İslamcılar: Dinin tekelinden vatanseverliğin tekeline

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

İslamcılar: Dinin tekelinden vatanseverliğin tekeline

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

İyad el-Anber

Arap ülkelerinde muhalefetten iktidara geçişlere tanık olan siyasal İslam deneyimindeki tarihsel dönem boyunca İslamcıların dönüşümleri, pragmatist filozofllardan bile daha pragmatikti. Bu nedenle kendilerini dinin ve din hukukunun koruyucusu olarak sunarak siyasi alana katıldılar. Demokrasiyi, halkın egemenliğini savunduğu için Allah'ın egemenliği ilkesine aykırı olarak ilan ettiler. Ancak hızla demokrasiyi talep etmeye başladılar!

Arap ülkelerindeki İslamcı siyasi partiler ile demokrasi arasında sadece seçimler açısından bir ilişki vardır. İslamcılar 1990'lardan bu yana demokrasi ile pragmatik bir şekilde ilgileniyorlar. Sadece seçimlere inanıyorlar. Haklar ve özgürlüklerle ilgili diğer ilke ve temeller ise tartışma ve anlaşmazlık konusu, bazıları tamamen reddediliyor. Seçimlere yönelik tutum, 1960'larda aynı değildi. Çünkü o zamanlar sokaktaki varlığı siyasi, düşünsel ve kültürel arenada baskın olan ideolojilerin varlığına denk değildi veya onunla rekabet edemiyordu.

Bu nedenle, demokrasi mücadelesi ile siyasal İslamcı partiler ve akımlar arasında bir bağlantı yoktur. İslamcılar, teori ve siyasi söylem düzeyinde bile demokrasiyi benimsemediler ve seçimlere inanmadılar. Lübnanlı düşünür Rıdvan es-Seyyid'in özetlediği gibi; İslamcıların itikadi söylemleri iki konuya odaklanıyor: Birincisi, şeriat (ümmet değil) devlet ve toplumda meşruiyetin temelidir. İkincisi, dinî değerleri korumak için devlet gereklidir ve temel dini görevi şeriatı uygulamaktır. Bu nedenle, demokrasi hakkında şunları söylüyor ve yazıyorlardı:

Genel halkın hükmünü, sandıkta Allah'ın hükmüne nasıl tercih edelim? ... Batı demokrasilerinde olduğu gibi egemenlik halka ait olduğunu kim söyledi, bilakis o Allah'a aittir.

Daha sonra demokrasiye yönelik tutumları, entelektüel inceleme ve yenilenme değil, çıkar gerekliliklerine dayalı olarak değişti. Arap devrimleri gerçekleştiğinde bile dalgalanmaları devam etti ve demokrasiye yönelik tutumları değişikliğe uğradı.

sxcd
Irak İslam Partisi'nin Bakuba'da düzenlediği gösteri. (AFP)

Ancak bugün, özellikle Irak'taki İslami siyasi deneyiminde, İslami bir siyasi söylemden geçiş başladı. Bu söylem, önceki diktatörlük rejimine muhalefetini desteklemek için dini metinleri ve tarihi pozisyonları kullanıyordu. Şimdi bu söylem, iktidara gelmesine ve orada kalmasına katkıda bulunduğu sürece demokrasiyle çelişmiyor! Irak'taki İslamcılar, siyasi dillerinde ‘kamu yararı’ kavramını kaldırmaya başladılar. Bunun yerine, ‘mezhepsel bileşenin hakkı’ kavramını yerleştirdiler ve ulusal bileşen grupları da onlarla aynı fikirde oldu. Ancak İslamcıların söylemi, takipçileri ve destekçileri için kışkırtma, seferberlik ve toplanma amacı olan bir söylemdir. Bu söylem, duyguları ve vicdanı, haksızlık ve mahrumiyet duygularını hedef alan sözlü retorikle yapılır.

