Kuzey Afrika ülkeleri IMF’nin kafesinde

IMF kafesinde farklı öncelikler, tökezleme ile başa dönme arasında çelişkili deneyimler görülüyor. (İllustrasyon Ewan White)
IMF kafesinde farklı öncelikler, tökezleme ile başa dönme arasında çelişkili deneyimler görülüyor. (İllustrasyon Ewan White)
TT

Kuzey Afrika ülkeleri IMF’nin kafesinde

IMF kafesinde farklı öncelikler, tökezleme ile başa dönme arasında çelişkili deneyimler görülüyor. (İllustrasyon Ewan White)
IMF kafesinde farklı öncelikler, tökezleme ile başa dönme arasında çelişkili deneyimler görülüyor. (İllustrasyon Ewan White)

Kevser Zantur

Kuzey Afrika ülkelerinin Uluslararası Para Fonu (IMF) ile tecrübeleri birbirinden farklı. Her birinin kendine has özellikleri var. Bu tecrübeler, yapısal iyileştirme programlarının uygulanmasında istenen sonuçları gerçekleştirememe ve tökezleme konusunda kesişiyor olabilir. Ancak borçlarını ödeyememe şeklindeki iflas hayaleti tarafından kovalanan ülkeler ile en iyi ihtimalle kötü anılan yapısal düzenleme politikalarına geri dönüş tehlikesi altında olan ülkeler arasında, zamanın önceliklerinin belirlenmesinde farklılık gösteriyor.

IMF’nin resmî internet sitesinde yer alan 25 Ağustos 2023 tarihli verilere göre Mısır, Tunus ve Fas, IMF’den en çok borç alan Arap ülkeleri listesinin başında yer alıyor. Toplam borcun 20,5 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor; borcun 16,68 milyar doları Mısır’a, 1,9 milyar doları Fas’a ve 1,83 milyar doları da Tunus’a ait. Cezayir’in Fon’dan aldığı son borcun tarihi, 1990’lı yıllara uzanıyor; krizin şiddeti ne olursa olsun topu tekrar alma konusunda bir isteklilik yok. Nitekim Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun, ulusal egemenliği baltaladığı için dış borçlanma politikasının benimsenmesine karşı çıkıyor. Tebbun ayrıca, IMF’den borç almayı da kesin bir şekilde reddediyor.

Libya ise merhum Albay Muammer Kaddafi’nin son günlerine kadar Fon’un borç veren üye ülkeleri arasındaydı. Fon’un 30 Ağustos 2011 tarihli raporuna göre Mart 2011’in sonuna kadar bu kurum aracılığıyla dünyaya borç veren ülkelerden biri olarak kaldı.

Libya aynı zamanda Kuzey Afrika ülkeleri arasında 2013 yılından bu yana IMF ile herhangi bir programı olmayan tek ülke. Fon’a göre ülkedeki silahlı çatışmanın durumu nedeniyle Fon, tam on yıllık bir aradan sonra bu yılın ilk yarısında izleme faaliyetlerine yeniden başladı. Arap Baharı’nın diğer iki ülkesi Mısır ve Tunus için durum bunun tam tersi. Nitekim bu iki ülkenin Fon’dan tekrar borç almaları, devrimin bu iki ülkede sebep olduğu büyük değişimlerin etkilerinin ilk tezahürüydü.

Mısır ve Tunus: Sürekli bir tökezleme…

IMF’den borç alanlar listesinde Arjantin’den sonra dünya çapında ikinci sıraya yerleşmesine sebep olan ağır borç portföyünü hariç tutarsak Mısır’ın Fon’la olan tecrübesi, Kuzey Afrika ülkelerinin tecrübelerinden farklı. Kahire, Fon’un neredeyse her türlü finansman programından faydalandı ve yedi anlaşma imzaladı. Bunlardan ilki, 1977’den 1981’e uzanan ekonomik güçlendirme programı kapsamında merhum Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile imzalandı. Mısır bu anlaşmayla 186 milyon dolar borç aldı. Sonuncusu ise Ekim 2023’te ‘genişletilmiş kredi kolaylığı’ çerçevesinde imzalanan 3 milyar dolarlık kredi anlaşmasıdır.

