Prigojin’in ölümü, Wagner’in Afrika’daki geleceği konusunda belirsizliğe yol açtı

Moskova, Wagner’i içeriden takip etmeyi mi planlıyor yoksa yeni bir oluşum mu doğacak?

Afrika’daki Wagner unsurları. (AP)
Afrika’daki Wagner unsurları. (AP)
TT

Prigojin’in ölümü, Wagner’in Afrika’daki geleceği konusunda belirsizliğe yol açtı

Afrika’daki Wagner unsurları. (AP)
Afrika’daki Wagner unsurları. (AP)

Dünya, Rus Wagner grubu lideri Yevgeniy Prigojin’in geçen çarşamba günü Moskova yakınlarında bir uçak kazasında öldüğü haberiyle sarsıldı. Ancak en büyük şok, Rus özel grubuyla güvenlik sözleşmeleri ve ekonomik ortaklıklarla bağlantılı olan Batı ve Orta Afrika’daki ülkelerde yaşandı. Bu ülkelerde bu sözleşmelerin ve ortaklıkların geleceği ve Moskova’nın Wagner’in Afrika’da elde ettiği artan nüfuzu nasıl sürdürmeyi planladığı konusunda birçok soru işareti ortaya çıktı.

Fotoğraf Altı: Yevgeniy Prigojin. (AFP)
Yevgeniy Prigojin. (AFP)

İşin ironik yanı, Prigojin’in uçak kazasından önce Afrika Sahel bölgesinde olduğu söylenen ve ‘Büyük Rusya’nın Kıta’daki zaferinden bahsettiği’ bir videoda görünmesi. Malili gazeteci Hüseyin Ag İsa da Prigojin’in videoyu, Mali ordusuna terörle mücadelede yardım edecek üç binden fazla Wagner savaşçısının bulunduğu Mali’de çektiğini açıkladı.

Askıdaki sorular

Prigojin’in ölümünün Wagner’in Afrika’daki durumu üzerindeki yansımalarının araştırılması çerçevesinde Moritanya ordusunda emekli albay ve strateji ve güvenlik konularında araştırmacı olan Buhari Muhammed Muamal, olayın kendisinin irdelenmesi gerektiğini, çünkü olayı anlamanın Prigojin’in Afrika’da bıraktığı miras hakkında Rusya’nın nasıl düşündüğünü açıklamaya yardımcı olabileceğini söyledi. Emekli Albay, Şarku’l Avsat’ verdiği röportajda, Prigojin’in ölümünün birçok soruyu gündeme getirdiğini belirtti. Buhari Muhammed Muamal şunları söyledi:

“İlk olarak, kimsenin ilgisi olmayan bir hava felaketi sonucu mu öldü? Ölümünün yansımaları ve Wagner ve onun Rus devletiyle ilişkisi üzerindeki etkisi nelerdir? Tüm bunların Rusya'nın dış politikasına, özellikle de Afrika kıtasına yansımaları nelerdir?”

Fotoğraf Altı: Putin, Afrikalı liderlere arabuluculuk yapıyor. (Reuters)
Putin, Afrikalı liderlere arabuluculuk yapıyor. (Reuters)

Muhammed Muamal sözleirni şöyle sürdürdü:

“Bazı faktörler onun ölmüş olabileceğini öne sürüyor, ancak diğer faktörler bu hipoteze şüphe düşürüyor. Rus hükümetini onu öldürmekle suçlamaya iten siyasi faktörler var. Bunlarda ilki, Rus rejiminin muhaliflerini tasfiye etme konusunda tarihi bir geleneğe sahip olması. Hepimiz Lev Troçki’nin Stalin tarafından öldürüldüğünü biliyoruz. Bildiğimiz üzere Devlet Başkanı Vladimir Putin’in en önemli rakibi olan Aleksey Anatolyeviç Navalniy, zehirle etkisiz hale getirilmeye çalışıldı. Hayatta kalmasına rağmen hâlâ cezaevinde. Prigojin’in tasfiye edildiği hipotezi, özellikle de iki ay önce isyan edip başkent Moskova’ya doğru yürümesinden kaynaklanıyor.”

