Erdoğan’ın İhvan’a verdiği güvenceler Mısır-Türkiye yakınlaşmasını etkiler mi?

Ankara, bazı İhvan mensuplarının Kahire’ye gönderilmeyeceğine işaret etti

Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanları, geçen kasım ayında Dünya Kupası’nın açılışı sırasında Katar Emiri’nin yanında el sıkışırken (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanları, geçen kasım ayında Dünya Kupası’nın açılışı sırasında Katar Emiri’nin yanında el sıkışırken (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan’ın İhvan’a verdiği güvenceler Mısır-Türkiye yakınlaşmasını etkiler mi?

Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanları, geçen kasım ayında Dünya Kupası’nın açılışı sırasında Katar Emiri’nin yanında el sıkışırken (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanları, geçen kasım ayında Dünya Kupası’nın açılışı sırasında Katar Emiri’nin yanında el sıkışırken (Mısır Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) Örgütü mensuplarına ‘kendilerine dokunulmayacağına ve Mısır’a gönderilmeyeceklerine’ dair ‘güvenceler’ verdiğine ilişkin çıkan bazı haberler, Ankara ve Kahire arasındaki ilişkiler 10 yıllık bir kopukluğun ardından hala toparlanma aşamasındayken, böyle bir adımın iki ülke arasındaki yakınlaşma sürecini nasıl etkileyeceğine dair soruları gündeme getirdi.

Mısır makamlarının ‘terör örgütü’ olarak sınıflandırdığı İhvan’ın üyelerinin ve liderlerinin Türkiye tarafından ağırlanması, ‘iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesinin’ nedenlerinden biriydi.

İddialara göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, Uluslararası Müslüman Alimler Birliği’nden bir heyet ile yakın zamanda yaptığı görüşmede, bazı Arap göçmenlerin sınır dışı edilmeyeceğine dair söz verdi. Türk güvenlik makamlarının ‘yasal ikamet izni’ olmayan göçmenleri sınır dışı etmek için bir kampanya başlatması İhvan saflarında bir endişeye sebep olmuştu.

İhvan örgütü liderlerinin de yer aldığı toplantıya katılanların yazdıklarına göre,  Erdoğan “Türkiye’nin kalbinin, kendisine sığınanlara açık kalacağına” söz vererek “bu meselede kendilerine yön veren şeyin İslam kardeşliği ve insanlık olduğunu” söyledi.

Geçen mayıs ayında yapılan milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından, Türkiye İçişleri Bakanlığı, başta İstanbul olmak üzere çeşitli illerde ‘yasadışı göçmen’ olarak tanımladığı binlerce kişiyi sınır dışı etmeye yönelik kapsamlı kampanyalar başlatmıştı. İstanbul’da binlerce Mısırlı göçmen yaşıyor ve çoğunluğunu 2013’ten sonra Türkiye’ye kaçan İhvan üyeleri oluşturuyor.

Mısır-Türkiye yakınlaşması, Türkiye’deki İhvan üyeleri arasında, Türk yetkililerin kendilerini Mısır’a sınır dışı edeceğine ilişkin derin endişelere yol açmıştı. Zira birçoğu Mısır’da cezai hükümlerle karşı karşıya ya da Mısır yargısının baktığı davalarda aranıyor.

Geçtiğimiz ayın başında iki ülke arasındaki diplomatik temsil düzeyinin büyükelçilik mertebesine yükseltilmesiyle taçlanan resmi Mısır-Türkiye yakınlaşması adımlarına, Türk makamlarının Türkiye topraklarındaki İhvan unsurlarına ve medya kuruluşlarına karşı aldığı tedbirler eşlik etmişti.

