Riyad’ın Washington’la görüşmeler sırasında hesaba katması gereken 7 nokta...

Suudi Arabistan Krallığı’nın eli bu tartışmalarda güçlü. Bu kısmen, İsrail’in böyle bir açılımı şiddetle istediğini söylemesinden kaynaklanıyor.

Foto: Getty Images/Majalla
Foto: Getty Images/Majalla
TT

Riyad’ın Washington’la görüşmeler sırasında hesaba katması gereken 7 nokta...

Foto: Getty Images/Majalla
Foto: Getty Images/Majalla

Brian Katulis

Suudi Arabistan Krallığı ile İsrail’in bu yıl ilişki kurmak için Washington aracılığıyla temasa geçtiğine dair haberler, normalleşme yollarının araştırıldığı son birkaç yıl boyunca gerçekleşen sessiz görüşmeler dizisinin son halkası.

Böyle bir adım, bölgedeki oyunun kurallarını değiştirecek. Yıllarca dünyanın başka bölgelerine taşınması ya da başka meselelere öncelik vermesi hakkında konuşulduktan sonra, ABD’nin bölgeyle iletişime geçmeye çalıştığını görmek her zaman güzeldir. 

Suudi Arabistan Krallığı’nın bu tartışmalarda eli güçlü. Bu kısmen, İsrail’in ve mevcut lideri Başbakan Binyamin Netanyahu’nun böyle bir açılımı şiddetle arzuladıklarını dile getirmelerinden kaynaklanıyor. İlgili pek çok karmaşık mesele var. Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığı analize göre muhtemel anlaşmayı bir yemek olarak düşünürsek; tarafların karıştırmaya ve sonunda pişirmeye başlamadan önce, malzemeleri henüz toplama aşamasında olduğu görülüyor.

İlgili tüm bileşenlere ve adımlara bakılırsa bu anlaşmanın pişmesi, bazı gözlemcilerin beklediğinden çok daha uzun sürebilir.

Suudi Arabistan Krallığı’nın bu tartışmalarda eli güçlü. Bu kısmen, İsrail’in ve onun mevcut lideri Başbakan Binyamin Netanyahu’nun böyle bir açılımı şiddetle arzuladıklarını söylemelerinden kaynaklanıyor

Ancak bu yılın başlarında Suudi Arabistan Krallığı ve İran arasında Çin’in aracılığıyla yapılan anlaşmada gördüğümüz gibi, bu günlerde daha kısa bir zaman diliminde beklenmedik birçok şey gerçekleşebilir.

İşte Suudi Arabistan Krallığı’nın hesaba katması gereken yedi şey:  

Zaman sizden yana

Konu anlaşmaya varmak olduğunda hem ABD hem de İsrail’de bazılarının zihninde yapay takvimler olduğu açık.

Seçimler konusunda endişelenmeye gerek yok. Bu acelecilik, Suudi Arabistan’da biraz kafa karıştırıcı görünebilir. Ama derler ya: Onların saatleri var sizin zamanınız. Kendi çıkarlarınızı düşünüyorsanız, bunun zamanı için acele etmenize gerçekten gerek yok.

Trump’ın ekibinin bir anlaşmaya varmak ve Eylül 2020’de Abraham Barış Anlaşmalarına katılmak için size nasıl baskı yaptığını hatırlıyor musunuz? Riyad doğru kararı almıştı zira vakit uygun değildi.

Yirmi yılı aşkın bir süre önce Arap Barış Girişimi’ni ortaya koyduğunuzda, İsrail’in nasıl karşılık verdiği hatırınızda mı? Sessizlik, sağır ediciydi. Bu tartışmalara katıldığınız esnada, 1964 klasiği olarak The Rolling Stones’un Time on My Side adlı parçası dinlemek için iyi bir melodi.