Mısır, Tunus ve Fas, IMF’den en çok borç alan Arap ülkeleri listesinin başında yer alıyor. Toplam borcun 20,5 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor; borcun 16,68 milyar doları Mısır’a, 1,9 milyar doları Fas’a ve 1,83 milyar doları da Tunus’a ait.

Denebilir ki Mısır’ın IMF ile ilişkisi, 1945’te üyelik almayla başlayan bir gel-git ilişkisidir. Ülke en büyük alacaklılarından biriyle 78 yıllık ilişkisi boyunca katılığa, redde ve hatta sırt çevirmeye, sonra istisnai bir esnekliğe tanık oldu. Bu istisnai esneklikle Kahire, 2016 yılında imzalanan anlaşmanın başarısından ötürü Fon’un üst düzey yetkililerinden büyük beğeni ve övgü topladı. Daha sonraki gelişmeler, bir başarısızlık değilse de bu başarının nispi bir başarı olduğunu ortaya çıkardı. Zira Mısır tarihinin en yüksek borcuydu (12 milyar dolar). Üstelik bu borç karşılığında, Fon’un ‘makroekonomideki zayıf noktaları gidermek, kapsamlı büyümeyi pekiştirmek ve iş fırsatları oluşturmak’ şeklinde belirlediği hedeflerin özüne de ulaşılmadı.

Fotoğraf Altı: IMF’nin logosu ve Washington’daki ana binasının içten görünümü. (AP)
IMF’nin logosu ve Washington’daki ana binasının içten görünümü. (AP)

Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığı habere göre 2016 anlaşması, köklü sorunlarla boğuşan Mısır ekonomisi için kaçırılmış bir fırsat sayılabilir. Kahire bu dönemde ekonomik toparlanma programını finanse etmek için (10 milyar doları aşan) önemli dış kaynakları harekete geçirme imkânı elde etti. Ayrıca kredi anlaşmasında yer alan bazı iyileştirmeleri uygulamaya da başladı. Ancak sonuçlar, 2020 yılında iki tür finansman elde etmek için yeniden Fon’a başvurmak suretiyle, benimsenen politikaların eksikliklerini ortaya çıkardı. Söz konusu finansman türünden ilki, 2,77 milyar dolar değerindeki Hızlı Finansman Aracı programı kapsamındadır. Diğeri ise ülkenin Kovid-19 salgınının sonuçlarıyla yüzleşme yeteneklerini güçlendirmek için 5,2 milyar dolar değerindeki acil yardım programı kapsamında yapılan ‘güçlendirme anlaşması’ idi. Acil yardımların en sonuncusu, Ekim 2022’de imzalanan anlaşmadır.

Mısır yakın zamanda, IMF’nin döviz kıtlığı çeken yaklaşık 70 ülkeye destek sağlamak için başlattığı ‘Sağlamlık ve Sürdürülebilirlik’ programı çerçevesinde Fon’dan bu yıl sonundan önce 1,3 milyar dolar değerinde yeni bir finansman talebinde bulundu.

Genel olarak Mısır’ın Fon’la onlarca yıllık tecrübesinin değerlendirilmesine dair okumalar farklılık göstermiyor. 1991 yılında (merhum Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek döneminde ve 375 milyon dolar değerinde) imzalanan anlaşma, yüksek toplumsal maliyetine rağmen, sonu iki kez Paris Kulübü’nde biten krizlerle dolu ülke tarihinde en parlak nokta olabilir.

IMF ile yapılan bu ikinci anlaşmanın hükümlerinin uygulanması; harcamaların doğru kanalize edilmesi yoluyla bütçe açığını azaltmayı, desteği kademeli olarak kaldırmayı, ücret bloğunu azaltmayı, kamu sektörüne yönelik harcamaları kısmayı, bankacılık sektörünü iyileştirmeyi ve yabancı yatırımları teşvik edecek mevzuatın çıkarılması, dış ticaretin serbestleştirilmesi ve gümrük engellerinin hafifletilmesini sağladı. Bunun yanı sıra vergi politikalarında etkili olarak nitelendirilen reformların da kabul edilmesiyle iş sektörü yasası çıkarılarak özelleştirme politikalarına girişmeyi mümkün kıldı.  