Siyasetin en önemli ilkelerinden biri, kamu yararını sağlamak için görevlerini yerine getirerek meşruiyetini kazanmasıdır. Ancak siyasal İslam'ın bu ilkeyle hiçbir ilgisi olmadığını görüyoruz. Aksine, meşruiyetlerinin, önceki rejime muhalefetteki siyasi çalışmalarından, hükümette bir pozisyona sahip olmalarından (dini bir görev olarak), ailesel sembolizmlerinden veya dini bir unvanlarından kaynaklandığına inanıyorlar. Bu nedenle, hesap verebilirlik ve sorumluluğa tabi değiller ve toplumun vekaletini taşıdıklarını ve çıkarlarını temsil ettiklerini düşünüyorlar!

Demokrasi mücadelesi ile siyasal İslam'ın parti ve hareketleri arasında hiçbir bağlantı yoktur. İslamcılar teori ve siyasi söylem düzeyinde dahi demokrasiyi benimsemediler ve seçimlere inanmadılar.

Siyasal İslam liderlerinin söylemleri siyaseti, televizyon programlarında, medya açıklamalarında ve seçim dönemlerinde haykırdıkları sloganları ve ‘ilkeleri’ ile çelişen eylemlerini haklı çıkarma sanatı olarak özetler. Bu nedenle, aşırı sağdan en sola dönüşlerini ve reddetme, suçlama, yabancılara hizmet etme ve iradelerini yerine getirme suçlamalarını, ihanetle suçladıkları rakiplerinin eylemlerini uygulamaya kadar olan çelişkili tutumlarını görürsünüz!

Kendi çıkarlarını gerçekleştirme kriteri bile pozisyonları ve gerekçeleri değerlendirmede anlaşmaya varılmamış bir kriterdir. Onlar için hak ve meşru olan, rakipleri için geçersiz ve gayri meşrudur. Bu nedenle, doğal olarak, yabancı bir güçle anlaşmaya vardıkları için rakiplerini yabancılara hizmet etmekle suçlarlar. Bu yabancı güç, kendi çıkarlarına aykırı bir gündemi olan ve ulusal çıkarlara aykırı olan bir güç olabilir. Rakiplerini terörizmle ve terör gruplarıyla iş birliği yapmakla suçlarlar. Ancak, bu suçlamalar, rakip liderler arasında siyasi bir anlaşmaya varıldığı takdirde unutulur ve rafa kaldırılır. Bu düşmanlıktan dostluğa ve ittifaka doğru yaşanan değişimi sorduğunuzda cevap hazırdır: Bu siyasettir!

Siyasal İslam'ın liderlerinin konumlarına göre yargılanabileceği bir standart yoktur. Bazen ideolojik veya itikadi ilkeler hakkında konuşurlar, bazen de kamu yararı ilkesinden bahsederler. Ancak, eylemleri ideolojik iddialarını veya aslında özel çıkarları olan kamu yararı ilkesini ihlal etmekten çekinmezler. Pozisyonlarındaki dalgalanmaları siyasi gerekçelendirme söylemi, gerçekliği tarihsel deneyimlerin kalıplarına  sokmaya zorlamaya ve bu deneyimlerin sonuçlarını eylem veya siyasi pozisyonu haklı çıkarmak için kullanmaya dayanıyor.

Bazı İslamcılar siyasetten sadece Niccolo Machiavelli'in "Amaç, araçları meşrulaştırır" sözünü anlıyorlar. Görünüşe göre devletin iradesini ve yönetimini bir başka güce veya devlete ipotek ettiğinde, devlete verdiği zarar konusundaki tavsiyelerine önem vermiyorlar. Halkın nefretiyle karşı karşıya kalmalarına neden olabilecek şeylere aldırmadan, tüm güvenlerini korumalara, beton bloklara ve kendilerini korumak için kurdukları yeşil alanlara verenlere yönelttiği eleştiriyi dikkate almıyorlar.