Bu tartışmalardaki en büyük oyuncu sizsiniz

Ekonominiz İsrail ekonomisinin hacminin iki katı. Nüfusunuz da yaklaşık dört katı. Küresel enerji pazarlarında halen merkezî bir oyuncusunuz ve bol miktarda likiditeye sahip bir G20 üyesi olarak ülkenizde sürmekte olan ekonomik ve toplumsal dönüşümlerden dünya çapında birçokları faydalanmanın yollarını arıyor.

İsrail, bölgede ve dünyada önemli bir rol oynuyor. Güçlü ve yetenekli bir ordusu ve istihbarat teşkilâtı, her türlü benzersiz teknolojik yetenekle canlı bir ekonomisi gibi pek çok şeye sahip. Başka şeylerin yanında, bu günlerde iç ayrışmalarla dolu. Önemli bazı varoluşsal meseleler ve bunların nasıl çözüleceği konusunda henüz karar alabilir gibi görünmüyor ve gerçek anlamda zaman, İsrail’den yana değil.  

Konu bir anlaşmaya varmak olduğunda hem ABD hem de İsrail’de bazılarının zihninde yapay takvimler olduğu açık

Kalıcı bir barış için Filistin halkının rolü çok önemli

Mısır ve Ürdün’le daha önce yapılan anlaşmalar, Filistinlilerin önemini artırmaya çalışmakla birlikte nihayetinde başarısız oldu ve yaklaşık 30 yıl önce başlayan Oslo süreci, çeşitli nedenlerle durduruldu.  

Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas ile imzalanan son Abraham Barış Anlaşmaları daha çok, Batı Şeria’da Filistinlilerin yaşadığı merkezlerin etrafından dolaşıp, doğrudan İsrail yerleşimlerine giden bir yol gibi yürütüldü. İsrail-Filistin gerilimlerini yükselten pek çok sebep var. Önemli sebeplerden biri de Filistin halkının çıkarlarını kapsayan adil bir çözümün olmaması. Geçmişte Suudi Arabistan’da önemli görevlerde bulunmuş olanlar da dahil olmak üzere pek çok kişi, mevcut Filistin liderliğiyle iş yapmanın ne kadar sinir bozucu olduğunun farkında. Bizzat Filistinliler de liderliklerinin ne kadar zayıf ve tekdüze olduğunu biliyor. Ancak bu, müzakerelerde istediğinizden ve elde etmek zorunda olduğunuzdan daha azına razı olmak için bir sebep değil.

xasde
Foto: AFP/Majalla

İsrail'in Batı Şeria'yı potansiyel olarak ilhak etmesi gibi zaten olmaması gereken olumsuz bir eylemi önlemek gibi asgari düzeyde bir anlaşma yerine tam bir anlaşmaya varmak çok daha iyidir.

Üst düzey Suudi yetkililer, iki devletli çözümü öngören Arap Barış Girişimi’nin temel ilkelerini yeniden vurgulamayı sürdürüyor. Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, yakın zamanda ‘İsrail’le herhangi bir barışın tüm Filistinlileri kapsaması gerektiğini, zira Filistin devleti meselesi çözülmeden bölgede gerçek ve gerçekçi bir barış elde edemeyeceğimizi’ açıkladı. Barış anlaşmalarında diğer devletlerin yaptığı gibi siz de bu tutumu unutmayın.

İsrail'in Batı Şeria'yı potansiyel olarak ilhak etmesi gibi zaten olmaması gereken olumsuz bir eylemi önlemek gibi asgari düzeyde bir anlaşma yerine tam bir anlaşmaya varmak çok daha iyidir.