Anlaşma, Hüsnü Mübarek rejiminin gücü ve ülkenin sahne olduğu savaş tecrübeleri, ekonomik darbeler ve mali tökezlemelerden sonra istikrara duyduğu ihtiyaç sayesinde başarıya giden yolu biliyordu. Bazılarının 1991 anlaşmasının başarısı olarak gördüğü şey, bazılarına göre o dönemdeki siyasi rejimin Irak’a karşı savaşa girme kararıyla temsil edilen pragmatizmi (faydacılığı) olmasaydı yetersizdi. Bu, mali destek kapılarının Mısır’ın önünde ardına kadar açılması kararıdır. Nitekim Paris Kulübü üyeleri, bu kararın ardından Mısır’ın toplam dış borcunun yüzde 50 oranında azaltılmasını onayladı. Sonuç olarak bu borçlar, 1990 yılında GSYİH’nin yüzde 106,9’undan 2001 yılında yaklaşık yüzde 27’ye geriledi.

Fon’dan en çok borç alan Arap ülkeleri arasında ikinci sırada gelen Tunus, hemen hemen aynı dönemde (yani 1990’ların başında) liberal uzmanların yapısal iyileştirme programının başarısı olarak gördüğü şey sayesinde ekonomisinde nitelikli bir sıçrama kaydetti. Mali çevreler, o dönemde iktidarın dizginlerini elinde tutan merhum Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin bin Ali’nin rejimini bu kurumun üstün bir şakirdi olarak tanımlıyor.

IMF ile yapılan 2016 anlaşması, köklü sorunlarla boğuşan Mısır ekonomisi için kaçırılmış bir fırsat sayılabilir. Kahire bu dönemde ekonomik toparlanma programını finanse etmek için (10 milyar doları aşan) önemli dış kaynakları harekete geçirme imkânı elde etti. Ayrıca bazı iyileştirmeleri de uyguladı. Ancak sonuçlar, yeniden Fon’a başvurmak suretiyle, benimsenen politikaların eksikliklerini ortaya çıkardı.

Bu durum sadece Mısır ve Tunus’la ilgili değil. Nitekim bölgede (Fas ve Cezayir) hâkim durum, benzerdi ve kamu mali bütçelerindeki ciddi açıklar ve dış borçlardaki rekor yükselişle birlikte döviz stoğunun çöküşü nedeniyle, Libya hariç çeşitli rejimleri bir kurtarıcı olarak Fon’un yardımına başvurmaya yöneltti.

Merhum Tunus Cumhurbaşkanı Reşid Safer, yapısal iyileştirme programının bir parçası olarak 1986 yılında imzalanan en önemli, en ciddi ve toplumsal açıdan en acımasız anlaşmaya öncülük etti. Fon’dan borç alma sürecinde bu, merhum lider Habib Burgiba ile ABD’yi bir araya getiren stratejik ilişkiler sayesinde, Tunus’un finansal eşlikçisi olan bu kurumdan alınan sekizinci borç sayılır. Tunus ile IMF arasındaki ilişkilerin köklü ve sürdürülebilir oluşu, ilk borcun alındığı 1964’ten son borcun alındığı 1991’e kadar bu muamelenin kesintisiz devam etmesini sağladı. Tunus, 2013’te tekrar kapısını çalana kadar tam yirmi yıl boyunca Fon’dan tek dolar bile borç almadı.

