Hindistan, İsrail’in kolları arasında sıkışıp kaldı

Hindistan’da İsrail’e destek gösterisi yapıldı. (Reuters)
Hindistan’da İsrail’e destek gösterisi yapıldı. (Reuters)
TT

Hindistan, İsrail’in kolları arasında sıkışıp kaldı

Hindistan’da İsrail’e destek gösterisi yapıldı. (Reuters)
Hindistan’da İsrail’e destek gösterisi yapıldı. (Reuters)

Şakir Hüseyin

Hindistan sık sık kurallara dayalı uluslararası düzenden ve uluslararası hukuku korumanın öneminden bahsetse de İsrail'in uluslararası düzene yönelik küstah saldırısı karşısında sesi son derece zayıf ve kaygılı çıkıyordu.

İsrail'in bombardımanı hiçbir ayrım yapmadı. Öyle ki Birleşmiş Milletler'in (BM) kendisi de doğrudan İsrail’in saldırılarına maruz kaldı. İsrail, 7 Ekim'den bu yana BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı'nın (UNRWA) 100'den fazla çalışanını öldürdü.

Dünyada ABD ekseni dışındaki ülkelerin çoğu, İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığı ve bunun küresel barış ve güvenlik açısından ciddi sonuçları olduğunda hemfikir. İsrail'in özellikle hastaneleri, okulları, camileri, fırınları, mülteci kamplarını ve yerleşim yerlerini bombalaması karşısında tüm dünyada yaygın bir tiksinti duygusu hakim.

İsrail'in Gazze'deki 2,3 milyon insanı gıda, su, elektrik ve hareket özgürlüğü gibi temel ihtiyaçlardan mahrum bırakmasını dünya dehşet içinde izliyor. İsrail'i destekleyen Batı ülkelerinde bile hükümetlerin İsrail karşıtı protesto gösterilerinin düzenlenmesini engellemek için aldatma ve gözdağı girişimlerine rağmen insanlar, Filistinlilerin yanında olduklarını ilan etmek için sokaklara döküldüler.

Buna karşın Hindistan'da hükümet düzeyinde dünyanın Gazze'de büyük bir krizle karşı karşıya olduğuna dair neredeyse hiçbir belirti gösterilmiyor. Hindistan televizyon kanallarını takip edenler, kanalların İsrail ordusu tarafından kontrol edildiği ve bu kanallar aracılığıyla propagandasını, rehin alınmış haldeki bir izleyici kitlesine zorla izlettiği hissine kapılıyor.

“Gazze'de yaşananlar uluslararası ilişkileri ve Ortadoğu ve Batı Asya'nın jeopolitiğini yeniden şekillendirecek.”

Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığına göre Hindistan Halk Partisi (BJP) hükümeti, insani krizin yanı sıra Hamas tarafından İsrail’e gerçekleştirilen saldırılara ilişkin kaygılarını dile getirerek kendisini İsrail-Filistin çatışmasında tarafsız bir oyuncu olarak göstermeye çalışıyor.

Hükümetin Gazze’ye ilişkin açıklamaları, İsrail hakkında olumsuz bir imaj yansıtılmaması için özel çaba gösterildiğini açıkça ortaya koyuyor. Çoğunluğu hükümet anlaşmalarından ve reklam anlaşmalarından çıkarı olan ailelerin elinde bulunan Hindistan basını, İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı soykırımın ulaştığı korkunç boyutu hiçbir zaman dile getirmeyen resmi açıklamalar yapmakla yetiniyor.

Fotoğraf Altı: Yeni Delhi'de göstericiler, Filistinlileri destekledi. 16 Ekim (Reuters)
Yeni Delhi'de göstericiler, Filistinlileri destekledi. 16 Ekim (Reuters)

İşte Hint yetkililerin kullandığı ve tüm dünyayı sarsan bu felaketi hesaba katmadığı için geniş çapta ele alınması gereken diplomatik dile bir örnek. Gazze'de yaşananlar, Ortadoğu’nun ve Arap Yarımadası'nın doğusundaki bölge olarak bilinen Batı Asya'nın uluslararası ilişkilerini ve siyasi coğrafyasını yeniden şekillendirecek.

