İnsani başarıya ulaşmış küreselleşme

Toplumsal boyutu dikkate alınmadan kârlılığı ön plana çıkarsa da küreselleşme süreci daha bitmedi

Bazı çevreler, küreselleşmenin büyük kapitalist ülkeler tarafından yönlendirildiğini ve yönetildiğini düşünüyor (Reuters)
Bazı çevreler, küreselleşmenin büyük kapitalist ülkeler tarafından yönlendirildiğini ve yönetildiğini düşünüyor (Reuters)
TT

İnsani başarıya ulaşmış küreselleşme

Bazı çevreler, küreselleşmenin büyük kapitalist ülkeler tarafından yönlendirildiğini ve yönetildiğini düşünüyor (Reuters)
Bazı çevreler, küreselleşmenin büyük kapitalist ülkeler tarafından yönlendirildiğini ve yönetildiğini düşünüyor (Reuters)

Nebil Fehmi

‘Küreselleşme’ olarak adlandırılan teori ve uygulamalar, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Batılı ülkelerin kapitalist eğilimlerinin hegemonyasının artması ve piyasa ekonomisinin kıtalara ve denizlere yayılmasıyla birlikte son otuz yıl içinde yaygın hale geldi. Bu uygulamalar, özellikle Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve daha sonra Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi ekonomi ve ticaret kurumları olan Bretton Woods kurumlarının çatısı altında hayata geçirildi.

Küreselleşmenin merkezinde, ürünlerin pazarlara karşılaşabilecekleri en az engelle taşınması, böylece ekonomik çarkın dönmesi ve yüksek verimlilik sağlanarak kar ve kazanç elde edilmesi şartıyla ekonomik sistemin güvence altına alınmasına ve hammaddeler, ürünler ve gıda tedarik zincirlerine öncelik verilerek pazarların birbirine entegre edilmesini öngören bir Batı felsefesi yer alıyor. Yüksek verimlilikle hammaddeyi en iyi fiyata elde edip, farklı kalitelerde, en düşük maliyetle üretilmesi ve daha sonra bunları uygun ve cazip fiyatlarla pazarlara sürerek daha fazla kar elde edilmesi amaçlanıyor. Böylece küreselleşmenin kâr elde etmeye yönelik iki temel unsuru olan ‘entegrasyon ve ekonomik verimlilik’ sağlanıyor. Batılı birçok ülke, siyasi sorunlar ne kadar ciddi olursa olsun, ekonomi çarkını döndürmeye devam etmek için siyaseti, ekonomiyi ve ticareti birbirinden ayırarak küreselleşmeyi ve pazar ekonomilerini destekleme çağrısında bulundu.

Başta gelişmekte olan ülkelerde ya da bir başka deyişle Güney ülkelerinde bazı çevreler, küreselleşmenin büyük ekonomilerin ve şirketlerin çıkarlarını sağlamak amacıyla büyük kapitalist ekonomilere sahip ülkeler tarafından yönlendirildiğini ve yönetildiğini düşünüyorlar. Küreselleşme, büyük ve güçlü kuruluşların kaynak elde ederek ve ürünleri küresel olarak pazarlayarak küreselleşmeden çıkar sağlayabilmeleri nedeniyle daha kolay bir deneyimdi.  Küreselleşmeyle yalnızca büyük ekonomilere sahip ülkelerin ilgilendiğini ya da diğer ülkelerin bundan faydalanmadığını iddia edenler yanılıyorlar.

Örneğin Hindistan ekonomisi 1980 ile 1990 yılları arasında yüzde 3,5 oranında büyüme kaydederken teknolojiye ulaşma, işsizliği oranlarını azaltma, yenilikçilik ruhunu güçlendirme, insanların hayat şartlarını iyileştirme, yeni pazarlara açılma ve yeni başarıların teşvik edilmesi sayesinde bu oran 2002 ile 2012 yılları arasında yüzde 7,7'ye çıktı. Bu oran yabancı yatırımların artması sonucunda ise 2005 ile 2008 yılları arasında yüzde 9,5'e kadar yükselmişti. Öyle ki birçok kişi, zengin ve gelişmiş sanayi ülkeleriyle karşılaştırıldığında küreselleşmeden en çok yararlanan ülkenin Hindistan olduğunu düşünüyor.

