Türkiye’de son dönemde yaşanan mülteci ve yabancılara yönelik bir dizi saldırı, bireysel olaylar ve sıradan kavgalar gibi görünse de özellikle Araplara yönelik ırkçı bir eğilimin arttığı gözleniyor.
Buna benzer olaylar her gün dünya genelinde yaşanıyor, ancak Türkiye’de sosyal medya platformlarında ırkçılığın yayılma hızı bazı soruları akla getiriyor.
Türkiye’deki aşırı milliyetçilerin, sokakları Araplara karşı harekete geçirmeyi başarıp başaramayacağı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin, kendisine büyük bir meydan okuma oluşturan bu eğilime karşı koymak için ne yapacağı merak konusu.
Arap nefretine yönelik bu benzeri görülmemiş kışkırtma eylemleri ışığında akla gelen en önemli soru ise şu;
Hükümet, muhalefet ve Türk halkının geniş bir kesiminin mülteciler konusundaki baskısını hafifletmek için bu olaylara göz yummak zorunda mı kaldı?
Mayıs ayındaki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri döneminde yabancılara yönelik tepkiler daha da arttı.
Muhalefet ise Suriyeli mülteciler ve Türk vatandaşlığına sahip Araplar konusunu iktidara karşı bir baskı aracı olarak kullanıyor.
Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de kalmasına yönelik düşmanca söylemler sıradan hale geldi ve bu söylemler karşısında sükûnet ifadeleriyle, Suriyelilerin ülkelerine güvenli bir şekilde geri dönmelerine yönelik çabaların yürütüldüğü açıklandı.
Sığınmacı ve mültecilere yönelik ırkçılık yayılarak, Arap sakinler ve turistleri de kapsayacak şekilde genişledi ve her yerde, özellikle de toplu taşıma araçlarında Arapça konuşma konusunda korkuya kadar ulaştı.
Ülkelerinde ırkçılığın başka bir biçiminden muzdarip olan çok sayıda Türk muhafazakâr da dahil, çok sayıda kişi bu olumsuz durumdan etkilendi.
Bir dönüm noktası
Mayıs ayında düzenlenen seçimlerin ikinci turunda, Türkiye’deki ‘ırkçılık’ konusu bir dönüm noktasını temsil ediyordu.
Araplara yönelik münferit saldırı ve hakaret olayları sosyal medya platformlarında hızla yayıldı ve seçimlerden sonra bazen turistlerin de darp edildiği bir noktaya ulaştı.
Laik muhalefet, mülteci ve yabancılar kartıyla seçimi kazanmayı başaramasa da aşırı milliyetçilerle birlikte, Türkleri baskı altına alan ekonomik krizden yararlanarak, toplumu bu konuda etkiledi.
İktidar partisi, hükümetin seçimlerden sonra aldığı, yasadışı göçmenleri ve ikamet şartlarını ihlal edenleri sınır dışı etmeye yönelik kararları da içeren bir dizi adımla, bu kartı muhalefetin elinden almak için çalıştı.
Şu anda yabancılar ve Arap turistlerin güvenliğini sağlama becerisi ve ırkçılık karşıtı bir yasa çıkarmama nedeni de merak edilen bir diğer soru.
Muhalefet partileri, son üç yılda ekonomik baskıların artmasına paralel olarak, başta Suriyeli mültecilere, ardından genel olarak Araplara yönelik sosyal medya platformlarında kampanyalar başlattı.
Bu kampanyalar, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu sırasında, muhalefetin adayı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanması halinde Suriyelileri derhal sınır dışı edeceğine söz vermesiyle hız kazandı.
Muhalefet seçimleri kaybettikten sonra, Türkiye’deki Suriyeli ve yabancı mülteciler konusunu, Erdoğan ve partisine 31 Mart’ta yapılması beklenen 2024 yerel seçimlerine kadar baskı yapmak için bir kart olarak kullanmaya devam ediyor.