Fotoğraf Altı: Orta Afrika Devlet Başkanı’nı koruyan Wagner unsurları. (Reuters)
Orta Afrika Devlet Başkanı’nı koruyan Wagner unsurları. (Reuters)

Sert darbe

Muhammed Muamal, Prigojin’in denklemden çıkmasının yansımalarıyla ilgili olarak da şu değerlendirmelerde bulundu:

“Bu, şirketin geleceği, bunun genel olarak Rusya’nın dış politikası üzerindeki etkisi ve Rus devletinin özel güvenlik ve askeri şirketlerle ilişkisi hakkında birçok soruyu gündeme getiriyor. Hiç şüphe yok ki Prigojin’in ölümü, özellikle de şirketin askeri komutanının da onunla birlikte öldüğü göz önüne alındığında, kurumuna çok güçlü bir darbe indirdi. Şirketin iki faaliyet alanı bulunuyor. Bunlardan en ünlüsü ve yaygın olanı askeri alandır. Çünkü Batı, propagandasında buna odaklanıyor ve aslında önemli bir alan. Ancak bunun aynı zamanda temel bir ekonomik boyutu da var ki bu da kişi başı aylık geliri altı ile yedi bin euro arasında değişen grup savaşçılarının hırslarını körüklüyor. Dolayısıyla önemli mali kaynaklara sahipler ve yalnızca Rus devletinin onlara ödediği paraya bağlı değiller. Altın gibi madenlerin çıkarılmasına yatırım yapıyorlar. Bunu Mali’de ve diğer birçok Afrika ülkesinde yapıyorlar. Hatta petrol çıkarılmasına dahil olduklarına dair raporlar bile yayıldı.

Şirket için ekonomik yön, en önemlisi. Çünkü oldukça verimliydi ve çok para getiriyordu. Ayrıca doğrudan Prigojin tarafından yürütülürken, askeri tarafı ise aynı uçakta yanında bulunan bölüğün askeri komutanı tarafından yürütülüyordu.”

Çıkarımlar ve belirsizlik

Emekli albay ve strateji ve güvenlik işlerinden sorumlu araştırmacı, yaşananların ‘şüphesiz yakın gelecekte Wagner şirketine güçlü bir darbe indireceğini’ belirtti:

“Şirket bu darbeden nasıl kurtulacak? Kalkınmaya imkânı olacak mı? Henüz belli olmayan halefi şirketi kurtarabilecek mi? Çünkü Prigojin’in gücün büyük bir kısmını kendisinin üstlendiği ve bu yetkinin sadece küçük bir kısmını başkalarına, özellikle de kendisiyle birlikte ölen askeri komutana devrettiği açıktır.”

Emekli albay sözlerinin devamında diğer özel askeri oluşumlara dikkat çekti:

“Rus devleti, Wagner şirketiyle ilişkisini yeniden gözden geçirip onu yakından kontrol etmeye ve izlemeye mi çalışacak yoksa yetkilerinin bir kısmını mevcut diğer Rus sivil toplum kuruluşlarına vererek onunla rekabet etmeye mi çalışacak? Rusya’da Wagner dışında otuz ila kırk kadar özel askeri kurum var. Wagner şirketi, son yıllarda ister madencilik alanında ister Rusya’nın jeopolitik nüfuzunun genişletilmesi alanında olsun Afrika’da önemli bir rol oynadı. Dolayısıyla şirketin başkanının ölümü, Rusya’nın Afrika ile ilişkilerinin geleceği ve Wagner’in ön plana çıktığı Rusya’nın bu alanda kullandığı mekanizmalar hakkında temel soruları gündeme getiriyor. Moskova Wagner’i tutacak mı yoksa Prigojin’in döneminde olduğundan farklı şekilde mi barındıracak?”

Üçüncü taraf

Fotoğraf Altı: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Afrikalı liderler. (Reuters)
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Afrikalı liderler. (Reuters)

Moritanya ordusunda emekli bir albay ve strateji ve güvenlik konularında araştırmacı olan Buhari Muhammed Muamal, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Wagner şirketinin yapısının ve Rus sistemiyle ilişkisinin gözden geçirileceğinde şüphe yok. Hatta belki de yetkileri elinden alınıp diğer Rus şirketlerine veya kurumlarına verilmeye çalışılabilir.”