Aşırılıkçı ve katı yorumlar, bunların ülkenin siyasi sistemindeki tezahürleri gibi gelip geçicidir

İsrail, en hafif tabiriyle iç politikasında yoğun bir belirsizlik döneminden geçiyor. Mevcut hükümette, ultra-Ortodoks ve ana akımın dışında oldukları için dünyanın dört bir yanındaki pek çok Yahudi ve İsrailli tarafından zararlı görülen sesler var.

svwswdv
Foto: AFP/Majalla

Ancak bu aşırı görüşler, bazen kendilerini önem bakımından yakma potansiyeline de sahipler. İsrail toplumunun hangi tarafa yöneleceği halen belirsiz olmakla birlikte gerçek şu ki, binlerce İsraillinin mevcut hükümetin tutumlarına açıkça muhalefet etmek için özgürlüğünü kullanacak olması, İsrail’de daha ileriye dönük bir liderler grubuyla işlerin iyiye doğru gidebileceğine dair umut verici bir işaret.

İran’daki mevcut rejimle onun Hizbullah ve terör grupları gibi gerici müttefik ağı, ileriye dönük herhangi bir harekete karşı çıkacaktır

İsrail’le görüşmelerde bir ilerleme kaydedilirse, hatta (ya da özellikle) yukarıdaki üçüncü maddeyi tamamen dikkate alırsanız, bölgede sizi şiddet yoluyla ya da medya eleştirileri üzerinden hedef alan unsurlar olacaktır. İleriye dönük ve kapsamlı bir anlaşma imzaladığınız sürece geçmişte takılı kalanlardan gelen gürültüyü duymazdan gelin. İran rejiminin yazdığı Vizyon 2030 belgesini okudunuz mu? Hayır, okumadınız. Çünkü yazılmadı.

İsrail toplumunun hangi tarafa yöneleceği halen belirsiz olmakla birlikte gerçek şu ki, binlerce İsraillinin mevcut hükümetin tutumlarına açıkça muhalefet etmek için özgürlüğünü kullanacak olması, İsrail’de daha ileriye dönük bir liderler grubuyla işlerin iyiye doğru gidebileceğine dair umut verici bir işaret.

Bu bağlamda ve bölgeyi etkileyen önemli meseleler açısından ABD; Çin ve Rusya’ya kıyasla daha önemli görünüyor

ABD politikasındaki tüm dalgalanmalara ve ABD’deki partizan bölünmenin iki yakasındaki liderlerin işlediği telafi edilemez hatalara rağmen, ABD halen hem askerî hem de ekonomik bakımdan bölgede ve dünyada en etkili ve güçlü ülke. Çin ve Rusya, bölgeyi ABD’ye bağlayan ilişki derinliğinden ve çeşitliliğinden yoksun. Avrupa ülkeleri de Ortadoğu’daki dosyaların çoğunda ikinci bir rol oynamaya devam edecektir.

Bölge hükümetleri, güvenlik ve savunma alanlarında ABD’nin eşsiz askerî gücüne güveniyor. Bu rolü oynayabilecek başka bir dış güç de yok. Bu hem ABD hem de DEAŞ gibi terör örgütlerinden, İran’dan ve onun Ortadoğu bölgesindeki vekillerinden gelen ortak tehditlerle karşı karşıya kalan Ortadoğu ülkeleri için faydalı bir şey.

Ayrıca ABD, dünyanın en güçlü ve canlı ekonomisine sahip olup, Koronavirüs salgını sırasındaki zorunlu kapanmadan sonra en hızlı toparlanan ekonomiydi. Son olarak ABD’nin yumuşak gücü, özellikle kültür, müzik, eğlence ve eğitim alanlarında bölge insanları için Çin ve Rusya’nın sunduklarına kıyasla daha cazip olmaya devam ediyor.

Bölge hükümetleri, güvenlik ve savunma alanlarında ABD’nin eşsiz askerî gücüne güveniyor. Bu rolü oynayabilecek başka bir dış güç de yok.

