Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa arasındaki ‘ABD koridorunun’ tam hikayesi

Koridor, çok kutuplu bir sistem haline gelen sistemde dengeyi sağlamaya yönelik Batılı bir siyasi vizyon olmaya devam ediyor

(Nash Weerasekera)
(Nash Weerasekera)
TT

Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa arasındaki ‘ABD koridorunun’ tam hikayesi

(Nash Weerasekera)
(Nash Weerasekera)

Karen Yang

Eylül ayındaki G20 zirvesinde, ev sahibi ülke olarak Hindistan, ABD, Avrupa Birliği, Fransa, Almanya, İtalya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)  bir dizi fiziksel altyapı ile desteklenecek ‘iki koridor’ inşası için resmi bir mutabakat zaptı hazırladı.

Bu koridorlardan biri (Doğu koridoru), Hindistan'ı Körfez Bölgesi'ne bağlamayı amaçlarken, Kuzey koridoru Körfez Bölgesi'ni Avrupa'ya bağlamayı hedefliyor. Bu koridorlar kapsamındaki en önemli altyapı projesi, Hindistan, BAE, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail ve Avrupa arasında mal ve hizmetlerin etkin bir şekilde hareketini kolaylaştırmak için tasarlanmış geleneksel demiryolu sistemidir. Bu sistemin, gemiler ve demiryolları içeren bir geçiş ağı aracılığıyla gerçekleştirilmesi planlanıyor.

Ancak bu girişimin önemi demiryolunun ötesine geçiyor, çünkü proje aynı zamanda demiryolu hattı boyunca enerji ve dijital iletişim kablolarının döşenmesini ve ayrıca Körfez'den Avrupa'ya temiz hidrojen ihraç etmek için bir kanalın kurulmasını da içeriyor.

Bu girişimin arkasındaki en önemli siyasi amaç, ABD ve Avrupa'nın iletişimi güçlendirmek için yeni fikirler üretme kapasitelerini göstermekti. Daha az diplomatik bir ifadeyle, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'ni rekabet etmek veya aşmak istiyorlardı. Ancak, bazı ülkelerin bu bağlantı koridorlarına katılarak ekonomik entegrasyon çabalarında önemli ilerleme kaydettiği göz önüne alındığında, ABD'nin altyapı geliştirme ve diplomasiyi nüfuzunu artırmak için kullanma kavramına nispeten geç geldiği söylenebilir. Avrupa için ise yeşil hidrojen pazarı oluşturmaya yardımcı olmak için ulaşım güvenliğini sağlamak ve altyapı oluşturma olasılığı, bölgesel ekonomik kalkınma gündemini göstermekten daha önemli görünüyor. Ayrıca hem ABD hem de Avrupa Birliği'nin (AB), Çin'in geleneksel olarak yerel bankacılık sektörüne güvenerek altyapısını genişletmek ve yeni ortaya çıkan pazarlarla bağlantısını kurmak için kullandığı şekilde bu koridoru finanse etme kapasitesine veya ilgisine sahip olmadığını vurgulamak önemli.

“Hindistan'dan Ortadoğu ve Avrupa'ya uzanan koridor, G7 hükümetlerini ve uluslararası finans kurumlarını kapsayan daha geniş bir iş birliğinin parçasıdır.”

Hindistan'dan Ortadoğu ve Avrupa'ya uzanan koridor, G7 hükümetlerini, uluslararası finans kurumlarını ve özel altyapı yatırımcılarını, çoğunlukla Amerikalıları kapsayan daha geniş bir iş birliğinin parçası. ABD hükümeti ve G7 ortakları, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'ne yanıt olarak, geçtiğimiz Mayıs ayında Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı'nı (PGII) sundular. Bu ortaklığın temel amacının, düşük ve orta gelirli ülkelerde temiz enerji, ulaşım, sağlık hizmetleri ve iklim değişikliğine dayanıklı altyapı gibi alanlarda karma finansman çözümleri için siyasi destek sağlamak olduğu ifade ediliyor.

