Prigojin’in yokluğu Wagner'in faaliyetlerini etkiler mi?

Wagner'in kurucusu Prigojin’i taşıyan özel uçağın düşmesi olayının üzerindeki sır perdesi henüz aralanamadı

Rusya Federal Soruşturma Komitesi tarafından dağıtılan ve Prigojin’in uçağının enkazını gösteren bir fotoğraf (AFP)
Rusya Federal Soruşturma Komitesi tarafından dağıtılan ve Prigojin’in uçağının enkazını gösteren bir fotoğraf (AFP)
TT

Prigojin’in yokluğu Wagner'in faaliyetlerini etkiler mi?

Rusya Federal Soruşturma Komitesi tarafından dağıtılan ve Prigojin’in uçağının enkazını gösteren bir fotoğraf (AFP)
Rusya Federal Soruşturma Komitesi tarafından dağıtılan ve Prigojin’in uçağının enkazını gösteren bir fotoğraf (AFP)

Moskova’nın Yevgeniy Prigojin’in içinde olduğu uçağın düşmesi olayını aydınlatmak amacıyla başlattığı soruşturma nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın olay, tüm dikkatlerin geçtiğimiz haziran ayında askeri isyana öncülük ederek Rusya'yı şiddetle sarsan Prigojin’e dönmesine neden oldu.  Savunma Bakanlığı yetkililerine meydan okuyan ve Devlet Başkanı Vladimir Putin'in çevresindeki önemli isimleri cezalandırmakla tehdit eden bu adam olayın odak noktası oldu. Prigojin’in uçağının düşmesi, onun son dönemdeki rolünün boyutunun ve niteliğinin yanı sıra bir sonraki aşamaya ilişkin senaryoları da yeniden tartışmaya açtı.

Genelkurmay Başkan Yardımcısı Korgeneral Vladimir Alekseyev’in (sağda), Rostov'da Prigojin’i eylemlerini yeniden gözden geçirmesi için ikna etmeye çalıştığı videodan bir kare (AFP)
Genelkurmay Başkan Yardımcısı Korgeneral Vladimir Alekseyev’in (sağda), Rostov'da Prigojin’i eylemlerini yeniden gözden geçirmesi için ikna etmeye çalıştığı videodan bir kare (AFP)

Wagner’in kurucusu ve lideri Yevgeniy Prigojin ile Savunma Bakanlığı arasındaki gerilimin doruk noktasına ulaşmasıyla birlikte basının uzun yıllar ‘Kremlin’in aşçısı’ olarak andığı Prigojin, Rusya’yı sarsan ve dünyanın durumun gidişatını nefesini tutarak izlemesine neden olan büyük çaplı bir askeri isyan başlatma kararı aldı. Wagner, hiç vakit kaybetmeden Ukrayna'ya yönelik askeri operasyonların başlangıç ​​noktası olan stratejik öneme sahip Rostov şehrini kontrol altına aldı oradan Rus Güney Askeri Bölge Karargahı ve Kırım'a yönelik operasyonların merkezi olan Krasnodar'a doğru yola çıktı. Hedefleri arasında Voronej ve Lipetsk şehirleri vardı.

Wagner üyeleri Rostov'daki Rus Güney Askeri Bölge Karargahı’ndan çekilirken (Reuters)
Wagner üyeleri Rostov'daki Rus Güney Askeri Bölge Karargahı’ndan çekilirken (Reuters)

Prigojin sadece Savunma Bakanlığı ile değil, Kremlin başta olmak üzere Rusya'daki tüm iktidar kurumlarıyla da yüzleşmeyi seçti. Belki de son ana kadar Başkan Putin'in bu mücadelede kendisine yakın olan Dışişleri Bakanı Sergey Şoygu'nun yanında yer almayacağını ve bunun yerine geçmişte gelenek olduğu gibi krize uzlaşmacı bir çözüm bulunması talimatı vereceğini umuyordu. Fakat savaş baronları tarafından etrafı sarılan ve hem içeride hem de dışarıda giderek artan bir baskı altında olan Putin, o an için silahlı bir isyana izin vermeyecekti. Bu noktada gerilim daha da tırmandı ve Prigojin, ‘Putin’in yanlış seçimini’ eleştirdi. Dahası, yakında Rusya'nın yeni bir devlet başkanı olacağını söyledi.