Rusya, devam eden ve maliyeti giderek sürekli artan bir savaş yürütüyor. Savaşın yakın zamanda sona ereceğine dair hiçbir gösterge yokken gelecekte bunu yapabilecek gücünün ve yeteneğinin boyutunu sorgulayan Albay, “Hiç şüphe yok ki bu durum, her iki tarafı da yoracaktır. Bir yanda Rusya, diğer yanda Ukrayna ve Batı ülkeleri” dedi.

Şarku’l Avsat’a konuşan emekli Albay, tüm bunların galibinin üçüncü bir güç olacağına dikkat çekti:

“Bu güç Çin’dir ve gelişen olarak tanımlanan ülkelerdir. Çünkü Wagner Afrika’da veya başka bir bölgede zayıflarsa, Çin ve gelişmekte olan ülkeler, ister müttefik ister düşman olsun, rakiplerinin zayıf olduğu bir dayanak noktası aramaya hazırlar.”

Etkisiz

Wagner’in geleceğine yönelik kuşkulara rağmen Afrika meselelerini yakından takip eden Moritanyalı araştırmacı Muhammad el-Emin Ould Dah, Rusya’nın Afrika’da elde ettiği etkiden vazgeçmeyeceğini vurguladı. Ould Dah, “Prigojin’in ölümü, medyaya sürpriz gibi geldiyse de Rusya’nın koşulları iyi ayarladığını, bazı liderleri değiştirdikten sonra Wagner’in dizginlerini kontrol ettiğini düşünüyorum” dedi.

Şarku’l Avsat’a konuşan Muhammad el-Emin Ould Dah değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“Prigojin’in ölümünün Rusya- Afrika ilişkilerinde pek bir değişiklik yapmasını beklemiyorum. Rusya ile Sahel ülkeleri arasındaki ilişkiler, Mali, Burkina Faso ve son olarak Nijer’deki askeri rejimlerle stratejik çalışma düzeyine ulaştı. Bunlar Batı tarafından reddedilen ve Afrika’daki bölgesel yapılar tarafından kuşatılan darbe rejimleridir. Kendisini Birleşmiş Milletler yaptırımlarından koruyacak, askeri ve güvenlik desteği sağlayacak siyasi destekçiyi Rusya’da buluyor ve onunla ekonomik ortaklıklar kurmayı sabırsızlıkla bekliyor. Prigojin’in ölümü, Rusya’nın Afrika’da artan nüfuzu üzerinde, olayların gidişatı ve Rusya ile bu ülkeler arasındaki ilişkinin gelişimi üzerinde büyük bir etki yaratmayacak. Ancak Moskova, bu etkinin araçlarında bazı değişikliklere gidebilir.”



Aşırıcılığın yeniden yükselişi ve İsrail istismarı arasında Sydney saldırısı

Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık
Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık
TT

Aşırıcılığın yeniden yükselişi ve İsrail istismarı arasında Sydney saldırısı

Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık
Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık

Elie Kuseyfi

Avustralya'daki Bondi Plajı'nda Yahudi Hanuka bayramı kutlamasını hedef alan ve 15 kişinin ölümüne, 40 kişinin yaralanmasına yol açan terör saldırısının, zamanlaması, faillerin DEAŞ ile bağlantısı hakkındaki şüpheler ve kurbanların Yahudi olması açısından çok karmaşık bir saldırı olduğuna şüphe yok.

Saldırıyla bağlantılı tüm bu unsurlar, bir yandan potansiyel etkileri ve siyasi olarak olası istismarı, diğer yandan, terör saldırılarının ve “yalnız kurtların” geri dönüşü bağlamında, küresel olarak yeni bir “güvenlik aşamasının” göstergesi olması açısından son derece önemli.

Bilhassa DEAŞ ve bağlantılı örgütlerin olası bir yeniden dirilişi hakkındaki spekülasyonları daha da körükleyen, pazar günü Sydney'deki saldırının, cumartesi günü Suriye'nin Palmira kentinde Suriye güvenlik güçleri ve ABD ordusunun yürüttüğü ortak devriyeyi hedef alan ve iki Amerikalı asker ile tercümanlarının ölümüne, ayrıca birçok kişinin yaralanmasına neden olan saldırıyla aynı zamana denk gelmesiydi. DEAŞ ayrıca salı günü, Suriye'nin kuzeybatısında (İdlib'in güneyinde) dört güvenlik görevlisinin ölümüne neden olan pazar günkü saldırının sorumluluğunu da üstlendi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre pazartesi günü Halep ve Deyrizor kırsalında, DEAŞ amblemi taşıyan askeri üniformalar giyen silahlı kişiler tarafından kontrol edilen geçici kontrol noktaları gözlemlendi.

