Nijer'in devrik Cumhurbaşkanı Bazoum’un ev hapsinden kaçma girişimiyle ilgili iddialar yalanlandı

Amadou Abdurrahman ‘ana faillerin ve bazı suç ortaklarının’ tutuklandığını duyurdu.

Devrik Nijer Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum’a destek amacıyla Paris'teki Nijerya Büyükelçiliği önünde bir süre önce gösteri düzenlendi. (Reuters)
Devrik Nijer Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum’a destek amacıyla Paris'teki Nijerya Büyükelçiliği önünde bir süre önce gösteri düzenlendi. (Reuters)
TT

Nijer'in devrik Cumhurbaşkanı Bazoum’un ev hapsinden kaçma girişimiyle ilgili iddialar yalanlandı

Devrik Nijer Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum’a destek amacıyla Paris'teki Nijerya Büyükelçiliği önünde bir süre önce gösteri düzenlendi. (Reuters)
Devrik Nijer Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum’a destek amacıyla Paris'teki Nijerya Büyükelçiliği önünde bir süre önce gösteri düzenlendi. (Reuters)

Nijer’de 26 Temmuz'da düzenlenen darbeyle devrilen eski Devlet Başkanı Muhammed Bazoum' un avukatları, iktidardaki askeri rejimin Bazoum’un kaçma girişimiyle ilgili yönelttiği suçlamaları yalanladı.

Devrik cumhurbaşkanının avukatları grubunun koordinatörü Muhammed Seydu Dayan dün şu açıklamayı yaptı:

"Başkan Bazoum’a yönelik bu uydurma suçlamaları şiddetle reddediyoruz. Gözaltı, müvekkilimizin temel haklarını ihlal etmeye devam eden askeri cuntanın aştığı yeni bir kırmızı çizgidir."

Nijer'de iktidardaki askeri rejim daha önce, temmuz ayı sonunda ordu tarafından devrilmesinden bu yana hapiste tutulan Muhammed Bazoum’un perşembe günü şafak vakti ‘kaçmaya çalıştığını’ ancak girişiminin başarısız olduğunu açıklamıştı.

Rejimin sözcüsü Albay Amadou Abdurrahman, ulusal televizyonda okunan açıklamada Bazum’un ‘perşembe günü sabah saat üçte ailesi, iki aşçı ve iki güvenlik personeliyle birlikte tutuklandığı yerden kaçmaya çalıştığını’ söyledi. Abdurrahman, ‘bu girişimin başarısız olduğunu ve asıl faillerin ve bazı suç ortaklarının tutuklandığını’ vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı bilgilere göre Paris’ten perşembe günü yapılan açıklamada, Nijer'deki üslerinden ayrılan öncü Fransız askerleri kara konvoyu ile Çad'a doğru yola çıktı ve olaysız bir şekilde N'Djamena'ya (Encemine) ulaştı.  Böylece önümüzdeki aralık ayı sonuna kadar tamamlanması beklenen karmaşık bir operasyon da başlamış oldu.

Fransa Genelkurmay Sözcüsü Albay Pierre Godier, AFP’ye yaptığı açıklamada, ‘konvoyun Nijer'den güvenli bir şekilde ve Nijer kuvvetleriyle koordineli olarak ayrıldığını ve 10 günlük yolculuğun ardından komşu Çad'ın başkenti N'Djamena'ya olaysız bir şekilde ulaştığını’ söyledi. Ayrıca önümüzdeki günlerde Çad'dan Fransa'ya uçuşlar düzenleneceğini de sözlerine ekledi.

Nijer'den sınır dışı edilmesinin ardından Fransız ordusu, radikal grupların bulunduğu düşman bölgelerinden geçtiği üç bin kilometrelik bir yolculukla ekipmanlarını karadan Çad'a ve ardından Kamerun'a nakletmek zorunda kaldı ve ardından Fransa'ya geri döndü.

Sahel bölgesindeki Fransız operasyon komutanlığı ve yaklaşık bin Fransız askeri N'Djamena'da konuşlanmış durumda.

Albay Godier, Burkina Faso ve Mali ile ‘sınır üçgeni’ olarak adlandırılan bölgede, Nijer'in kuzeybatısındaki Ouallam ve Ayorou'daki ileri üs sahalarının yarısının boşaltıldığını ve konvoyun Niamey'e vardıktan sonra Çad sınırına doğru yola çıktığını bildirdi.

N'Djamena yaptığı açıklamada ‘Fransız kuvvetlerinin Fransa'ya dönüşü için kendi topraklarından güvenli bir koridor sağlama anlaşması yaptıklarını’ doğruladı.