‘Kremlin'in aşçısı’ olarak anılan Prigojin, Putin'in Afrika, Suriye ve Ukrayna'daki politikalarının gizli bir çıkış noktasıyken nasıl oldu da askeri düzenin düşmanı, komutanları ve askerleri Wagner’e katılmaya çağıran, Savunma Bakanlığı'nın prestijini sarsan ve kendi bakış açısına göre ‘Rusya'daki durumu düzeltmeye’ kalkışan bir isyancıya dönüştü?

Wagner’in St. Petersburg'daki merkezinin önünde güveliği sağlayan Rus polis memurları (AFP)
Wagner’in St. Petersburg'daki merkezinin önünde güveliği sağlayan Rus polis memurları (AFP)

Savunma Bakanlığı ile anlaşmazlık

Prigojin, 5 Mayıs'ta Savunma Bakanı Sergey Şoygu ve Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov’u Wagner’in Savunma Bakanlığından talep ettiği silah ve mühimmatın teslim edilmemesinden dolayı çok sayıda Wagner üyesinin ölümüne neden olmakla suçladı ve bu suçlamayı ilk kez doğrudan yaptı. Prigojin’e göre silah ve mühimmat eksikliği çok sayıda Wagner üyesinin ölümüne yol açarken yaklaşık 9 ay önce Ukrayna’nın güneyinde bulunan ve stratejik öneme sahip olan Bahmut’u kontrol altına almayı amaçlayan askeri operasyonun da yavaşlamasına neden oldu.

Putin, Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov (solda) ve Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile (AP)
Putin, Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov (solda) ve Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile (AP)

Prigojin, savaşçıların ihtiyaçlarını gerektiği gibi karşılamayan Savunma Bakanlığı’nı ve askeri yetkilileri eleştiriyordu. Ancak burada yeni olan, Savunma Bakanı Şoygu’yu ve Genelkurmay Başkanı Gerasimov’u bizzat Wagner üyelerinin ölümüne neden olmak ve Bahmut’taki askeri operasyonu yavaşlatmakla suçlamasıydı. Prigojin, Wagner üyelerini 10 Mayıs’a kadar Bahmut’tan çekeceğini söyleyerek bu suçlamaları yapmaya devam etti.

İkinci önemli nokta ise bazı karmaşıklıklarla birlikte krizin zamanlamasıydı.

Kriz, Rusya’nın her yıl 9 Mayıs’ta kutladığı Nazizm’e Karşı Zafer Bayramı hazırlıklarının yapıldığı bir sırada patlak verdi. Zamanlamayla ilgili diğer noktalar arasında Rus toplumunda önemli bir yeri olan bir olay olarak Bahmut Muharebesi'nin fiilen sona eriyor olması yer alıyordu. Prigojin’e göre şehrin 3 kilometrekareden daha az olan bir bölümü Kiev’in kontrolündeydi ve bu durum bu kez düşmanlıklara son verilmesiyle ilgili soru işaretlerini gündeme getirdi.

Üçüncü dikkat çekici nokta ise Kremlin’in olayla ilgili yorum yapmaktan kaçınmasıydı. Bu durum Rusya’nın siyasi ve sosyal çevrelerinde büyük bir memnuniyetsizliğe ve hayal kırıklığına yol açtı.

Prigojin, bundan dört gün sonra gerekli teçhizatın sağlanacağı sözünü aldığını duyurdu. Böylece krizin ciddiyeti halk düzeyinde hafiflese de yansımaları devam etti.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Belarus Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko ile görüşürken (AP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Belarus Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko ile görüşürken (AP)

Gizli gerginlik tırmandı

Tüm bu yaşananlar, özellikle krizin taraflarının tamamının Putin'e çok yakın isimler olduğundan Rusya’da çeşitli ağırlık merkezleri arasındaki rekabetin bu düzeyde doğrudan ve kamuoyu önünde yapılan suçlamalara dönüştüğü nadir zamanlardan biri olabilir. Bu mesele, Ukrayna savaşına yönelik farklı tutumların Putin’in yakın çevresi üzerinde yarattığı tehlikeli etkiler açısından önemli yansımaları söz konusu.