1990’lı yıllara dönecek olursak; IMF, 1984 yılında müzakerelerin başlamasıyla birlikte desteğin kaldırılmasını da içeren reformların uygulanmaya başlamasını öngördü ve bu, ‘Ekmek Devrimi’nin patlak vermesine neden oldu. Bundan iki yıl sonra Tunus, anlaşmayı imzaladı ve kamu sektöründe istihdam sayısını azaltmak, faiz oranlarını yükseltmek, iç borçlanmaya tavan koymak, kamu harcamalarını azaltmak, dolaylı vergileri artırmak, yabancı yatırımı teşvik etmek ve devlete ait o dönemde 560 şirketi özelleştirmeye başlamak suretiyle sancılı kemer sıkma politikalarına girişti.

Anlaşmanın uygulanması, ülkenin en azından en kötüsünden sakınarak darboğazdan çıkmasına imkân tanıdıysa da Dünya Bankası’nın yayınladığı bir raporda belirtilen ‘ailelerin yönetimi’ adlı aşamayı da başlattı.

2019 yılında bir kamu kurumu olan Geçiş Dönemi Adaletten Sorumlu Kurum, IMF’ye bir mektup göndererek, özür dilenmesini, 1991 anlaşması nedeniyle uyguladığı politikaların mağdurları için maddi tazminat ödenmesini ve Tunus’un, ‘yönetici ailelerin yararına kullanıldığı’ için gayri meşru gördüğü borçlarının silinmesini talep etti.

2011 yılından sonra Tunus, 2013 anlaşması, 2016 anlaşması ve Kovid-19’un sonuçlarıyla başa çıkmak için 2020 anlaşması olmak üzere IMF ile üç finansman anlaşması imzaladı. Tunus’un bu on yılda Fon’la yaşadığı tecrübe, 1960’ların sonundan 1990’ların başına kadar uzanan çeşitli tecrübelerinden farklıydı. Nitekim siyasi istikrarsızlık ve peş peşe gelen hükümetlerin yetersizliği nedeniyle reformlar uygulanmadı, 25 Temmuz 2021’den sonra ülkenin yeniden bir geçiş dönemine girmesiyle tökezlemeler arttı ve sonuç olarak 1,9 milyar dolarlık yeni bir anlaşmanın imzalanması; Cumhurbaşkanı Kays Said’in dikte olarak gördüğü şeyi reddetmesi ve 1984 Ekmek Devrimi senaryosundan korkması nedeniyle durduruldu.

Fas ve Cezayir

İki ezeli komşu Fas ile Cezayir’in IMF ile farklı ilişkileri var. Bu iki ülke, 1980’lerin sonu ile 1990’ların başında yapısal iyileştirme programını uygularken aynı trajediyi yaşadı. Cezayir, bu tecrübeyi arkasında bıraktı. Mevcut siyasi liderliği de işler ne kadar zor olursa olsun Fon’dan yeniden borç almayı reddediyor.

Fas ise 2012’den bu yana tedbir ve likidite planı kapsamında her biri yaklaşık 3 milyar dolar değerinde peş peşe dört anlaşmadan fayda sağladı. Fon’la yapılan son anlaşma, geçtiğimiz nisan ayında esnek kredi planı kapsamında imzalanan beş milyar dolarlık anlaşmaydı.

Arap Batısı (Mağrib) bölgesinin en büyük ekonomisi kabul edilen ve 1963 yılında Fon’a en son üye olan bölge ülkesi Cezayir, Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun aracılığıyla öncelikle ‘ulusal egemenliği korumak’ ve sonra da 1994 anlaşması tecrübesinin tekrarından sakınmak adına Fon’dan tekrar borç almaya yönelik itirazını açıkladı. Tebbun’un açıklaması, Kovid-19 krizi sırasında yapıldı. Cezayirli yetkililer bu krizle yüzleşmek için bütçeyi yarıya indirmek suretiyle kemer sıkma politikası benimsedi.