Geçtiğimiz günlerde Hindistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’ne bir basın toplantısı sırasında, Hindistan'ın ateşkes çağrısı yapıp yapmayacağı soruldu. Sözcü, genel ve netlikten uzak yanıtında şunları söyledi:

“İsrail meselesine ve Gazze'deki çatışmaya gelince; bakın bu konunun defalarca kez gündeme geldiğini biliyorum. Elimize bir güncelleme ulaşmadı, fakat konuyla ilgili birkaç soru olduğundan bununla ilgili daha önce açıkladığımız görüşümüzü yinelememe izin verin. İsrail’e yönelik korkunç terör saldırısını güçlü bir şekilde kınadığımız 27 Ekim'deki Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısı da dahil olmak üzere, tutumumuzu daha önce birçok kez açıkça ortaya koyduk. Teröre asla tolerans gösterilmemesi gerektiğini vurguladık. Rehinelerin derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması çağrısında bulunduk. Aynı şekilde Gazze'deki insani kriz ve siviller arasında artan kayıplara ilişkin derin kaygılarımızı dile getirdik. Durumu sakinleştirmeye ve insani yardımların ulaştırılmasına yönelik çabalardan duyduğumuz memnuniyeti ifade ettik. Bunun yanında Hindistan 38 ton insani yardım malzemesi gönderdi. Uluslararası insancıl hukuka bağlı kalınması gerektiğini vurguladık. Ayrıca taraflara gerilimi durdurmaya, şiddetten kaçınmaya ve iki devletli bir çözüme ulaşmak amacıyla doğrudan barış müzakerelerinin bir an önce yeniden başlaması için koşullar yaratmaya çağrıda bulunduk. Sanırım bu, oradaki çok zor durum hakkındaki vizyonumuza dair tüm yönleri özetliyor.”

Belki de Hindistan, İsrail’in davranışının çirkinliğine doğrudan değinmeden durumu yönetebileceğini sanıyordur.

“Hindistan ile İsrail arasındaki yakınlaşma Hindistan Ulusal Kongresi Partisi’nin iktidarı döneminde başladı. İki ülke arasındaki resmi ilişkiler, Hindistan tarihinde bir dönüm noktası olan 1992 yılında radikal Hindular tarafından Uttar Pradeş eyaletinin Ayodhya kentinde bulunan Babri Camii'nin yıkmasıyla kuruldu.”

Eğer Hindistan’daki resmi düşünce böyle bir iyimserliği barındırıyorsa bu akıllıca bir düşünce olmaz. Eğer Hindistan İsrail’in pençesine düşerse, BJP iktidarda olsa da olmasa da kendisini bundan asla kurtaramaz. Burada Hindistan'ın İsrail ile ittifaka nasıl gittiğinden bahsetmekte fayda var.

Hindistan ile İsrail arasındaki yakınlaşma Hindistan Ulusal Kongresi Partisi’nin (INC) iktidarı döneminde başladı. İki ülke arasındaki resmi ilişkiler, Hindistan tarihinde bir dönüm noktası olan 1992 yılında radikal Hindular tarafından Uttar Pradeş eyaletinin Ayodhya kentinde bulunan ve tarihi16’ıncı yüzyıla kadar uzanan Babri Camii'nin yıkmasıyla kuruldu. Partinin o dönemdeki lideri P. V. Narasimha Rao’ydu. O kadar sağcı bir çizgideydi ki merkez sağ parti içindeki bazı kişiler dahi onu Hindistan'ın ‘BJP’li ilk Başbakanı’ olarak tanımlamaktan kendilerini alamadılar. Rao, BJP’nin ana örgütü olan Ulusal Gönüllüler Birliği (Rashtriya Swayamsevak Sangh/RSS) ideolojik olarak nasıl yakınlaştı? INC’nin liderlerinden (Mahatma Gandi olarak bilinen) Mohandas Karamchand Gandi ve Cevahirlal Nehru'nun ‘laiklik’ felsefesi mi onu RSS’nin ideolojisini paylaşmaya itti?

INC lideri Rajiv Gandi'nin 1991 yılında Hindistan’ın Tamil Nadu eyaletinde bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmesinin ardından yerine Narasimha Rao geldi. Rao, INC lideri olmayı nasıl başardı?

Bunu başarması zor olmadı. Çünkü INC’nin bir bölümü aslında RSS’nin katı muhafazakar çizgideki destekçileri gibi Hindu milliyetçi bir bakış açısına sahipti. INC, Hindistan siyasetinde Hindutva'nın (Hindu milliyetçiliği) yumuşak bir savunucusu olarak görülürken, BJP Hindu milliyetçiliğinin açıkça ve katı bir çizgide yapıldığı parti olarak görülüyor. Hindistan’ın İsrail'le ilişkilerine bu bağlamda bakılması gerekiyor.

“Hindistan’daki 1,4 milyarlık nüfusun yaklaşık yüzde 15'ini oluşturan Müslümanların büyük çoğunluğu Filistin'i destekliyor.”

