Alexander Dugin: İşte yeni dünya düzenine dair görüşüm ve Gazze savaşı

Çok kutuplu dünyada İsrail ve Ukrayna Batı hegemonyasının vekilleridir

İllüstrasyon: Barry Falls
İllüstrasyon: Barry Falls
TT

Alexander Dugin: İşte yeni dünya düzenine dair görüşüm ve Gazze savaşı

İllüstrasyon: Barry Falls
İllüstrasyon: Barry Falls

Aleksandr Dugin

Mevcut dünya düzeni bir geçiş sürecinde gibi görünüyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasından sonra şu an yaşananlar, tek kutuplu bir dünyadan çok kutuplu bir dünyaya geçiş sürecidir.

Aslında Rusya, Çin, İslam dünyası, Hindistan ve potansiyel olarak Afrika ve Latin Amerika ülkelerini kapsayan kilit öneme sahip oyuncularla birlikte bu çok kutuplu dünyanın temelleri giderek daha da belirginleşiyor. Bazıları, BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) grubu içinde yer alan tüm bu oyuncular, bir araya gelen farklı medeniyetleri temsil ediyorlar. BRICS, özellikle İslam dünyasının önemli ülkelerinden Suudi Arabistan, İran ve Mısır’ın yanı sıra grup içindeki Afrika faktörünü güçlendiren Etiyopya ve Güney Amerika ülkelerinin varlığını daha da sağlamlaştıran Arjantin'in katılma talebinde bulunduğu 2023 Johannesburg zirvesinden sonra daha da büyüdü. Buradan baktığımızda çok kutuplu dünyanın her geçen gün konumunu güçlendirdiğini ve Batı hegemonyasının zayıfladığını görüyoruz.

ABD ve Batı ülkelerinin tek taraflılığı koruma adına verdiği ölümüne savaş

ABD ve Batı dünyası tek taraflılık adına ölümüne bir savaş veriyorlar. Dünya liderliğinin ön saflarında yer alan ABD, özellikle askeri, siyasi, ekonomik, kültürel ve ideolojik alanlarda hakimiyetini sürdürmeye kararlı. Devam eden bu tek kutupluluk arayışı, tek kutupluluk ile çok kutupluluk arasında yoğun bir mücadelenin yaşandığı günümüzde ortaya çıkan temel çelişkinin de kaynağı.

sdefrg
Soldan sağa doğru Brezilya Devlet Başkanı, Çin Devlet Başkanı, Güney Afrika Devlet Başkanı, Hindistan Başbakanı ve Rusya Dışişleri Bakanı 22 Ağustos 2023 tarihinde Johannesburg'da yapılan BRICS zirvesine katıldılar (EPA)

Burada küresel politikadaki temel çatışmalara ve eylemlere, özellikle de egemenliğini ve bağımsız bir kutup olarak varlığını yeniden ortaya koyan Rusya'yı zayıflatma çabalarına değinilmeden geçilmemeli. Böylece Ukrayna'da devam eden çatışma da açıklanabilir. Batı dünyası, (Ukrayna Devlet Başkanı) Volodimir Zelenskiy rejimini sadece Rusya'nın bağımsız bir oyuncu olarak küresel arenaya dönmesini engellemek amacıyla destekliyor. Rusya Devlet Başkan Vladimir Putin'in iktidara gelmesinden bu yana ülkesinin bağımsız bir oyuncu olarak küresel arenaya dönme politikasını sürdürüyor. Putin, bir yandan Rusya Federasyonu'nun siyasi egemenliğini güçlenmeye başlarken, diğer yandan Rusya'nın sadece Batı dünyasının hegemonyasına karşı değil, aynı zamanda onun değer sistemine de karşı çıkan bağımsız bir medeniyet olduğunu giderek daha fazla vurgulamıştır.

Rusya, geleneksel değerlere olan inancını ve bağlılığını açıkça ortaya koyarken Batı liberalizmini, Rusya'nın anormallik ve sapıklık olarak gördüğü LGBT gündemini ve Batı ideolojisinin diğer standartlarını kesin bir şekilde reddetti.