Bu ülkeler, geniş kapsamlı projelerde genellikle özel bankalardan daha yüksek faizli kredilere ve Dünya Bankası veya Uluslararası Finans Kurumu gibi kurumlardan sağlanan kolaylaştırılmış finansmana güveniyor. Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi, tarihsel olarak bu tür çabalar için finansman ve müteahhitlik şirketleri sağladı.

Özel sektör finansmanlı çok taraflı yaklaşım, mevcut kalkınma bankaları ve ajanslarından mevcut fonları özel sektör yatırımcılarıyla ortaklıklar kurmak için yönlendirme konusundaki siyasi bir taahhüt. Bazı teminat riskleri, ödeme temerrüdü veya para birimi değerindeki düşüş durumunda sunuluyor. Bu yaklaşım yenilikçi ve gerekli olsa da elektrik santralleri veya ana altyapılar bir gecede inşa edilmez. Bu projelerin çoğu, birçok düşük ve orta gelirli ülkedeki düzenlemeler ve yerel yönetim sistemleri tarafından engelleniyor. Bununla birlikte, girişim kapsamında duyurulan projeler, potansiyel başarı öyküleri olarak görülmeli, ancak her ülkenin kendine özgü siyasi ve ekonomik koşulları, benzersiz zorluklar ve seçimler yaratacağı da kabul edilmeli.

Ancak Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru, Küresel Altyapı ve Yatırım Girişimlerinin hedeflerine tam olarak uymuyor. Bir yandan, öncelikle temiz enerji finansmanını hızlandırmak için çalışmıyor, diğer yandan birbirine bağlanan ülkelerin hiçbiri düşük veya orta gelirli ülke olarak kabul edilmiyor. Bununla birlikte, koridor, Avrupa ülkelerinin enerji güvenliğinin daha geniş hedeflerine hizmet ediyor ve ABD'nin, İsrail ve Suudi Arabistan gibi stratejik ortaklarını en azından demiryolu bağlantısıyla birbirine bağlayarak, bölgesel ekonomik entegrasyonu destekleme ve ulusal güvenlik hedefini güçlendirmesine olanak tanıyor.

Koridor, çok kutuplu bir sisteme denge getirmek için Batı'nın siyasi tasavvurudur. Gelecekte Çin ile bir çatışma çıkması durumunda, kazanç ve kayıp hesabına göre kendi tarafına ülkeler eklemeyi amaçlıyor. Aslında, koridor Çin dahil herkes için bir şeyler sunuyor. Çünkü Körfez, özellikle BAE, bölgede Çin mallarının yeniden ihracında en önemli kaynaktır. Karayoluyla ek bir koridor bulunması, Cebel Ali'den mevcut kapasiteyi kolaylaştıracaktır.

“Kritik soru, bu yeni yolun, mevcut deniz yollarına kıyasla hız, maliyet etkinliği veya güvenlik açısından avantajlar sağlayıp sağlamadığıdır.”

Kritik soru, bu yeni yolun, mevcut deniz yollarına kıyasla hız, maliyet etkinliği veya güvenlik açısından avantajlar sağlayıp sağlamadığıdır. Unutulmamalıdır ki, bu yol hala Hürmüz Boğazı'ndan geçmeyi gerektiriyor ve başka bir hassas konuma, İsrail'deki Hayfa limanına dayanıyor. Bu liman şu anda Hintli bir grup tarafından, BAE devletinin yatırımları ile yönetiliyor. BAE'nin, Hindistan ile ticaret ilişkilerini güçlendirerek ve İsrail ve Doğu Akdeniz üzerinden Avrupa'ya uzanan stratejik altyapı varlıklarına yeni yatırımlar yaparak bu yoldan en iyi şekilde yararlanması bekleniyor.

Çoklu iletişim seçenekleri

Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru Bildirisi'nde açıklandığı gibi, güçlendirilmiş bağlantı kavramının kökleri Körfez bölgesindedir ve ABD ile Avrupa'nın katılımından önce gelir. Körfez ülkelerini yalnızca Batı güçleri harekete geçirmiyor, Körfez ülkeleri uzun zamandır ulusal vizyonlarında ve stratejik hedeflerinde bağlantıyı ana bir konu olarak vurguladı. Şarku'l Avsat'ın Majalla'dan aktardığı analize göre bu yenilenmiş bağlantı odak noktası, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) içinde önceki entegrasyon girişimlerini canlandırmada kendini gösteriyor, bunlar arasında KİK Demiryolu Ağı'nın geliştirilmesi yer alıyor.