INC’nin bu yumuşak Hindutva doktrini, uluslararası şartlar elverişsiz olduğunda Hindistan’a yardımcı oluyor. Tıpkı Hindistan’ın İslam dünyasından ülkelerle iyi ekonomik ve diplomatik ilişkiler kurması gerektiğinde olduğu gibi. Ancak üst kasttan Hinduların egemen olduğu kral yapıcılar ve etkili kesimler, Müslüman ülkeleri kolayca etkileyebilecek ya da birtakım şartlar dayatabilecek bir konumda olduklarına inandıklarında katı Hindutva doktrini hüküm sürüyor.

Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonraki yıllarda dost kazanma ve Küresel Güney ülkeleriyle güçlü ilişkiler kurma ihtiyacı, rakip komşuları Çin ve Pakistan ile karşı karşıya geldiğinde Müslüman dünyasıyla dostane ilişkilerinin olması gerektiği düşüncesinde ve bu yöndeki arayışında büyük rol oynadı. Bugün Hindistan, ekonomik ve askeri gücünün kendisine daha fazla manevra alanı sağladığını düşünüyor.

Hindistan, enerji güvenliği konusunda Arap dünyasına bağımlılığına, Körfez ülkeleriyle arasındaki on milyarlarca dolarlık ticaret hacmine ve ihracatının büyük kısmının İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi 57 ülke ile olmasına rağmen İsrail'i askeri ve güvenlik alanında önemli bir ortak olarak görüyor.

Çoğu kişi bunun, Arap ve İslam dünyasından bazı ülkelerin İsrail ile diplomatik ilişkileri olmasından kaynaklandığını ve Hindistan da aynısını yaptığı için suçlanamayacağını düşünüyor. Ancak bu, Hindistan'ın İsrail ile olan ilişkisinin, aynı zamanda Hindutva doktrini ve çeşitli jeopolitik doktrinlerin yönlendirdiği bir ittifak olması nedeniyle normal diplomatik ve ticari ilişkilerin ötesine geçtiğinden hatalı bir argüman.

Hindistan’daki 1,4 milyarlık nüfusun yaklaşık yüzde 15'ini oluşturan Müslümanların büyük çoğunluğu Filistin'i destekliyor. Bunlara ideolojik olarak Hindutva doktrinine bağlı olmayan ve İsrail ile ittifakı desteklemeyen yüz milyonlarca Hint de eklendiğinde Hindistan'ın kendi nüfusu arasında kayda değer oranda Filistin destekçisi olduğu ortaya çıkıyor.

Fotoğraf Altı: Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi, 10 Şubat 2018 tarihinde Ramallah'ta görüştü. (AFP)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi, 10 Şubat 2018 tarihinde Ramallah'ta görüştü. (AFP)

Ancak Hindistan’ın medya ve ekonomi alanları, araştırma kurumları ve diğer güç araçları, ülkenin Çin ve ABD gibi büyük bir küresel güç haline gelmesi için İsrail ile ittifakın hayati öneme sahip olduğunu düşünen üst kasttan Hindular tarafından kontrol ediliyor. Ancak İsrail'in doğal bir devletin temellerine sahip olmadığı gerçeğini gözden kaçırıyorlar.

“BMGK, ABD'nin veto hakkını kullanması ve İsrail'e karşı herhangi bir kararın alınmasını engellemesi nedeniyle krizi tartışamayacak duruma geldi.”

Her ne kadar Hindistan kendisini Küresel Güney’in sesi olarak tanıtsa da 27 Ekim’de yapılan BM Genel Kurul oturumunda ‘acil, kalıcı ve sürdürülebilir insani ateşkes’ çağrısında bulunan bir karar için çekimser oy kullandı.

Hindistan, gelişmekte olan ülkeler, İİT üyesi ve Arap Ligi (AL) üyesi ülkeler için önem taşıyan kurallara dayalı uluslararası düzenin önemini sık sık vurguluyor. Bununla birlikte BM, Genel Sekreteri ve kurumları da dahil olmak üzere uluslararası toplum İsrail’e soykırımı durdurması, uluslararası hukuka saygı duyması ve milyonlarca insanı yiyecek, su, ilaç ve barınak gibi temel ihtiyaçlarından mahrum bırakmaması için yalvaracak kadar aciz duruma düşürülemez.

BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA) Sözcüsü Jens Laerke, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Eğer şu an dünyada bir cehennem varsa, Gazze'nin kuzeyidir. Halen orada olan insanlar ölümle, yoksunlukla, umutsuzlukla, yerinden edilmeyle ve kelimenin tam anlamıyla karanlıkla kuşatılmış durumdalar.”