Putin yönetimindeki Rusya, Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi iki kutuptan biri olamayacağını da çok iyi biliyor.

Öte yandan Batı, 2014 Ukrayna devrimini (Onur Devrimi) destekledi ve Ukrayna'yı mümkün olduğunca silahlandırdı. Bunu yaparken de Ukrayna’da neo-Nazi ideolojisinin yayılmasına yardımcı oldu. Rusya'yı, eğer Putin başlatmasaydı Kiev tarafından başlatılacak olan özel askeri operasyonu başlatmaya itti. Böylece tek kutupluluğa karşı verilen şiddetli çok kutuplu savaşın ilk cephesi Ukrayna'da açıldı.

Putin yönetimindeki Rusya, Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi iki kutuptan biri olamayacağını da çok iyi biliyor. Çin, İslam dünyası, Hindistan, Afrika ve Latin Amerika gibi yeni medeniyetler yükselişte. Rusya da onları gerçek ve adil bir çok kutupluluk çerçevesinde potansiyel müttefikleri ve ortakları olarak görüyor. Dünyanın geri kalanı bunu henüz kabul etmemiş olsa da çok kutupluluk bilincinin giderek büyüyüp güçlendiğine tanık oluyoruz. Bu durum, bu kez Pasifik bölgesinde olmak üzere neredeyse tek kutupluluk ile çok kutupluluk mücadelesinin bir sonraki hattı haline gelen Tayvan meselesi için de geçerli. Çok kutupluluk kavramına ilişkin giderek güçlenen bir farkındalık söz konusu.

Hamas saldırısı ve soykırım sonrası farklı bir cephe açıldı

İsrail ve Gazze Şeridi'nde yaşananlar da bu konuyla doğrudan alakalı, orada iki felaket yaşandı. Bunların ilki, Hamas'ın İsrail'e yönelik, çok sayıda sivilin ölümüyle ve rehin alınmasıyla sonuçlanan saldırısıydı. İkincisi de İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik misilleme saldırılarıydı. Bu saldırılar, zulüm ve başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere sivil kayıpların sayısı açısından katlanarak arttı. Her ikisi de açıkça insan hakları ihlali ve insanlığa karşı işlenmiş suçtur. Hiçbir haklı gerekçeleri de yoktur.

asxdfer
İsrail'in Cibaliye Mülteci Kampı’na yönelik bombardımanında yıkılan binaların enkazı arasında hayatta kalanları arayan Filistinliler (AP)

Ancak diğer taraftan İsrail'in (Babil hukukunun başlangıcında geliştirilen ve verilen cezanın, göze göz dişe diş gibi, suçlunun zarar gören tarafça aynı ölçüde cezalandırılmasını öngören) ‘lex talionis’ ilkesini uygulaması, bir toplama kampında acımasız şartlar altında yaşamaya zorlanan Gazze Şeridi sakinlerine yönelik gerçek bir soykırıma neden oldu. Hamas bir terör eylemi gerçekleştirdi ve İsrail bu eyleme soykırım yaparak karşılık verdi. Böylece her iki taraf da siyasi anlaşmazlıkları çözmek için hukukun ve kabul edilebilir insani yöntemlerin dışına çıktı. Bundan sonra jeopolitik görünüm devreye giriyor. İsrail'in suçunun boyutu çok daha büyük olsa da Gazze Şeridi'nde olup bitenler sadece bu kriterle değerlendirilemez. Çünkü altta yatan bazı jeopolitik eğilimlerle de bağlantısı var.

Filistin meselesi bugün Sünnileri, Şiileri, Türkleri ve İranlıları bir araya getiren birleştirici bir güç olarak hizmet ederken, İslam dünyasının birliği inkar edilemez.

