İran savaş halinde İsrail'i mağlup edebilir mi?

Tel Aviv'in teknolojik üstünlüğü ve askeri teçhizatı, Tahran kuvvetlerinin kara saldırısında ilerlemesini zorlaştırıyor

İsrail askerleri, kara saldırısına hazırlık amacıyla Gazze Şeridi sınırındaki mevzilerde konuşlanıyor (AFP)
İsrail askerleri, kara saldırısına hazırlık amacıyla Gazze Şeridi sınırındaki mevzilerde konuşlanıyor (AFP)
TT

İran savaş halinde İsrail'i mağlup edebilir mi?

İsrail askerleri, kara saldırısına hazırlık amacıyla Gazze Şeridi sınırındaki mevzilerde konuşlanıyor (AFP)
İsrail askerleri, kara saldırısına hazırlık amacıyla Gazze Şeridi sınırındaki mevzilerde konuşlanıyor (AFP)

İran rejiminin “İsrail'i yok etme” arzusu hiç kimse için bir sır değil, İranlı yetkililer bu arzuyu defalarca kamuoyuna açıkladılar. Ancak bu konu, hem İran'ın hem de İsrail'in askeri yetenekleri, silah cephaneliği ve taktik beceri düzeyi alanında birçok soruyu gündeme getiriyor.

Askeri Modernizasyon Merkezi Başkanı Chris Osborne, yazdığı makalede, aralarında bir savaş çıkması durumunda İran ile İsrail'in askeri kapasiteleri karşılaştırdı.

Hava Kuvvetleri

Bu bağlamda en acil soru, her bir ülkenin ve coğrafi uzantısının diğerine saldırma yeteneğiyle ilgili. İran'da çok sayıda eski ve hızlı F-14 (Tomcat) savaş uçağı bulunurken bunların bakım ve onarım açısından ne durumda olduğu belli değil. İran'ın İsrail savaş uçaklarının saldırılarına karşı savunmasız kalması muhtemel.

İsrail'in, hava üstünlüğü kazanmasına ve İran hava savunma sistemlerinden kaçmasına olanak tanıyabilecek F-35I Adir de dahil olmak üzere beşinci nesil radar özellikli uçaklardan oluşan bir filosu var. İran'ın çok sayıda Rus yapımı savunma sistemi olmasına rağmen bunların İsrail F-35I savaş uçaklarını tespit edip imha edip edemeyeceği henüz belli değil.

Savaş uçağı sayısı açısından İsrail, İran'dan daha iyi bir konuma sahip. Global Fire Power'ın yakın tarihli bir raporuna göre İran Silahlı Kuvvetleri'nin 160 savaş uçağı, İsrail Hava Kuvvetleri'nin ise 241 savaş uçağı bulunuyor.

Teknolojik üstünlük ve İsrail askeri teçhizatı, İran kuvvetlerinin İsrail'e kara saldırısı yapmasını zorlaştırıyor. İran kara kuvvetlerinin de İsrail'e ulaşmak için Türkiye, Irak veya Basra Körfezi'nden geçmesi gerekiyor. Tüm bu senaryolarda İran kara kuvvetleri İsrail'in hava saldırısına açık ve savunmasız kalacak.

Dolayısıyla İran rejiminin nükleer silah elde etmesi yönündeki rahatsız edici ihtimal bir yana, İran'ın İsrail'e saldırısı başarılı görünmüyor.

İran kara kuvvetleri

İran rejiminin en azından kağıt üzerinde daha büyük kara kuvvetlerine sahip olduğu doğru, ancak tanklar ve askeri zırhlar söz konusu olduğunda İsrail, İran'ı geride bırakıyor.

Global Fire Power internet sitesinin 2023 yılı askeri değerlendirmesine göre İran'ın 4 bin 71, İsrail'in ise 2 bin 200 tankı bulunuyor. Ancak İran'ın İsrail'den 2 bin daha fazla tanka sahip olması, özellikle de İsrail tankları sensörlerle ve hassas ve üstün hedefleme silahlarıyla donatılmışken onun askeri üstünlüğü bulunduğu anlamına gelmiyor. Bu sorun, İsrail Merkava tankları ile modernize edilmiş Sovyet dönemi İran T-72 tankları arasındaki kısa bir karşılaştırmayla açıkça ortaya konmakta.

İran'ın İsrail'den yaklaşık 400 binden daha fazla askeri var. Ancak İran rejimi İsrail'e kara saldırısı gerçekleştiremezse ve İsrail silah ve teknoloji açısından üstünse, bu farkın (asker sayısı) savaşta belirleyici bir faktör olması pek olası değil.

İran cephaneliği

Şarku’l Avsat’ın Independent Farsi’den aktardığına göre 2021 yılı Küresel Ateş Gücü değerlendirmesine göre İran'ın 8 bin 500 civarında askeri zırhlı aracı, İsrail'in ise 7 bin civarında askeri zırhlı aracı bulunuyor.

Bu durumda teknolojinin ve üstünlüğünün büyük payı var. Ayrıca İsrail'in savunma bariyerlerini veya hendeklerini yok edebilecek tanklar olmadan İran'ın İsrail'e yapacağı herhangi bir saldırıda başarılı olması çok zor.

İran'ın İsrail'den daha fazla topu ve birden fazla füze fırlatıcısı var, ancak menzili 70 ila 80 kilometre olan bu top ve füze sistemlerinin İsrail'e saldırabilmesi için İsrail sınırına yakın konuşlandırılması gerekiyor.

Donanmanın belirleyici bir rolü var mı?

Her ikisinin de (İsrail ve İran) güçlü deniz kuvvetleri yok ancak İran, küçük botlarla saldırı düzenleyebileceğini birçok kez gösterdi. Global Fire Power internet sitesinin raporuna göre İran'ın 19 denizaltısı varken, İsrail'in yalnızca beş denizaltısı var.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.