Bize devletler, şahsiyetler ve partiler tarafından yürütülen komplolar ve komplo planları hakkında kafa karıştırıcı açıklamalar yaptılar. Ancak Machiavelli'in, yönetişimin dürüstlüğü ve halkla ilişkilerin güçlendirilmesi yoluyla bu komplolarla nasıl başa çıkılacağına dair yazdıklarını görmezden geliyorlar. Machiavelli şöyle diyor:

Deneyimler, tarih boyunca birçok komplo olduğunu göstermiştir, ancak bunların sadece çok azı başarılı olmuştur. Çünkü bir komplocunun genellikle yönetimden hoşnut olmayanlarla iş birliği yapması gerekir... Komplocuların korku, dehşet ve ceza korkusu içinde olmaları gerekirken, prens, mülkünün büyüklüğü, yasaların gücü, dostların koruması ve devletin dokunulmazlığı ile güçlendirilir. Tüm bu faktörlere halkın desteğini de eklediğimizde, herhangi birinin herhangi bir komploya girişecek kadar cesarete sahip olmasının imkansız hale geleceğini görürüz.

“Bazı İslamcılar, siyasetten sadece Niccolo Machiavelli’in "Amaç, araçları meşrulaştırır" sözünü anlıyorlar. Görünüşe göre, devletin iradesini ve yönetimini bir başka güce veya devlete ipotek ettiğinde, devlete verdiği zarar konusundaki tavsiyelerine önem vermiyorlar.”

İslamcıların, ulusal çıkarın en azından minimum standartlarını belirleyememesi, kimin milliyetçi ve kimin ajan olduğu konusundaki anlaşmazlığa neden oldu. Ajanlık suçlaması, basitçe başka bir ülkenin çıkarlarını kendi ülkesinin çıkarlarının önüne koymak olarak tanımlandığında, açık ve net olabilir. Ancak meseleyi daha da karmaşıklaştıran, ulusal çıkar için çalışan kimsenin olmaması. Bu durumda, ajan, yabancının çıkarlarını gerçekleştirmek için çalışan ve bunu ideolojik ve mezhepsel sloganlar ve başlıklar altında gizleyen kişiler için boş kalır. Bu nedenle, ulusal olmayan başlıkları ve tavırları olan kutlamalara ve figürlere karşı çıkmayan herkesin ajan olarak görülmesi şaşırtıcı değildir.

xs
Ürdün'ün başkenti Amman'da, 29 Mart 2019'da  İslamcıların düzenlediği bir gösteri. (AFP)

Vatana ve vatanseverliğe karşı ihanetin bulaşması ve karşılıklı suçlamalar, 20’inci yüzyılın ortalarından itibaren başlayan ideolojik totaliter söylemlerden kaynaklanıyor. Bu söylemler, kendi pozisyonlarıyla uyumlu olanlara ‘milliyetçi’, onlarla farklı düşünenlere ise ‘yabancının ajanı’ olarak etiketler koyarak toplum üzerinde egemenlik kuruyordu. Bu söylemler hem iktidar hem de toplum düzeyinde siyasi ikiyüzlülüğün artmasına katkıda bulundu. İktidar ve toplum, milliyetçilik sloganları, vatan sevgisi ve onun için ölmeye hazır olmak gibi söylemlerle kamuoyunu manipüle etmeye çalıştı.

Demokrasi çağında, siyasi bir toplumun ulusal kimliği konusunda anlaşmaya varamadığı bir ortamda, milliyetçilik sloganlarının tehlikesi, siyasi muhalifleri karalamak için kullanılmasında yatıyor. Bu sloganlar, dini, mezhepsel veya etnik açıdan farklı olan diğerlerini ihanetle suçlamak için de kullanılabiliyor. Irak'taki milliyetçilik krizi, 20’inci yüzyılın 20'li yıllarında devletin kurulmasından bu yana ideolojilerin Irak milletini inşa etmekteki başarısızlığının doğal bir sonucudur. Milliyetçilik fikri, ideolojik söylemlerin ön plana çıktığı bir ortamda, bu söylemlerin öncülüğünü yaptığı sloganlar karşısında geri plana itildi. Bu durum, Marksist söylemlerin de etkisiyle ortaya çıktı. Marksist söylemler, uluslararasılığı savunmuş ve vatanseverliği, büyük bir devlet olan Sovyetler Birliği'nin liderliğindeki partinin ilkelerine göre yaşayanlar için bir ihanet olarak görmüştür.