Ne olursa olsun ülkeniz ABD siyasetinde bir kum torbası olarak kullanılacak

Söz ucuzdur ve ABD’de seçim zamanı yaklaştıkça da ucuzluyor. Bir aynaya benzeyen ve ABD’deki siyasi söylemi şekillendirmeye devam eden sosyal medya, sözü daha da ucuzlatıyor. Tüm bunlar, ABD’deki tartışmalara bulaşan yeni oryantalizmin (şarkiyatçılığın) bir parçasıdır.

2016 seçim kampanyasında aday Donald Trump’ın “İslam’ın bizden nefret ettiğini düşünüyorum” dediğini hatırlıyor musunuz? Ya da daha sonra başkan olduğunda, Suudi Arabistan’ı ABD’nin desteğine bağımlı olduğunu söyleyerek eleştirdiğini? Tüm bunların üstesinden geldiniz ve Trump ve ekibiyle çalışmanın bir yolunu buldunuz.  

Siyasi tartışmalarda Suudi Arabistan’a dair bazı eleştiriler var. Ama çoğunlukla bu sesler, klinik bir analiz sunmayan düşüncesiz teorisyenler tarafından bastırılıyor.

Endişelenmeyin; yapay zekâ ve logaritma o kadar gelişti ki, yakında bu seslerin terini alacak.

Burada asıl nokta: Bir ülkeyle, başka bir ülkenin kolaylaştırdığı karmaşık diplomatik tartışmalara giriyorsunuz ve her iki ülke de kendilerine özgü pek çok zorluk ve iç ayrışmayla karşı karşıya. Bunun, İsrail’le tartışmaların hızını ve içeriğini belirlemesine izin vermeyin ve burada uygun koşullar altında başarılabilecek şeyleri gözden kaçırmayın.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in Araplara geri dönmesiyle elde edilenlerden daha fazlasına ulaşılabilir. Suriye rejimiyle normalleşme anlaşmasında olduğu gibi her şeyden boşuna vazgeçmeyin.

Ülkenizin çıkarlarını güvence altına almak için bu fırsatı değerlendirin. Ama bunu bölgeye ve halklarına azami faydayı sağlayacak şekilde yapın.

Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara

Robert Ford

2000 yılında, Bill Clinton'ın başkanlığının ikinci dönemi sona eriyordu ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Yaser Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamak için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Clinton ekibi önceki yönetimler gibi, iki devletli çözümün İsrail ile Arap devletleri arasında kapsamlı bir anlaşmanın önünü açacağına ve bölgede kalıcı istikrarı sağlayacağına inanıyordu. Son Camp David zirvelerinde Clinton, haritalar ve sınırlarla ilgili ayrıntılara bizzat daldı, Kudüs'teki belirli mahalleleri ve sokakları inceledi, Barak ve Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamaya çalıştı. Daha sonra Clinton, başarısızlığın sorumluluğunu Arafat'a yükledi, ancak yardımcısı Robert Malley'nin yeni bir kitabı bu değerlendirmeyi sorguluyor.

Bill Clinton iki devletli çözüm için çabalıyor

Clinton, iki devletli çözüm için çabalarken aynı zamanda Saddam Hüseyin'e Irak'ın kitle imha silahları programına ilişkin BM soruşturmalarıyla iş birliği yapması için baskı yapıyordu. Birkaç füze saldırısı düzenledi ancak bölgeye yönelik herhangi bir ABD kara müdahalesinden kaçındı. Selefi Başkan baba George Bush gibi, Clinton da bir rejim değişikliğine veya Irak'ın iç siyasetine müdahale etmeye istekli değildi. Bunun yerine, Bağdat'ın iş birliği yapmasını sağlamak için füze saldırıları ve sert yaptırımları tercih etti. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Iraklı siviller, özellikle de çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisine rağmen, Irak'a uygulanan yaptırımları savundu.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Başkan oğul George Bush, Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi

Bu arada, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İran'a karşı uzun süredir devam eden Amerikan düşmanlığını sürdürdüler. Bu düşmanlık, İran'ın Hizbullah ve Filistinli muhalif fraksiyonlara verdiği destek ile Tahran'ın kitle imha silahları programlarına olan ilgisine dair endişelerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle Clinton, 1995 yılında İran ile Amerikan petrol şirketi Conoco arasında imzalanması planlanan 1 milyar dolarlık anlaşmayı engelledi; dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu anlaşmanın ikili ilişkileri geliştireceğini umuyordu. Bunun yerine, Clinton yönetimi hem Irak hem de İran'a karşı “çift yönlü çevreleme” politikası kapsamında İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırdı.

ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)

Clinton, bölge ülkelerinde siyasi reformu desteklemekle ilgilenmiyordu. Nitekim 1994-1997 yılları arasında Cezayir'deki ABD Büyükelçiliği'nde çalışırken, teröristlerin ve güvenlik güçlerinin katliamlar işlediği dehşetli iç savaşın ortasında, Washington'daki hiçbir üst düzey yetkili Cezayirli yetkililerle temaslarında hükümetin suistimalleri konusunu gündeme getirmedi. Aynı durum Saddam Hüseyin'in Irakı gibi baskıcı rejimler için de geçerliydi. Daha sonra, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore ile Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek arasındaki özel ikili girişimi yöneten Amerikan ekibinin bir parçası olduğumda da ABD’nin odak noktası insan hakları değil, Mısır ekonomisinin liberalleştirilmesiydi. Washington'daki hakim görüş, bölgede kapsamlı bir barışın, sivil ve insan haklarına saygıdan ziyade ekonomik büyümeye bağlı olduğu ve bunun istenen istikrarı sağlayacağı yönündeydi.

11 Eylül her şeyi değiştiriyor

11 Eylül 2001'de yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne yol açan terör saldırılarından sonra, Başkan George W. Bush Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi. Beyaz Saray'ın Saddam Hüseyin'in el-Kaide ile ilişkisine dair güçlü bir kanıtı olmamasına rağmen, Saddam'ın bir gün el-Kaide ile iş birliği yapabileceği gerekçesiyle işgali haklı çıkarması dikkat çekicidir. Ortadoğu konusunda uzman iki kıdemli Amerikalı diplomat, William Burns ve Ryan Crocker, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ı Irak'ı işgal etmenin tehlikeleri konusunda ikna etmeyi başardılar, ancak Powell Bush'u ikna edemedi. Bush'un Amerikan askeri üstünlüğü sayesinde Irak ve Afganistan'da beklediği hızlı zafer ise bir yanılsamaydı.

Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi

Daha geniş bir bölgesel ölçekte, Bush yönetimi, baskıcı ve yolsuz hükümetlere karşı Arap sokaklarına hakim olan hayal kırıklığını terörün kaynağı olarak görüyordu. Clinton yönetiminin yaklaşımından önemli bir sapmayla Bush yönetimi, uzun süredir müttefik olanlar da dahil olmak üzere birçok hükümet üzerinde siyasi baskıyı yoğunlaştırdı. 2005 yılında, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Kahire'de bir insan hakları konferansına ev sahipliği yapmayı reddetmesi ve siyasi muhalif Eyman Nur'u tutuklamasının ardından Mısır ziyaretini iptal etti. 2002 yılında Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi'ni başlattı ve bölgede insan haklarını teşvik etme amacıyla başına Cumhuriyetçi Parti’ye sadık bir kişiyi atadı.

 ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)

2006 yılında büyükelçi olarak Cezayir'e döndüğümde, Washington ilk görevimden farklı olarak, Cezayirli yetkililerle temaslarında insan hakları ve sivil özgürlükler konularını gündeme getirmeye hazırdı. Bu girişim ayrıca, bağımsız gazeteler gibi Cezayir sivil toplum üyelerine işletme yönetimi ve örgütlenme konusunda eğitim verilmesini de sağladı. Ardından, 2008'de Bağdat'taki ABD Büyükelçiliğine döndüğümde, Irak'ta insan haklarını ve sivil toplumu teşvik etmeye yönelik yıllık bütçemiz 70 milyon dolara ulaşmıştı ve bu şaşırtıcı bir rakamdı. Ama ne yazık ki, bu paranın büyük bir kısmı bu konuda asla ciddi olmayan gruplara harcandı.

