaptırımlarına tâbi olan ve Batı karşıtı bir tutum sergileyip terörle mücadeleye ve güvenliğe odaklanan askerî rejimler (ki sayıları artabilir), Rusya’nın Afrika’daki çıkarlarının desteklenmesi için umut verici bir platform oluşturuyor.

Bugün Afrika Kıtası’nın gayri safi yurtiçi hasılası üç trilyon ABD doları. Büyük petrol ve gaz rezervlerine sahip olmanın yanında gerçek bir ekonomik büyüme için umut vadediyor. Modern dünyamızı destekleyen hayati maden kaynaklarının yaklaşık yüzde 30’una da ev sahipliği yapıyor. Üstelik Kıta’nın verimli ancak tam anlamıyla kullanılmayan toprakları da gıda üretimi için muazzam bir potansiyeli barındırıyor. Afrika ayrıca, dünyadaki yağmur ormanlarının yaklaşık yüzde 30’unu içeriyor ve bu yüzden iklim yönetiminde oynadığı merkezî rol küçümsenemez. Bu yüzyılın sonuna kadar Afrika’nın dünya nüfusunun yüzde 40’ına ev sahipliği yapacağını ve önümüzdeki 30 yılda 500 milyondan fazla genç artışına sahne olacağını belirtmekte fayda var. Bu demek oluyor ki dünyanın toplam işgücünün yaklaşık yüzde 42’si Afrika’da olacak.

Afrika; çevresel bozulma, salgınlar, enerji güvenliği, terörizm ve gıda güvenliği gibi kıtalar ötesi küresel sıkıntılarla mücadelede de önemli bir rol oynuyor. Kıta’nın önemi; modern ekonomiye yön veren lityum, kobalt, nikel vd. temel madenlerin tedarikinin sürdürülmesinde de görülüyor. Afrika’daki devasa işgücü, 21’inci yüzyıl ve sonrasındaki işler için gerekli becerilerle donatılırsa bu, sadece bölge için değil, aynı zamanda bir bütün olarak küresel ekonomi için de bir nimet olacak. Ancak bu hem Batı hem de Doğu’da olmak üzere dünyanın büyük ekonomilerinin Afrika ile bu potansiyelden faydalanmaya imkân sağlayacak türde ilişkiler kurma becerisine bağlı.

csd
Rusya-Afrika Zirvesi’nin katılımcıları, 30 Temmuz Rus Donanma Bayramı’nda düzenlenen askerî geçit törenini izledi. (Reuters)

Gerekli yatırımlar yapılması halinde Afrika’nın bu sorunlar karşısında etkin katkı sağlayabileceği, aksi halde zayıf noktaları doğru bir şekilde giderilmezse dünya için artan sıkıntılar oluşturacağı da belirtiliyor.

Sonuç olarak Rusya ve Afrika, bazı hedefleri ve çıkarları paylaşsa da ilişkinin güçlendirilmesinden fayda devşirmek için iki tarafın da üstesinden gelmesi gereken zorluklar mevcut.

İlk olarak; özellikle Rusya ve Afrika’daki iş çevrelerinde iş birliğinin yararları konusunda bilinç düzeyinin artırılması gerekiyor.

İkinci olarak; Rusya’nın ticaret ve yatırım beklentileri söz konusu olduğunda, Afrika’nın beklentilerini yönetmek lazım.

Üçüncü olarak; Batı tarafından dayatılan sert yaptırım rejimiyle başa çıkmak için düzenlemeler yapılmalı.

Afrika ülkelerinin, başta AB olmak üzere Batı’ya olan bağımlılıklarını tehlikeye atmaksızın, Rusya ile ilişkilerini güçlendirmesi için bir yol bulmaları gerekecek. Çin’e ek olarak Rusya’nın Afrika’da sahip olduğu tek ayrıcalık, iş birliğinin koşulsuz olarak gerçekleşmesidir.

Afrika için mücadele sürecek ve belki de önümüzdeki on yıllarda yoğunlaşacak. Afrika açısından asıl zorluk, bu rekabeti kendi lehine nasıl çevirebileceği olacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.