Prigojin ile Rusya’nın askeri kurumlarının liderleri arasındaki gerilimin yeni başlamadığına ve çok uzun bir zaman içinde geliştiğine şüphe yok.

Ancak bu uzun süreçte yaşananlar gizli kalıp kamuoyu önüne taşınmamışken krizin son dönemde patlak vermesinin nedeni başta Ukrayna savaşında önceliklerini yeniden düzenleme fırsatı bulan Prigojin’in şahsi hırsları olmak üzere biriken bazı anlaşmazlıklar oldu. Geçtiğimiz yılın sonbaharında Solidar ve Bahmut şehirlerinin Wagner Şirketi’ne bağlanması da dahil olmak üzere Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin devasa müstahkem bölgesine saldırmak gibi zorlu ve kanlı bir görev de Wagner’e verildi. Wagner, dört ay boyunca artık yalnızca askeri haberlere konu olan ana oyuncu olmaktan çıkmakla kalmadı, kış saldırısına hazırlanan Ukrayna Silahlı Kuvvetlerine karşı yapılan hazırlıkların önemli bir bölümünü de geri çekti.

Özellikle ordunun savaşı yönetmede bocaladığı ve sahada bazı stratejik hatalar yaptığı yönündeki suçlamalar karşısında askeri yetkililerin bu konudan ne kadar rahatsız olduklarını değerlendirmek güç. Ancak burada Wagner’in çatışmalarda yer aldığının kamuoyu tarafından öğrenilmesi ve kuruluşundan bu yana ilk kez resmi haber ajanlarında açıklamalarının yayınlanması dikkati çekiyor.

Ayrıca Prigojin’in yönelttiği eleştiriler, bu yüzleşmenin başlamasına yol açan ana nedenin kaynaklar üzerinde büyük bir rekabetin olduğunu gösterdi. Bu rekabetin bir kısmının, her iki tarafın da savaşa ayrılan mali kaynaklardan daha fazla pay alma hedeflerine dayandığı göz ardı edilemez. Wagner Grubu'nun düzenli ordudaki gibi ölen ya da yaralanan üyelerini tazminat listelerine sokma çabası da bunun açık bir göstergesiydi.

Daha da önemlisi, bu gerilim her iki tarafın da askeri yapı içindeki nüfuzunu diğer tarafa karşı artırmaya çalıştığını ortaya koydu. Örneğin Prigojin’in emekli olan generalleri kendi yanına çekme ve onları Wagner saflarına dahil etme çabası bunun bir göstergesiydi. Bu durum, Ukrayna savaşından önce dahi Rusya’nın genel bütçesinin beşte birinden fazlasını tüketen ordu ve genel olarak tüm askeri yapılar içinde büyüyen ‘eksen’ ve ‘ağırlık merkezleri’ olgusunu yansıtıyordu.

​ Savaş sürerken ortaya çıkan anlaşmazlık

Tüm bu nedenlerin yanı sıra Ukrayna savaşını yürüten kurumlar arasındaki bu tutarsızlık, iki tarafı, savaşı yönetme mekanizmaları ve beklenen gidişat hakkındaki görüşlerle ilgili yeni bir anlaşmazlığa sürükledi.

Wagner’in yanı sıra Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’nin personel sayısı ve top yekün bir savaşa karşı ne kadar hazırlıklı oldukları konusunda algı yapmada başarısız olan ordu ve istihbarat servislerinin de aralarında bulunduğu taraflara yapılan büyük eleştirilerin ardından Wagner, ordu ve istihbarat birimlerinin savaşın ilk aylarında sahada yaşanan tökezlemelerle ortaya çıkan başarısızlıklarını, silah ve mühimmat eksikliğini telafi edebildiklerini göstermek için kullandı. Putin’e ölümüne bağlılığı ile tanınan, özerk  Çeçenistan’ın Devlet Başkanı Ramazan Kadirov’a bağlı güçler gibi sokak savaşını yönetme ve müstahkem şehir ve kasabalarda zorlu şartlarda ilerleme kaydetme yeteneği olan iyi eğitimli saldırı birimlerine sahip olmanın avantajından yararlandı. Nitekim Ukrayna savaşındaki gelişmeler, düzenli savaşa hazırlanan ordunun, öncelikle hava baskısı kurma ve ağır silahlar ve güdümlü füzeler kullanma kararı aldığını gösterdi. Rusya ordusunun doğrudan savaş ve angajman alanında bazı önemli yeteneklerden yoksun olması onu müttefik kuvvetlere güvenmek zorunda bırakırken, geçtiğimiz yılın sonbaharında Wagner’in savaşa dahil olduğuna dair resmi açıklama bunu teyit eder nitelikteydi. Wagner, ilk kez 2014 yılında patlak veren savaştan bu yana zaten Ukrayna topraklarında bulunuyordu.  Ancak askeri operasyonların gidişatına ilişkin anlaşmazlık sadece bununla sınırlı değildi. Prigojin’in geçtiğimiz ay yaptığı açıklamaları da askeri yapılar arasındaki anlaşmazlığın ne kadar derinleştiğinin bir göstergesiydi.