Obama, Bush'un politikasını değiştirdi

Barack Obama, Beyaz Saray’a girdiğinde Ortadoğu'daki savaşları sona erdirmeye kararlıydı. Bölgenin, ABD'nin yeniden şekillendiremeyeceği bölünmüş toplumlardan ibaret olduğu inancıyla hareket etti. Selefi Demokrat Başkan Bill Clinton'ın aksine, Obama İsrail-Filistin çatışmasını çözmekle pek ilgilenmedi. 2013 yılında ikinci Dışişleri Bakanı John Kerry'nin başlattığı girişime hiçbir destek sunmadı.

 Eski ABD Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters) ABD Eski Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters)

Buna karşılık, Obama ve ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bölgedeki zayıf yönetimi doğrudan istikrarsızlıkla ilişkilendirdiler. 12 Ocak 2011'de Clinton, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bir gün sonra ve Mısır ordusunun Kahire’deki ayaklanma sırasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i devirmesinden bir ay önce, Doha'da hükümet yolsuzluğunu ve baskısını eleştiren sert bir konuşma yaptı. Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi. Yıllar sonra, Oval Ofis'te onunla, bir ABD başkanının askeri müdahale niyeti olmamasına rağmen bir liderin istifa etmesini kamuoyu önünde talep etmesinin ne kadar akıllıca olduğu konusunu tartışmış, istifası istenen liderin böyle bir talebi görmezden gelmesinin başkanı nasıl zayıf göstereceğini ve iç muhalefete sahte bir umut vereceğini söylemiştim. Ancak Obama, bir ABD başkanının müdahale sözü vermeden insan haklarına saygı gösterilmesini kamuoyu önünde talep etmesi gerektiğinde ısrar etti. Ocak 2011'de Mübarek'ten istifa etmesini istemişti, ancak onu deviren Washington değil, Mısır sokağı ve Mısır ordusuydu.

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor

Arap Baharı Libya'ya uzandığında, Obama Mart 2011'de Muammer Kaddafi'ye karşı uluslararası müdahaleyi destekleyen bir lojistik ve istihbari rol oynamayı isteksizce kabul etti. Obama yönetimi yetkililerinden biri, ABD'nin Avrupalıları ve Arap müttefiklerini perde arkasından yönlendirdiğini söyledi. Hillary Clinton da 2012'de bana, askeri uzmanların Libya ordusunun birkaç hafta içinde çökeceğini tahmin ettiğini, ancak Kaddafi'nin isyancılar tarafından öldürülmesine kadar yedi ay süren bir mücadele yaşandığını söylemişti. Libya’da durumun yanlış yorumlanması, Irak Savaşı'nın anıları ve Beşşar Esed'e karşı herhangi bir müdahaleye yönelik iç siyasi desteğin yokluğu, Obama'yı 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanımına karşı çizdiği kırmızı çizgiyi savunmaktan kaçınmaya yöneltti.

Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Obama, sadece DEAŞ’a karşı güçlü bir şekilde müdahale etme konusunda istekli görünüyordu. Ancak yanlış yönlendirilmiş bir Amerikan politikasının örgüte ilk aşamalarında yardımcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2010 seçimlerinden sonra Washington'un Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'yi yeni bir dönem için güçlü bir şekilde desteklemesi gerektiğine karar verdi, çünkü Biden ve danışmanları, yalnızca Maliki'nin hızlı bir şekilde hükümeti kurabileceğine, istikrarı sağlayabileceğine ve Irak'taki Amerikan güçlerinin geleceği hakkında Washington ile müzakerelere olanak tanıyabileceğine inanıyordu. Ancak Maliki'nin Irak'taki Sünni topluluklara yönelik yenilenen baskısı, DEAŞ'ın üye kazanmasına ve 2013 ve 2014 yılları arasında batı Irak ve doğu Suriye'yi ele geçirmesine yardımcı oldu. 2014 ve 2016 yılları arasındaki Paris ve Brüksel saldırıları, Washington ve Avrupa başkentlerinde endişeyi artırdı. Libya'nın aksine, Obama, DEAŞ'a karşı uluslararası bir koalisyonu ön saflardan yönetmeye hazırdı.

Clinton'ın Doha konuşmasından ve Washington'un Libya'daki “arka plandan liderlik etme” yaklaşımından dört yıl sonra, Obama otoriter rejimlerle iş birliğine daha meyilli hale geldi ve Washington'dan gelen ciddi reform talepleri sona erdi. Yine de Obama, bu savaşta büyük kara birliklerini kullanma konusunda tereddüt ediyordu. Bu sebeple bu birlikler yerine, Amerikalılar Suriye'de Kürt liderliğinde kurulan bir milis gücüne ve Irak'taki Şii milislerle dolaylı koordinasyona güvendiler. Bu iş birliği, her iki ülkede de daha sonraki siyasi ve güvenlik sorunlarının doğrudan sebebi oldu.

Trump'ın politikası, Clinton'ın yaklaşımını yeniden şekillendiriyor

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor. Bu konuda Clinton, Obama ve Biden'a benziyor. Haziran ayında İran nükleer hedeflerine yönelik saldırıları güçlü ve hızlıydı ve hemen ardından müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu açıkladı. Trump, askeri güç dengesi zayıf bir devlet aleyhine olduğunda, anlaşmayı güvence altına almak için önemli tavizler vermek zorunda kalacağına inanıyor. Bu algı, Ukrayna'nın yanı sıra nükleer mesele konusunda İran için de geçerli. Ancak Trump'ın kavrayamadığı şey, daha zayıf tarafın dış destek arayışıyla veya rakiplerinin zayıflaması umuduyla beklemeyi tercih edebileceğidir. İran rejimi devrilmedikçe, Trump ne İran ile nükleer bir anlaşma imzalayacak ne de çok istediği Nobel Ödülü'nü kazanacaktır.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok

Aynı zamanda Trump, özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerle ticaret anlaşmaları yapmaya büyük bir gayret gösteriyor. Kendi girişimleri ve ortak ticari çıkarlar vizyonu, kalkınmaya odaklanan Gore-Mübarek Girişimi gibi ekonomik programların yerini aldı.

Ticari kazançlara odaklanma, küresel ölçekte insan haklarına yönelik sözlü desteği bile bir kenara itti. 2019'da Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi en sevdiği cumhurbaşkanı olarak tanımladı ki bu, ne George Bush, ne Obama, ne de Biden'ın yapacağı bir açıklama değildi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)

Geçen yıl Riyad'da düzenlenen bir konferansta Trump, bölgedeki ilerlemenin arkasında Batı müdahalesi, devlet kurucular veya Amerikalı neo-muhafazakarlar değil, bölge halkları olduğunu söyledi.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok. Bunun yerine, Gazze'de ateşkesin, dış denetim altında bir Filistin yönetimine doğru atılan küçük adımların ve oradaki yabancı ticari kalkınmanın Arap devletlerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna edeceğini umuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, diğer Arap devletlerinin, özellikle Körfez'dekilerin, hızla Suudi Arabistan'ın izinden gideceğini ve böylece kendisine Nobel Ödülü kazandıracağını varsayarak yanlış düşünüyor. Zira on yıllardır devam eden Amerikan mali ve askeri desteğinden sonra, İsrail bölgedeki baskın askeri güç haline geldi ve 1979'da olduğu gibi kendisini barış karşılığında toprak vermeye teşvik edecek hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Keza bazı Arap devletlerinin İsrail'in askeri tehditlerinden İran'dan korktukları kadar korktuğunu gösteren işaretler var. Yine de Trump ve ekibi, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme karşılığında toprak tavizlerini kabul edeceğine inanıyor. Bu, iyi düşünülmüş bir analiz değil, sadece bir umuttur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
TT

Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump'ın ekibi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun barış sürecini sabote etmek istediğini düşünüyor.