Estonya, Rusya yanlısı siyasetçileri vatana ihanetten suçlu buldu

NATO ülkesi yalnızca 1,4 milyon kişilik nüfusa sahip (AFP)
NATO ülkesi yalnızca 1,4 milyon kişilik nüfusa sahip (AFP)
TT

Estonya, Rusya yanlısı siyasetçileri vatana ihanetten suçlu buldu

NATO ülkesi yalnızca 1,4 milyon kişilik nüfusa sahip (AFP)
NATO ülkesi yalnızca 1,4 milyon kişilik nüfusa sahip (AFP)

Kasım 2023'te başlayan dava nihayet sonuçlandı ve Estonya yargısı, aynı yılın mart ayında tutuklanan politikacılar hakkındaki kararını verdi. 

Harju Bölge Mahkemesi'nde geçen perşembe görülen davada muhafazakar Koos partisinin kurucularından Aivo Peterson vatana ihanetten 14 yıl, Dmitri Rootsi ve Andrei Andronov ise 11'er yıl hapis cezasına çarptırıldı. 

Ekim 2022 - Mart 2023'te Estonya devleti ve toplumunun hilafına Rusya'nın politikalarını desteklemekle suçlanan üç siyasetçi bu iddiaları reddediyor. 

Moskova'dan aldıkları emirlerle hareket etme iddialarının hedefindeki üçlü, temyize başvuracaklarını açıkladı. 

Partiden yapılan açıklamada da savcıların Estonya'nın anayasal düzeni ve güvenliğine nasıl zarar verildiğine dair somut kanıt gösteremediği savunuldu.

Estonya'nın Ukrayna'ya yardımına karşı çıkan Koos partisi, bu yıl düzenlenen belediye seçimlerinde ülke genelindeki oyların yalnızca binde 8'ini alabilmişti. 

2022'de kurulan parti, Baltık ülkesinin NATO'dan çıkıp tarafsızlığını ilan etmesini ve yabancı askerlerin ülke topraklarından çekilmesini isterken, diğer ülkeler arasındaki askeri çatışmalara doğrudan ya da dolaylı olarak karışılmasına karşı çıkıyor. 

Öte yandan Aivo Peterson, Ukrayna'dan 2014'te tek taraflı bağımsızlığını ilan eden ve Eylül 2022'de Rusya'ya katılma kararı alan Donetsk Halk Cumhuriyeti'ni 2023'te ziyaret etmişti. 

55 yaşındaki siyasetçi, Şubat 2022'de başlayan Ukrayna savaşına dair bilgi almak için bölgeye gittiğini şu ifadelerle savunmuştu:

Estonya medyasından aldığımız bilgiler tek taraflı. Tüm gazetecilerimiz Kiev'i destekliyor.

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova haziranda yaptığı açıklamada Estonya için "düşmanca davranan ülkeler arasında ilk sıralarda" ifadesini kullanmış, Tallin yönetiminin kendilerini yalanlarla bir tehdit gibi gösterdiğini öne sürmüştü. 

Independent Türkçe, ERR, RT


Barrack, Netanyahu’yu Gazze’de Türkiye’nin rolünü kabul etmeye ikna etmeye çalışıyor

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasında Pazartesi günü gerçekleşen görüşmeden bir kare (İsrail hükümeti)
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasında Pazartesi günü gerçekleşen görüşmeden bir kare (İsrail hükümeti)
TT

Barrack, Netanyahu’yu Gazze’de Türkiye’nin rolünü kabul etmeye ikna etmeye çalışıyor

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasında Pazartesi günü gerçekleşen görüşmeden bir kare (İsrail hükümeti)
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasında Pazartesi günü gerçekleşen görüşmeden bir kare (İsrail hükümeti)

İsrail basınında yer alan haberlerde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack ile pazartesi günü Kudüs’te yaptığı görüşmede, Trump yönetiminden “sert ve özel mesajlar” aldığı belirtildi. Görüşmenin, ay sonunda Florida’da yapılması planlanan ABD-İsrail zirvesi öncesinde gerçekleştiği aktarıldı. Barrack-Netanyahu görüşmesinin ana gündem maddelerinin Gazze, Suriye ve Trump’la yapılacak buluşma olduğu kaydedildi.