1990’lı yılların acı ‘yapısal iyileştirme’ tecrübesini yaşayan diğer Kuzey Afrika ülkelerinden farklı olarak IMF ile Cezayir arasındaki ilişki, döviz rezervlerindeki büyük toparlanmayla birlikte eşit bir ilişki halini aldı. Bu da ona, Maliye Bakanı Kerim Cudi’nin 2012 yılında parlamentoda hükümetin IMF’ye beş milyar dolar borç verme kararını savunurken dediği gibi, uluslararası finans kurumlarındaki nüfuzu araştırma imkânı sundu. 2018 yılında Cezayir Merkez Bankası Başkanı, diğer 60 ülke gibi kendi ülkesinin de olağanüstü küresel koşulların ortaya çıkması halinde Fon’un kullanımına beş milyar dolar ayırmayı taahhüt ettiğini belirterek, bu meblağın IMF hazinesine aktarılmasını reddetti.

Fon’a 1958 yılında katılan Fas ise serbest bir şekilde Fon’dan borç alma yaklaşımını sürdürdü. Bu yüzden bu kurumla olan ilişkisi bir yanda Arap Baharı üçlüsü; Mısır, Tunus, Libya ve diğer yanda Cumhurbaşkanı Buteflika yönetiminin sonunu getiren halk protestolarından sonra değişikliklere sahne olan Cezayir ile karşılaştırıldığında Fas’a dayanıklılık kazandıran siyasi istikrar nedeniyle esneklik özelliği taşıyor.

Fas, 1983 yılında borçlarını ödeme konusunda bir tökezleme yaşadı. Bu başarısızlık onu 1993 yılına kadar devam eden yapısal düzeltme programına yönlendirdi. Çünkü mali dengelerde şiddetli bir bozulma, 1983 yılında yüzde 12’ye ulaşan bütçe açığı, döviz stoğu iki günlük arzı zar zor karşılarken GSYİH’nin yüzde 82’sine yükselen kamu borcu ile yüzleşmesi gerekiyordu.

İstisna teşkil eden Libya

IMF’ye borcu sıfır olan Libya, Kuzey Afrika ülkeleri arasında bir istisna olarak öne çıkıyor. Fon’a 1958 yılında üye olan bu ülke, merhum Cumhurbaşkanı Abdurrahim el-Keib liderliğindeki ilk Libya geçiş hükümetinin kararıyla 2012 yılına kadar hissesini artırdı. Cumhurbaşkanı el-Keib, ülkesinin hissesinin 1 milyon 121 bin birim çekme hakkından (1 milyon 735 bin dolara eşdeğer) 1 milyon 573 bin birim çekme hakkına (yaklaşık 2 milyon 430 bin dolara eşdeğer) yükseltildiğini duyurdu.

Libya, Fon’dan hiç borç almadı ve buna ihtiyacı da yok. Dolayısıyla krediye ihtiyacı olan ve vatandaşları için zorlu kemer sıkma politikalarını takip etmesi istenen ülkelerin aksine Fon’un kurallarına ve talimatlarına aykırı hareket edebilir .

-Bingazi Üniversitesi’nde Ekonomi Profesörü Dr. Atiye el-Mehdi Feturi

Libya, IMF’ye bir ‘üstünlük’ ile yaklaşıyor. Zira Bingazi Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan Atiye el-Mehdi Feturi’nin Libya basın organlarına yaptığı açıklamasında yer alan ifade şöyle oldu:

“Libya, Fon’dan hiç borç almadı ve buna ihtiyacı da yok. Dolayısıyla krediye ihtiyacı olan ve vatandaşları için zorlu kemer sıkma politikalarını takip etmesi istenen ülkelerin aksine Fon’un kurallarına ve talimatlarına aykırı hareket edebilir.”

IMF ‘değersiz bir danışmanlık ofisi’

Kuzey Afrika ülkelerinin IMF ile olan ilişkilerindeki öncelikleri farklılık arz ediyor. Cezayir ve Libya’nın Fon tarafından ülke politikalarına yönelik herhangi bir müdahaleden yana endişeleri yok. Fon’la olan ilişkileri de tartışmalı. Nitekim ona yaklaşımları; onun raporlarını ve verilerini sorgulamadan onu ‘değersiz bir danışmanlık ofisi olarak’ görmeye kadar uzanan bir yelpazede. Buna karşılık Fas, önceliklerini ‘yapısal düzenleme’ programını onaylamaya geri dönmemeye odaklıyor. Programın uygulandığı 1980’li yıllarda maliye bakanı olan Fas Merkez Bankası Başkanı bu korkutucu senaryo konusunda uyarıyor.