Geçtiğimiz günlerde, Trabzon’da meydana gelen Kuveytli turist Muhammed Raşid El-Ajmi’ye yönelik saldırı, Türkiye ve Arap ülkelerinde sosyal medyada gündemini uzun bir süre meşgul etti.
Bu olaydan önce, İstanbul’da bir Fas vatandaşının taksi şoförüyle yaşadığı tartışma sonucu hayatını kaybetmesi, Fas ve Körfez ülkelerinde ‘Türkiye turizmini’ boykot çağrılarına yol açtı.
Bundan önce de iki Yemenli çocuk, bir Türk çocuğuyla tartıştıkları için bir sitede Türkler tarafından dövülmüştü.
Nefret kampanyaları
Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda, bu durumu seçim kampanyasının en önemli konusu haline getirdi.
Milliyetçi Zafer Partisi’nin Genel Başkanı Ümit Özdağ Suriyeliler, Araplar, Afganlar ve genel olarak yabancıların varlığına karşı durarak bu olaylarda etkili oluyor.
Özdağ, iki yıl önce başlattığı göçmen ve sığınmacı karşıtlığıyla Türkiye’nin yaşadığı ekonomik sorunların nedeninin onlar olduğunu öne sürdü ve Suriyeliler, Afganlar ve diğer yabancıların ülkeden sınır dışı edilmesi çağrısında bulundu.
AKP Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay, bu eylemlerle sadece Türklerde Araplara karşı bir nefret duygusu oluşturma değil, aynı zamanda Arap turizmi veya sermaye yatırımlarının Türkiye’den uzaklaşmasının hedeflendiğini vurguladı.
Aktay, kısa bir süre önce kaleme aldığı makalede şu ifadeleri kullandı;
İptal edilen sadece turistik seyahatler değil, birçok sermaye yatırımı da Türkiye’deki azgın ırkçılar yüzünden rota değiştirmiş bulunuyor. Sektörün içinde olmayanların da bu ırkçı söylemler yüzünden sadece bu yaz içinde ödedikleri bedelin maddi karşılığının en az 5 milyar doları bulmuş olduğunu söyleyelim.
Hükümete yakın medya kuruluşları da Türkiye’deki bu eylemler ve bunların Arap dünyasındaki yansımaları nedeniyle bir milyar dolarlık Körfez sermayesinin Türkiye’den çekileceğini öne sürdü.
Gazeteci Erem Şentürk, Türkiye’de yabancı karşıtı kişilerin bu saldırıları ve ırkçılığın turizme zarar verdiğini ve Arap düşmanlığını artırdığını belirtti.
Şentürk, X hesabından yaptığı paylaşımda, FETÖ, DEAŞ, PKK ve ırkçı çetelerin Türkiye’de iç savaş çıkarmaya çalıştığını öne sürerek, bu konuyla mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı.
Ekonomik kriz
Suriyeli, Arap ve yabancı karşıtı adımlarda Türkiye’deki ekonomik durum bahane edildi.
Düşük ücretle, sigortasız çalışmayı kabul ettikleri için birçok sektörde yaşanan işsizlikten mülteciler sorumlu tutuldu.
Ayrıca Suriyeli mültecilerin, maddi destek aldığı ve sağlık hizmetlerin ücretsiz yararlandığı da iddia edildi.
Nefret ve kışkırtma eylemleri, ilk olarak Suriyelileri hedef alarak başladı ve Türkiye’nin 2016 yılında Suriye’nin kuzeyine askeri operasyon başlatmasıyla iyice arttı.
Türkiye, daha önce Filistinli ve Iraklı mültecileri, Arap Baharı’ndan sonra da Yemenlileri, Tunusluları, Libyalıları ve Mısırlıları kabul etmişti.
Ancak Suriyeliler, Türkiye’deki Arap mültecilerin en büyük bloğunu oluşturdukları için ‘yabancı karşıtı’ eylemlerde ilk sırada onlar yer aldı.
Muhalefet, seçim kampanyaları sırasında Suriyelileri suç ve işsizlik oranlarındaki artıştan sorumlu tuttu.