Bugün Hindistan’ın Gazze konusunda izlediği politika, diğer ülkelerin büyük çoğunluğunun izlediği politikayla çelişiyor. Bu durum, her 10 dakikada bir çocuğu öldüren ve 1,5 milyondan fazla insanı evsiz bırakan İsrail'in yaptıkları karşısında dehşete düşen ve güvenlikleri konusunda endişe duyan İslam dünyasıyla ilişkileri açısından Hindistan için bir sınava dönüşecek gibi görünüyor.

ABD’nin İsrail'e karşı herhangi bir kararın alınmasını engellemek için veto hakkını kullanması nedeniyle son derece güçsüz kalan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 10 Kasım'da krizi görüşmek üzere toplandı. Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus (WHO) ateşkes çağrısında bulunarak, Gazze'de hiçbir yerin güvenli ve hiç kimsenin güvende olmadığını söyledi. Ghebreyesus, ülkelerin temsilcilerine hitaben, “Hayal edin! böyle bir durumda sıkışıp kaldığınızı hayal edin!” dedi.

Hindistan örneğinde ise insanların soykırıma karşı tamamen kör olduğu İsrail'in kolları arasında sıkışıp kaldığınızı hayal edin.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Trump'ın Ortadoğu ziyaretine dahil edilmeyen İsrail üzgün ama sessiz

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Trump'ın Ortadoğu ziyaretine dahil edilmeyen İsrail üzgün ama sessiz

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

ABD Başkanı Donald Trump, İsraillilerin ülkelerinin en önemli müttefikiyle olan ilişkilerine dair varsayımlarını sarsan açıklamalar yaparken, İsrail'in aşırı sağcı hükümeti bu hafta diplomatik açıdan sessizliğini korudu.

Trump'ın Ortadoğu ziyareti sırasında İsrail'i es geçme kararı alması, yönetiminin İsrailli yetkililerin uzun süredir Hamas'a yardım etmekle suçladığı Katar da dahil olmak üzere Körfez ülkeleriyle iş anlaşmalarına giderek daha fazla odaklanmasının bir işareti olarak görülüyor.

İsrail, Trump’ın Ortadoğu ziyareti öncesinde de ABD'nin ezeli düşmanı İran'la yaptığı görüşmeler ve Trump'ın, İsrail'e yönelik füze saldırılarını sürdürme kararlılığına rağmen, Yemen'deki İran destekli Husileri bombalamayı durdurma kararı alması nedeniyle gergindi.

ABD, Gazze'deki son ABD vatandaşı İsrailli rehine Edan Alexander'ı eve getirmek için Hamas'la bir anlaşma müzakere ederken, İsrailli yetkililer bu duruma seyirci kaldı.

İsrailli yetkililer kendilerini Trump’ın Suriye’ye yönelik yaptırımların sona erdirileceğini duyurmasını ve İsrail'in gerçek yüzünü zar zor gizleyen tekfirci bir rejim olarak gördüğü Şam’daki yeni hükümetle ilişkilerin normalleştirilmesi çağrısını dinlerken buldular.

ABD Başkanı salı günü Riyad'da konuşurken Husilerle yapılan ateşkesten övgüyle söz ediyordu. İsrail basını, Yemen'den atılan bir füzenin kendilerine doğru yönelmesi nedeniyle Kudüs ve Tel Aviv başta olmak üzere İsrail'in çeşitli bölgelerinde siren seslerinin duyulduğunu bildirdi.

Trump da İsrail ile herhangi bir kopuş imasında bulunmaktan kaçınırken Körfez'de kendisine eşlik eden gazetecilere yaptığı açıklamada, ziyaretinin şimdiye kadar sadık destekçisi olduğu bir ülkeye nihayetinde fayda sağlayacağını söyledi.

Trump, “Ortadoğu'daki bu ülkelerle ve tüm ülkelerle böyle bir ilişkiye sahip olmak İsrail için iyi bir olur” dedi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu şimdiye kadar Edan Alexander'ın serbest bırakılmasına yardımcı olduğu için Trump'a teşekkür etmek dışında bir yorumda bulunmadı.

Ancak Gazze Şeridi’nde sürdürdüğü savaş nedeniyle zaten uluslararası baskı altında olan ve Suudi Arabistan'la ilişkilerini normalleştirme umutlarını sekteye uğratan İsrail kamuoyu başta olmak üzere İsrail'in geride bırakıldığına dair kamuoyun yaygın bir algı hâkim.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'ten aktardığı habere göre İsrail’in sağ eğilimli Israel Hayom gazetesinin yorumcularından Yoav Limor, “Ortadoğu gözlerimizin önünde çok sayıda anlaşma ve toplantı ile yeniden şekillenirken, İsrail (en iyi ihtimalle) seyirci konumunda” diye yazdı.