Sydney saldırısı, terör örgütlerinin Gazze'ye yönelik soykırımcı savaşının ardından İsrail'e karşı oluşan eşi benzeri görülmemiş küresel muhalefeti kullanarak Yahudileri hedef almaya yönelip yönelmediği sorusunu gündeme getiriyor

Gündeme gelen ilk soru, Suriye ve Avustralya'daki saldırılar arasında bir bağlantı olup olmadığıdır. Resmi ve güvenilir soruşturmaların henüz bu bağlantıyı kurmaması nedeniyle bu soruyu cevaplamak zor, hatta imkansız olsa da bu saldırılardan her biri hakkında sorular sormak yine de gereklidir. Suriye'deki saldırılar, DEAŞ’ın veya onunla bağlantılı diğer örgütlerin, yeni yönetimin başta ABD olmak üzere Batı'ya açılma politikalarını ve İsrail ile müzakereleri başlatmasını, yeniden aktif hale gelmek için mi kullandığı, bu politikalara karşı çıkma bahanesini mi kullandığı sorularını gündeme getiriyor. Keza Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'ya karşı İsrail karşıtı bir söylem benimseyerek ve bu Suriye politikalarına karşı çıkarak cihatçı çevrelerde yeni bir “meşruiyet” kazanmaya mı çalışıyorlar sorusu da gündeme geldi.

sdfvgthy
Sydney'deki Bondi Plajı saldırısının kurbanlarını anmak için yas tutanlar tepki gösteriyorlar, 16 Aralık (AFP)

Sydney saldırısına gelince, terör örgütlerinin, özellikle DEAŞ’ın, Gazze Şeridi'ne yönelik soykırımcı savaşının ardından İsrail'e karşı oluşan eşi benzeri görülmemiş küresel muhalefeti kullanarak Yahudileri hedef almaya yönelip yönelmediği sorusunu gündeme getiriyor. Diğer bir deyişle DEAŞ’ın çeşitli ülkelerde Yahudilere yönelik saldırılar düzenleyerek ve bunları İsrail'in Gazze'deki soykırımcı savaşına bir yanıt şeklinde göstererek, küresel İsrail karşıtı duyguları istismar etmeyi amaçlayan yeni bir strateji benimsemiş olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor. Ne var ki bu, dünya genelinde Filistin haklarına yönelik destek için olağanüstü bir tehdit oluşturuyor. Zira aşırılıkçı grupların bu küresel İsrail karşıtı duyguların arasından sızarak Yahudileri hedef alma girişimi, özellikle Yahudileri hedef almayı, Gazze savaşının ardından İsrail'e karşı uluslararası muhalefetin yükselişini antisemitizmle ilişkilendirmeye odaklanmış İsrail anlatısının baskısı altında, İsrail politikalarına karşı çıkanların söylemlerini zorda bırakabilir.

Bu tür saldırıların aslında, İsrail'in uluslararası sahnedeki mağdur imajını yeniden üretmeyi amaçlayan mevcut İsrail anlatısına hizmet ettiği tereddütsüz söylenebilir

Ayrıca, bu terör saldırılarının yalnızca Binyamin Netanyahu ve hükümetinin politikalarına hizmet ettiği son derece açık; zira bu saldırılar, yeni gerekçeler ile politikalarına karşı çıkmayı Yahudi karşıtlığıyla ilişkilendiren, sağcı İsrail hükümetine karşı çıkmakla dünyanın dört bir yanındaki Yahudilere yönelik bireysel saldırılar arasında hiçbir fark olmadığı önermesine dayanan mevcut anlatılarına hizmet ediyor. Bu nedenle, Binyamin Netanyahu Sydney saldırısını, hemen anlatısını desteklemek için kullanmaya çalıştı. Saldırı gerçekleşir gerçekleşmez, “Bibi” bunun Avustralya hükümetinin Yahudi karşıtlığına karşı hoşgörüsünün bir sonucu olduğunu iddia etti. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ise daha da ileri giderek, saldırının Avustralya'nın Filistin Devleti'ni tanımasının bir sonucu olduğunu ileri sürdü.