İçişleri Bakanlığı’nın istatistikleri, suça karışan Suriyeli oranının yüzde 1,3’ü geçmediğini gösteriyor.
Türkiye’de son resmi istatistiklere göre geçici koruma kimlik kartı sahibi yaklaşık 3,4 milyon Suriyeli var.
Muhalefet bu sayının çok daha yüksek olduğunu iddia etse de yaklaşık 230 bin Suriyeli vatandaşlık almış durumda.
Şarku’l Avsat’a konuşan, 50’li yaşlardaki Türk vatandaşı Nuran Özdemir konuya ilişkin şunları söyledi;
Onlar (Araplar) buraya gençlerimizin alamadığı işleri almaya geliyorlar. Bizim sahip olmadığımız sağlık hizmetini alıyorlar. Araplar bize hiçbir zaman yardımcı olmadılar. Gitmeleri gerekiyor. Onları ülkemizde istemiyoruz. Onlar buraya gelmeden önce çok daha iyi durumdaydık. Gençlerimiz Suriye’deki savaşta öldürülürken, buradaki Suriyeliler sokaklarda, sahillerde dolaşıyor, bizden daha iyi yaşıyor ve çeşitli destekler alıyorlar.
Araplar hedef haline geldi
Ülkesinde iç savaşın başlamasından bu yana İstanbul’da ikamet eden Suriyeli Mudar Ahmed ise maruz kaldıkları duruma ilişkin şu ifadeleri kullandı;
Durum çok zorlaştı. Evimizden çıkmaya korkar hale geldik. Genelde Araplar, özelde ise Suriyeliler, Türklerin kendilerine ev kiralamayı reddetmesi nedeniyle artık yaşayacakları bir ev bulamayacak kadar ırkçılığın hedefi haline geldiler. Yıllardır siyasetçilerin bizi yüksek suç oranları ve ekonomik krizin sorumlusu olmakla itham etmelerine maruz kalıyoruz. Daha da kötüsü, Türklerin çoğu buna inanmaya başladı ve artık tüm Araplar fiziksel ve sözlü saldırılara açık hale geldi, bu da en kötüsünün habercisi.
İstanbul Üniversitesi’nde okuyan Iraklı üniversite öğrencisi Ali Haşim için de durum farklı değil.
Arap arkadaşlarına halka açık yerlerde, özellikle de toplu taşıma araçlarında Arapça konuşmamalarını tavsiye ettiğini söyleyen Haşim, bir markette saldırıya uğradığını ve orada çalışan bir kişinin Arap olduğunu öğrendiğinde ona satış yapmak istemediğini ileri sürdü.
Haşim, marketin önünde bir grup gencin bulunduğunu, markette yaptığı tartışmayı duyunca içeri girerek onu dövmeye başladıklarını söyledi.
Sistematik eylem
Şarku’l Avsat’a konuşan, Suriyeli Özgür Avukatlar Birliği Başkanı Gazvan Karanfil, Türkiye’de Suriyeli mültecilerin güvenliğinin kalmadığını öne sürdü.
Seçim süreci öncesinde başlayan mültecilere yönelik ırkçı söylemin, Türk halkının geniş bir kesiminin söylemi olduğunu iddia eden Karanfil, şu anda yaşananların tesadüf olamayacağını ve bireysel olaylar çerçevesinde ele alınamayacağını vurguladı.
Karanfil, Suriyeliler ve Araplara yönelik sosyal medya platformlarında yürütülen çalışmaların organize ve sistematik bir eylem olduğunun altını çizerek, eğer sosyal medya üzerinden yapılan kışkırtıcı söylemler olmasa, son dönemde artmaya başlayan suçlara tanık olunmayacağını da ekledi.
Irkçı suç vakalarına ilişkin doğru istatistiklerin bulunmadığına dikkat çeken Karanfil, yaklaşık 10 yıl boyunca 20 ila 30 arasında Suriyelinin ırkçı suçlarda öldürüldüğünü ileri sürdü.