Mısır ise Fon’dan daha fazla esneklik bekliyor. Carnegie Ortadoğu Merkezi’nin 6 Temmuz 2023’te yayımlanan bir raporuna göre Fon, ülkenin ulusal para birimi cüneyhin serbestleştirilmesi başta olmak üzere reformları uygulamadaki başarısızlığı sebebiyle Mısır’la ilişkilere alışılmadık bir katılıkla yaklaşmaya başladı. Mısır’ın birinci önceliği, kısa vadede 3,86 milyar dolar ve uzun vadede 11,38 milyar dolar olan borçlarının bu yılın geri kalan aylarında ödenmesini temin etmek.

Temerrüde düşmek, henüz IMF ile bir anlaşmaya varamayan Tunus için de bir endişe kaynağı. Bugün Tunus ile Mısır, Fon’un gözünde iki kronik vakayı ve son on yılda birçok reform programı uygulayıp herhangi bir sonuç elde edemeyen, aksine ekonomik, mali ve toplumsal krizlerini derinleştiren iki adresi temsil ediyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.



Yeni Emeviler

Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
TT

Yeni Emeviler

Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde

Husam İytani

Arap-İslam tarihinde gelip geçen hanedanlar ve devletler arasında Emeviler, Arap kimliğini canlandırma projesinin bayrağını taşıyacak aday olarak öne çıktı. Beşşar Esed ve rejiminin devrilmesinden sonra Emeviler’den daha fazla bahsedilir oldu. Öyle ki, bazıları Emevi politikası ve kültürünün propagandasını yapmaya başladı.

Bu projenin bayrağını taşımak için neden Emevilerin tercih edildiğini anlamak zor değil. Bu sebep de Esed rejimi, Hizbullah, Irak’ta otoritenin büyük bir bölümü ile Yemen'deki Husiler'in içinde yer aldığı azınlık ittifakını oluşturan “direniş ekseni”nin sonunu duyurmaktan başka bir şey değil. İran önderliğindeki eksen gücünün zirvesinde iken, Lübnan’da (Avncı) Özgür Yurtsever Hareket de destekçi sıralarında oturuyordu.

Ancak “yeni Emeviler” meselenin sadece Maşrık’ın (Levant) kaderini belirleme konusunda Arap kontrolünün yeniden sağlanması meselesinden ibaret olmadığını, aynı zamanda bu görevi Sünni Arap Müslümanların üstlenmesine, direniş ekseninin başını çeken mezhep ve dini grupların, son dönemde yaşadıkları yenilgiler ve Esed rejiminin çökmesiyle bir kenara itilmesine kadar uzandığını söylemekten kaçınıyorlar.

Ancak “tarihi” Emeviler belirsiz bir tercih gibi görünüyor. En azından bunu söyleyebiliriz.  Zira Emeviler hakkında sahip olduğumuz bilgilerin büyük çoğunluğunun devletin yıkılmasından sonra yazıldığı ve onlara karşı açıkça düşman bir tavırdan geri kalınmadığı konusunda görüş birliği vardır. Onlar hakkında elimizdeki en eski kitap, Emeviler döneminin sonlarında doğup Abbasiler döneminin başlarında kitabını yazan Halife bin Hayyat'ın kitabı olabilir. Emevi devletinin bir asır bile sürmediğini, yöneticilerinin bir yandan fetihlerle, diğer yandan da iç ve kabileler arası savaşlarla meşgul olduklarını da belirtmeden geçmeyelim. Öte yandan modern arkeoloji ve nümizmatik, Emeviler hakkında şu anda dolaşımda olanlardan farklı bilgiler sunmaktadır. Emevi tarihiyle ilgili dolaşımda olan anlatılar arasındaki çelişkilerin ayrıntılarına girmeden, Ürdün’deki Kusayr Amre’de keşfedilenler, Emevi tarihi hakkında bütün bilinenleri sorgulamak için yeterlidir.