Pazar ekonomisinin dışında kalan ya da bu konuda fazla hevesli olmayan ülkeler, küreselleşme sürecinden yararlandı. Çünkü bu ülkeler, küreselleşme karşıtı bir tutum sergilemeyip, risklerden korunarak ekonomisini kısmen ya da kademeli olarak fayda sağlamaya yönlendirdiler. Diğer bir örnek olarak şirketlerinin karlılığını, performans verimliliğini, özelleştirilmesini ve kurumsallaşmasını benimseyen Çin'i gösterebiliriz. Çin, devlet mülkiyetindekiler de dahil olmak üzere özel sektörü ekonomi alanlarında teşvik ederek ve pazarlarını kontrollü olarak dünyaya açarak ekonomi bakımından Japonya ve Almanya’yı geçtikten sonra ABD ile rekabet eden bir ülke hale gelmesini sağlayan yüksek büyüme oranları kaydetti.

Öte yandan Çin'in ve Asya ile Latin Amerika'daki birçok ülkenin kaydettiği yüksek büyüme oranları çerçevesinde ülkeler arasında ekonomi açısından farklılıkların azaldığını öne sürerek küreselleşme çağında gelişmekte olan ülkelerin (Güney ülkeleri) sanayileşmiş ülkelere kıyasla daha fazla fayda sağladığını savunanlar da var.  Birleşmiş Milletler’in (BM), yoksulluğu yüzde 50 oranında azaltma hedefine 2010 yılında (hedeflenen tarihten beş yıl önce) ulaşılırken 2050 yılında Afrika dışında yoksulluğun küresel olarak tamamen bitmesi bekleniyor.

Bense küreselleşmenin ekonomik büyümeye yardımcı olduğu ve dolayısıyla ülkelerin ve toplumların büyük çoğunluğuna fayda sağladığına, ancak saf kârlılığın, özellikle sosyal boyutlar dikkate alınmaksızın yalnızca ekonomik oranlara göre tahmin edildiğine inanıyorum.

Şirketlerin ekonomi ve ticaret bakımından değerlendirilmesi kazançla (finansal getiri) bağlantılı olduğundan rekabete ayak uyduramayanların içinde bulunduğu zor koşullara yeterince dikkat edilmiyor. Bu aynı zamanda son dönemde hayat standardını yükseltmek ve dolayısıyla piyasaları desteklemek amacıyla giderek daha fazla ilgi görmeye başlayan bir konu olduğundan önde gelen kapitalist iktisatçıların Dünya Bankası’nda reform yapılmasına ve kalkınmanın desteklenmesinde daha aktif hale getirilmesine yönelik önlemler talep etmesine neden oldu.

Batılı önde gelen ekonomistlerin, sosyalist ya da merkezi ekonomilerin zaferi ya da gelişmekte olan ülkelerin kaygısı nedeniyle değil birbiriyle alakasız iki mesele nedeniyle geleneksel küreselleşme çağının sona erdiğini sık sık dile getirmeleri oldukça çarpıcı ve dikkat çekici. Söz konusu meselelerin birincisi koronavirüs (Kovid-19) salgını, diğeri ise Ukrayna krizidir. Bu iki mesele, en düşük maliyetle ve yalnızca küreselleşme ve piyasaların birbirine entegre edilmesi sonucunda daha verimli ekonomik performans elde etme çabasında temel bir eksikliği gözler önüne serdi.

İlaç üretiminde kullanılan hammaddeler dünyanın dört bir yanına dağıldığı ve milli kapasitelerin yeterli olmadığı ortaya çıktıktan sonra hastalık için geliştirilen aşıları kontrol altına almaya çalışan tecritçi ve milliyetçi hareketlere tanık olduk. Salgın sırasında yaşanan ulaşım sorunları, Ukrayna ile ilgili kutuplaşma ve gelişmiş elektronik çiplerin temininde karşılaşılan zorluklar ve gıda fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle ürün tedarik zincirleri de sekteye uğradı. Rusya ile ticaret ve ekonomi alanlarında iş birliği yapanlara siyasi yaptırımlar uygulandı, küresel ekonomi küçüldü ve özellikle ticaret açığı veren ülkelerde enflasyon oranları yükseldi.