Karanfil, kendilerine yönelecek tepkiden korktukları için bu olaylara maruz kalan çoğu Suriyeli ve diğerlerinin durumu polise bildirmediğini söyleyerek, konunun bireysel eylemler çerçevesine oturtulamayacağını, bunun sadece Suriyeliler, Araplar ve yabancılar için değil, muhafazakâr Türklerin bir kesimi için de tehlikenin habercisi olduğuna dikkat çekti.
Karanfil, “Devletin kendisi de bunu fark etti ve Türkiye Cumhurbaşkanı, mültecilere, göçmenlere ve muhafazakarlara, özellikle de başörtülü kadınlara karşı ırkçı söylemi destekleyenlerin hoş görülmeyeceği ve hukukla karşı karşıya kalacakları konusunda uyardı” dedi.
Türk toplumunda ‘köklü bir ırkçı eğilim’ olduğunu iddia eden Karanfil, Türkiye’de ‘ırkçılık ağacını dikenin’ Ümit Özdağ olduğunu söyleyenlere katılmadığını dile getirerek, “Bu ağacın kökleri oradaydı ve o sadece yeniden büyüyebilmeleri için suladı” dedi.
İstatistiklerdeki eksiklik
Adının açıklanmaması kaydıyla Şarku’l Avsat’a konuşan bir güvenlik kaynağına göre olayların çoğu komşular arasında, restoranlarda veya alışveriş merkezlerinde yaşanan kavgalar veya toplu taşıma araçlarında sözlü sürtüşmeler şeklinde yaşanıyor.
Bunlar, çoğunlukla karakollara gitmeden veya tarafların şikayetlerini geri çekmesiyle sona eriyor.
2020’den bu yana Suriyeli mültecilerin ya da genel olarak Arapların karıştığı kavga ya da saldırıların sayısının 100’ü geçmediğini söyleyen kaynak, son aylarda bu olayların Türkiye içi ve dışında sosyal medyada rahatsız edici bir şekilde vurgulandığına ve çoğunlukla abartıldığına dikkat çekti.
Acil eylemler
Irkçılık olarak nitelendirilen olaylar siyasi, sosyal ve ekonomik nedenlere bağlı olsa da hükümet ırkçılığa karşı ‘sert adımlar atmadığı’ gerekçesiyle eleştirilerle karşı karşıya kalıyor.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, sosyal medyadaki nefret söylemlerine karşı harekete geçerek, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme ve halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçlarından 14 ilde 27 şüpheli için gözaltı kararı aldı.
Başsavcılık, şüpheliler hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen suçlardan soruşturma başlattı.
Gözaltına alınanlar arasında, Suriyeli ve yabancı mültecilerin Türkiye’de bulunmasına karşı çıkmasıyla tanınan, Aykırı Haber Genel yayın yönetmeni Batuhan Çolak da vardı.
Ümit Özdağ, gazeteci Çolak’ın gözaltı kararına tepki gösterdi.
Ayrıca, hükümet ‘ülkenin demografik olarak işgaline’ son vermediği takdirde, ekim ayından itibaren Türkiye genelinde yabancıları hedef alacağını açıklayan Müdafaa Hareketi’nin sosyal medya hesabının yönetenlerden Rauf Köse de gözaltına alındı.
Müdafaa Hareketi, ÖZGÜR DER’in cumartesi günü İstanbul Saraçhane’de düzenlediği ırkçılık karşıtı mitingi provoke etmekle suçlandı.
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ortadoğu’dan sorumlu başdanışmanı ve Uluslararası Türk-Arap Diyaloğu Birliği Genel Sekreteri Erşat Hürmüzlü, son dönemde yaşanan olayların, özellikle de Kuveytli turiste saldırının, Arap dünyasında çok daha geniş bir boyuta taşındığını ve bireysel niteliğine rağmen, ırkçı bir suç olarak resmedildiğini söyledi.
Şarku’l Avsat’a konuşan Hürmüzlü, 86 milyon nüfusa sahip, yılda 50 milyondan fazla turistin ziyaret ettiği ülkede yaşanan bu olayların ciddi bir yüzdeyi temsil etmediğini belirtti.