Bu nedenle, bu tür saldırıların aslında, özellikle Batı dünyasında aldığı ağır darbelerden sonra İsrail'in uluslararası sahnedeki mağdur imajını yeniden üretmeyi amaçlayan mevcut İsrail anlatısına hizmet ettiği tereddütsüz söylenebilir. Bu imaj, İsrail’in onlarca yıldır Avrupa'da Yahudilerin maruz kaldığı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler döneminde doruğa ulaşan sistematik zulüm ve Yahudi karşıtlığı dalgalarına dayanarak tarihsel mağduriyet iddiasında bulunduğu bir dönemde bahsi geçen darbeleri aldı. En az 70 bin Filistinlinin öldürüldüğü Gazze savaşı, İsrail'in cellada dönüşen mağdur olduğunu veya en azından tek tarihsel mağdur olmadığını gösterdi. Filistin halkının da İsrail'in askeri ve siyasi makinesinin kurbanı olduğunu gösterdi ve bu, Gazze savaşından kaynaklanan ve İsrail'in hafife almadığı ve karşı koymaya çalıştığı önemli bir değişimdir. Bu nedenle, İsrail'de bugün bazıları, İsrail'in Ortadoğu'da açtığı yedi askeri cepheye ek olarak sekizinci bir cepheden bahsediyor. Bu sekizinci cephe, Gazze Şeridi'ndeki savaş nedeniyle İsrail'e karşı çıkan popüler ve siyasi akımları kontrol altına alma ve engelleme ile ilgili küresel cephedir. İsrail için en tehlikeli olan husus, küresel algıdaki bu değişimin, İsrail'i destekleyen yerel hükümetlere karşı muhalefetin bir parçası olarak Tel Aviv’e karşı muhalefeti körükleyen Batı ülkelerindeki ekonomik ve sosyal gerilimlerle aynı zamana denk gelmesidir. Bu nedenle, herhangi bir Batı şehrinde hükümetin ekonomik politikalarına karşı yapılan gösterilerde Filistin bayrağının dalgalandırılması artık şaşırtıcı değil.

Netanyahu, Sydney saldırısını “Diaspora Yahudilerinin” artık güvende olmadığını ve İsrail'in bir kez daha onların güvenli sığınağı olduğunu iddiasını desteklemek için kullanmaya çalıştı

Bu, Sydney saldırısından dolayı tehdit altında hissetmek ve bunun dünya çapında Yahudilere karşı daha fazla terör saldırısının habercisi olup olmadığını sorgulamak için bir başka neden. Zira bu durum, İsrail'in mevcut politikalarına karşı muhalefeti antisemitizmle eşitleyerek, İsrail aşırı sağının karşı bir anlatı oluşturmasını destekliyor. Böylece İsrail hükümetini eleştiren herhangi bir görüş veya politika fiilen antisemitizmle eşdeğer hale geliyor. Dünya genelinde, özellikle ABD’de, birçok Yahudi’nin İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşına karşı gösteriler düzenlediğini ve bu savaşa karşı olduklarını dile getirdiğini belirtmekte fayda var. Filistin haklarının savunucusu Zohran Mamdani'nin Yahudi toplumunun büyük bir kesimi tarafından New York Belediye Başkanı seçilmesi, Amerikan Yahudileri arasında artan İsrail karşıtı duygunun açık bir kanıtıydı. Bu nedenle, Sydney saldırısı, Netanyahu ve hükümetinin İsrail’e karşı muhalefet ile antisemitizmi eşdeğer tutma girişimleri karşısında hem İsrail'e muhalif tutumunu hem de antisemitizme karşı muhalefetini aynı anda yeniden ortaya koyamazsa, dünya çapındaki İsrail karşıtı akıma zorluklar çıkarabilir. Bu arada, tarihsel olarak antisemitik olan Avrupa aşırı sağı, bugün İsrail'in zaferini Batı medeniyetinin zaferi olarak görerek, İsrail'in en güçlü destekçileri arasında yer alıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu durum, işleri zorlaştırabilecek ilave bir faktör oluşturuyor çünkü göçmenlere ve “Avrupa İslamına” karşı çıkan bu aşırı sağcı grup da bu tür terör saldırılarını kampanyalarını yoğunlaştırmak ve taraflı söylemlerini güçlendirmek için kullanabilir.