Wagner lideri, geçtiğimiz nisan ayı ortalarında, Rus yetkililerin ve halkın Ukrayna’ya karşı başlatılan ve Rusya tarafından ‘özel askeri operasyon’ olarak nitelendirilen savaşa ‘cesur bir nokta’ koymasının gerektiğini söylediği dikkat çekici bir makale yayınladı. Prigojin’e göre özel askeri operasyonun sona erdiğini duyurmak ‘en ideal seçenek’ olacaktı. Prigojin’in makalesinin yayınlanmasından beri Rusya'daki pek çok çevre, taraflar arasında yakında bir patlama olasılığına işaret ediyorlardı.

Belarus'taki Wagner üyeleri (AFP)
Belarus'taki Wagner üyeleri (AFP)

Prigojin ve Wagner'in geleceğiyle ilgili senaryolar

Prigojin ile yapılan anlaşmanın genel özelliklerine rağmen Afrika'da konuşlu Wagner üyelerinin geleceği özellikle Rusya'daki siyasi seçkinlerin gündemini meşgul ediyordu. Rus seçkinler arasında bu konuda bir tür bölünme ortaya çıktı. Rusya Devlet Duması Savunma Komitesi Başkanı Andrei Kartapolov, özel güvenlik şirketlerinin çalışmalarını düzenleyen bir yasanın kabul edilmesi çağrısında bulunurken, meclisin üst kanadı Federasyon Konseyi Anayasal Mevzuat Komitesi Başkanı Andrey Klishas, böyle bir yasanın çıkarılmasının şu an için aciliyeti olmadığı değerlendirmesinde bulundu. Bazı çevreler, Moskova'nın içinden geçilen süreçte Wagner'e benzer başka bir askeri oluşumun doğmasına izin veremeyeceğini ve Başkan Putin'in önündeki seçeneklerin Wagner üyelerinin Savunma Bakanlığı'nın doğrudan kontrolü altına alınmasıyla ya da Prigojin ile ilişkilerde yeni bir düzenleme yapılmasıyla sınırlı olacağını düşünüyorlardı.

Burada Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov'un kısa süre önce Wagner'in yurtdışında, özellikle Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi Afrika kıtasındaki birçok ülkede faaliyetlerini sürdüreceğini söylediği dikkat çekici bir açıklama yaptığını hatırlatmakta fayda var. Bu açıklama, Wagner’in çevresinde yaşanan gelişmelerden endişe eden Afrikalı liderlere bir güven mesajı olabilir.

Afrika'daki Wagner güçleri (AP)
Afrika'daki Wagner güçleri (AP)

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Rusya’daki bazı çevrelerin öne sürdüğü bir diğer olası senaryo ise Wagner üyelerinin tamamen yeni bir çerçevede görev yapmak üzere Afrika ülkelerine gönderilmesi. Yani yurt dışında Wagner'e benzer bir grup kurulması ve o bölgelerde çalışmaya devam etmek isteyenler için grup faaliyetlerinin sürdürülmesi. Bu senaryo Kremlin açısından pek tatmin edici değil. Çünkü böyle bir senaryo, Savunma Bakanlığı'nın kontrolü dışındaki silahlı gruplarla mücadelede sorunun tamamen çözülmeyeceği anlamına geliyor. Ancak bu, Moskova'nın, Rusya'nın önemli çıkarlarının olduğu Afrika bölgelerinden aniden geri çekilmemesi gerektiğini en azından geçici olarak gösteriyor. Bu senaryonun hayata geçirilmesi durumunda, Kremlin ile yapılan anlaşma çerçevesinde yeni durumun düzenlenmesinde bizzat Prigojin’in kaderinin belirleyici olma olasılığı göz ardı edilmiyor. Wagner’in akıbetiyle ilgili mekanizmaları belirlemek için Wagner’in başının kesilmesi gerektiğini söyleyen Rus çevreleri de vardı.

