G20 Zirvesi: Hindistan ve çok yönlü politika

Hindistan’ın ABD ve Avrupalı güçlerin yanı sıra Rusya ile de ticari faaliyetlerde bulunma stratejisi

AFP
AFP
TT

G20 Zirvesi: Hindistan ve çok yönlü politika

AFP
AFP

Sanjay Kapoor

Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo’nun 2022’deki G20 Bali Zirvesi’nde başkanlık devri sürecinin bir parçası olarak kendisine verdiği sembolik tokmağı havaya kaldırırken neşeli görünüyordu. Böylece Modi, Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de düzenlenecek bir sonraki zirvenin başkanlığı görevine başlamıştı.

Dünyanın en önemli 20 ülkesinin küresel ekonomi sorunlarını ele almak için bir araya gelmesine imkân tanıyan bu zirveler, biraz rutin hale gelmiş olsa da Başbakan Narendra Modi, G20 zirvesinin ev sahipliğini kendi döneminde gerçekleştirilen başarıları vatandaşlarına ve dünyaya gösterme fırsatına dönüştürmek için tokmağı iki eliyle tuttu. Zira ikinci kez başbakanlık koltuğuna gelmek için çabalıyor.

Başbakan Modi, G20 grubunun başkanlığını devralırken, 2023 yılında küresel güç dengesinin ne kadar hızlı değişeceğinin ve aynı şekilde gözle görülür sonuçlara sahip hedefli bir zirveye ev sahipliği yapma görevinin ne kadar zor olacağının belki de farkında değildi.

2008 yılında kurulan G20, Amerikalı yatırım şirketi Lehman Brothers’ın çöküşünün ardından dünyayı kasıp kavuran küresel krizle yüzleşmek için çözüm bulmada etkili olduğunu kanıtladı.

Bu forumda yirmi ülkenin devlet başkanları ve onların danışmanları, yavaşlama döneminde küresel ekonomi hızını yükseltecek stratejiler belirlemek üzere bir araya gelip açıkça görüş alışverişinde bulundu.

Bocalayan ekonomileri canlandırmak için parasal müdahale araçlarını kullanmadaki başarıları, G20 grubunun görevinde başarılı olduğunu gösteriyor.

Bununla birlikte geçmişteki başarısının kaynağı, katılımcı ülkeler arasında siyasi anlaşmazlıkların olmamasıydı. Gelgelelim Moskova’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya savaş açmasından sonra küresel sistem çöktü. Bali Zirvesi, ABD ile dağılan Varşova Paktı ülkeleri arasında Rusya’nın işgali yüzünden yaşanan gerilime rağmen toplanmayı başardı. Ama ne yazık ki Yeni Delhi o kadar şanslı olmayabilir.

Kaotik Ukrayna savaşında taraf olma korkusu ve savaşan taraflardan herhangi birinin düşmanlığını kazanmamak için temkinli davranması sebebiyle Delhi zirvesi, pek çok aksaklığa sahne oldu. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve diğer birkaç liderin bu etkinliğe katılmaktan kaçınması da buna dahil. Buna ek olarak Hindistan hükümeti, zirveye katılan tüm ülkelerin onaylayacağı ortak bir bildiri hazırlamakta da zorluk çekiyor.

Başbakan Modi, G20 grubunun başkanlığını devralırken, 2023 yılında küresel güç dengesinin ne kadar hızlı değişeceğinin ve aynı şekilde gözle görülür sonuçlara sahip hedefli bir zirveye ev sahipliği yapma görevinin ne kadar zor olacağının belki de farkında değildi

Delhi Zirvesi’ni etkileyecek değişimin işaretleri, Ağustos 2023’ün başlarında Johannesburg’da düzenlenen son BRICS toplantısında netleşti. Geçen yıla kadar BRICS grubuna ölmek üzere olan bir yapı olarak bakılıyordu. Ancak Ukrayna savaşından ve ABD’nin Rusya’ya yaptırım uygulamasından sonra bu grup, belirgin bir ilerleme kaydetmeye başladı. Grup, Küresel Güney liderlerinin ABD’ye ve NATO ülkelerine bir muadil oluşturma arzusunu ortaya koymaya başladı ve böylece yeni bir ivme kazandı.  