dfrgthy
Fransa'nın kuzeyindeki Le Bourget'de, Sydney'deki Bondi Plajı saldırısının kurbanlarından Dan Elkeam için düzenlenen anma törenine katılanlar mum yaktı, 16 Aralık (AFP)

Öte yandan, son savaşın İsrail'in artık Siyonist hareketin tarihsel olarak öngördüğü gibi dünya Yahudileri için “güvenli bir sığınak” olmadığını gösterdiği bir dönemde, kendisini İsrail'in tek kurtarıcısı olarak sunmaya çalışan Netanyahu, Sydney saldırısını “Diaspora Yahudilerinin” artık güvende olmadığı ve İsrail'in bir kez daha onların güvenli sığınağı olduğu iddiasını desteklemek için kullanmaya çalıştı. Diğer yandan, Sydney saldırısı ile İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki savaşı arasında kurulan ve bu saldırının İsrail'e karşı misilleme ve Filistin halkının öcünü alma eylemi olduğunu öne süren her türlü bağlantı, İsrail'in her zaman düşmanlarına karşı kendini savunma amacıyla hareket ettiği ve asla saldırgan veya işgalci olmadığı yönündeki anlatısına da hizmet ediyor. Oysa İsrail, tarihi Filistin, Suriye ve Lübnan topraklarındaki işgallerini genişletiyor ve Gazze ile Batı Şeridi'ndeki Filistinlilere yönelik baskısını sürdürüyor. Bu arada İsrail hükümetinin Filistin, Suriye ve hatta Lübnan'daki ajandası ile ABD yönetiminin bölgesel ajandası arasındaki ayrışma hem İsrail içinden hem de politikaları artık bölgedeki ABD çıkarlarına zarar verdiği için Washington'dan gelen, Gazze'deki ateşkes anlaşmasına uyma yönündeki baskılara karşı Netanyahu'yu, Yahudileri hedef alan herhangi bir küresel olayı siyasi bir fırsat olarak kullanmaya daha yatkın hale getiriyor.

Sydney saldırısıyla aynı zamana denk gelen Suriye'deki son DEAŞ saldırıları ciddi soru işaretleri yaratıyor

Tüm bunlar sebebiyle, Sydney saldırısı hem tehlikeli hem de son derece anlamlı. Bu saldırı, özellikle DEAŞ gibi terör örgütlerinin Yahudileri hedef alan yeni bir strateji benimsemiş olabileceği ihtimali göz önüne alındığında, dünya çapında benzer saldırıların habercisi olup olamayacağı sorusunu gündeme getiriyor. Buna ilave olarak, Gazze savaşı sonrasında ABD de dahil olmak üzere İsrail'e yönelik küresel algılarda değişimin yaşandığı olağanüstü bir uluslararası dönemde gerçekleşmesi, kartları yeniden karıştırabilir ve sağcı İsrail hükümeti ile dünya çapındaki müttefiklerinin, politikalarına karşı muhalefet ile antisemitizmi ilişkilendirmeye yeniden odaklanmalarını sağlayabilir. Bunu Batı'daki İsrail karşıtı kamuoyunu kontrol altına alma ve karşı bir anlatı oluşturma çabasıyla, “Medeniyetler Çatışması” anlatısı ile de ilişkilendirebileceklerinden bahsetmiyoruz bile. Siyasi düzeyde, Sydney saldırısı, İsrail'i Filistin Devleti'nin uluslararası alanda geniş çapta tanınmasını baltalamaya, Filistin'i tanıyan ülkeleri antisemitizme müsamaha göstermekle suçlamaya ve bu tanınmayı antisemitizmin yükselişi ve Yahudilere yönelik saldırılarla ilişkilendirmeye teşvik edebilir. Bu bağlamda, Netanyahu'nun Sydney saldırganlarından birinin elinden silahını alarak etkisiz hale getiren Ahmed el-Ahmed'i hemen “Yahudi kahraman” olarak nitelendirmesi, Avustralya Başbakanı Anthony Albanese'nin de onu hemen “Avustralyalı kahraman” olarak adlandırması, bu arada kendisinin İdlibli bir Suriyeli olduğunun ortaya çıkması, son derece anlamlıydı. Bu durum, Netanyahu'nun söylem ve politikalarına karşı uluslararası düzeydeki hoşnutsuzluğun boyutunu gerçekten yansıtıyor.