Tüm Körfez ülkeleri için bağlantı noktalarının önemi, demiryolu, havayolu veya denizyolu yoluyla olsun giderek artıyor. Bu bağlantılar, özellikle farklı enerji ürünleri (yenilenebilir enerji kaynakları ve hidrokarbonlar dahil), yeni endüstriler (madencilik gibi) geliştirme ve güvenilir gıda tedarikini sağlama gibi çeşitlendirme gündemlerini gerçekleştirmek için hayati bir gereklilik.

Fotoğraf Altı: Nash Weerasekera
Nash Weerasekera

Bu bağlamda bağlantı, coğrafi ve çoklu ortam boyutları içerir ve siyasi önem taşır. Bu nedenle, herhangi bir Körfez ülkesinin, Çin ile herhangi bir Batı ihtilafı tarafında yer almak istememesi anlaşılabilir. Aksine, temel ilgilerini, halihazırda mevcut olan ekonomik merkezlere bağlantı sağlamak için serbest ticaret anlaşmaları ve kapsamlı ekonomik ortaklıklar ile güvence altına almaya odaklıyorlar. Öncelikleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi yerine Güney Kore, Japonya ve Endonezya gibi Asya ülkeleriyle bağlantıya yöneliyor.

Ek olarak, yenilenebilir enerji ürünlerinin tedarik zinciri hususları, bakır ve kobalt gibi metalleri ve gübre için fosfatı da içeren, Körfez ülkelerini Latin Amerika ve Afrika'daki varlıklara yatırım yapmaya teşvik ediyor. Gıda güvenliği de ortaklıklarda önemli bir rol oynadı ve Hindistan-ABD-İsrail-BAE Dörtlü Ortaklığı da dahil olmak üzere Hindistan ile BAE arasındaki birçok anlaşmayı destekliyor.

“KİK’in demiryolu projesi, on yıldan fazla bir süredir tartışılıyor.”

KİK'in demiryolu projesi, on yıldan fazla bir süredir tartışılıyordu. KİK'in 2009 yılının Aralık ayında Kuveyt'te gerçekleştirilen 30. zirvesinde, Körfez Demiryolu projesi temel olarak onaylandı ve tamamlanma tarihinin 2018 olarak belirlenmişti. Ancak, 2016'da petrol fiyatlarının düşmesi, projenin finansmanında ilk gecikmeye neden oldu. Bu gecikmeye, BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Mısır'ın bir tarafta, Katar'ın diğer tarafta olduğu KİK ülkeleri arasındaki anlaşmazlık (resmi olarak Haziran 2017 - Ocak 2021) da eklendi. Bu anlaşmazlık, bölgesel ekonomik entegrasyon fırsatlarının da askıya alınmasına neden oldu. El-Ulâ Anlaşması ile, KİK sekreteryası, 2021 yılının Ocak ayında projeyi etkin bir şekilde yeniden başlattı. Üye altı ülke, yeni ihaleler ve sözleşmeler aşamalarında farklı aşamalarda olsa da KİK liderleri, 2022 yılının Ocak ayında KİK Demiryolu İdaresi'nin kurulmasına onay verdi.

Aynı yıl, Umman ve BAE, Mubadala Yatırım şirketinin desteğiyle 303 kilometre uzunluğunda bir ağ oluşturmak için Etihad  & Oman Rail Joint Venture’i (Etihad ve Umman Demiryolu Ortak Girişimi), kurdular. Bu demiryolu ağı, öncelikle enerji tedarik zincirleri ve lojistik hizmetlerini taşımayı amaçlıyor, fakat yolcuları veya tüketim ürünlerini taşıma hedeflenmiyor.