Çin’in teşviki ve başkanı Vladimir Putin’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kendisi hakkında verdiği tutuklama emrinden kaçınmak için Güney Afrika’daki BRICS zirvesine katılmamayı tercih ettiği Rusya’nın desteği sayesinde bu değişiklikler, dünya işleri üzerindeki Batı hegemonyasını etkileyecek şekilde kendini gösterdi.

Batı hegemonyasına karşı koyma

Öncelikle, BRICS grubu mevcut beş ülkeye başka altı ülke ilave ederek bünyesini genişletmeye karar verdi. Katılmak isteyen ülkeler şunlar: Suudi Arabistan, Etiyopya, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, İran ve Arjantin. Bunların birçoğu rutin bir şekilde ABD ile iş yapan ülkeler.

Yapıya katılan ve çoğu petrol ve gaz üreten yeni ülkelere şöyle bir bakıldığında petrol üretim miktarı, fiyatı ve ilgili anlaşmalarda kullanılması gereken para birimi konusunda karar verme yetkisinin bu yeni bloğun eline geçtiği görülüyor.

Hindistan Başbakanı Narendra Modi (sağda) ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 9 Eylül 2023’te Yeni Delhi’deki G20 liderler zirvesinden önce tokalaşırken (AFP)
Hindistan Başbakanı Narendra Modi (sağda) ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 9 Eylül 2023’te Yeni Delhi’deki G20 liderler zirvesinden önce tokalaşırken (AFP)

Konuyu daha da ilgi çekici hale getiren şey, BRICS ülkeleri içindeki enerji üreticileri grubunun yanında Hindistan ile Çin’in de olmasıydı. Zira bu iki ülke, dünyadaki en fazla enerji tüketicisine sahip ülkeler. ABD’yi asıl rahatsız eden şey belki de Çin’in Suudi Arabistan ile İran arasındaki yakınlaşmaya sağladığı katkı biçimidir ki bu, ortak anlayışın çok ötesine geçen sonuçları olan bir mesele.

Basitçe söyleyecek olursak Pekin, ABD’nin müttefiki (Suudi Arabistan) ile düşmanını (İran), aralarındaki barışı tartışmak üzere bir araya getirmeyi başardı. Çin tarafından atılan bu adım, G20’yi bir ölçüde önemsiz kılacak bir şekilde ilerleyen yeni dünya düzeninin temeli haline geldi. Bu gelişme, ulusal para birimiyle ticareti teşvik etmek suretiyle ABD dolarının sahip olduğu üstünlüğü tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda ABD’nin Rusya’ya ve başka ülkelere ekonomik yaptırımlar uygulama konusundaki tavrına dair şüpheler de doğuruyor. BRICS grubuna katılmak isteyen yaklaşık 30 ülke var ve bunların birçoğu, Çin ve diğer ülkelerle ticaretlerinde dolardan farklı para birimleri kullanmaya başladı.

Delhi’deki zirveyi etkileyecek değişimin işaretleri, Ağustos 2023’ün başlarında Johannesburg’da düzenlenen son BRICS zirvesinde netleşti

Ekonomik gücü şu anda 18,75 trilyon dolara ulaşan ve teknolojik kısıtlamaları ve Güney Çin Denizi’nde egemenlik arzusu nedeniyle Washington tarafından eziyet gören Çin, bu Batı karşıtı direnişe öncülük ediyor. Nitekim bölgede ABD ile herhangi bir çatışmaya karşı kendisini korumaya çalıştı. Pek çok görüşe göre BRICS’i güçlendirmek, onun bunu başarmasının bir yolu. Bunun, Hindistan’ın, ABD’nin aşırı etkin olduğu G20’ye ev sahipliği yaptığı bir dönemde gerçekleşmesi bekleniyor.