Suriye'ye dönecek olursak, Sydney saldırısıyla aynı zamana denk gelen son DEAŞ saldırıları, bu saldırılar arasındaki bağlantı ve bunların birleşik bir DEAŞ stratejisinin parçası olup olmadığı konusunda ciddi soru işaretleri yaratıyor. Bu durum tehlikeyi ikiye katlıyor ve birçok soruyu cevapsız bırakıyor. İsrail'in İran'ın Sydney saldırısının arkasında olduğu yönündeki suçlamalarından ise bahsetmiyoruz bile. Zira bu, İsrail'in İran'a karşı yeni bir saldırı için bahaneler toplama girişiminin ötesine geçerek; terör örgütlerinin İran ve bölgede müttefiki olan örgütlerin konumunun arkasına saklanmasına ve kendi ajandalarına göre hareket ederek İsrail'e karşı misilleme saldırıları düzenlemesine de olanak tanıyabilir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir


Trump, Pakistan’ın en güçlü komutanına baskıyı artıyor: Gazze’ye asker gönderin

Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)
Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)
TT

Trump, Pakistan’ın en güçlü komutanına baskıyı artıyor: Gazze’ye asker gönderin

Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)
Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)

ABD Başkanı Donald Trump, Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı Asım Münir'e Gazze'deki güvenlik gücüne asker göndermesi için baskıyı artırıyor.

Kimliklerinin paylaşılmaması şartıyla Reuters'a konuşan yetkililer, Mareşal Münir'in gelecek haftalarda Beyaz Saray'da Trump'la bir araya geleceğini söylüyor. Toplantının düzenlenmesi halinde Trump ve Münir, son 6 ay içinde üçüncü kez görüşmüş olacak.

Pakistan Dışişleri Bakanı Muhammed İshak Dar, geçen ayki açıklamasında, Gazze'de oluşturulacak Uluslararası İstikrar Gücü'ne (ISF) katılmak istediklerini ancak Hamas'ın silahsızlandırılmasının Filistin kolluk kuvvetlerinin meselesi olduğunu söylemişti.

Münir, mayısta mareşalliğe terfi ettirildikten sonra hava kuvvetleri ve donanmanın başına da atanmıştı. Savunma Kuvvetleri Komutanı olarak ordudaki en güçlü isme dönüşen 56 yaşındaki Münir'in görev süresi 2030'a kadar uzatılmıştı.

Ayrıca Parlamento'nun geçen ay kabul ettiği yasayla mareşal unvanını ömür boyu koruyacak ve hakkında hiçbir cezai kovuşturma yapılmayacak.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi'nden Michael Kugelman, Münir'in "Anayasal koruma altında sınırsız bir güce sahip olduğuna" dikkat çekiyor.

Trump'ın bu güçlü pozisyonu nedeniyle Münir'i kendi tarafında tutmak istediği belirtiliyor.

Ancak Washington destekli plan kapsamında Gazze'ye asker gönderme kararının, Pakistan'daki ABD ve İsrail karşıtı İslamcı partilerin protestosuna yol açabileceğine işaret ediliyor.

Singapur'daki S. Rajaratnam Uluslararası Çalışmalar Okulu'ndan Abdul Basit, Gazze'ye asker gönderilmesi halinde eylemlerin hızla yayılabileceğini söylüyor:

Halk 'Asım Münir İsrail'in emirlerini yerine getiriyor' diyecek. Bunu öngöremeyenler aptalca davranmış olur.

Öte yandan Münir'in, Trump'ın Gazze'ye birlik gönderme talebini geri çevirmesi, Pakistan-ABD ilişkilerine zarar verebilir.

Kugelman, İslamabad yönetiminin Washington'dan yatırım ve güvenlik desteği almayı sürdürmek için ISF'ye katılması gerekeceğini belirtiyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye ISF'nin konuşlandırılması öngörülüyor.

Türkiye de güvenlik gücüne asker göndermeye hazır olduğunu açıklamıştı ancak İsrail yönetimi buna yanaşmayacağını söylemişti. Trump'ın bu konudaki tutumunu değiştirmesi için İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya baskı yaptığı aktarılmıştı.