Bu senaryonun uygulanmaya başlamasıyla birlikte Wagner bölündü ve birbirinden güçlü iki grup ortaya çıktı. Bunlardan biri Rusya ve Ukrayna’da Savunma Bakanlığı’nın emri altında meşru bir şekilde faaliyet gösterirken diğeri Wagner’in yurt dışında konuşlandığı bölgelerdeki faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyor. Ancak yurt dışındaki bu faaliyetlerle ilgili nihai mekanizmalar henüz belirlenmedi.

Fakat Yevgeny Prigojin’in ilk kez 2014 yılında ortaya çıkan, tamamen kendisine sadık olan ve Bahmut'a ve Ukrayna'nın diğer zorlu bölgelerine yapılan askeri saldırılar sırasında azim gösteren milislerden oluşan Wagner Grubu'nun omurgasını korumuş olduğuna şüphe yok. Kremlin de Wagner’in Afrika'daki prestijini ve nüfuzunu riske atmak isteyecek gibi görünmüyor.

Öte yandan Kremlin, Prigojin ile ilişkilerinde de görüldüğü gibi, durumu sıkı bir şekilde kontrol ettiğini ve taviz verme eğiliminde bile olmadığını gösterdi. Kremlin, kimseye kendisiyle rekabet edebilecek bir güç merkezi olarak görünme ya da seçkinler arasında kurduğu dengeyi tehdit etme fırsatı vermedi.



Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
TT

Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)

Macid Kayali

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım konuşmasını içinde bulunduğumuz kasım ayının 20’sinde yaptı. Ardından Halil el-Hayya'nın aynı ayın 21'indeki konuşması geldi. Halil Hayya, İsrail'in Siyasi Büro'nun eski başkanlarına (İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar) zaman ve içerik açısından birbirine yakın dönemlerde düzenlediği suikastların ardından Hamas liderleri arasında en önde gelen konuma yerleşti.

Son 20 yılda “direniş ve karşı koyma” ekseninin ön saflarında yer alan, “örümcek ipliğinden daha zayıf” ve çöküşün eşiğinde olduğu varsayılan bir devlet olan İsrail'in varlığına meydan okuyan bu iki hareket, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısının ve Hizbullah’ın Gazze’ye destek cephesini açmasının ardından, İsrail saldırılarının merkezinde oldular. Gerek Aksa Tufanı gerek destek cephesi, arenalar birliği ile karşılıklı ordular ve füzeler fırlatma fikrine dayanıyordu.

Ancak yaklaşık 14 ay sonra ortaya çıkan sonuç, Filistinliler ve Lübnanlılar için yeni, korkunç bir Nekbe’yi (felaketi) açığa çıkardı. İsrail'in hayali “angajman kurallarını” umursamadığı, “uzun süreli bir savaş" yürütebileceği, yüksek insani ve ekonomik maliyetlere katlanabilecek kapasitede olduğu, Aksa Tufanı günündeki yenilgisini ve askeri, istihbari ve insani kayıplarını, Filistinlilerin durumunu, Lübnan ve belki de Suriye ve Irak'ın durumunu değiştirmeye çalışacak bir fırsata dönüştürebileceği ve İran'ı dizginleyebileceği görüldü.