Türk basınında yer alan haberlere göre, yetkililer son iki aydır ülkede ikamet eden İhvan üyelerine yönelik kampanyalarını ve baskınlarını yoğunlaştırdılar. Örgütün medya platformlarındaki çalışanlar da dahil olmak üzere kimlikleri, ikametgâhları veya vatandaşlıkları olmayan yaklaşık 60 İhvan üyesini gözaltına aldılar. Bu kişilerin yaklaşık yedisi şimdiden komşu ülkelere sınır dışı edildi. Ankara ayrıca vatandaşlığa kabul ve insani ikamet sürecini durdurma kararı alarak örgüt liderlerini “ülkeye başka herhangi bir unsur getirmemeleri” konusunda uyardı.

Siyasal İslam meseleleri ve radikal örgütler konusunda uzman olan Mısırlı araştırmacı Mahir Feragli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk topraklarında bulunan İhvan unsurlarına dokunmama sözünü “Türkiye’nin, örgütü Arap ve Batı ülkeleri üzerinde bir baskı kartı olarak kullanma stratejisinin bir parçası” olarak değerlendirdi. Bu bağlamda, bu stratejinin “Mısır’la yakınlaşma adımlarından ayrı” olduğuna dikkat çekti.

Feragli Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “daha önce, iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileşmesine rağmen, İhvan unsurlarını Mısırlı yetkililere teslim etmeyi reddettiğini” ve “dolaşan haberlere göre Mısır’da terör olaylarıyla suçlanan Yahya Musa ve Alaa es-Semahi gibi İhvan üyelerine Türk vatandaşlığı verdiğini” söyledi.

Feragli bu bağlamda Erdoğan’ın “İslami örgütler, özellikle de İhvan çevrelerinde imajını korumaya çalıştığına” işaret ederek “İçinde bulunduğumuz dönemde Türkiye Cumhurbaşkanı’nın çıkarları Mısır’la yakınlaşmayı gerektirebilir, ancak bu, İslami örgütler çevrelerindeki konumundan tamamen vazgeçmesi anlamına gelmiyor” dedi.

Öte yandan El-Ehram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde Türkiye meselelerinde uzman Mısırlı araştırmacı Kerem Said, Erdoğan’ın Türkiye topraklarındaki İhvan unsurlarına dokunulmayacağına dair verdiği ‘güvencelerin’ -doğruysa- Mısır-Türkiye yakınlaşma sürecini etkilemeyeceğini, çünkü “İhvan kartının iki ülke arasındaki ilişkiler sürecindeki değerini ve etkisini kaybettiğini” öne sürdü.

Said Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, gittikçe büyüyen bir hızla ilerleyen ekonomi ilişkileri ve Libya’ya yönelik tutum ve Doğu Akdeniz’deki tansiyonu düşürmek gibi stratejik konularla ilgili uzlaşmalar başta olmak üzere iki ülke arasındaki ilişki sürecini etkileyen daha önemli ve hayati konuların olduğunu da sözlerine ekledi. Buna göre “iki ülke arasındaki ilişki treninin, özellikle atılan son resmi adımlar ışığında, İhvan istasyonunu çoktan geçtiğini” söyledi.

Said, “Erdoğan’ın İhvan’a verdiği güvencelerin” Türkiye’de bir iç krize, özellikle de son cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde belirleyici rolü fark edilen milliyetçi hareketle sıkıntı yaşanmasına sebep olabileceğini kaydetti. Bu hareketin “göçmenleri ve İslami akımlarla ilişkileri” hoş karşılamadığına dikkat çeken Said, Türkiye Cumhurbaşkanı ve partisinin geleceği için “hayati bir sınav” teşkil eden gelecek belediye seçimleri sırasında Erdoğan’ın milliyetçi hareketin bazı güçleriyle ittifakını korumaya “oldukça ihtiyacı olduğuna” işaret etti.



Trump'ın BM Daimi Temsilcisi adayı BM'yi önyargılı olmakla suçladı ve reform çağrısında bulundu

ABD Başkanı Donald Trump'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi adayı Mike Waltz (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi adayı Mike Waltz (Reuters)
TT

Trump'ın BM Daimi Temsilcisi adayı BM'yi önyargılı olmakla suçladı ve reform çağrısında bulundu

ABD Başkanı Donald Trump'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi adayı Mike Waltz (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi adayı Mike Waltz (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi adayı ve eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz, BM'nin muazzam potansiyelini överken reform yapılmasının önemini vurguladı.