Bahsi geçen ekonomistler, ‘ülke sınırları dışındaki imalatta ekonomik verimliliğe ve artan ilgiye’ öncelik vermek yerine ‘ulusal ve öz-ekonomik’ dayanıklılığa, esnekliğe ve sağlamlığa geri dönmenin ya da bir başka deyişle beklenmedik zorluklara dayanma ve üretim zincirlerini güvence altına alma kabiliyeti kazanmanın önemini vurguladılar. Hatta bazıları dünyanın ‘parçalı küreselleşmeye’ doğru ilerlediğini dahi savundu. Bu da mümkün olduğunca ‘birbiriyle benzer ve dostane’ görüşlere sahip ülkeler arasında uluslararası kaynaklar ve seçenekler elde edilmesini yanı sıra ihtiyaçların stratejik bir değerlendirmesinin yapılması ve komşu bölgelerde artan stoklarla daha büyük bir hammadde rezervi edinmek demektir.

Tüm bu olasılıklarda siyaset, ekonomi ve piyasalar arasında yerel, bölgesel ve uluslararası düzeyde belli bir düzeyde örtüşme söz konusu. Daha doğrusu bu örtüşme, Batı ülkelerinde ve özellikle ulusal merkez bankaları aracılığıyla mevcuttu. Bunun yanında sık sık diğer ülkelere ekonomik yaptırımlar uygulamaya başvurulması da bunda etkili oldu. Ukrayna krizi, Batı ülkelerinin bazı malları sübvanse etmek, vatandaşlarını memnun etmek ve dış politikalara verdileri desteği güvence altına almak amacıyla müdahalede bulunan piyasa ekonomilerini benimsemelerinin bir örneğiyken Rusya ile yaşanan gerilim ve Batı-Çin çekişmesiyle başa çıkmak ve Çin’e teknoloji transferini ve ürünlerinin sürüldüğü açık pazarları kısıtlamaya çalışmak için müdahalede bulunmaları siyaset ile ekonomiyi birbirine karıştırmalarının bir başka örneğidir.

Küreselleşmenin, özellikle de ekonomik büyüme oranlarının artmasında çok faydalı olduğunu düşünenlerden biriyim ve toplumsal boyutu hesaba katmadan kârlılığa dayanan ve buna öncelik veren herhangi bir sistemin yansımalarını tam olarak anlıyor ve takdir ediyorum. Öte yandan küreselleşme döneminin bittiği söylemlerine katılmıyorum. Geriye dönüş yok, değişmek, gelişmek çok doğal bir şey ve ben bunu istiyorum. En iyi küreselleşme herkesi kapsayan, kapsamlı ekonomik ve sosyal bir yaklaşımdır. Bir bireyin, ekonomik kurumun veya belirli bir ülkenin kârlılığına ağırlık vermenin yararlı değil, aksine uzun vadede zararlı olduğuna inanıyorum.

Daha önce ilişkilerin ve dostlukların düzeyi ne olursa olsun, herhangi bir kişiye, kuruluşa ya da ülkeye çok fazla güvenmekten kaçınmak gerektiği konusunda çok şey yazdım ve belirttim. Çünkü en iyi arkadaşlar ya da aile fertleri arasında bile önceliklerin farklılaştığını görmek son derece doğal.

Fırsatların ve seçeneklerin çoğaltılması için herhangi bir kararın ulusal, bölgesel ve uluslararası hesaplara, yeteneklere ve değerlendirmelere yüzde 30 oranında dayanması gerektiğini kategorik olarak önerdiğimden meşru olan çerçeve içinde kaldıkları ve tekelci politikalardan kaçındıkları sürece ekonomik kaynakları ve bileşenleri stratejik olarak güvence altına almaya yönelik girişimlerle ilgilenmiyorum.

Fakat ekonomik blokların bazı şirketler ya da ülkeler arasında anormal bir şekilde çoğalmasına, hammadde tedarikini kontrol etme, bunları kimin alacağını belirlemenin yanı sıra haksız ya da adaletsiz bir şekilde başkalarının pahasına fiyatlarını kendi çıkarlarına göre kontrol etme arzusunu yansıtan girişimlere ve uygulamalara karşı açık ve güçlü bir uyarıda bulunmak istiyorum. Çünkü tekelci uygulamalar her türlü ekonomik sistemi çökertiyor, meşru rekabeti engelliyor, ticareti ve ekonomiyi siyasileştiriyor ve onlarca yıldır acısını çektiğimiz başarısız siyasi kutuplaşmanın yanı sıra ölümcül ekonomik kutuplaşmalara yol açıyor.

