ABD ordusunun eski askeri, savunma sırlarını Çin'e göndermeye çalıştığı iddiasıyla yargılanacak

Joseph Daniel Schmidt, gizli ve çok gizli ulusal savunma bilgilerini iletmeye çalışmakla suçlanıyor

FBI, ABD Ordusu Karşı İstihbarat Komutanlığı'yla birlikte davayı soruşturuyor (AP)
FBI, ABD Ordusu Karşı İstihbarat Komutanlığı'yla birlikte davayı soruşturuyor (AP)
TT

ABD ordusunun eski askeri, savunma sırlarını Çin'e göndermeye çalıştığı iddiasıyla yargılanacak

FBI, ABD Ordusu Karşı İstihbarat Komutanlığı'yla birlikte davayı soruşturuyor (AP)
FBI, ABD Ordusu Karşı İstihbarat Komutanlığı'yla birlikte davayı soruşturuyor (AP)

ABD Adalet Bakanlığı'na göre ABD Ordusu'ndan eski bir çavuş, hassas ulusal savunma bilgilerini Çinli yetkililere e-postayla göndermeye çalışmakla suçlanıyor.

Washington eyaletinden Joseph Daniel Schmidt, ordudan ayrıldıktan sonra Çin'e savunma bilgileri iletmeye çalıştığı iddiasıyla yasal suçlamalar yöneltilerek cuma günü tutuklandı.

109. Askeri İstihbarat Taburu'nun içinde 2015'ten 2020'ye kadar orduda görev yapan 29 yaşındaki Schmidt'in çok gizli bilgilere erişimi vardı.

Savcılar, ordudan ayrıldıktan sonra Schmidt'in Türkiye'deki Çin Konsolosluğu ve Çin'deki güvenlik servisleriyle temasa geçerek ABD'nin savunma faaliyetleri hakkında bilgi verdiğini iddia ediyor.

Ayrıca savcılar Schmidt'in ordudan ayrılmasından kısa süre sonra, 2020'de, Hong Kong'a giderek Çinli yetkililere ABD askeri bilgilerine erişmelerini sağlayacak bir cihaz sunduğunu da iddia ediyor.

Schmidt cuma günü Hong Kong'dan San Francsico'ya uçmaya çalışırken tutuklandı.

Suçlu bulunursa Schmidt'e her suçlama için 10 yıla kadar hapis ve 250 bin dolar para cezası verilebilir.

Hem ABD Ordusu Karşı İstihbarat Komutanlığı hem de FBI olayı araştırıyor.

ABD Adalet Bakanlığı Ulusal Güvenlik Bölümü'nden Başsavcı Yardımcısı Matthew G. Olsen, "Ulusal savunma bilgilerinin emanet edildiği kişiler, bu bilgileri devletteki görevlerinin ötesinde ve kesinlikle sınırlarımızın ötesinde de korumakla sürekli yükümlüdür" diyor.

Ulusal Güvenlik Bölümü, bu görevi ihlal edenleri belirlemeye ve onlardan hesap sormaya kendini adamıştır.

Ulusal savunma bilgilerini Çin Halk Cumhuriyeti'ne göndermeye teşebbüs eden eski bir asker hakkında iddianame hazırlandı

Hong Kong'dan uçakla gelen sanık San Francisco'ya varınca tutuklandı

Washington Batı Bölgesi'nden ABD Başsavcısı Tessa M. Gorman ise "Ordumuzun üyeleri ülkemizi ve Anayasa'yı savunmak üzere yemin eder" diye ekliyor.

Bu bağlamda sözkonusu eski ordu mensubunun işlediği iddia edilen eylemler şoke edici; sadece ulusal savunma bilgilerini değil, yabancı bir düşmanın Savunma Bakanlığı'nın güvenli bilgisayar ağlarına erişmesini sağlayacak bilgileri de temin etmeye çalışıyor.

Schmidt, bu yıl gizli bilgileri sızdırmaya çalışmakla suçlanan ilk askeri isim değil.

Yaz aylarında ABD Donanması'nın iki üyesi Çin için casusluk yaptıkları şüphesiyle tutuklanmıştı.

San Diego'daki USS Essex amfibi gemisinde görev yapan Jinchao Wei'nin, gemilerin işleyişini detaylandıran düzinelerce belge, fotoğraf ve video ilettiği iddia ediliyor.

Los Angeles yakınlarındaki bir ABD deniz üssünde görev yapan Astsubay Wenheng Zhao ise yaklaşık iki yıl boyunca Çin için casusluk yapmakla suçlanıyor.

Massachusetts Hava Kuvvetleri Ulusal Muhafızları'ndan Jack Teixeira da nisanda gizli ABD istihbaratını internete sızdırdığı iddiasıyla tutuklanmıştı.

Teixeira, ulusal savunma bilgilerinin kasten saklanması ve iletilmesiyle ilgili 6 yasal suçlamayla karşı karşıya.

Independent Türkçe



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.