İdeolojiler ile milliyetçilik fikri arasındaki kesişim, 1960'lı yıllarında Irak'ta iktidardaki elitler tarafından desteklenen milliyetçi teorinin benimsediği sloganların bir birikiminden kaynaklanıyor. Milliyetçi teorinin sorunu, Arap ulusu hakkında bir kültürel teori olmasından ziyade, ulusal devlet hakkında bir teori olmasında yatıyor. Başka bir deyişle; Muhammed Cemal Barut'un da belirttiği gibi bu, devlet-ulus hakkında bir teori olmaktan ziyade, ulus ve devleti tamamen birbirinden ayıran bir teoridir.

Bugün bizi yöneten İslamcı siyasi elitler, ideolojilerin kimlik ve ulusal çıkarların önüne geçmesi nedeniyle, Iraklıların içinde bulunduğu kötü durumun üstesinden gelemediler. İktidarda ve iktidar kontrolünde baskın olan İslamcılar, bu sıkıntıyı pekiştirdiler. Milli kimlik inşa etmek, onu savunmak ve pekiştirmek yerine, ilk projeleri onu tamamen yok etmek ve bölgesel eksenlerin çıkarlarını, bu eksenlerin mezhepsel projelerini öne çıkarıyor. Bu projeler, bölge ülkelerinin kaderini çatışma eksenlerine bağlamak istiyor, bu ise sadece savaşlar ve yoksulluk üretiyor.

Vatan, sadece sloganlarda ve bayramlarda dile getirilen romantik bir kavram değildir. Vatan ve milliyetçilik, birey ile siyasi sistemi arasındaki gerçek ilişkiyi somutlaştıran kavramlardır. Bu ilişki, haklar ve yükümlülükler sistemiyle düzenlendiğinde vatandaşlıktan söz etmek mümkündür. Bunun dışındaki herhangi bir tanımlama, gerçekle ilgisi olmayan sloganlardan ibarettir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Boeing motor arızası Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı pistinde yangına neden oldu

United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
TT

Boeing motor arızası Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı pistinde yangına neden oldu

United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)

United Airlines’a ait bir Boeing 777-200ER uçağı, kalkış sırasında meydana gelen motor arızası nedeniyle pistte çıkan yangın sonucu dün Tokyo’ya gitmek üzere havalandığı Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri dönmek zorunda kaldı.

Fransız Haber Ajansı AFP’nin aktardığına göre United Airlines şirketi, “UAL803, kalkıştan kısa bir süre sonra Washington’daki Dulles Uluslararası Havalimanı’na geri döndü ve motorlarından birinde meydana gelen güç kaybını gidermek için güvenli bir şekilde indi” açıklamasını yaptı ve 275 yolcu ve 15 mürettebat arasında yaralanan olmadığını belirtti.

Açıklamaya göre yolcuların başka bir uçakla United Airlines uçuşunun asıl varış noktası olan Tokyo Haneda Havalimanı'na götürmesi planlanıyor.

ABD'nin başkenti Washington’daki en büyük havaalanı olan Dulles Uluslararası Havaalanı’nın sözcüsü, uçağın saat 12:20 civarında (17:20 GMT) kalktığını ve olayın ‘pist yakınlarındaki bazı ağaçlarda yangına neden olduğunu’ söyledi.

Sözcü, açıklamasına şöyle devam etti:

“Yangın söndürüldü, uçak Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri döndü, saat 13.30 civarında güvenli bir şekilde indi ve havalimanı itfaiye ekipleri tarafından incelendi.”

Hasar gören pistin sınırlı bir süre için kapatıldığını açıklayan sözcü, Dallas Uluslararası Havaalanı'nda birkaç pist olduğu için diğer uçuşların etkilenmediğini de sözlerine ekledi.

rfgtyh
Uçak Dulles Uluslararası Havalimanı'na indikten sonra, bir acil müdahale aracı pistin yakınlarındaki yangını söndürmeye çalışıyor (Reuters)

ABD Federal Havacılık İdaresi (FAA), uçağın ‘kalkış sırasında motor arızası’ yaşadığı için Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri döndüğünü açıkladı, ancak daha fazla ayrıntı vermedi. FAA, olayı soruşturacağını belirtti.