Şu zamana kadar Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, tüm G20 zirvelerine katılmak gibi mükemmel bir sicile sahip oldu. Aslında Pekin, çok taraflı etkinliklere katılımından fayda sağladı. Nitekim bu onun konumunu yükseltiyor ve bu olayların sonucuna gerekli meşruiyeti kazandırıyor. Özellikle de yorumcular, ABD ve Çin devlet başkanlarının bir araya gelerek ortak bir açıklama yapma konusunda anlaştıklarını dile getirdiğinde. Bali zirvesinin başarılı olmasının sebebi de bu. Devlet Başkanı Şi Cinping ile ABD Başkanı Joe Biden arasındaki görüşme, bu zirvenin en önemli anıydı ve toplantı, aralarındaki ilişkilerin biraz olsun iyileşmesine katkı sağladı. ABD Başkanı Joe Biden, Delhi’ye gelecek. Bununla birlikte Devlet Başkanı Şi Cinping’in başka planları olmasından duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirdi. 

ABD Başkanı Joe Biden (solda) ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi, 9 Eylül 2023’te Yeni Delhi’deki G20 liderler zirvesinden önce tokalaşırken (AFP)
ABD Başkanı Joe Biden (solda) ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi, 9 Eylül 2023’te Yeni Delhi’deki G20 liderler zirvesinden önce tokalaşırken (AFP)

ABD ile Çin arasında gerilim var. Ancak yine de Devlet Başkanı Şi Cinping’in neden G20 zirvesine katılmama kararı aldığını açıklamak zor. Financial Times gazetesine göre bu, “en önde gelen küresel forum olarak G20’nin statüsünü sarsıyor.”

Hindistanlı yetkililer, Çin Devlet Başkanı’nın yokluğunun doğurduğu riskleri hafifletmeye çalışarak, bu yılki G20 zirvesinin başarılı olacağına güvendiklerini ifade ediyor. Bununla birlikte Delhi’deki stratejik topluluk, onun yokluğunun yansımalarını oldukça dikkatli bir şekilde gözlemliyor. Önde gelen bir isim olmayan Çin Başbakanı Li Çiang, her ne kadar bu etkinlikte ülkesini temsil edecek olsa da onun Delhi’de yürütülecek müzakerelerde ne kadar yetkili olduğu belli değil.

Çin Devlet Başkanı’nın zirveye katılmama sebebi

Bir görüşe göre Çin Devlet Başkanı’nın Delhi’deki G20 zirvesine katılmamasının sebebi, önceki yıllarda Hindistan’ı Batı’dan uzaklaşmaya sevk edememesidir. Çin, Hindistan’ın 2023 yılı başında Delhi’de Şangay İşbirliği Zirvesi’ne ev sahipliği yapma girişimini desteklemişti.

Gayri resmi olarak Asya NATO’su olarak da bilinen bu zirve; Rusya, İran, Pakistan ve birçok Orta Asya ülkesi dahil olmak üzere üye ülkeler arasındaki ilişkileri güçlendirecekti. Ancak Yeni Delhi, meşguliyetleri ve belki de bu zirveyi küçümsemesi nedeniyle zirveyi, iki gün sürecek fiziki bir toplantıyken sadece iki saatlik bir sanal etkinliğe dönüştürdü ve bu şekilde Başbakan Modi’nin Washington’a resmî ziyaretini gerçekleştirebileceğini öne sürdü. Bu durum, Pekin’i ve diğer ülkeleri rahatsız etti.

Çin hükümetindeki kaynaklar, Pekin’in bu adımdan rahatsız olduğunu ve Hindistan hükümetinin tüm ilgisini neden G20 zirvesine verdiğini sorguladığını belirtti. Başka kaynaklara göre de Pakistanlı yetkililer, Şangay İşbirliği Zirvesi’nin tarihinin değiştirilip sanal bir etkinliğe dönüştürülmesinin sebebini sorguladı.

Bunun ardından Hindistan hükümetini sıkıştırmak amacıyla Çinli temsilciler, BM tarafından onaylanmadığını öne sürerek G20 zirvesi logosunda kadim dil Sanskritçenin kullanılmasına itiraz etti.