Gelişmekte olan ülkeler ile küçük ve orta ölçekli ekonomik kuruluşların, karşılaştıkları sorunların ve zorlukların daha da ağırlaşmaması için bu konuların dikkatli bir şekilde takip edilmesi gerekiyor. Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik tedarik ve üretim zincirinde daha önde ve daha önemli bir rol oynamasını sağlamak için Dünya Bankası ile uluslararası ve bölgesel finans kuruluşlarından ulusal, bölgesel ve uluslararası katkılar arasında dengeyi sağlamak için sadece hammadde ve ucuz işgücü sağlamanın ötesine geçecek şekilde ciddi ve iddialı programlar sunulması istenmeli. Sürdürülebilir, kalkınmaya dayalı ve başarılı bir uluslararası ekonomik sistem için tüm bunların olması gerekiyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



BM, İsrail'in Golan Tepeleri'nden çekilmesini talep eden kararı kabul etti

Golan Tepeleri'nde bulunan Kuneytra geçiş noktası yakınlarındaki Birleşmiş Milletler Ateşkes Gözlem Gücü (UNDOF) karakolunda bir tabelanın yanında duran iki İsrail askeri. (EPA)
Golan Tepeleri'nde bulunan Kuneytra geçiş noktası yakınlarındaki Birleşmiş Milletler Ateşkes Gözlem Gücü (UNDOF) karakolunda bir tabelanın yanında duran iki İsrail askeri. (EPA)
TT

BM, İsrail'in Golan Tepeleri'nden çekilmesini talep eden kararı kabul etti

Golan Tepeleri'nde bulunan Kuneytra geçiş noktası yakınlarındaki Birleşmiş Milletler Ateşkes Gözlem Gücü (UNDOF) karakolunda bir tabelanın yanında duran iki İsrail askeri. (EPA)
Golan Tepeleri'nde bulunan Kuneytra geçiş noktası yakınlarındaki Birleşmiş Milletler Ateşkes Gözlem Gücü (UNDOF) karakolunda bir tabelanın yanında duran iki İsrail askeri. (EPA)

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu dün akşam, İsrail'in 1967'de işgal ettiği ve 1981'de ilhak ettiği Golan Tepeleri'nden çekilmesini talep eden bir karar aldı.

Karar, 123 lehte, İsrail ve ABD dahil 7 aleyhte ve 41 çekimser oyla kabul edildi.

Golan Tepeleri, yaklaşık 60 kilometre uzunluğunda ve 25 kilometre genişliğinde stratejik bir kayalık platodur. İsrail, 1967'de burayı ele geçirdi ve 1981'de ilhak etti; ancak bu adım uluslararası alanda tanınmadı.

Genel Kurul kararı, İsrail'in 1981 yılında ‘işgal altındaki Suriye Golan'ına kendi kanunlarını, otoritesini ve yönetimini dayatma’ kararının ‘geçersiz ve hükümsüz’ olduğunu belirtti ve bu kararın iptalini talep etti.

rg
Golan Tepeleri'ndeki Kuneytra geçiş noktasında bir İsrail askeri (Arşiv – Reuters)

Kararda, BM Genel Kurulu'nun İsrail'e Suriye ve Lübnan ile müzakereleri yeniden başlatması ve önceki taahhüt ve vaatlerine uyması çağrısında bulunduğu da belirtildi. Ayrıca İsrail'in işgal altındaki Suriye Golanı'ndan 4 Haziran 1967 sınırlarına çekilmesi talep edildi.

193 üyeli BM Genel Kurulu tarafından çıkarılan kararlar yasal olarak bağlayıcı olmasa da, sembolik bir ağırlığa sahip ve küresel kamuoyunu yansıtıyor.

X platformunda oylama hakkında yorum yapan İsrail'in BM Daimî Temsilcisi Danny Danon şunları söyledi: “Genel Kurul, gerçeklikten ne kadar kopuk olduğunu bir kez daha kanıtladı. İran ekseninin suçları ve Suriye'deki milislerin tehlikeli faaliyetleriyle ilgilenmek yerine, İsrail'in vatandaşlarını koruyan hayati savunma hattı olan Golan Tepeleri'nden çekilmesini talep ediyor. İsrail 1967 sınırlarına geri dönmeyecek ve Golan'ı asla terk etmeyecek.”