Ancak Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail'in Filistinlilere misilleme olarak uyguladığı soykırım farklı bir cephe açtı. Batı, Gazze Şeridi'nde sivil halka karşı açıkça işlenen suçlara rağmen bu kez (tıpkı Ukrayna'da olduğu gibi) İsrail'e koşulsuz ve tek taraflı önyargıyla destek vererek, tüm İslam dünyasıyla karşı karşıya geldi.

Burada İslam dünyası, İsrail'in Gazze Şeridi'nde ve Filistin’in diğer bölgelerinde, Yahudi mahallelerinden sürülen, kendi topraklarındaki yoksul ve izole bölgelerde yaşayan Filistin halkına karşı haksız uygulamaları ve adaletsizlikleri karşısında bir başka kutup olarak ortaya çıkıyor.

Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığı analize göre  Filistin meselesi Sünniler, Şiiler, Türkler ve İranlıları bir araya getiren birleştirici bir güç olarak hizmet ederken İslam dünyasının birliği artık inkar edilemez. Bu mesele aynı zamanda Yemen, Suriye, Irak ve Libya'daki iç çatışmaların taraflarının yanı sıra Pakistan'ı, Endonezya'yı, Malezya'yı ve Bangladeş'i de doğrudan ilgilendiriyor.

Aynı şekilde ABD’de, Avrupa’da, Rusya’da, Afrika'da yaşayan Müslümanlar da buna karşı kayıtsız kalamazlar. Elbette günümüzün Gazze, Batı Şeria ve Ürdün Nehri bölgesindeki Filistinlileri, siyasi anlaşmazlıklara rağmen onurlarını savunma mücadelesinde birleşiyorlar.

Filistin meselesi ve ABD

ABD son yıllarda Müslüman ülkeleri İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye teşvik etmek amacıyla Filistin meselesi etrafında toplanmalarını engellemeyi başardı. Fakat tüm bu çaba son haftalarda yaşananlarla boşa gitti. ABD’nin İsrail'i Gazze Şeridi'nde tüm dünyanın gözü önünde işlediği suçlardan ve ihlallerden sonra bile desteklemeyi sürdürmesi, İslam dünyasını içinde yaşadığı tüm ihtilafları bir kenara bırakıp Batı ile doğrudan çatışmaya girmeye itiyor.Alexander

sdfrg
Alexander Dugin 

İsrail, Ukrayna gibi, kibirli ve zalim Batı hegemonyasının vekilinden başka bir şey değildir. Suç işlemekten ya da ırkçı söylemlerde ve eylemlerde bulunmaktan çekinmez. Fakat sorun ne, İsrail değil. Çünkü o sadece tek kutuplu dünyada jeopolitik bir araç olarak rolünü oynuyor. Bu durum, Başkan Vladimir Putin'in kısa bir süre önce ‘böl ve yönet’ ilkesine dayalı sömürgeci stratejiler uygulayan küreselciler için kullandığı ‘düşmanlık ve çatışma ağı ören örümcekler’ metaforuyla atıfta bulunduğu şey de tam olarak buydu. Eğer tek kutuplu dünyayı ve Batı hegemonyasını korumak için çaresizce ve acı içinde çabalayanların stratejisinin özünü anlayabilirsek, işte o zaman buna karşı koyabilmek için bilinçli olarak alternatif model oluşturabilir ve çok kutuplu bir dünya inşa etme yolunda güvenle ve ortak hareket edebiliriz.