Öte yandan başka kaynaklar, Devlet Başkanı Şi Cinping’in Delhi’de bulunmamasının sebebinin, Başbakan Modi ile BRICS zirvesi münasebetiyle Johannesburg’da yaptığı toplantının başarısızlıkla sonuçlanması olduğunu iddia ediyor. Bu toplantının, iki komşu arasında yaşanan ve 2020’de şiddetli bir çatışmaya sahne olan uzun süreli sınır anlaşmazlığı da dahil olmak üzere çözüme kavuşturulmamış sorunları çözeceği fikri savunuluyordu. Lakin iki tarafın anlaşmazlıklarının aşılması zor görünüyor. Nitekim Çin, Hindistan’ın ABD’ye gereğinden fazla yakınlaştığını düşünüyor ve Japonya, Avustralya ve ABD ile birlikte, Çin’in nüfuzunu sınırlamayı amaçlayan Dörtlü Güvenlik Diyaloğu’na (Quad) üye olmasından da rahatsızlık duyuyor.

Ekonomik gücü şu an 18,75 trilyon dolara ulaşan ve teknolojik sınırlamaları ve Güney Çin Denizi’nde egemenlik arzusu sebebiyle Washington tarafından eziyet gören Çin, Batı karşıtı bu direnişe öncülük ediyor. Nitekim bölgede ABD ile herhangi bir çatışmaya karşı kendisini korumaya çalıştı

Öte yandan Hindistan, ABD ve Avrupalı güçlerin yanı sıra Rusya’yla da ticari faaliyetlerde bulunmasına imkân tanıyan çok yönlü politikalar benimsedi. ABD, Hindistan’a karşı hoşgörülüydü; onun Rusya petrolünü satın almasına, rafine etmesine ve sonra da Batı’daki tüketicilere satmasına müsaade etti. Bu, Hindistan’a devam eden Ukrayna savaşında uzlaştırıcı bir rol oynayabileceğine dair bir güven verdi.

Rutin hamleler bir yana; Yeni Delhi’nin Kiev ile Moskova’yı müzakereye taşıma çabaları, gözle görülür bir sonuç vermedi. Aksine Kiev, Ruslarla olan ilişkilerinden ötürü Yeni Delhi’ye düşmanca davrandı. Başbakan Modi, Delhi zirvesinde anlaşmazlığın çözümü meselesine değinmek için yeni girişimlerde bulunacak. Bununla birlikte Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, ülkesinin, Delhi bildirisinde çatışmanın herhangi bir şekilde anılmasına izin vermeyeceğini açıkça ifade etti.

Afrika üzerine rekabet

Bu kadar çok engel varken Hindistan bu zirvede neler başarabilir? Hindistan, Delhi’deki G20 zirvesinin nihai belgesinde Afrika Birliği’ne katıldığını ilan edecek. Bilindiği üzere neredeyse tüm ülkeler, Afrika Birliği’ni kendi yanına çekmek için rekabet ediyor. Delhi zirvesi sırasında Birliğin 55 üyesinin temsilcileriyle çok sayıda toplantı yapılması bekleniyor. Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un da Afrika’nın bazı önemli ülkeleriyle görüşmeler yaptığı düşünülüyor.

İlginç olan şu ki Afrika’da sömürgeciliğe maruz kalmamış tek ülke olan ve Addis Ababa’da Afrika Birliği’nin merkezine ev sahipliği yapan Etiyopya da BRICS grubuna katıldı.   

Her iki ittifakın da Afrika Birliği’ni kendi yanına çekmek için çaba sarf ettiği çok açık. Bu isteklilik, G20 zirvesinde de açıkça görülüyor. Bu, Nijer ve Mali’nin de yer aldığı Afrika Sahil bölgesindeki ülkelerin Fransız sömürgeciliğinin boyunduruğundan kurtulup Çin ve Rusya ile daha yakın ilişkiler kurma yolunda ilerlediğine gerçeğine de dayanıyor. Moskova, bu yılın başlarında St. Petersburg’da Afrika Birliği ile temas kurdu ve Afrika Birliği’nin de Avrupa Birliği gibi G20’ye katılma zamanının geldiğini söyledi.