Emeviliği canlandırmak, geçmişi geleceğe rehber kılan bir rüya haline getiren Baas ideolojisiyle aynı kaynaktan besleniyor

Dini açıdan Emevi Halifeliğinin Sünni mezhebine mensubiyeti, sadece Şiiliğin kurucusu olarak görülen İmam Ali bin Ebu Talib ile yaşadığı ihtilaf üzerinden tespit edilmektedir. Bu ise Sünnilik ve Şiiliğin ancak daha sonraki dönemlerde iki ayrı mezhep olarak ortaya çıktığı gibi bazı gerçekleri göz ardı etmektedir. Emevilerin, mutlak ve monarşik yönetimi meşrulaştırmak için Cebriyye’yi bir devlet doktrini olarak benimsedikleri doğrudur; ancak Emeviler dönemi bir bütün olarak belirli fıkıh akımlarının ortaya çıkışına tanık olmamıştır. Bunların çıkışı Abbasiler dönemine kadar ertelenmiştir.

Dini- fıkhi açıdan durum bu şekildedir. Öte yandan mevcut kaynaklara dayanırsak, Emevi imparatorluk projesinin devletlerin devamlılığı için yeterli unsurlara dayanmadığını görüyoruz. Emeviler dönemindeki fetihlerin hızı bizi şaşırtsa da örneğin, “Endülüs’ten Sind’e kadar uzanan” halifeliğin, sadece fetihlerden elde edilen ganimetlerin dağıtımının esas alındığı bir vergi sistemine dayandığını görürüz. Ancak kaynakların tükenmesi, Yezid bin Velid'in “kesintici” diye adlandırılmasına neden olan maaşlarda yaptığı kesintiler gibi devletin askerlerine karşı yükümlülüklerini yerine getirme gücünün azalması, bunun isyan ve hoşnutsuzluk hareketlerini körüklemesi sebebiyle bu fetihler de durdu.

Burada önemli olan, romantik milliyetçiliği andıran, basit bir canlandırma eğilimi ve çocuksu bir tarih anlayışı taşıyan imparatorluk projesi, bugün Suriye'de gördüğümüz türden, kuruluşu büyük engellerle karşı karşıya olan bir devletin sloganı olmaya uygun mudur?

Açıktır ki, Emeviliği yeniden canlandırmayı siyasi bir fikir olarak ortaya atanlar, bu sloganın, Endülüs ve Sind’de dalgalanan Emevi devletinin bayraklarıyla sınırlı görünen anlamını benimsemekle yetinmektedirler. İsrail tankları ülkenin güneyinde ilerlerken, devletin yeniden birleşme ve iç uzlaşı umutları şu ana kadar parlak görünmezken, ekonomide kayda değer bir iyileşmenin görülmediği bir dönemde, fetih övgüleri söylemenin anlamını hesaba katmadıkları açıktır.

Bu söylediklerimiz, mirasa, (hayali bile olsa) tarihe ya da toplumun beklenti ve hayallerine yönelik bir saldırı değildir. Bilakis söylenmesi gereken, bizi o devirlerden, köprülerin altından çok suların aktığı bin iki yüz yılı aşan bir zamanın ayırdığıdır. Geçmişe dönmenin çoğu zaman tarihe nesnel olarak bakıldığında hiçbir temeli olmayan yanılsamalara yatırım yapmak olduğudur. Dahası bu, Emeviliği canlandırmanın, geçmişi geleceğe rehber kılan bir rüya haline getiren Baas ideolojisiyle aynı kaynaktan beslendiğini göstermektedir. Baas Partisi’nin sonu ise kötü bir şekilde devrilene kadar geçmişi, bugünü ve geleceği mahveden Irak ve Suriye Baası olarak ikiye bölünmek oldu.

O halde yeni Emevilerin, okul kitapları, müfredat ve Feyruz'un seslendirdiği Said Akl’ın şiirleri çıkarıldığında, bu sloganlarından geriye ne kalacağını kendilerine sormaları daha iyi olmaz mı?

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.