ABD Ulusal Ulaşım Güvenliği Kurulu (NTSB) da resmi bir soruşturma açıp açmayacağına karar vermek için şu anda olayla ilgili verileri topladığını duyurdu.

Havacılık haber ağı AIRLIVE, uçağın motorunun kalkış sırasında alev aldığını ve pistin sonunda yangına neden olduğunu bildirdi.

AIRLIVE, olayın ardından acil iniş denemesi öncesinde uçağın ağırlığını azaltmak için kritik bir güvenlik prosedürü olan yakıt boşaltma manevrası yaptığının görüldüğü bildirdi.

AIRLIVE tarafından yayınlanan uçak kayıt bilgilerine göre uçak 1998 kasımında Continental Airlines'a teslim edilmiş, daha sonra United Airlines tarafından satın alınmış ve (2024 yılından beri GE Aerospace olarak bilinen) iki General Electric motorla donatılmıştı.


WSJ: ABD, ülkelere Gazze'ye asker göndermeleri için baskı yapıyor, ama henüz yanıt yok

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
TT

WSJ: ABD, ülkelere Gazze'ye asker göndermeleri için baskı yapıyor, ama henüz yanıt yok

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)

ABD gazetesi The Wall Street Journal (WSJ), ABD’li yetkililerin, Başkan Donald Trump yönetiminin Gazze Şeridi'ni istikrara kavuşturmak için ABD’li bir generalin komutasındaki 10 bin kişilik çok uluslu bir güç oluşturmaya çalıştığını söylediğini aktardı.

WSJ tarafından isimleri açıklanmayan yetkililere göre savaştan sonra Gazze'ye bu gücün konuşlandırılması önümüzdeki yılın büyük bir bölümünü alacak. Aynı yetkililer, söz konusu gücün görevinin Hamas'ı silahsızlandırmayı da içerecek şekilde genişletilme olasılığı konusundaki çekinceler nedeniyle hiçbir ülkenin asker göndermediğini söyledi.

Şarku’l Avsat’ın WSJ'den aktardığı habere göre ABD'li yetkililer, gelecek yılın başlarında 5 bin asker gönderme taahhüdü almayı umuyor ve bu sayının 2026 sonuna kadar 10 bine çıkmasını hedefliyor. Ancak diğer yetkililer, gücün asker sayısının 8 bini geçmeyeceğini düşünüyor.

WSJ, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yaklaşık 70 ülkeye Gazze’ye konuşlandırılacak güce askeri veya mali katkı sağlamaları için resmi talepte bulunduğunu, ancak yalnızca 19 ülkenin asker gönderme veya ekipman ve lojistik dahil olmak üzere başka şekillerde yardım sağlama konusunda istekli olduğunu bildirdi.

Katar'da salı günü 25'ten fazla ülkenin ABD'nin liderliğinde yapılacak toplantıda bir araya gelerek söz konusu gücün kurulması ve görev kapsamı için planlar hazırlaması bekleniyor.

WSJ, ABD'li yetkililerin Hamas'ın silahsızlandırılmasındaki herhangi bir gecikmenin İsrail ordusunun Gazze'den tamamen çekilmek yerine bölgede kalmasına neden olabileceğini söylediklerini aktardı.

Eski ABD Başkanı George W. Bush yönetimi döneminde Ortadoğu meselelerinden sorumlu eski ABD Ulusal Güvenlik Konseyi yetkilisi Michael Singh, konuya ilişkin değerlendirmesinde “Hamas ile çatışmaktan kaçınan bir barış gücü, bölgede yeni sorunlar yaratabilir” dedi.

Singh, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Güç kullanmaya isteksiz olan barış gücü, İsrail için ‘Hamas'ı silahsızlandırmada başarısız olmakla kalmayıp, yeniden silahlanmasına da zemin hazırlayan ve İsrail'in hareket özgürlüğünü kısıtlayan bir güç olma’ şeklindeki en kötü senaryoyu yaratma riskini taşıyor.”

ABD'li yetkililere göre Hamas, ağır silahlarını Mısır'ın gözetimi altında depolara kaldırmaya açık olduğunu özel olarak ifade etti.