Kimliğinin açıklanmaması şartıyla Axios'a konuşan ABD'li yetkililer, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının gidişatının Trump ve Netanyahu arasında pazartesi günü yapılacak görüşmeyle belirleneceğini söylüyor.

Trump'ın ekibinin Netanyahu'nun süreçte atılması gereken adımları geciktirdiğini ve Gazze'ye yönelik askeri operasyonları tekrar başlatabileceğini düşündüğü aktarılıyor.

Adının gizli tutulmasını isteyen İsrailli bir yetkili de Netanyahu'nun ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio dahil Trump yönetimindeki üst düzey isimlerin desteğini kaybettiğini söylüyor.

Kaynaklar, Washington'ın bir an evvel anlaşmanın ikinci aşamasına geçilmesini istediğini belirtiyor.

Trump'ın damadı Jared Kushner'la ABD Başkanı'nın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un ikinci aşamaya geçiş için Türkiye, Mısır ve Katar'la yakın çalıştığı aktarılıyor. Ancak Netanyahu'nun planla ilgili Kushner ve Witkoff'la anlaşmazlık yaşadığı ifade ediliyor.

Öte yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) ateşkes ve rehine takası anlaşmasına rağmen Gazze'de saldırıları sürdürmesinin Washington'da olumlu karışlanmadığı belirtiliyor.

Kimliğinin paylaşılmamasını isteyen Beyaz Saray'dan bir yetkili, "Bazen sahadaki IDF komutanlarının önüne gelene ateş etmeye meraklı olduğunu düşünüyoruz" diyor.

Witkoff ve Kushner, geçen hafta Miami'de düzenlenen toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati'yle bir araya gelmişti.

Axios'un aktardığına göre taraflar, Trump - Netanyahu toplantısı öncesi ele alınacak konuları belirledi. Bunlar arasında İsrail'e ateşkese uyma ve sivil kayıpları önleme çağrısı yapılmasının yanı sıra Gazze'nin Mısır sınırındaki Refah kapısının açılmasının sağlanması da yer alıyor. Ayrıca ABD Başkanı'nın Batı Şeria'daki yasadışı yerleşimlerle ilgili endişelerini dile getirmesi bekleniyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

İkinci aşamadaysa Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü'nün (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Independent Türkçe, Axios, Times of Israel


Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)
TT

Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)

Kurtarma ekiplerinin açıklamasına göre dün, Guatemala'nın batısındaki bir otoyolda yolcu otobüsünün uçuruma yuvarlanması sonucu en az 15 kişi hayatını kaybetti.

Gönüllü itfaiye sözcüsü Leandro Amado gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bu trafik kazasında 15 kişi hayatını kaybetti" dedi. Yaklaşık 20 yaralının yakındaki hastanelere kaldırıldığını belirten Amado, ölenler arasında 11 erkek, üç kadın ve bir çocuğun bulunduğunu belirtti.

Otobüs, henüz bilinmeyen bir nedenle yaklaşık 75 metre derinliğindeki uçuruma yuvarlandı.

Guatemala'da ölümcül trafik kazaları sık sık yaşanıyor. Şarkul Avsat’ın edindiği bilgiye göre şubat ayında, Guatemala şehrinin kuzey eteklerinde bir yolcu otobüsü uçuruma yuvarlanmış ve 54 kişi hayatını kaybetmişti.