Sonuç olarak, Gazze’ye yönelik abluka kalkacağına kendisi harabeye döndü ve acımasız bir askeri işgale maruz kaldı. Yaklaşık 2 milyon Filistinli, asgari yaşam standartlarından yoksun, hapishane benzeri izole alanlarda yaşıyor. Bu durum artık Güney Lübnan'ı, Beyrut'un güney banliyösünü ve Bekaa Vadisi'ndeki bazı bölgeleri de kapsıyor. İsrail zayıflamak yerine kurulduğu günden bu yana her zamankinden daha güçlü hale geldi. Bu mücadele aynı zamanda İsraillileri birleştirdi ve İsrail'in ABD ile ilişkilerini eskisinden daha da güçlendirdi.

Sorun şu ki, Hamas ve Hizbullah'ın geri kalan liderleri tüm bunları henüz idrak etmiş değiller. Halen bir tür inat ve gerçeklerin, güç dengesinin, Filistinlilerin ve Lübnanlıların koşullarındaki korkunç kötüleşmenin inkarı içindeler. Hatta daha önceki gerçekçi olmayan tezlerden veya yanılsamalardan geri adım atılmasına rağmen, İsrail saldırıları sonucunda Hizbullah ve Hamas’ın zayıfladığını bile inkar ediyorlar.

Başlangıçta her iki tarafın da savaş başlatma veya direnişi sürdürme çağrılarının ardından (Bkz. Muhammed ed-Dayf'in 7 Ekim 2023'teki konuşması ve Nasrallah'ın suikastından birkaç gün öncesine kadar yaptığı konuşmalar), şimdi yaptıkları ateşkes ve çatışmaların durdurulması talebi bunu temsil ediyor. Kasım ve Hayya yukarıda bahsettiğimiz konuşmalarında bu konuda ve savaşın sürdürülmesinde ısrar edenin İsrail olduğunu varsaymakta hemfikirlerdi.

Hemfikir oldukları bir diğer nokta koşullar öne sürmekti. Kasım'a göre müzakereler iki çatı altında sürüyor; tam bir ateşkes, Lübnan'ın egemenliğinin korunması ve İsrail'in Lübnan'ın egemenliğini ihlal etmesine, Lübnan'a girip istediği gibi öldürmesine izin verilmemesi. Hayya ise şunu vurguladı: Gazze Şeridi'ndeki savaş durmadan ve yerinden edilenler geri dönmeden takas anlaşması olmayacak. Burada fikrimiz şu; bu tezler tamamen doğru, geçerli ve meşru, ancak savaş öncesinde ne Hizbullah ne de Hamas bu tezlere göre hareket etmiyordu. Hayya'nın istediği Aksa Tufanı öncesi Gazze'nin artık mevcut olmadığı ve aynı durumun Lübnan'daki bazı bölgeler için de geçerli olduğu unutulmamalı.

Kendine güvenen her siyasi hareket veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin halkının çıkarlarına yabancı olduğunu gösterir

İki taraf ayrıca arenalar birliğinin geçerliliğini yitirdiği konusunda da birleştiler. Zira İran kendisini çatışmanın dışında tuttu, Suriye rejimi ilgilenmedi, Hizbullah, değişen koşullar ve gerçekler nedeniyle Gazze'den desteğini çekti. Buna rağmen en büyük felaket, Hayya'nın sanki başka bir kıtada yaşıyormuş gibi “Müslüman Arap milletini sahip olduğu güç ve imkanlar” ile “düşmanı savaşı durdurmaya zorlayamamakla” suçlamasıydı. Sanki güç denklemlerinde hiçbir şey değişmemiş ya da İsrail ordusuyla yaşanan çatışmalar veya zaman zaman orayı burayı bombalamalar, İsrail'in bu soykırım savaşında Filistinlilere ve Lübnanlılara yaptıklarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan korkunç trajedileri dengeliyormuş gibi söylenen sözler, bu iki konuşmanın gerçeklikten kopuk olduğuna dikkat çekiyor. Nitekim Kasım şöyle diyor: İsrail bizi yenemez ve kendi koşullarını bize dayatamaz. Söz, karadaki çatışmalar, füze ve İHA saldırıları ile savaş meydanınındır. Uzun süre devam edecek gücümüz var. Uzun bir savaşa hazırlandık. Şu anda müzakere ediyoruz ancak ateş altında olduğumuz için değil çünkü İsrail de ateş altında.”