Netanyahu, bazı ağır silahların sevkiyatlarını durduran ve radikal İsrailli yerleşimci gruplara yaptırımlar uygulayan eski ABD Başkanı Joe Biden yerine Trump'ı tercih ettiğini gizlememişti.

Gazze Şeridi’ndeki savaşı Hamas kesin bir yenilgiye uğratılana kadar sürdürmekte ısrar eden hükümetindeki dinci-milliyetçi aşırı sağcıların yanında yer alan Netanyahu, 18 aydır süren çatışmalardan artık bıkmış olan İsraillilerin baskısıyla karşı karşıya.

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı'nın (CIA) eski Ortadoğu İşleri Direktör Yardımcısı Jonathan Panikoff, son iki haftada yaşanan olayların 'önceliklerde açıkça bir farklılaşma olduğuna’ ve İsrail'in geleneksel olarak ABD yönetimlerinden gördüğü özel muamelenin artık var olmayabileceğine işaret ettiği değerlendirmesinde bulundu.

Şu anda Washington merkezli Atlantik Konseyi Ortadoğu Programı'ndaki Scowcroft Ortadoğu Güvenlik Girişimi Direktörü olarak çalışan Panikoff, “Trump'ın anlaşmalar, ticaret ve yatırım odaklı bir öncelikler listesiyle ilerlemeye kararlı olduğu açık” ifadelerini kullandı.

Panikoff, sözlerini şöyle sürdürdü:

“ABD ve İsrail'in sıklıkla yakın iş birliği içinde olduğu geleneksel siyasi ya da güvenlik konuları Trump'ın önceliklerine uymuyorsa, Trump yine de bu konularda ilerleme kaydedecektir.”

Trump yönetimi yetkilileri, ABD-İsrail ilişkilerinin hala güçlü olduğunu vurguluyorlar, ancak Trump'ın seçim kampanyasında verdiği Gazze ve Ukrayna'daki savaşları hızla sona erdirme sözünü yerine getirmeye çalıştığı bir dönemde, özel toplantılarda Netanyahu'ya yönelik hayal kırıklıklarını zaman zaman dile getiriyorlar.

Yetkililer Netanyahu'nun ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılması için Hamas ile bir anlaşmaya varmak üzere daha fazla çalışmasını isterken, ABD, diplomatik bir çözüm arıyor ve İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasına çok az destek veriyor.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü James Hewitt, ABD yönetiminin Gazze'de halen tutulan 58 rehinenin serbest bırakılması ve Ortadoğu'da bölgesel güvenliğin güçlendirilmesi için İsrail'le birlikte çalışmaya devam ettiğini söyledi. Hewitt, “İsrail'in tarihinde Başkan Trump'tan daha iyi bir dostu olamaz” ifadesini kullandı.

İsrail hükümetindeki aşırı sağcılar, Trump'ın Gazze'yi Filistinlilerden arındırma ve Gazze’yi bir tatil beldesine dönüştürme planını açıklamasının ardından daha fazla sessiz kalmayı tercih ederken İsrailli yetkililer, ABD yönetimine yönelik herhangi bir eleştiriden kaçınmaya özen gösteriyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü bu hafta ABD vatandaşlığına sahip İsrailli asker Edan Alexander'ın serbest bırakılmasında İsrail'in saf dışı bırakıldığı yönündeki endişelere ilişkin bir soruya “ABD egemen bir devlettir” yanıtını verdi. Sözcü, İsrail ile ABD arasındaki ‘dostane ilişkilerin medya aracılığıyla değil, doğrudan olduğunu’ ifade etti.

İsrail, Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff tarafından koordine edilen ateşkes görüşmeleri için Katar’ın başkenti Doha'ya bir heyet gönderdi, ancak İsrail ordusu, Gazze'ye yönelik saldırılarını yoğunlaştırarak dün onlarca Filistinliyi daha öldürdü.

Dün yaptığı açıklamada ‘İsrail'in durmayacağını ve teslim olmayacağını’ yineleyen Netanyahu, “Bu ayın başlarında Gazze'deki askeri operasyonlarını yoğunlaştıracağını açıklayan İsrail, Hamas'ın askeri yeteneklerinin yanı sıra yönetim kabiliyetinin de ortadan kaldırılmasını içeren savaş hedeflerine sadık kalmaya devam ediyor” şeklinde konuştu.