Gazze Şeridi’nde ve bir bütün olarak işgal altındaki Filistin topraklarında devam eden savaş, belirli bir halka ya da sadece tüm Araplara karşı değil, doğrudan tüm İslam dünyasına ve genel olarak İslam medeniyetinin kendisine yönelik doğrudan meydan okumadır. Aslında Batı, bizzat İslam'la savaşa girmiştir. Suudi Arabistan'dan Türkiye'ye, İran'dan Pakistan'a, Tunus'tan Bahreyn'e, Selefilerden Sünnilere ve Sufilere kadar herkes de bu gerçeğin farkına vardı. Filistin'deki, Suriye'deki, Libya'daki, Lübnan'daki, Şii ve Sünni siyasi muhalifler artık onurlarını savunmalı ve İslam medeniyetine karşı bu şekilde davranılmasına izin vermeyerek egemen ve bağımsız bir medeniyet olduğunu göstermeli. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Haçlı Seferlerini hatırlatarak Batı'yı cihatla tehdit etti. Ancak bu tamamen başarısız bir kıyaslama ve meselenin özünü tam anlamıyla yansıtmıyor. Modern Batı, Hıristiyanlıkla olan birçok bağını materyalizm, ateizm ve bireycilikten lehine kopararak ve Hıristiyan medeniyetinden önemli ölçüde uzaklaşarak küreselleşmiştir.

Rusya bir kutup olarak Ukrayna topraklarında Batı’ya karşı etkili bir mücadele verirken, Batı propagandasının etkisi altındaki birçok İslam ülkesi bu savaşın nedenlerini, hedeflerini ve hatta mahiyetini tam olarak anlayamadı.

Hıristiyanlığın maddi bilimlerle ya da temelde kâr amacı güden sosyo-ekonomik sistemle herhangi bir bağlantısı yoktur. Sapkınlığın yasallaştırılması ve patolojinin norm olarak benimsenmesini ya da İsrailli post-hümanist filozof ve yazar Yuval Harari'nin heyecanla kaleme aldığı insanlık sonrası varoluşa geçişe hazırlanma eğilimini kesinlikle onaylamaz. Bugün Batı modern haliyle, Hıristiyanlığın değerleriyle ya da Hıristiyan haçının kucaklanmasıyla hiçbir bağlantısı olmayan, Hıristiyanlık karşıtı bir tezahürdür. İsrail de Yahudi, laik, Batılı bir devlettir. Batılı bir ülke olması bir yana, Hıristiyanlıkla da ortak hiçbir yanı yoktur. Dolayısıyla İslam dünyası ile Batı dünyası karşı karşıya geldiğinde İslam dünyasının İsa’ya inanan bir medeniyetle değil, İsa karşıtı bir medeniyetle, deccal medeniyetiyle çatışma halinde olduğunu anlıyoruz.

Burada son zamanlarda Suudi Arabistan'da, Mısır'da, Türkiye'de, Pakistan'da, Endonezya'da ve diğer İslam ülkelerinde jeopolitik farkındalığın hızlı bir büyümeye tanık olduğu belirtilmeli. Suudi Arabistan ile İran yakınlaşması ve Türkiye'nin egemenlik politikası da buradan kaynaklanıyor. İslam dünyası kendisinin bir kutup ve birleşik bir medeniyet olarak ne kadar çok farkına varırsa, Rusya'nın davranışı da o kadar net ve anlaşılır hale geliyor. Putin’in halihazırda dünyada, özellikle Batılı olmayan ülkelerde büyük popülariteye sahip, ünlü bir lider olması stratejisinin kesin bir anlam ve net bir gerekçe kazanmasını sağlıyor. Gerçekten de tüm gücüyle tek kutupluluğa, yani küreselleşmeye ve Batı’ya karşı mücadele ediyor. Bugün Batı'nın vekili İsrail ile birlikte İslam dünyasına saldırdığını, Filistinli Araplara soykırım uyguladığını görüyoruz.

Savaş artık bir topyekun savaş gibi geniş çaplı görünüyor. Her şeyden önce İslam dünyasının Rusya ve Tayvan sorununu yakında çözecek olan Çin gibi konu odaklı müttefikleri var ve büyük ihtimalle diğer cepheler de yavaş yavaş açılacak.

Batılı güçler hegemonyalarından kendi istekleriyle vazgeçmeye niyetli olmadıkları gibi, yeni kutuplar, yükselen bağımsız medeniyetler ve geniş bölgeler de artık bu hegemonyayı kabul etmek ve buna tahammül etmek istemiyorlar.