Gazze’de “kabul edilemez” açıklamalar

Gazze dosyasında, Ekim ayında başlayan kırılgan ateşkesin ikinci aşamasına geçilmesi ele alınırken, Yedioth Ahronoth gazetesi Barrack’ın, Netanyahu’nun Türkiye’nin rolüne ilişkin kaygılarını gidermeye çalıştığını ve Türkiye’nin Gazze’de kurulması öngörülen uluslararası güce katılmasına ikna etmeye çalıştığını yazdı. Haberde, Barrack’ın Türkiye’nin Hamas üzerinde en fazla etkiye sahip ülke olduğunu ve silahsızlanma konusunda Hamas’ı ikna edebilecek en güçlü aktör konumunda bulunduğunu vurguladığı belirtildi.

frt
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şarm el-Şeyh Ortadoğu Barış Bildirgesi'ni imzalarken (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth’tan aktardığı habere göre Barrack, Türkiye’nin Trump planını imzaladığını ve Hamas adına silahların teslimini içeren maddeye taahhüt verdiğini Netanyahu’ya hatırlattı. Türkiye’nin katılımının, şu aşamada çekimser olan birçok ülkeyi de uluslararası güce katılmaya teşvik edeceğini savundu.

Haberde, Barrack’ın “Türkiye’nin dışlanmasının diğer ülkelerin de geri adım atmasına yol açtığını, Başkan Trump’ın bu planın başarısız olmasına izin vermeyeceğini” söylediği aktarıldı. Ayrıca Netanyahu’nun “Hamas’ın silah bırakacağına güvenmediği” yönündeki açıklamalarının ve İsrail’in bunu zorla sağlayabileceğine dair ifadelerinin “kabul edilemez” olduğu ve planı tehdit ettiği uyarısında bulunduğu kaydedildi.

Bu bilgiler, İsrail Kanal 12 televizyonunun aktardıklarıyla da örtüştü. Kanal 12, Beyaz Saray’ın Netanyahu’ya “özel ve sert” bir mesaj gönderdiğini ve Hamas’ın üst düzey askeri isimlerinden Raid Saad’ın öldürülmesinin, Trump arabuluculuğunda varılan ateşkes anlaşmasının ihlali olarak görüldüğünü bildirdi.

Kanal ayrıca, Gazze savaşını sona erdirmeyi amaçlayan anlaşmanın ikinci aşamasına geçiş konusundaki görüş ayrılıkları ve İsrail’in bölgedeki genel politikaları nedeniyle Trump yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasında artan bir gerilim yaşandığını aktardı.

ABD’li iki yetkili, Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Beyaz Saray Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve Başkan Trump’ın damadı Jared Kushner’in Netanyahu’nun tutumundan “son derece rahatsız” olduğunu söyledi. Üst düzey bir ABD’li yetkiliye göre Netanyahu’ya verilen net mesajda şu ifadelere yer verildi: “Eğer itibarını zedelemek ve anlaşmalara uymayan bir lider olarak görünmek istiyorsan bu senin tercihin. Ancak Trump’ın arabuluculuğunda sağlanan Gazze anlaşmasının itibarını zedelemene izin vermeyiz.”

Batı Şeria ve bölgesel gerilim

Batı Şeria konusunda da Beyaz Saray’ın, Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik şiddetinden ve “Arap dünyasında provokasyon olarak algılanan” İsrail adımlarından giderek daha fazla endişe duyduğu belirtildi. ABD’li bir yetkili, Washington’un Netanyahu’dan İsrail’in güvenliğini tehlikeye atmasını değil, İbrahim (Abraham) Anlaşmaları’nın genişletilmesine zarar verecek adımlardan kaçınmasını istediğini söyledi.