Foto: Hindistan Başbakanı Narendra Modi (sağda) ile Nijerya Cumhurbaşkanı Bola Ahmed Tinubu, 9 Eylül 2023’te Yeni Delhi’deki G20 liderler zirvesi öncesinde tokalaşırken (AFP)
Hindistan Başbakanı Narendra Modi (sağda) ile Nijerya Cumhurbaşkanı Bola Ahmed Tinubu, 9 Eylül 2023’te Yeni Delhi’deki G20 liderler zirvesi öncesinde tokalaşırken (AFP)

Hindistan hükümeti sadece geçen yıl, diplomatları ağırlamak ve onlarla ortaklık kurmak amacıyla ülkenin çeşitli şehirlerinde 100 milyon dolardan fazlaya mal olan 200’den fazla etkinlik düzenledi. Bununla beraber Rusya ile Çin’in Ukrayna’dan herhangi bir şekilde bahsetme konusundaki isteksizliğine bakılınca, dış ilişkilere ve ekonomiye ilişkin ortak bir bildiri üzerinde görüş birliğine varma ihtimali Hindistan için halen uzak. Nitekim Rusya, ABD ile Avrupa’nın, esasında ekonomik sorunlarla yüzleşmek için kurulmuş bir foruma siyaseti dahil etmek istediklerini ısrarla dile getiriyor. Avrupalı güçler de Ukrayna’daki savaşın küresel ekonomiyi istikrarsızlaştırdığı, bu nedenle G20 zirvesinde savaşın tartışılması gerektiği konusunda ısrarcı. Dolayısıyla Hindistan’ın temsilcisi Amitabh Kant’ın ülkeler arasında bir uzlaşma görebileceği alanlar teknoloji, dijital dönüşüm ve iklim değişikliğiyle sınırlı kalacak.

Ortak bir bildiriye varamama ihtimali ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in etkinlikte yer almaması, imajına çok önem veren Hindistan Başbakanı Modi için bir endişe kaynağı olabilir mi? Aktif hareketleri ve çabalarına bakılınca pek öyle görünmüyor. Başbakan Modi halen bu etkinliği, Pew Center’ın yaptığı bir kamuoyu yoklamasında da açıkça görülen popülerliğini dünyaya göstermek için bir fırsata dönüştürmek istiyor.

Hintli lider ayrıca Başkan Joe Biden ve Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak gibi dünya liderleriyle olan ilişkileriyle de övünecek ve bu, yaklaşan seçim kampanyası için önemli bir içerik sağlayacak. Bununla birlikte bu büyük partinin, Mayıs 2024’te yeni bir dönem elde etmek için birkaç aylık yeni kampanyasına başlayacak olan Hindistan Başbakanı Modi’nin şansını artırıp artırmayacağını sadece zaman gösterecek. 

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Bilim insanlarını hedef alan suikastlar İran'ın nükleer programının sonunu getirir mi?

İsrail'in İran'a düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden bilim adamlarını ve komutanları için düzenlenen cenaze törenine katılan İranlılar (AP)
İsrail'in İran'a düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden bilim adamlarını ve komutanları için düzenlenen cenaze törenine katılan İranlılar (AP)
TT

Bilim insanlarını hedef alan suikastlar İran'ın nükleer programının sonunu getirir mi?