Burada şu soru beliriyor: Bu durum Üçüncü Dünya Savaşı'nın patlak vermesine neden olabilir mi? Cevap: Büyük olasılıkla evet. Bir başka deyişle Üçüncü Dünya Savaşı zaten başlamak üzere.

Bir savaşın dünya savaşına dönüşmesi için öncelikle askeri seçenekten başka hiçbir şekilde çözülemeyecek kritik miktarlarda birikmiş anlaşmazlıkların ortaya çıkması gerekir. Bu şart şu an yerine getirilmiş durumda. Batılı güçler hegemonyalarından kendi isteğiyle vazgeçmeye niyetli olmadıkları gibi, yeni kutuplar, ortaya çıkan bağımsız medeniyetler ve geniş bölgeler de artık bu hegemonyayı kabul etmek ve buna tahammül etmek istemiyorlar.  Dahası, ABD’nin ve daha geniş anlamda Batı'nın, yeni ve tekrar eden savaşları ve çatışmaları kışkırtan ve körükleyen politikalardan vazgeçmeden insanlığın lideri olamayacağı ispatlanmıştır ve kaçınılmaz olan savaş kazanılmalıdır.

zsacdfr
Trump’ın İslam dünyası ile Batı dünyası arasında artan çatışmalardaki rolü ne? (AFP)

Peki, (eski ABD Başkanı) Donald Trump İslam dünyası ile Batı dünyası arasında artan bu çatışmalarda nasıl bir rol oynuyor? Başkan Joe Biden katıksız bir küreselci ve Rus karşıtı. Tek kutupluluğu sonuna kadar destekliyor. Kiev'deki neo-Nazi rejimine büyük ve aralıksız bir destek vermesinin ve doğrudan soykırım suçu da dahil olmak üzere İsrail'in eylemlerini tamamen aklamasının nedeni de tam olarak bu. Ancak Trump, farklı ve net bir tutuma sahip. Klasik milliyetçi bakış açısına sahip olan Trump, ABD'nin bir ulus olarak çıkarlarını, küresel hakimiyet konusunda alelacele ortaya konulan planların önünde tutuyor. Trump, Rusya-ABD ilişkileri konusuna karşı ise kayıtsız. Çünkü onun asıl endişesi Çin ile olan ticaret ve ekonomik rekabet. Ancak Trump’ın ABD'deki Siyonist lobinin etkisi altında olduğuna da şüphe yok.

Bu yüzden Batı dünyası ile İslam dünyası arasında yaklaşan savaş karşısında yalnızca Batı değil, aynı zamanda genel olarak Cumhuriyetçiler de kayıtsız kalmamalı.

Eğer Trump yeniden başkanlık koltuğuna oturursa, Rusya için çok önemli bir endişe kaynağı olan Ukrayna'ya yönelik desteğin azalması söz konusu olabilir. Bunun yanında Müslümanlara ve özellikle de Filistinlilere karşı daha da katı bir politika izleyebilir ve Biden'ın politikalarındaki şiddetin dozunu artırabilir. Bundan dolayı gerçekçi olmalı ve zor, ciddi ve uzun vadeli bir savaşa hazırlanmalıyız.

Bunun dinler arası değil, ateizm, materyalizm ve deccalın tüm geleneksel dinlere karşı başlattığı bir savaş olduğunu anlamak önemli. Belki de son savaşın başlamasının zamanı gelmiştir.

Peki, bu çatışma bir nükleer savaşı körükler mi? Özellikle taktik nükleer silahların kullanılma eğiliminden dolayı bu mesele göz ardı edilemez. Stratejik nükleer silahlara sahip olan ülkelerin (Rusya ve NATO ülkeleri) bunları kullanmaları pek olası görünmüyor. Kelimenin tam anlamıyla nükleer silahların kullanılması tüm insanlığın yok olması demektir. Ancak İsrail, Pakistan ve muhtemelen İran'ın nükleer silahlara sahip olması nedeniyle bunların yurt içinde kullanılması ihtimali yok gibi.