Türkiye’yi yılda 200 bine yakın Kuveytli turist ziyaret ettiğini ve 10 yıl boyunca Kuveytli turistlerin karıştığı sadece üç olay olduğunu söyleyen Hürmüzlü şu ifadelerle devam etti;
“Türk-Arap yakınlaşmasının yaşandığı bugünlerde, durumdan istifade eden birilerinin olabileceğini tahmin ediyorum, çünkü bu tür tartışmalar hemen hemen her gün yaşanıyor ve özür dileyerek ya da sorumlulardan hesap sorularak çözülüyor.”
Türkiye’de ırkçı bir eğilimin olduğunu inkâr etmediğini söyleyen Hürmüzlü, “Ancak bu insanlar son seçimlerde ne kazandı? Birlikte aldıkları toplam oy oranı yüzde 1’i geçmedi” dedi.
Türk ve Arap medyasını, bu tür olaylarla mücadelede mantıklı, akıllı ve akılcı olmaya ve bunu ırkçılık olarak nitelendirmekten kaçınmaya çağıran Hürmüzlü, Türk hükümetinin turistlerin güvenliği ve yaşam özgürlüğünü sağlama konusunda sorumlu olduğunu dile getirdi.
Irkçılıkla mücadeleye yönelik bir yasanın çıkarılmasına ilişkin konuşmayı ‘tuhaf bir konu’ olarak nitelendiren Hürmüzlü, Türk Anayasası’nın, yetkililerin Türk topraklarındaki herkesin emniyeti ve güvenliğini sağlamasını gerektirdiğini belirtti.
Irkçılığın kökleri
Araplara ve yabancılara karşı ortaya çıkan ırkçılıktan daha büyük olan, ülkedeki ırkçılığın köklerinden biri ‘Beyaz Türk ve Zenci Türk’ tabirini belki de Türkiye dışında pek çok kişi bilmiyor.
Akademisyen Seda Demiralp’in 2012’de yaptığı bir araştırma da dahil olmak üzere, Türkiye içi ve dışında ‘Beyaz Türk ve Zenci Türk’ konusunda pek çok çalışma yayınlandı.
1923 yılında Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, çağdaş Türk toplumu ‘Beyaz Türk ve Zenci Türk’ olarak bölündü.
Beyaz Türkler olarak bilinen bazı Batı eğilimli elitler, güç ve zenginliğin tekellerinde kalması gerektiğini düşünerek, muhafazakâr Anadolu toplumuna küçümseyici davranıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin 2015 parlamento seçimleri kampanyası sırasında bu konuyu ele alarak şunları söylemişti;
Bize zenci Türk diyorlar, ben zenci Türk olmaktan gurur duyuyorum. Bizim milletimizle kucaklaşmamızı hazmedemiyorlar. Ben tarafsız değilim, ben tarafı milletten yana olan bir Cumhurbaşkanıyım.
Erdoğan, Türk, Arap, Kürt, Laz ve hiçbir vatandaş arasında ırk ayrımı yapmadığını da sözlerine eklemişti.
Başa çıkma yöntemleri
Bazı Türk uzman ve akademisyenler, hükümet politikalarının mülteci ve göçmenlere yönelik ırkçılık ve ayrımcılık bağlamını şekillendirmede rol oynayabileceğine inanıyor.
Türkiye, 2015 yılından bu yana Emniyet Müdürlükleri’ndeki Yabancılar Şubesi’nin yerine Göç İdaresi’ni kurdu.
Ancak mülteci ve göçmenlerin yükleriyle baş etme ve onları Türk toplumuna entegre etme konusunda daha fazla deneyime ihtiyacı var.
Ekonomik zorluklarla baş etmek, sosyal ve politik sistemi etkileyen faktörlerden biri olarak görünüyor.