İsrail'in İran'a düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden bilim adamlarını ve komutanları için düzenlenen cenaze törenine katılan İranlılar (AP)
İsrail'in İran'a düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden bilim adamlarını ve komutanları için düzenlenen cenaze törenine katılan İranlılar (AP)

İnci Mecdi

İsrail, İran'ın nükleer programını ve Tahran'ın askeri kapasitesini yok etmek ya da zayıflatmak amacıyla 13 Haziran'da başlattığı Yükselen Aslan Operasyonu kapsamında yaklaşık 11 nükleer bilim adamını öldürdü. Bilim insanları,  İran'ın bilgi birikimini tahrip etmek ve nükleer deneyimlerinin sürekliliğini kesmek amacıyla kasıtlı olarak yapıldı. Öldürülenler arasında fizikçi ve İslam Azad Üniversitesi Rektörü Muhammed Mehdi Tahrançi ile İran Atom Enerjisi Kurumu'nun eski başkanı nükleer mühendis Feridun Abbasi Davani de bulunuyor.

İsrail'in nükleer bilim adamlarını bu şekilde hedef alması, 15 yıldan fazla bir süredir yürütülen gizli suikast operasyonlarının doruk noktasıdır. 2007 ile 2012 yılları arasında, İran'ın nükleer programının en önemli unsurlarından birini ortadan kaldırmak amacıyla, gizli nükleer proje ya da diğer adıyla Amad Projesi kapsamında beş nükleer bilim adamı suikasta kurban gitmiştir. İsrail’in İran’a gerçekleştirdiği son hava saldırıları, 2020 yılında Muhsin Fahrizade'nin uzaktan kumandalı bir silahla suikasta kurban gitmesinden bu yana İranlı nükleer bilim adamlarını hedef alan ilk saldırılar oldu.

ABD ve İsrail, İran'ın başlıca nükleer tesislerine verilen hasarın boyutunu değerlendirirken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bilim adamlarına yönelik suikastların İran'ın nükleer programını yıllarca geriye götürdüğünü söyledi. Şarku’l Avsat’ın Associated Press’ten aktardığı röportaja göre  İsrail'in Paris Büyükelçisi Joshua Zarka daha da ileri giderek bilim adamlarına yönelik suikastların, İran'ın geriye kalan nükleer altyapısını ve İsrail tarafından yaklaşık iki hafta boyunca düzenlenen hava saldırılarından ve ABD’nin hayalet bombardıman uçaklarının attığı sığınak delici bombalardan kurtulmuş olabilecek malzemeleri kullanarak nükleer silah üretmesini ‘neredeyse imkansız’ hale getireceğini belirtti. Büyükelçi Zarka, “Tüm bunların ortadan yok olması, (İran’ın) nükleer programın yıllar, hatta çok uzun yıllar geriye gittiği anlamına geliyor” dedi.

İsrail’in suikastlara ilişkin yorumları, ABD istihbaratının ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) İsrail’in savaşının İran'ın nükleer programına sınırlı etkisi olduğuna dair raporlarıyla birleştiğinde, nükleer programın bilim adamlarının suikastlarından ne ölçüde etkilendiği ve askeri faaliyetlerde bulunan siviller olarak suikastların meşruiyeti konusunda soruları gündeme getirdi.

Bilgi transferi

Nükleer enerji yetkilileri ve uzmanları, İran'ın öldürülen bilim adamlarının yerini alabilecek başka bilim adamlarına sahip olduğunu söylüyor. Ayrıca, nükleer enerji alanında onlarca yıldır süren çalışmalar, İran'ın herhangi bir çalışmayı sürdürebilecek bilgi birikimine ve bilim adamları yetiştirmesine olanak sağladı. Diğerleri ise, İran'ın nükleer programını geriletmiş, ancak durdurmamış olan 2020 yılındaki Fahrizade suikastını örnek gösteriyor.

Avrupa hükümetleri, askeri güç kullanmanın tek başına İran'ın sahip olduğu nükleer bilgiyi ortadan kaldıramayacağını vurguluyor ve bu nedenle İran'ın nükleer programıyla ilgili endişeleri gidermek için müzakere yoluyla bir çözüm arıyor. İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy geçtiğimiz hafta İngiliz Avam Kamarası üyelerine verdiği brifingde “Askeri saldırılar, İran'ın on yıllar boyunca edindiği bilgiyi ve herhangi bir rejimin bu bilgiyi nükleer silah üretiminde kullanma isteğini ortadan kaldıramaz” dedi.