Müslümanlar ortak ve hırslı bir düşman karşısında birleşebilirlerse tam bir İslam kutbu ortaya çıkar.

Peki, yaklaşan bu savaş sırasında nasıl bir dünya düzeni olacak? Bu soruya verilebilecek hazır bir cevap yok. Sadece uyumlu, güçlü, istikrarlı ve tek kutuplu bir dünya düzeninin yaratılması ihtimal dışı. Küreselcilerin bu kadar güçlü bir şekilde tutunduğu dünya düzeni de bu. Dünya hiçbir koşulda ya da durumda tek kutuplu olmayacak. Ya çok kutuplu olacak ya da hiçbir kutup olmayacak. Batılı güçler hakimiyetlerini sürdürmekte ne kadar ısrar ederlerse, savaş da o kadar şiddetli olur ve Üçüncü Dünya Savaşı'nın önü açılır.

Sadece Çok kutuplu bir dünya düzeni olmayacak. Şu an İslam dünyasında da önemli bir yeniden gruplaşma yaşanıyor. Müslümanlar ortak ve hırslı bir düşman karşısında birleşebilirlerse İslami bir güç kutbunun yükselişi mümkün olabilir. İslam medeniyetinin tüm ana hatlarının (Araplar, Sünniler, Şiiler, Sufiler, Selefiler, Hint-Avrupalı ​​Kürtler ve Türkler) yolları Irak'ta kesiştiği için tarihte bilimlerin, dini eğitimin, felsefenin ve ruhani hareketlerin geliştiği bir merkez olan Bağdat'ın eski haline dönmesi ve Irak'ın merkezi rolünü yeniden üstlenmesi, ideal bir çözüm sunabilir. Ancak bunun için elbette öncelikle Irak'ın ABD’nin ülkedeki varlığından kurtarılması gerekiyor.

zaxsdwe
Alexander Dugin'in ofisinden bir kare

Her güç kutbunun mücadele ederek beka hakkını kanıtlaması gerekiyor gibi görünüyor. Rusya, Ukrayna'daki zaferinden sonra tam egemen bir güç haline gelecek. Aynı şekilde Çin de Tayvan sorununu çözdükten sonra önemli bir kutup olarak kendini kabul ettirmiş olacak. İslam dünyası da Filistin meselesine adil bir çözüm bulunmasında ısrar ediyor.

Gelişmeler sadece bunlarla sınırlı olmayacak. Sıra, yeni sömürgeci güçlerle gün geçtikçe daha fazla karşı karşıya kalan Hindistan, Afrika ve Latin Amerika'ya da gelecek. En nihayetinde ise çok kutuplu dünyadaki tüm güç kutupları kendilerine özgü zorlukları ve sınavları aşmak zorunda kalacak.

Tüm bunlardan sonra kısmen Batı Avrupa, Çin, Hint, Rus, Osmanlı, Pers imparatorluklarının yanı sıra, Avrupalıların daha sonra barbarlık ve vahşilikle eş tuttuğu kendine özgü siyasi ve sosyal sistemlere sahip olan Güney Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki ve Okyanusya'daki güçlü bağımsız devletlerin bir arada var olduğu Kristof Kolomb öncesi dünya düzenine döneceğiz. Dolayısıyla çok kutupluluk mümkün. Modern çağda Batılı güçlerin küresel emperyalist politikalarının başlamasından önce çok kutupluluk vardı. Her ne kadar bu, dünyada barışın hemen tesis edileceği anlamına gelmese de böylesine çok kutuplu bir dünya düzeninin, doğası gereği daha adil ve dengeli olacağı şüphesiz.

Tüm çatışmaların, insanlığın güvende olacağı ve gerek Hitler Almanyası’nda gerek günümüz İsrail'inde gerekse küreselleşmiş Batı'nın saldırgan hegemonyasında olduğu gibi ırkçı adaletsizliklerden korunacağı, adil ve ortak bir tutum temelinde çözüleceği kesin.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.