Aynı yetkili, Netanyahu’nun son iki yılda uluslararası alanda giderek yalnızlaştığını savunarak, “Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin neden onunla görüşmeyi reddettiğini ve Abraham Anlaşmaları’nın üzerinden beş yıl geçmesine rağmen neden BAE’ye davet edilmediğini kendisine sorması gerekir” dedi. Yetkili, Netanyahu’nun tansiyonu düşürmeye hazır olmaması halinde Washington’un Abraham Anlaşmaları’nı genişletme çabalarına zaman ayırmayacağını da ifade etti.

Beyaz Saray’da Netanyahu’ya öfke

Trump’ın, son dönemde Netanyahu’nun sert eleştirilerine maruz kalan Barrack’ı Kudüs’e göndermesi dikkat çekti. Netanyahu, Barrack için “Amerika’daki Türk büyükelçisi gibi davranıyor” ifadesini kullanmıştı. Barrack’ın İsrail demokrasisine ilişkin sözleri de Netanyahu’nun tepkisini çekmiş, Barrack bu açıklamalar için özür dilemişti.

Yedioth Ahronoth yazarı Nahum Barnea, ABD’li kaynaklara dayandırdığı yazısında, Washington’un Netanyahu’nun Trump’ın barış planını hayata geçirme konusunda samimi olmadığı ve İsrail’in sürekli savaş halinde kalması için çaba gösterdiği kanaatine vardığını yazdı. Barnea, Beyaz Saray’da Netanyahu’ya yönelik sert ve ağır ifadeler kullanıldığını, bunların bir kısmının doğrudan Netanyahu’ya da iletilmiş olabileceğini belirtti.

Suriye’de “kırmızı çizgiler”

İsrail basınına göre Barrack, Netanyahu’ya Suriye konusunda da “kırmızı çizgiler” iletti. Trump yönetiminin, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’yı Washington’un bir müttefiki olarak gördüğü ve ülkenin istikrarı için desteklenmesi gerektiği görüşünde olduğu aktarıldı. ABD’nin, İsrail’in yoğun askeri operasyonlarının Suriye’de yönetimin çökmesine yol açmasından endişe duyduğu ve güvenlik anlaşmasına varılmasını istediği belirtildi.

Lübnan konusunda ise Trump’ın, İsrail’in Hizbullah’a karşı sınırlı baskıyı sürdürmesini desteklediği, ancak geniş çaplı bir savaşa onay vermediği ifade edildi.

İsrailli analistler, Netanyahu’nun Barrack’ın tüm taleplerini reddetmeyeceğini, ancak kesin taahhütlerden kaçınarak Trump’la 29 Aralık’ta Florida’da yapacağı görüşmenin önünü açmaya çalıştığını öne sürdü. Buna karşın Netanyahu’nun, Barrack’ın ofisine ulaşmasından hemen önce Suriye’ye hava saldırısı düzenlenmesi talimatı vererek bağımsız hareket ettiği mesajını da vermekten geri durmadığı kaydedildi.

vgt
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Pazartesi günü bir araya geldi (İsrail hükümeti)

Türkiye’ye mesaj olarak yorumlanan bir adımda ise Netanyahu’nun, Yunanistan Başbakanı ve Kıbrıs Rum Yönetimi lideriyle üçlü bir zirve düzenleme kararı aldığı belirtildi. İsrail’de bu toplantı, Türkiye’ye yönelik doğrudan siyasi mesaj olarak değerlendirildi. Barrack ise görüşme sonrasında, temasların “bölgesel barış ve istikrarı hedefleyen yapıcı bir diyalog” olduğunu söyledi.


Bondi Plajı saldırganına müdahale ederken yaralanan Ahmed el-Ahmed, ameliyat edildi

TT

Bondi Plajı saldırganına müdahale ederken yaralanan Ahmed el-Ahmed, ameliyat edildi

Bondi Plajı saldırganına müdahale ederken yaralanan Ahmed el-Ahmed, ameliyat edildi

Bondi Plajı’ndaki saldırganlardan birini etkisiz hâle getirerek silahını alan manav Ahmed el-Ahmed’in, saldırı sırasında yaralanmasının ardından ameliyata alındığı bildirildi. El-Ahmed’in ailesi, oğullarını “kahraman” olarak nitelendirirken, hastanedeki tedavisi sürerken kendisi için başlatılan bağış kampanyasına yoğun destek geldi.