Independent Türkçe, Reuters, Times of Israel


ABD’nin Venezuela’ya petrol ablukası: Nicolas Maduro’nun günleri sayılı

Chevron'a ait tankerler Venezuela açıklarında ticarete devam ediyor (Reuters)
Chevron'a ait tankerler Venezuela açıklarında ticarete devam ediyor (Reuters)
TT

ABD’nin Venezuela’ya petrol ablukası: Nicolas Maduro’nun günleri sayılı

Chevron'a ait tankerler Venezuela açıklarında ticarete devam ediyor (Reuters)
Chevron'a ait tankerler Venezuela açıklarında ticarete devam ediyor (Reuters)

ABD'nin Venezuela açıklarındaki tankere el koymasıyla tırmanan gerginlik sürerken, Latin Amerika ülkesinin petrol nakliyat ağı felç oldu.

ABD Başkanı Donald Trump, 11 Aralık'taki açıklamasında Venezuela açıklarında petrol taşıyan bir tankere el koyduklarını duyurmuştu. Beyaz Saray, Skipper adlı tankerin "yasadışı petrol taşımacılığı" yaptığını öne sürmüştü.

Venezuela lideri Nicolas Maduro ise tankerin ülkeden çıkarılan 1 milyon 900 bin varil petrolü taşıdığını belirterek ABD'nin hamlesini "hırsızlık ve korsanlık" diye nitelemişti. Karakas yönetimi, olayla ilgili dün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) resmi mektup da gönderdi.

Trump ise Venezuela limanlarında yaptırıma tabi olan petrol tankerlerinin ablukaya alınacağını dün duyurdu.

ABD Başkanı, Maduro yönetimini "yabancı terör örgütü" olarak gördüklerini belirtip şöyle devam etti:

Venezuela, Güney Amerika tarihinin en büyük donanması tarafından tamamen kuşatılmıştır. Bu donanma giderek büyüyecek ve onlara daha önce hiç görmedikleri bir şok yaşatacaktır.

Wall Street Journal'ın aktardığına göre Washington'ın son hamleleri nedeniyle Venezuela'nın petrol nakliyat ağı felce uğradı. Abluka ve yaptırımlar yüzünden tanker trafiğinin büyük ölçüde sınırlandırıldığı belirtiliyor.

Bu durumun uzaması halinde Karakas yönetiminin önemli bir gelir kaynağından yoksun kalacağına dikkat çekiliyor. Venezuela'nın ihracat gelirinin yüzde 90'ından fazlası ham petrol satışlarından elde ediliyor.

Venezuela devletine ait enerji şirketi PDVSA'nın eski direktörü Evanan Romero, ambargonun Maduro rejiminin sonunu getirebileceğini söylüyor:

Uyuşturucu gelirlerini halihazırda kestiyseniz, bir de üzerine petrol gelirlerini devreden çıkarırsanız o zaman nihai çöküş başlar. Gemileri ele geçirirseniz günleri sayılıdır.

Romero, muhalefet lideri Maria Corina Machado'ya petrol sektörünü kurtarma planı konusunda danışmanlık yapıyor.

Diğer yandan ülkedeki durumdan Amerikan petrol devi Chevron'un etkilenmediğine işaret ediliyor. Venezuela'da faaliyet gösteren tek ABD'li firma olan Chevron'la PDVSA'nın çıkardığı petrolden elde edilen gelirlerin yarısı Maduro yönetimine gidiyor.

Washington, Amerikan şirketlerinin ülkede petrol ticareti yapmasını yasaklayan yaptırımlar uygulamıştı. Ancak Trump'ın selefi Joe Biden, Chevron'a 2022'de muafiyet sağlamıştı.

Chevron yetkilileri, ülkedeki faaliyetlerin sorunsuz şekilde sürdüğünü ve firmanın varlığının Venezuela ekonomisine istikrar kazandırdığını savunuyor.

Trump yönetimi uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele gerekçesiyle Güney Mızrağı Operasyonu'nu başlattığını geçen ay duyurmuştu. Amerikan ordusu, dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'un da aralarında bulunduğu çok sayıda savaş gemisiyle birlikte 15 bin askerini bölgeye sevk etmişti.

Halihazırda ABD'nin 11 savaş gemisi ve çok sayıda savaş jeti bölgede. 

Bölgede eylülden bu yana en az 25 operasyon düzenleyen Amerikan ordusu, uyuşturucu kaçakçılığına karıştığını iddia ettiği 95 kişiyi öldürdü.

Independent Türkçe, Wall Street Journal, New York Times