Rubio: Amerika ile Rusya arasında Ukrayna konusunda yapılan görüşmelerde bazı ilerlemeler kaydedildi

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio (AFP)
TT

Rubio: Amerika ile Rusya arasında Ukrayna konusunda yapılan görüşmelerde bazı ilerlemeler kaydedildi

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio (AFP)

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, dün yayınlanan bir röportajında, Ukrayna ile savaşı sona erdirmek için Rusya ile yapılan görüşmelerde "bazı ilerlemeler" sağlandığını söyledi.

Rubio, Fox News’te yaptığı açıklamada, "Yapmaya çalıştığımız şey, bu konuda bir miktar ilerleme kaydettiğimizi düşünüyorum, Ukraynalıların gelecekte güvenlik garantisi sağlayacak şekilde yaşayabilecekleri şeyleri bulmaktır" dedi. ABD'nin, anlaşmanın onlara "sadece ekonomilerini yeniden inşa etmelerine değil, aynı zamanda bir ulus olarak refaha kavuşmalarına da olanak sağlayacağını" umduğunu belirtti.


Sudan, Rusya'ya silah karşılığında deniz üssü ve altın teklif ediyor

TT

Sudan, Rusya'ya silah karşılığında deniz üssü ve altın teklif ediyor

Sudan, Rusya'ya silah karşılığında deniz üssü ve altın teklif ediyor

Amerikan yönetimi Sudan’daki çatışmanın taraflarına ülkedeki savaşı durdurmaya yönelik bir yol haritasını kabul ettirmeye çalışırken, ABD ve Sudanlı kaynaklar, Port Sudan yönetiminin Rusya’dan silah desteği almak için Moskova ile temas kurduğunu bildirdi. Kaynaklara göre Port Sudan, gelişmiş silahlar karşılığında Rusya’ya Kızıldeniz kıyısında deniz üssü kurma imkânı ve maden ile altın yatırımları teklif etti. Bu durum, Sudan’daki savaşın, küresel ölçekte kritik öneme sahip deniz geçişlerinden birinde, ABD baskıları ile Rusya’nın cazip teklifleri arasında daha geniş bir güç mücadelesine dönüşmesi riskini artırıyor.

Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak, ABD’nin Sudan’da ateşkes için hazırladığı yeni öneriye ilişkin daha fazla ayrıntı ortaya çıktı. Teklifin, İslamcı akım ve Müslüman Kardeşler’i dışarıda bırakan, askeri, insani ve siyasi alanları kapsayan üç paralel yol haritası içerdiği belirtildi.

Rusya için deniz üssü ve altın

ABD’nin yoğun diplomatik girişimleri sürerken, Wall Street Journal dün yayımladığı haberinde, geçici başkent olarak Port Sudan’ı kullanan hükümetin Rusya’ya Kızıldeniz kıyısında deniz üssü kurma ve maden ile altın alanlarında yatırım yapma teklifinde bulunduğunu aktardı. Habere göre bu teklif, Sudan ordusunun Rusya’dan gelişmiş silahlarla yeniden donatılması karşılığında yapıldı.

fvbg
Kızıldeniz'deki Port Sudan limanı (Getty Images)

Gazetenin adını vermediği Sudanlı yetkililere dayandırdığı habere göre, Sudan’ın Rusya’ya ilettiği teklif, 25 yıllık bir anlaşmayı kapsıyor. Buna göre Rusya, Port Sudan Limanı’nda veya Kızıldeniz kıyısındaki başka bir deniz tesisinde, aralarında nükleer güçle çalışan savaş gemilerinin de bulunduğu dört deniz unsurunu ve en fazla 300 askeri konuşlandırabilecek.

Amerikan gazetesi, böyle bir üssün Rusya’ya Süveyş Kanalı üzerinden geçen ve küresel ticaretin yaklaşık yüzde 12’sini oluşturan deniz hattını izleme imkânı vereceğine dikkat çekti.