ABD’li nükleer silahların yayılmasını önleme uzmanı ve eski diplomat Mark Fitzpatrick, ayrıntılı planların halen mevcut olduğunu ve gelecek nesil doktora öğrencilerinin bunları anlayabileceğini söyledi. Nükleer tesislerin bombalanması veya ilgili kişilerin öldürülmesinin bu süreci bir süre geciktireceğini belirten Fitzpatrick, her ikisini birden yapmanın süreci daha da geciktireceğini, ancak nihayetinde bu çalışmaların devam edeceğini sözlerine ekledi.

İran'ın nükleer gücüne bir darbe

Bununla birlikte, diğerleri, 11'den fazla nükleer bilim adamının aynı anda öldürülmesinin, savaşın sona ermesinden sonra İran'ın nükleer bomba üretimini hızlandırma imkanlarına ağır bir darbe indirdiğine inanıyor. Öldürülenlerin çoğu, patlatma sistemleri, yüksek patlayıcılar ve zincirleme reaksiyonu gerçekleştiren nötron kaynakları gibi savaş başlıklarının bileşenlerini test etme ve inşa etme konusunda pratik deneyime sahipti. ABD gazetesi Wall Street Journal (WSJ) ABD’nin eski Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Ulusal Güvenlik Direktörü Eric Brewer'ın, özellikle fiilen bomba yapmaya çalışılmıyorsa bu deneyimin zamanla yavaş yavaş kaybolmasının doğal olduğunu, çünkü bunu telafi etmek için zamanın olduğunu, ancak şu anda bir bomba yapmaya çalışılıyorsa veya bu yakın vadede bir seçenek olarak görülüyorsa bu uzmanlığın kaybedilmesinin daha büyük bir etki yaratacağını söylediğini aktardı.

İran askeri nükleer programı olduğunu inkar etse de UAEA, İran'ın 2003 yılına kadar ‘Amad Projesi’ olarak bilinen nükleer silahlarla ilgili bir programa sahip olduğunu açıkladı. İsrailli ve Batılı yetkililer, İran'ın bu alandaki çalışmalarının daha sonra parçalı bir şekilde devam ettiğini ve bu sayede bir bomba üretme kapasitesine sadece birkaç ay uzaklıkta olduğunu, ancak bu çalışmaların çoğunun, geleneksel bir askeri projenin parçası gibi görünmesi için özenle tasarlanmış araştırmalar ve bilgisayar modelleriyle sınırlı olduğunu belirtiyor.

Washington merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı’ndan (FDD) Andrea Stryker, İsrail'in gerçekleştirdiği suikastların İran’ın nükleer beyinlerini hedef aldığını söyledi. Bu suikastlar, İran’ın nükleer silahların belirli bileşenlerini üretme konusunda geçmişte ve muhtemelen halen deneyime sahip kişileri kullanma kabiliyetine darbe vurdu.

Nükleer arşiv

Diğerleri İran'ın silahlarla ilgili nükleer deneyimlerini korumak ve geliştirmek için gelişmiş bir sistem geliştirdiğini belirtiyor. Bu sistem, İran'ın nükleer programının en önde gelen bilim adamlarının öldürülmesine rağmen ilerlemesine olanak sağladı. İran, 2003 yılından önce gerçekleştirdiği tüm çalışmaları ve Tahran'ın gelecek planlarını içeren bir nükleer arşive sahip. Keşfedilen bu arşiv, 2018 yılında İsrail komandoları tarafından ele geçirildi. İran, silah programıyla ilgili eski nükleer ekipmanları, zenginleştirilmiş uranyum da dahil olmak üzere, arşivin yakınlarındaki bir yerde sakladı, ancak bu ekipmanlar 2018 yılında dağıtıldı. UAEA, o tarihten bu yana İran'dan bu ekipmanların nereye gönderildiğini açıklamasını talep ediyor.