Bu kopukluk, Hizbullah ve Hamas’ın savaş öncesi dönemdeki slogan ve konuşmalarını da kapsadı. Kasım'ın şu sözleri de bunu gösteriyor gibi: “Cumhurbaşkanının Meclis aracılığıyla anayasaya uygun şekilde seçilmesine etkin katkımızı sunacağız. Siyasi adımlarımız (Taif) çatısı altında olacaktır. İnşa etmek ve korumak için siyasi alanda da var olacağız.”

Hayya ise, Hamas’ın Gazze Şeridi'ni yönetmek için bir komite kurulmasını kabul ettiğinden bahsetti. Oysa savaştan önce Gazze’nin yönetiminde müttefik olsa bile kendisine herhangi bir tarafın ortak olmasını kabul etmiyordu. Hayya şunu da söylüyor: “İç ulusal uzlaşmaya varılmasına katkıda bulunabilecek hiçbir fırsatı göz ardı etmiyoruz ve sorumluluk sahibi olarak bunun için çalışıyoruz.”

Elbette kendine güvenen her siyasi veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin kendi halkının çıkarlarına yabancı olduğunu ya da sadece bir otorite olarak varlığını sürdürmeyi önemsediğini gösterir. Bu, sözler ve eylemler, sloganlar ve olasılıklar, hayal ve gerçeklik arasında büyük bir farkın olduğu, kamu yararının veya halkın çıkarının, özel çıkar veya otoritenin yararı lehine yok sayıldığı Arap siyasi yaşamında yaygındır.

Örneğin altmışlı ve yetmişli yılların terminolojisine göre “milliyetçi” ve “ilerici” rejimler ile birlikte, Filistin'in kurtuluşu, Filistin davasının merkeziliği, Arap birliğinin, özgürlüğün ve sosyalizmin sağlanması gibi “büyük” olarak tanımlanan davaların zor olduğu sonucuna varmıştık. O dönemde geçim sorunları ve vatandaşların hakları meseleleri önemsiz meselelermiş gibiydi. Öte yandan Haziran 1967 savaşında İsrail daha da genişledi ve Ekim 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşı oldu. Ardından Mısır'ın 1979'da İsrail ile Camp David Anlaşması'nı imzalaması ve bununla normalleşme yolunun açılması ile birlikte Arap-İsrail çatışmasının bitişine tanık olduk. Araplar arasında ekonomik entegrasyon düzeyinde de olsa birlik meselesine gelince, Suriye, Mısır ve Irak'taki rejimler arasında yaşanan yabancılaşma ve husumet nedeniyle çöktü. Bu arada vatandaşlık kavramının eksikliği ve devletin gelişmemiş olması nedeniyle özgürlük ve sosyalizm fikirlerinin kaderi de daha iyi olmadı.

İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine yol açtı.

Sonuç olarak Arap dünyasındaki tüm siyasi hareketler bu acı kaderden kurtulamadı. Milliyetçi, solcu ve İslamcı eğilimleri ile tümü, başarısızlık, acizlik, eksiklik ve kırılganlıkta korkunç bir noktaya ulaştılar. Herhangi birinin başarıları yerine, toplumlarından izole olduklarının ve kaybolduklarının gözlemlendiği bir kerteye vardılar.

Filistin örneğinde bile İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine, halkı, toprağı ve davayı özdeşleştiren birleştirici bir ulusal vizyonun, yatırım yapılabilecek mümkün, sürdürülebilir ve uygulanabilir bir mücadele stratejisinin eksikliğine yol açtı.

Elbette tüm bu söylediklerimiz işgal olduğu sürece direnişin meşruluğunun teyit edilmesini de içeriyor ve İsrail sömürgecidir, yerleşimcidir, ırkçıdır, saldırgandır. Ancak güç dengesini, iç ve dış siyasi verileri anlamaya, fedakarlıkları siyasi başarılar için kullanma imkanına, birikime ve kademe kademe zafere ulaşmaya dayalı direniş yaklaşımı ile karşılıklı ordular şeklinde savaşma, ölümcül darbe indirme arasında büyük bir fark vardır. Zira son ikisi İsrail'in üstün olduğu, Filistinlileri yok etmek için bütünüyle kontrolsüz hareket ettiği alandır. Bu felaketin önlenmesi için kaçınılması gereken de bu ikisiydi.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.