Ayrıca, Umman Demiryolu Birliği Şirketi, Umman ile BAE arasında demiryoluyla demir cevheri ve türevlerinin taşınması seçeneklerini araştırmak için Brezilyalı madencilik şirketi Vale ile bir mutabakat zaptı imzaladı. Bu anlaşma, Umman'ın Sohar Limanı'ndaki Vale endüstriyel kompleksi ve serbest bölgesini Abu Dabi'de planlanan bir merkeze bağlamayı amaçlıyor. Ayrıca, Suudi Arabistan Yatırım Fonu ve devlete ait madencilik şirketi Ma'aden, Vale'de yüzde on hisse satın aldı.

Umman ve Suudi Arabistan, Duqm'ı Riyad'a İbri vilayeti üzerinden bağlayan bir demiryolu hattı inşa etmeyi planlıyor. Bu proje, ez-Zahira bölgesinde planlanan ekonomik bölgeye hizmet vermeyi amaçlıyor. KİK demiryolu ağı planının yeniden canlandırılmasına rağmen, Umman, Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru mutabakatı imzalayan taraflardan biri değildir. Bu nedenle, Hindistan'a çok daha yakın olan Umman'ın yeni Arap Denizi'ndeki Duqm limanının geliştirilmesi, koridor projesinin bir parçası olmayacak.

“Madencilik, Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu’nun temel bir unsurudur, ‘çeşitlendirme stratejisinin üçüncü ayağı’ olarak da bilinir.”

Madencilik, Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu’nun temel bir unsurudur, ‘çeşitlendirme stratejisinin üçüncü ayağı’ olarak da bilinir. Pek çok kişi futbolcularla yapılan sözleşmelerdeki mali harcamalar ve spor yatırımlarından bahsederken, gerçek hükümet harcama taahhüdü madencilikte ve büyük projelerde yatıyor. Yaklaşık 850 milyar dolarlık yatırım bekleniyor. Madencilik, 2030 yılına kadar petrol ve gazın ardından en büyük endüstri olması bekleniyor. 250 bin kişiye kadar iş imkanı sağlayabilecek ve Suudi Arabistan GSYİH'sine yaklaşık 75 milyar dolar katkıda bulunabilecek. Yerel madencilik, rafineri ve imalat yoluyla, Çin'den özellikle de pil üretiminde bazı pazar payını ele geçirme potansiyeli var. Ancak bu, onunla doğrudan rekabet etme düzeyine ulaşmayacağı anlamına gelmez.

Fotoğraf Altı:  Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, 6 Nisan 2023'te Pekin'de eski Çin Dışişleri Bakanı Qin Gang ile birlikte yürürken (SPA)
Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, 6 Nisan 2023'te Pekin'de eski Çin Dışişleri Bakanı Qin Gang ile birlikte yürürken (SPA)

Avrupa ve ABD'nin yatırımlarındaki riskleri azaltma çabaları bağlamında, bu madencilik kapasitesi ve dağıtım ağı, Çin'deki madencilik ve metal işleme faaliyetlerinin kapsamına ulaşmasa bile, cazip bir yatırım fırsatı gibi görünüyor. Ancak Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru kapsamında, Suudi Arabistan'ın mevcut demiryolu sisteminin yeni büyük projeler ve madencilik girişimleriyle nasıl bağlantı kuracağı, işleme ve potansiyel ihracat için en verimli noktanın nerede olduğu hala belirsiz.

Sürdürülebilir bir enerji geleceği tasavvuru

IMEC stratejisi, geleceğin enerji güvenliğini sağlamak için temiz hidrojen üretimi ve ihracatına odaklanıyor. Temiz hidrojen, düşük veya sıfır karbon emisyonlarına sahip gelecek vaat eden bir enerji kaynağı olarak görülüyor. Körfez ülkeleri, Avrupa'nın enerji güvenliği ihtiyaçlarını karşılamak için temiz hidrojeni ihraç etmeyi hedefliyor. Ancak, ihracatın hedefi yalnızca Avrupa ile sınırlı değil.