Bu da Türkiye’deki laiklerin büyük bir kısmı tarafından reddedilen mülteci ve göçmenlere, özellikle de Araplara yönelik ırkçılık ve ayrımcılığın tırmanmasına yol açıyor.
Türkiye’de sığınma ve göç üzerine yapılan akademik çalışmalara göre medya, kamuoyunun şekillenmesinde ve çeşitli konularda izlenimlerin yönlendirilmesinde önemli bir rol oynuyor.
Bunların arasında Türklerin yüzde 50’ye yakınının önyargılı eğilimleri olmamasına rağmen, olumsuz olayların abartılarak, toplumda korku ve kaygının yayılması yoluyla mültecilere yönelik ırkçılığın artması da yer alıyor.
Kırmızı çizgi
Türk hükümetinin yabancı karşıtı kampanyaları ulusal güvenliğe yönelik büyük bir tehdit olarak görmediği veya Türk vatandaşları tarafından yürütüldüğü için bunlara hoşgörü gösterilmediği yönünde yaygın bir inanış var.
Suriyeli Özgür Avukatlar Birliği Başkanı Gazvan Karanfil, ırkçılıkla mücadeledeki başarısızlığın bedelini ödeyenlerin mülteciler olduğunu söyleyerek, yaptıkları basit bir hata sonucu sınır dışı edildiklerini söyledi.
Koç Üniversitesi Göç Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (MiReKoc) Direktörü Prof. Dr. Ahmet İçduygu, toplumda oluşan tepkiler ve endişelerin kısmen anlaşılabilir olduğunu söyleyerek, değerlendirmesine şu ifadelerle devam etti;
Bir kırmızı çizgimizin olması gerekiyor. Tepkinin, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık boyutuna ulaşmaması gerekiyor. ‘Biz tepki gösterirsek bu iş çözülür’ diye düşünenler de var ama bu doğru değil.
Göç şekli farklı olsa da 1960’lı yıllarda Almanya’ya ‘misafir işçi’ olarak giden Türklerin çoğunun dönmediğine dikkat çeken İçduygu, Türklerin de Almanya’da misafir olduğunu ama orada kaldıklarını söyledi.
Bugün Almanya’da parlamentoda Türk temsilciler, hükümette bakanlar olduğunu dile getiren İçduygu, bunun 50 yıl önce kimsenin aklına gelmeyeceğini vurguladı.
Aynı mantıkla artık Suriyelileri de misafir olarak gördüğümüzü dile getiren İçduygu, hükümetin artık göçü iyi yönetemediğini, konuyu siyasi malzeme olarak kullanan muhalefet partilerinin de sorunun nasıl daha iyi yönetilebileceği konusunda kamuoyuna somut stratejiler sunamadığını ifade etti.
Türkiye’de doğan Suriyeli çocukların eğitiminin, aileleri ve toplumla entegrasyonunun büyük önem taşıdığını dile getiren İçduygu, Suriyelilerle ilgili üç seçeneğin bulunduğunu, politika yapıcıların, bunları hem Türk toplumuna hem de uluslararası kamuoyuna net bir şekilde anlatması gerektiğini vurguladı.
İçduygu, Türkiye’den Almanya’ya giden misafir işçiler örneğinde olduğu gibi, 12 yıldır Türkiye’de yaşayan bazı Suriyelilerin burada yaşamaya devam etmek isteyebileceklerini dile getirerek, bu nedenle ilk seçeneğin entegrasyon konusu olması gerektiğini söyledi.
İkinci seçeneğin, Suriyelilerin dörtte birinin başka ülkelere gitmek istemesi olacağını söyleyen akademisyen, Suriyelilerin ülkelerine dönmesinin üçüncü seçenek olduğunu ancak bunun belirli şartlara bağlı olduğunu belirtti.
İçduygu, Türk toplumunun çeşitlilik fikrini kabul etmesi, provokatif kampanyalara kapılmaması ve insanların Avrupalı ya da ABD’li görmekten nefret etmediği gibi, Arap görmekten de nefret etmemeye alışması için çalışmalar yapılması gerektiğini sözlerine ekledi.