WSJ, İsrailli güvenlik analisti Ronen Solomon'un, İran'ın son yirmi yıldır nükleer silahlarla ilgili uzmanlığını korumak için Şehit Behişti, Şerif Teknoloji Üniversitesi ve Malik Aştar Teknoloji Üniversitesi gibi üniversiteleri kullandığını söylediğini aktardı. İran bahsi geçen bu üniversitelerde nükleer bilim adamları ile daha genç öğrencileri deney ve araştırmalarda bir araya getiriyor. İsrail’in 13 Haziran'da İran’a düzenlediği hava saldırılarında öldürülen bilim insanları Ahmed Rıza Zülfikari ve Abdulhamid Menuçehr, geçtiğimiz yıl haziran ayında ‘Annals of Nuclear Energy’ adlı bilim dergisinde bir makale yayınlamışlardı. Bu makalede, ileri bilgisayar modelleri kullanarak, zincirleme reaksiyonda nötron kaynaklarının nasıl davrandığını açıklamışlardı.

Bu bilgiler, nükleer reaktör inşa etmek gibi sivil amaçlarla veya nükleer silah içinde zincirleme reaksiyonu başlatmak için kullanılabilir. Solomon, “Profesörler var. Onlar genç bilim insanlarını yetiştiriyorlar ve İran'ın nükleer programının kalbine girmeleri için eğitim veriyorlar” dedi.

Bilim insanlarını öldürmenin meşruiyeti

İran'ın bu alandaki deneyiminin çoğunu elinde tutması ve yeni nesil bilim insanlarına aktarması, İsrail'in bilim insanlarını öldürme stratejisini sürdürüp sürdürmeyeceği konusunda bir zorluk yaratıyor. Ancak Cenevre'de yaşayan ve Rus nükleer silahları konusunda uzman olan analist Pavel Podvig bilim insanlarını öldürmenin amacının insanları korkutup bu programlarda çalışmaları konusunda onlara gözdağı vermek olabileceğini düşünüyor. Podvig Daha önceki basın yorumlarında “Bu suikastlar nerede durur? Örneğin fizik okuyan öğrencileri öldürmeye kadar varır mı? Bu son derece kaygan bir zemin” ifadelerini kullandı. İsrail’in Fransa Büyükelçisi ise İran'da gelecekte herhangi bir askeri nükleer programa katılmaları istenecek kişilerin bunu kabul etmeden önce iki kez düşüneceklerini düşündüğünü söyledi.

Georgia Teknoloji Enstitüsü'de uluslararası ilişkiler profesörü olan Gina Jordan ve Rachel Whitlark, dış politikada ülkelerin başka bir ülkenin nükleer silah sahibi olmasını engellemek için bilim insanlarını hedef almak, yaptırımlar, diplomasi, siber saldırılar ve askeri güç kullanmak gibi birçok araca sahip olduğunu belirttiler. Jordan ve Whitlark’a göre bilim insanlarının öldürülmesi, kritik öneme sahip bilimsel uzmanlığı ortadan kaldırabilir ve nükleer silah geliştirme sürecini zorlaştıran ek maliyetler getirebilir.

Bu yaklaşımı destekleyenler, bilim insanlarını hedef almanın ilgili ülkenin çabalarını baltalayabileceğini ve nükleer programı geliştirmeye devam etmekten vazgeçirebileceğini söylüyorlar. Aynı zamanda, nükleer silahların yayılmasını desteklemenin tehlikeleri konusunda diğerlerine caydırıcı bir mesaj göndereceğine inanıyorlar. Ancak Jordan ve Whitlark, bu operasyonların genellikle sivil kişiler olarak görülen bilim insanlarını hedef alması nedeniyle yasal, etik ve insani endişeler uyandırdığını söylediler.

Bilim adamlarını hedef almak aynı zamanda riskli bir seçenek. Çünkü düşmanın nükleer programını durdurmada başarısız olabilir ve bunun yanında özellikle de öldürülen bilim adamları ‘şehit’ olarak gösterilirse halkın öfkesini ve intikam taleplerini tetikleyebilir, bu da iktidardaki rejimin halk tarafından desteklenmesine yol açar.