Beyaz Saray yalanladı, tartışma büyüyor:  Trump yönetimi Avrupa Birliği’ni bölmeyi hedefleyen gizli strateji hazırladı

TT

Beyaz Saray yalanladı, tartışma büyüyor:  Trump yönetimi Avrupa Birliği’ni bölmeyi hedefleyen gizli strateji hazırladı

ABD Başkanı Donald Trump, Avrupa'nın göç politikalarını transatlantik ilişkilere yönelik bir tehdit olarak görüyor (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump, Avrupa'nın göç politikalarını transatlantik ilişkilere yönelik bir tehdit olarak görüyor (Reuters)

İnci Mecdi

Savunma meselelerinde uzman bir Amerikan web sitesi, ABD Başkanı Donald Trump yönetimine atfedilen tartışmalı bir stratejik teklifi içerdiği iddia edilen bir belgenin ayrıntılarını yayınladı. “Avrupa'yı Yeniden Muhteşem Yapalım” başlıklı yeni strateji kapsamında dört Avrupa ülkesini Avrupa Birliği'nin politikalarından uzaklaştırmayı ve ABD'nin nüfuz alanına yaklaştırmayı amaçlıyor.

Arku’l Avsat’ın Defense One internet sitesinden aktardığı habere göre gizli belge, Washington'un Avrupa kıtasında siyasi bir depreme neden olacak bir adımla Avusturya, İtalya, Macaristan ve Polonya'yı Avrupa bloğunun politikalarından koparmaya çalışma niyetinden bahsediyor.

Avrupa'ya göç

Bu sözde sızıntı, resmi ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin yayınlanmasından bir hafta sonra geldi. 33 sayfadan oluşan strateji, “medeniyetinin silinmesi” olasılığına karşılık uyarısı, kıtanın demografisini değiştiren büyük göç dalgaları göz önüne alındığında, bazı Avrupa ülkelerinin “güvenilir müttefik” olarak kalıp kalamayacağına dair şüpheleri nedeniyle Avrupa'da geniş çaplı tartışmalara yol açtı. Strateji  ayrıca mevcut eğilimlerin devam etmesi halinde kıtanın “20 yıldan daha kısa bir süre içinde tanınmaz hale gelebileceğine” de dikkat çekti.

Sızdırılan belge, “ABD'ye sadık kalarak egemenlik arayışında olan ve geleneksel Avrupalı yaşam tarzlarını koruyan veya yeniden canlandıran” partileri, hareketleri, düşünsel ve kültürel figürleri destekleme ihtiyacına işaret ediyor. Bu eğilim, resmi stratejide “Avrupa ülkelerinde kıtanın mevcut gidişatına karşı direnişin geliştirilmesi” şeklindeki ifadenin bir uzantısı olarak görülüyor. Buna ek olarak, milliyetçi partilerin artan etkisine de güveniliyor.

Bu partilerin isimleri açıkça belirtilmese de, tahminler bunların arasında Fransa'da Marine Le Pen liderliğindeki “Ulusal Miting”, İspanya'da “Vox”, İngiltere'de “Reform” ve “Almanya İçin Alternatif” partilerinin de yer aldığını gösteriyor. Bunlara ek olarak, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni liderliğindeki “İtalya'nın Kardeşleri” Partisi de bulunuyor.

Sahte haberler

Beyaz Saray, belge ile ilgili haberi “sahte haber” olarak nitelendirerek hemen bu iddiaları kesin bir dille reddetti. Beyaz Saray Basın Sözcüsü Yardımcısı Anna Kelly, Başkan Trump'ın “şeffaf” olduğunu söyledi. İmzalı resmi strateji belgesinin, onaylanmış tek belge olup, alternatif veya gizli bir versiyon olduğu fikrini reddetti

Gözlemciler, açıklanan stratejinin gerçekten de Avrupa Birliği'ne yönelik keskin bir bakışı yansıttığını, zira liderlerini kitlesel göç karşısında çaresiz kalmakla suçladığını söylüyor. Keza  Brüksel'in politikalarını ulusal egemenliği baltalamaktan, siyasi özgürlükleri kısıtlamaktan ve üye devletlerin rolünü zayıflatmaktan sorumlu tutuyor. Avrupa'nın göç politikalarını “kıtanın çehresini değiştirmek ve huzursuzluk yaratmak” olarak tanımlıyor.