ABD uyarısı

Gazete ayrıca, üst düzey bir ABD yetkilisinin, Port Sudan ya da Libya’da kurulacak bir Rus askeri üssünün Moskova’nın güç kullanma kapasitesini artırabileceği ve daha az kısıtlamayla hareket etmesine yol açabileceği uyarısında bulunduğunu aktardı. Emekli Tümgeneral Mark Hicks’in değerlendirmesine göre ise böyle bir deniz üssü, Rusya’nın uluslararası konumunu güçlendirecek ve bölgedeki nüfuz alanını genişletecek.

fv
Sudan Ordusu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)

Bu gelişme, Port Sudan’daki askeri yönetimin yeni silah kaynakları arayışını sürdürdüğü bir dönemde ortaya çıktı. Gazetenin adını açıklamadığı bir Sudanlı yetkili, ülkenin gelişmiş silah sistemlerine ve hava savunma kapasitesine ihtiyaç duyduğunu, ancak bu tür bir anlaşmanın ABD ve Avrupa Birliği (AB) ile sorun yaratabileceğini belirtti.

Gazetenin değerlendirmesine göre Washington, savaşı durduracak ve sivil yönetime geçiş sürecini başlatacak bir yol haritasına odaklanırken, Port Sudan yönetimi ise Rusya ile yakınlaşmanın getireceği askeri ve ekonomik kazanımları önceliklendiriyor.

Ateşkes ve uluslararası mekanizma

Bu çerçevede, ABD’nin Sudan’da ateşkese yönelik yeni önerisine ilişkin ayrıntılar da ortaya çıkmaya devam ediyor. Al Arabiya’ya konuşan kaynaklar, teklifin askeri, insani ve siyasi başlıklardan oluşan üç paralel süreci kapsadığını ve İslamcı akım ile Müslüman Kardeşler’in bu süreç dışında tutulduğunu aktardı.

Mısır kaynaklarına dayandırılan habere göre, askeri başlık, ülke genelinde kapsamlı bir ateşkesi öngörüyor. Buna göre ateşkesten sonra geniş ölçekli bir insani operasyon başlatılacak, yardım kuruluşlarının erişimi sağlanacak ve temel hizmetler yeniden tesis edilecek. Ayrıca ateşkesi denetlemek üzere, sahada gözetim mekanizmalarına sahip bir uluslararası komite kurulması planlanıyor. Bu komite, insani koridorların güvenliğini sağlamak, sivilleri korumak ve olası ihlalleri takip etmekle görevlendirilecek.

cdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump’ın Arap ve Afrika İşlerinden Sorumlu Başdanışmanı Massad Boulos (AFP)

İnsani sürecin başarısı, ateşkesin kalıcılığına ve yardımın ülke geneline etkin biçimde ulaşmasına bağlanıyor. Buna göre sağlam bir ateşkes, insani operasyonların başlaması için temel koşul olacak; bu da yardım ekiplerinin erişimini kolaylaştırarak yerinden edilmiş kişiler ile mültecilerin güvenli dönüşü için gerekli ortamın hazırlanmasına katkı sağlayacak.

Siyasi sürece ilişkin öneri ise eski rejim mensupları ve İslamcılar hariç, sivil güçlerin öncülüğünde bir geçiş süreci öngörüyor. Bu süreç, ordunun ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) ateşkese onay vermesiyle eş zamanlı olarak başlayacak ve savaşın sonlandırılmasına giden yolun ilk adımını oluşturacak.

Askeri alanda kapsamlı reform

Yol haritası ayrıca kapsamlı bir askeri reform sürecini de içeriyor. Buna göre Sudan İslami Hareketi ve Müslüman Kardeşler çizgisine yakın isimlerin ordu ve güvenlik kurumlarından çıkarılması, silahlı grupların entegrasyonu ve iki tarafla birlikte savaşan milis yapılanmalarının tasfiyesi planlanıyor. Amaç, sivil otoriteye tabi, birleşik ve profesyonel bir ordu ile yeniden yapılandırılmış güvenlik kurumları oluşturmak. Bu süreçte karar merciinin ordu veya HDK olmayacağı özellikle vurgulanıyor.

Öte yandan, eylül ayında ABD’li arabulucu Massad Boulos tarafından sunulan planın, Sudan hükümeti ile HDK temsilcilerine ateşkes ve kapsamlı bir insani süreç önerdiği biliniyor. Ancak Boulos 25 Kasım’da her iki tarafın da plana henüz onay vermediğini açıklamıştı.

Boulos o dönemde yaptığı açıklamada, tarafların ateşkesi ‘ön koşul olmadan’ kabul etmesinin önemine dikkat çekmiş; bunun can kayıplarını azaltmak, siyasi sürecin yeniden başlamasını sağlamak ve ülkenin sivil yönetime geçişi için gerekli koşulları oluşturmak açısından kritik olduğunu ifade etmişti.