Çad Genelkurmay Başkanı General Abkar Abdulkerim Davud tarafından yapılan açıklamada, ‘Çad güçlerinin bu konvoylara Nijer sınırından N'Djamena'ya, havaalanına, Kamerun sınırına ve Douala limanına kadar koruma sağlayacağı’ belirtildi.

Fransız askerlerinden bir kaynak, AFP’ye yaptığı açıklamada, ‘radikal grupların üç sınır bölgesinde büyük oranda bulunduğunu ancak Niamey'den N'Djamena'ya giden yolda güvenlik tehdidi düzeyinin düşük olduğunu’ söyledi.

Sahel bölgesindeki Fransız varlığı 2020'den bu yana azalmaya başladı ve Mali, Burkina Faso ve son olarak Nijer'deki darbeler, Mali'de 2014'ten bu yana konuşlandırılan ve Sahel bölgesinde konuşlandırılan 5 bin 500 askerin bulunduğu aşırılık karşıtı Barkhane Gücü’ne son verdi.

Barkhane, Afrika kamuoyunun bir kısmında Fransız karşıtı duyguları körüklüyor. Bu da konvoy güzergahı boyunca gösteri riskini artırıyor. Ancak Fransa ile Çad arasındaki ilişkiler sakinliğini koruyor.



Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
TT

Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)

İbrahim Hamidi

ABD ve Fransa'nın sponsorluğunda İsrail ile Hizbullah arasında imzalanan ateşkes anlaşmasının metnine göre Lübnan bir dönüm noktasının eşiğinde. Bu doğum sancıları cumhuriyetin kanının tazelenmesine mi, yoksa yeni üçüncü ya da dördüncü bir cumhuriyetin doğuşuna mı yol açacak?

Bu, el-Mecelle'nin Aralık ayı sayısının kapak haberi ve ateşkesten senaryolar, ordunun rolü, Hizbullah yenilgisinden sonra Şiilerin geleceği, mültecilerin geri dönüşü ve toplum mühendisliğine kadar konuyu her yönüyle ele alıyoruz.

Lübnan, 60 günlük ateşkes, Hizbullah ile İsrail'in güneyden çekilmesi, boşluğu Lübnan ordusu ile BM’ye bağlı UNIFIL güçlerinin doldurması, her iki taraftan da yerinden edilenlerin geri dönmesi, Meclis'in cumhurbaşkanını seçmek için toplanması, başbakanın atanması, hükümetin kurulması ve yeniden imar ile karşı karşıya bulunuyor.

Aylarca süren müzakereler ve bir yılı aşkın süredir Gazze için sürdürülen “destek savaşı”nın ardından gelen anlaşma uygulanırsa, ülke, cumhuriyetin temellerine dönüşe ya da yeni bir doğuşa tanık olacak. Lübnan Cumhuriyeti, şu anda bildiğimiz mezhepçi kotaların öncesinde, Fransız Mandası döneminde doğmuştu. İlk anayasa hazırlanıp 1926 yılında Katolik hukukçu Şarl Debbas cumhurbaşkanı seçildiğinde doğdu. O dönemde başbakanlık da Maruni Hıristiyanların elindeydi.

Bazıları, Birinci Cumhuriyet'in 1926'da doğduğuna ve 1943'te cumhurbaşkanı seçilen Şeyh Bişara el-Huri’ye kadar bir dizi Hıristiyan cumhurbaşkanı tarafından yönetildiğine inanıyor. Huri Sünni olan başbakanı Riyad el-Sulh ile ittifak kurdu ve ikisi birlikte, cumhurbaşkanlığını Marunilere, başbakanlığı Sünnilere ve meclis başkanlığını Şiilere tahsis eden sözlü bir ulusal uzlaşının temelini attılar. Saib Selam'ın anılarında, 1943'te Sabri Hamada’nın Şii olduğu için değil, en yaşlı milletvekili olduğu için yasama organının başına getirildiğini söylediğine de dikkat çekelim.

Bu nedenle pek çok kişi Birinci Cumhuriyet'in ulusal sözleşme ile doğduğuna inanıyor ve kendisi 21 Kasım 1943'teki bağımsızlık ilanına da tanıklık etti. Birinci Cumhuriyetin 1926 Anayasası ile değil de 1943 yılında doğduğunu düşünürsek, bu cumhuriyet 1975 yılında iç savaşın başlamasıyla mı yıkıldı yoksa savaşın sonuna ve 1989'daki İkinci Cumhuriyet'in başlangıcı olan Taif Konferansı’na kadar mı devam etti?