Senato Dış İlişkiler Komitesi'ndeki onay oturumunda konuşan Waltz şunları söyledi: “Çin'den Rusya'ya, Avrupa'dan gelişmekte olan ülkelere kadar herkesin anlaşmazlıkları çözmek için bir araya gelebileceği bir yer olmalı. Ancak 80 yılın ardından BM, temel misyonu olan barışı sağlama görevinden uzaklaştı. BM Şartı’na ve onun temel ilkelerine geri dönmeliyiz. ‘Barışı koruma’ amacı halen önemli bir role sahip, ancak reforma da ihtiyaç var.”

Waltz, ABD'nin BM operasyonlarının yüzde 25'ini finanse ettiğini, Afrika'daki misyonların ‘milyarlarca dolara mal olduğunu ve on binlerce askeri içerdiğini’ kaydetti. Waltz, “1940'lardan bu yana var olan, yenilenmiş bir yetkisi olmayan ve görünürde bir sonu olmayan iki misyonumuz var. BM Güvenlik Konseyi'ne misyonların süresini ve maliyetlerini sınırlandırması, hedeflerini netleştirmesi ve ulus inşasına değil barışı korumaya odaklanması için baskı yapmalıyız” ifadelerini kullandı.

Waltz, Çin'le yüzleşmenin kendisi için ‘mutlak bir öncelik’ olduğunu vurguladı ve Pekin'in etkisine karşı koymak için ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile birlikte çalışma sözü verdi.

BM'de ‘antisemitizmle’ yüzleşmek

Öte yandan Waltz, BM Genel Kurulu'nun 2015-2023 yılları arasında İsrail aleyhinde 154 karar kabul ederken, diğer tüm ülkeler aleyhinde sadece 71 karar kabul ettiğine dikkat çekerek, ‘yaygın antisemitizmle’ yüzleşilmesi gerektiği çağrısında bulundu. Waltz, Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) çalışanlarını 7 Ekim olaylarına karışmakla ve okullarını da ‘Yahudi karşıtı nefreti öğretmekle’ suçlayarak, ‘UNRWA'nın dağıtılması’ gerektiğini bildirdi.

Waltz, ‘İsrail ile iş yapan ABD şirketlerinin boykot edilmesi çağrısında bulunan BM Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese'nin yeniden atanmasının bu önyargının bir tezahürü olduğunu’ söyledi.

Suriye ‘değerlendirilmesi gereken bir fırsat’

Suriye konusunda ise Waltz, ABD için büyük bir fırsat olduğunu belirterek, önceliklerinin BM'deki müttefik ve ortaklarıyla birlikte çalışarak ‘Esed rejimini hedef alan ve İran'ın etkisini sınırlayan yaptırımları’ kaldırmak olacağını vurguladı.

Waltz, “Önümüzde değerlendirilmesi gereken bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Ancak kritik bir dönemden geçiyoruz. Bu bana Libya’yı hatırlatıyor, bir seçim yapmamız gerekiyor: Ya bu fırsatı değerlendiririz ya da Suriye kaosa sürüklenir ve bu da tüm bölgeyi beraberinde sürükleyebilir. Şu anda bu fırsat değerlendirilebilir” şeklinde konuştu.

Suriye konusunda ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ve diğer yetkililerle birlikte çalışmayı dört gözle beklediğini ifade eden Waltz, “Suriye'de Libya'da yaptığımızdan daha iyisini yapmayı umuyoruz” dedi.

Waltz sözlerini şöyle tamamladı: “ABD Başkanı'nın liderliğinde barış ve refahı yaymaya devam edebileceğimize ve ‘BM'yi yeniden büyük yapabileceğimize’ inanıyorum.”