Tekrarlanan aleni açıklamaları sırasında Trump, “kötüleşen Avrupa ülkelerini” ve onların “siyasi doğruculuğa takıntılı” liderlerini hedef alarak, göç politikalarının ülkelerini “yok ettiğini” ve bunun sonucunda Avrupa'nın “parçalandığını” varsaydı.

Ukrayna savaşı

Ukrayna savaşı da Atlantikli müttefikler arasında bir gerilim ve geniş çaplı anlaşmazlık noktasını temsil ediyor. Son günlerde ABD Başkanı Avrupalı liderlere yönelik açıklamalarını sertleştirerek onları zayıf olarak nitelendirdi ve Ukrayna'daki savaşı sonlandıramamakla suçladı. Trump ile Almanya, İngiltere ve Fransa liderleri arasında aynı konuyla ilgili gergin bir telefon görüşmesinin ardından gerginlik daha da arttı. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, Washington ile ek görüşmelerin beklendiğini ve önümüzdeki hafta başında Ukrayna konusunda uluslararası bir toplantı yapılması olasılığının bulunduğunu vurguladı.

Bu yönelimler, ABD-Avrupa ittifakını parçalamaya yönelik girişimlere karşı uyarıda bulunan Papa 14. Leo’nun kayda değer tutumu da dahil olmak üzere kapsamlı eleştirilere yol açtı. Papa, Trump'ın bazı açıklamalarının ABD ile Avrupa arasındaki tarihi ittifakın doğasında “köklü bir değişikliği” temsil edebileceğini söyleyerek, bu ittifakın mevcut aşamada zarar görme tehlikesine karşı uyarıda bulundu.

Beş güç

İngiliz The Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, iddia edilen belge tartışmaya başka bir boyut kazandırıyor. Zira küresel nüfuz dengesini yeniden şekillendirecek bir hamleyle, ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Japonya'yı kapsayan “beş temel güç” adı verilen yeni bir uluslararası blok oluşturulması önerisinden bahsediyor.

Daha önce Trump, Rusya'nın G8’den çıkarılmasından ve böylece grubun G7’ye dönüşmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirerek tartışmalara yol açmış ve bunu “çok büyük bir hata” olarak tanımlamıştı. Hatta daha da ileri giderek Çin'i de ekleyerek G9 adını verdiği bir grup oluşturmayı teklif etmişti.

Ulusal Güvenlik Stratejisi, bir adım daha ileri giderek, büyük güçlerin yer aldığı, üye devletlerin zengin olmasını ve demokratik sistemlerle yönetilmesini gerektiren G7’nin koşulları ile sınırlanmamış yeni bir blok inşa etmeyi öneriyor.

Beyaz Saray'dan gelen resmi yalanlamalara rağmen, bu sızıntılar Avrupa'nın transatlantik ilişkilerin geleceği ve Washington'un kıtanın siyasi haritasını yeniden şekillendirmedeki rolü konusunda giderek artan endişelerini büyütmeye devam ediyor. Daily Mail gazetesi, Avrupalıların tepkilerinin öfkeli ve hızlı olduğunu bildirdi. Chatham House Enstitüsü'nden araştırmacı Leslie Vinjamuri, yaşananların “Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan uluslararası liberal düzenin sonunu” temsil ettiğini söyledi.

Bazı Avrupalı ​​liderler, Washington'un milliyetçi ve Avrupa Birliği’ne şüpheyle yaklaşan partileri güçlendirebilecek şekilde, kıtanın iç siyasi işlerine tekrar müdahale etmesinden duydukları endişeyi dile getirdiler.

Artan gerilimin gölgesinde ABD Kongresi, ABD yönetiminin Avrupa'daki Amerikan askeri varlığını yasama organının onayı olmadan azaltma yetkisini kısıtlamayı amaçlayan Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası'nı oylamaya hazırlanıyor.