Demiryolları, çelik gibi ağır malların hareketini kolaylaştırabilirken, gazın, özellikle de hidrojen taşımak son derece önemlidir. Ancak, enerji amaçlı hidrojeni taşımak, depolamak veya ticaretini yapmak için henüz tam olarak donanıma sahip değil. Hidrojen boru hatları kurmak özellikle maliyetli olabilir ve mevcut doğal gaz boru hatlarını hidrojen taşımak için yeniden kullanmak karmaşıktır ve mutlaka yeni hatlar inşa etmekten uydun maliyetli olmayabilir. Hindistan ile Avrupa arasında bir koridor hem demiryolu hem de deniz hatlarını içerdiğinden, hidrojen taşımacılığı kara ve denizaltı altyapısının geliştirilmesini ve nakliye tesislerinin iyileştirilmesini gerektirecektir.

Hindistan için, koridor çifte amaçlı hizmet verebilir. 2022'de iki ülke, Hindistan-BAE Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması'nı imzaladı. Bu anlaşma, Hindistan ekonomisine güvenli ve uygun fiyatlı enerji tedarik etmeyi amaçlıyor. Ayrıca, hidrojen teknolojilerini genişletmek için ortak bir hidrojen çalışma grubu kuruldu. Bu grup, özellikle yeşil hidrojen üretimine odaklanıyor. BAE, Hindistan'ın üçüncü en büyük ticaret ortağı ve iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2027 yılına kadar 100 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Hindistan ve BAE arasındaki ortaklık anlaşması, Hindistan'ın Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki ilk ikili ticaret anlaşmasıdır.

“Küresel yeşil hidrojen yatırım piyasası, kısmen yeni Amerikan endüstriyel politikaları ve vergi teşvikleri tarafından desteklenen önemli bir büyüme yaşıyor.”

Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde, BAE, Umman, Mısır, Fas ve Moritanya dahil olmak üzere yeşil hidrojen üretimi için çeşitli planlar ve mutabakat zaptları mevcut. Ancak, yeşil hidrojen almak için uzun vadeli anlaşmaları güvence altına almak zorluklarla karşı karşıya kalıyor. Özellikle, Suudi Arabistan'da, Air Products'ın yüklenicisi ve ACWA Power'ın ortak olduğu NEOM'daki yeşil hidrojenden yeşil amonyak üretimi, yerel bankalardan tercihli kredilere erişim ve güçlü hükümet desteği nedeniyle büyük bir başarı elde etti.

Aynı zamanda, küresel yeşil hidrojen yatırım piyasası, kısmen yeni Amerikan endüstriyel politikaları ve enflasyon sınırlama yasası kapsamındaki vergi teşvikleri tarafından desteklenen önemli bir gelişme yaşıyor. Bu, önümüzdeki on yılda ABD ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki üreticiler arasında Avrupa'daki ihracat pazarlarında rekabetin artmasına veya diğerlerinin finansman ve satın alma anlaşmalarını uyumlu hale getirmesinden önce ABD'de üretim tesisleri inşa edilmesine yol açabilir.

Basit ticaret ve karmaşık diplomasi

BAE, Umman, Mısır, Fas ve Moritanya dahil olmak üzere MENA bölgesinde yeşil hidrojen üretimine yönelik çeşitli planlar ve mutabakat zaptı var. Ancak, bu motivasyonlardan bağımsız olarak, Hindistan ve Körfez arasında, özellikle gıda ticareti alanında daha temel ticari bağlar bulunuyor. Hindistan ve Avrupa arasındaki koridor anlaşmasının imzalanmasından önce bile, 2022 yılında imzalanan ve İsrail, Hindistan, BAE ve ABD’yi içeren önemli bir başka anlaşma olan ‘I2U2’ anlaşması vardı.

Michael Tanchum'un da belirttiği gibi, Hindistan-Ortadoğu Gıda Koridoru'nu Çin karşıtı bir girişim veya yeni bir girişim olarak görmemeliyiz. Aslında bu fikir hiçbir Amerikan müdahalesi olmadan gelişiyordu. Bu fikir, İsrail'in sunduğu tarım teknolojisindeki ilerlemeyle uyumludur ve 2020 İbrahim (Abraham) Anlaşmalarına dayanıyor. Bu anlaşmalar, BAE ve İsrail arasındaki yatırım çıkarlarını ve teknolojik işbirliğini bağlıyor. Hindistan, ortak üretim ve yatırım alanı olarak hizmet veriyor.