Birinci cumhuriyet 1943'ten 1975'e, ikincisi 1975'ten 1989'a ve üçüncüsü o zamandan bu yana mı?

Adı ne olursa olsun, mevcut cumhuriyetin belki de en belirgin özelliği, Taif Anlaşması’nın Hıristiyan cumhurbaşkanı pahasına Sünni başbakanı güçlendirmesiydi. Başbakan Refik Hariri'nin 2005'te suikasta kurban gitmesiyle sona eren Suriye varlığını kabul etmesiydi. Temmuz 2006 savaşı ve Hizbullah’ın İran'ın nüfuzunu genişletmek için ülke içinde ve bölgesel olarak artan rolü ile sonuçlanmasıydı.

Hizbullah ve İran'ın baskın rolünün gerilemesi ve muhaliflerinin beklentileri karşısında Lübnan yeni bir doğuşla mı karşı karşıya?

Zafer sloganları bir yana, Hizbullah'ın büyük bir yenilgiye uğradığı tartışılamaz. Zira Lübnan süreci Gazze sürecinden ayrıldı. İsrail, aralarında Hasan Nasrallah'ın da bulunduğu askeri ve sembolik liderlerini öldürdü, iletişim ve liderlik yapısını dağıttı. 1701 sayılı kararın uygulanmasını, Litani Nehri'nin arkasına çekilmeyi, dahası belki de bir İsrail tampon bölgesinin oluşturulmasını, silah tedarikinin kesilmesini ve füze üretiminin engellenmesini kabul etmek zorunda kaldı. Bunlara bir de Hizbullah’ın kuluçka ortamının ödediği muazzam insani ve ekonomik bedel ekleniyor.

Hizbullah ve İran'ın baskın rolünün gerilemesi ve muhaliflerinin beklentileri karşısında Lübnan yeni bir doğuşla mı karşı karşıya? Netanyahu, (bu sayımızda ona da özel bir dosya ayırdığımız) ABD başkanı seçilen Trump ile olan ilişkisinden ve Beyaz Saray'ın başına geçmeden önce “savaşları bitirmesi” için ona verdiği “armağan”dan destek alarak şunlarda ısrar ediyor; Hizbullah'ın kendisini yeniden silahlandırmamasını veya askeri yapısını yeniden inşa etmemesini garanti altına almak için Lübnan'da bir gözetim mekanizması kurulması, en büyük düşman olan İran'ın denetim ve “maksimum baskı” altında tutulması. Odağını özellikle Gazze Şeridi'ne kaydıran İsrail, Lübnan’da herhangi bir ihlal ile başa çıkılmaması durumunda Lübnan'a müdahale etme olanağına sahip olmak istiyor. Tel Aviv bu “haktan” vazgeçmezken, Hizbullah ve Lübnan da bunu kabul edemez.

Milisler ve rejimler bir noktada buluşmaktadır, o da dışarıda yenildikleri zaman içeride zafer aramaları, uzaktaki bir düşman tarafından yaralandıklarında ise yakın komşularından intikam almalarıdır

Burada şu sorular ortaya çıkıyor; bu durum Lübnan'da siyasi olarak nasıl ifade bulacak? Eski siyasi sözleşmenin yeniden canlandırılmasında veya yenisinin formüle edilmesinde bölgesel ve uluslararası güçlerin rolü nedir? Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır'ın Haziran 1967 savaşından sonra çıkıp “yenilgiyi” kabul etmesi gibi, Hizbullah'ın yeni Genel Sekreteri Naim Kasım da neden çıkıp yenilgiyi kabul etmekte gecikti? Neden Hizbullah ve İran'a sadık olanlar yaşananları bir “zafer” veya “direniş” olarak değerlendirmekte ısrar ediyor?

Herhangi bir savaşın insani ve ekonomik maliyeti konusunda devlet ile milislerin farklı davrandıkları doğru, ancak devletler ile örgütlerin zaman ve tarihle ilişkilerinde farklı oldukları da doğrudur. En tehlikelisi ise milislerin ve rejimlerin bir noktada buluşmasıdır, o da dışarıda yenildikleri zaman içeride zafer aramaları, uzaktaki bir düşman tarafından yaralandıklarında ise yakın komşularından intikam almalarıdır.

Kapak konusu olan Lübnan dosyası ve Başkan Donald Trump'ın seçilmesi ve bunun Ortadoğu ve dünyadaki yansımalarına ilişkin özel dosyaya ek olarak, Aralık sayısında siyaset, ekonomi, bilim ve kültür üzerine yazılar, analizler ve röportajlar da yer alıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.