El-Ahmed’in, Avustralya yayın kuruluşu ABC’ye konuşan anne ve babası, oğullarının omzundan dört ila beş kurşunla vurulduğunu, vücudunda hâlâ çıkarılmamış mermiler bulunduğunu söyledi. Ailesi, Ahmed el-Ahmed’in 2006 yılında Avustralya’ya geldiğini, kendilerinin ise Suriye’den Sidney’e yalnızca birkaç ay önce ulaştıklarını ve uzun süredir oğullarından ayrı olduklarını belirtti.

Kuzeni Hozay el-Kenc, pazartesi günü basına yaptığı açıklamada, Ahmed el-Ahmed’in ilk ameliyatının başarıyla tamamlandığını söyledi. El-Kenc, “İlk ameliyatını geçirdi. Durumuna bağlı olarak iki ya da üç ameliyat daha gerekebilir” dedi.

Aileden hükümete çağrı

El-Ahmed’in anne ve babası, yaşlarının ilerlemesi nedeniyle oğullarının iyileşme sürecinde yeterli destek verememekten endişe duyduklarını ifade ederek, Başbakan Anthony Albanese hükümetinden yardım talep etti. Aile, Almanya’da ve Rusya’da yaşayan iki kardeşin Avustralya’ya gelerek destek olabilmesi için vize kolaylığı istediklerini belirtti.

sdfg
Ahmed Al-Ahmed'in babası Muhammed Fateh Al-Ahmed (Videodan alınan ekran görüntüsü).

Anne, “Şu anda yardıma ihtiyacı var çünkü engelli kaldı. Diğer çocuklarımızın buraya gelmesini istiyoruz” dedi. Ahmed el-Ahmed’in, saldırganın mermileri bittiğinde silahını elinden aldığı sırada vurulduğunu da aktardı.

Başbakan Albanese, Ahmed el-Ahmed’in cesaretinin hayatlar kurtardığını söyledi. ABD Başkanı Donald Trump da el-Ahmed’i “çok, çok cesur bir kişi” olarak nitelendirdi.

Bağışlar 750 bin dolara yaklaştı

Reuters’ın aktardığına göre, 43 yaşındaki Ahmed el-Ahmed için başlatılan bağış kampanyasında toplanan miktar yaklaşık 750 bin ABD dolarına ulaştı. GoFundMe üzerinden başlatılan kampanya, bir gün içinde 1,1 milyon Avustralya dolarını (yaklaşık 744 bin ABD doları) aştı.

Ailesinin anlattığına göre el-Ahmed, Bondi’de bir arkadaşıyla kahve içerken silah seslerini duydu. Ağaç arkasına saklanan silahlı kişiyi fark eden el-Ahmed, saldırganın cephanesi tükendiğinde arkadan yaklaşarak silahını almayı başardı.

Hanuka Bayramı dolayısıyla düzenlenen etkinlikte gerçekleşen silahlı saldırıda en az 15 kişi hayatını kaybederken, 42 kişi yaralandı. Saldırının Navid Akram (24) ile babası Sajid Akram (50) tarafından gerçekleştirildiği açıklandı.

Başbakan Chris Minns, hastane ziyaretinin ardından yaptığı paylaşımda, “Ahmed’in gösterdiği cesaret olağanüstüydü. Hayatını büyük bir riske atarak saldırganı etkisiz hâle getirdi” dedi.

El-Ahmed’in, silahlı saldırgana arkadan koşarak uzun namlulu tüfeğini aldığı anlara ait görüntüler dünya genelinde medya kuruluşları tarafından yayımlandı ve sosyal medyada 22 milyondan fazla kez izlendi.