Fotoğraf Altı:  Hindistan Başbakanı Narendra Modi, 10 Eylül 2023'te Yeni Delhi'de düzenlenen G20 zirvesinin oturum aralarında gazetecilere el sallıyor (AFP)
  Hindistan Başbakanı Narendra Modi, 10 Eylül 2023'te Yeni Delhi'de düzenlenen G20 zirvesinin oturum aralarında gazetecilere el sallıyor (AFP)

ABD ile Hindistan, BAE ile İsrail arasında ticari ve finansal akışlar artarken ve Suudi Arabistan'ın madencilik ve enerji ihracatından kazanç elde etmesini beklerken, Ürdün gibi ülkeler için artan ticari ve yatırım fırsatları hakkında çok fazla kanıt yok. Hatta diğer KİK ülkeleri örneğin Umman, projenin tamamından dışardadır ve Duqm ve Sahar limanlarının mevcut altyapısının daha iyi bir durumda olacağı konusunda hiçbir garanti yok. KİK'in demiryolları da bu koridorda tam olarak kullanılmıyor.

“Asya'dan Körfez ülkelerine ulaşmak için tek bir yol yoktur, özellikle deniz yoluyla. Şu anda çok sayıda çalışan liman olmasına rağmen, malların taşınması için birden fazla rota mevcuttur.”

Öte yandan özellikle deniz ticaretinde, birçok limanın varlığına rağmen Asya'dan Körfez ülkelerine ulaşmak için tek bir rota bulunmuyor. Şu anda Umman kıyısı boyunca, Katar'da ve ayrıca Abu Dabi ve Dubai'de faaliyet gösteriyor; Kızıldeniz koridoru ise yeni Suudi limanlarının geliştirilmesi için hayati bir koridor ve alan olmaya devam edecek. Suudi Arabistan'dan Ürdün üzerinden Hayfa limanına giden demiryolunun bir hidrojen kanalı içermesi halinde, bu bazı zorluklar doğurabilir; çünkü NEOM'daki hidrojen tesisi, iç rota yerine Kızıldeniz kıyısına yakın bir konumda yer alıyor. Son olarak, Mısır'da Akdeniz kıyısında geliştirilebilecek hidrojen üretim tesislerinden ya gereksiz olacağından ya da projenin kasıtlı olarak böyle yapıldığından dolayı kaçınılması ya da kullanılmaması yönünde bir karar var gibi görünüyor.

Tüketici malları ve gıda ürünleri ticaretinin yanı sıra mevcut doğal gaz endüstrisi, Avrupa ile ihracat ilişkilerini şekillendirmede merkezi bir rol oynuyor. Körfez ülkelerinin İsrail ve Lübnan gibi ülkelerde Doğu Akdeniz'deki gaz projelerindeki hızlı genişlemesi ile birlikte, Qatar Energy, Aramco ve ADNOC gibi şirketlerin iç doğal gaz üretimini artırma için yaptığı büyük yatırımlar ile birlikte, sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatı, yakın gelecekte liman bağlantılarının geliştirilmesini teşvik eden bir faktör olacak.

Avrupa, sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatının başlıca hedef noktalarından biri olsa da bu bağlantı Afrika ve Asya ile ticaret için de gerekli olacak.

Özetle Körfez ülkeleri, çeşitli ulaşım ve altyapı geliştirme araçları yoluyla kapsamlı bir siyasi ve fiziksel bağlantı vizyonuna ulaşmak için çalışıyor. Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru (IMEC), Avrupa'nın enerji güvenliği ihtiyaçlarını ele alan ve Amerikan ortaklıklarını güçlendiren değerli bir kavramsal çerçeve olarak işlev görür. Ancak burada önemli olan, bu koridorun tam bir ekonomik entegrasyon çözümünün yerini alamayacağının farkında olmaktır.

* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



İran, BM yaptırımlarına rağmen Çin'in desteğiyle füze programını yeniden canlandırıyor

Planet Labs’tan alınan uydu görüntüsünde, geçtiğimiz ağustos ayında Tahran'ın doğusundaki Parçin Üssü’nde füze tesislerinin yeniden inşa edildiği gözüküyor. (AP)
Planet Labs’tan alınan uydu görüntüsünde, geçtiğimiz ağustos ayında Tahran'ın doğusundaki Parçin Üssü’nde füze tesislerinin yeniden inşa edildiği gözüküyor. (AP)
TT

İran, BM yaptırımlarına rağmen Çin'in desteğiyle füze programını yeniden canlandırıyor

Planet Labs’tan alınan uydu görüntüsünde, geçtiğimiz ağustos ayında Tahran'ın doğusundaki Parçin Üssü’nde füze tesislerinin yeniden inşa edildiği gözüküyor. (AP)
Planet Labs’tan alınan uydu görüntüsünde, geçtiğimiz ağustos ayında Tahran'ın doğusundaki Parçin Üssü’nde füze tesislerinin yeniden inşa edildiği gözüküyor. (AP)

Avrupa ve Batı istihbarat kaynakları, İran'ın son haftalarda katı yakıt üretiminde anahtar bileşen olan sodyum perkloratın büyük miktarlarda Çin'den ithal edilmesiyle balistik füze programını yeniden inşa etme çabalarını yoğunlaştırdığını bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın CNN'den aktardığına göre bu hamle, balistik füzelerle ilgili faaliyetleri yasaklayan ve nükleer silah taşıma sistemlerinde kullanılabilecek malzemelerin Tahran'a tedarikini kısıtlayan Birleşmiş Milletler (BM) yaptırımlarının yeniden uygulanmasına aykırı.

Yeni bilgiler, 29 Eylül'den bu yana, yani 2015 nükleer anlaşmasının ihlali nedeniyle on yıldan fazla bir süredir yürürlükte olan BM yaptırımlarına hızlı bir şekilde geri dönülmesini sağlayan snapback mekanizmasının devreye girmesinden iki gün sonra, Bender Abbas limanına en az 2 bin ton sodyum perklorat ulaştığını ortaya koydu.

CNN’in raporu, geçen ay Planet Labs’tan alınan görüntülerin, İran’ın İsrail tarafından hedef alınan füze üretim tesislerini yeniden inşa ettiğini göstermesinin ardından yayınlandı. Ancak, katı yakıt üretimi için gerekli olan endüstriyel karıştırıcıların hâlâ eksik olduğu belirtiliyor.

dfrg
Planet Labs’tan çekilen bir fotoğraf, geçtiğimiz eylül ayında İran'ın kuzeydoğusunda bulunan Şahrud şehri dışındaki bir katı yakıt üretim tesisinde yapılan yeniden inşa çalışmalarını gösteriyor. (AP)

Füze kapasitesinin yeniden canlandırılması, olası bir savaşın yeniden patlak verme ihtimali karşısında Tahran için bir öncelik olarak görülüyor. Zira füzeler, İran’ın temel caydırıcılık araçlarından biri olarak kabul ediliyor. Katı yakıtlı füzeler, fırlatılmadan hemen önce doldurulması gereken sıvı yakıtlı füzelerden daha hızlı şekilde ateşlenebiliyor. Bu hız farkı büyük önem taşıyor; çünkü bir füzenin ateşlenebilmesi ile fırlatma rampasında imha edilmesi arasındaki farkı yaratabiliyor. Nitekim bu durum İsrail ile yaşanan savaş sırasında da meydana gelmişti.

İran'ın Tahran'ın dışındaki Hocir ve Parçin ile başkentin yaklaşık 350 kilometre kuzeydoğusundaki Şahrud'da katı yakıtlı füze üretim üsleri bulunuyor. Son savaştan önce bu üsler, iki ülke arasındaki gerginliğin arttığı Ekim 2024'te İsrail tarafından saldırıya uğramıştı.

Yeniden inşa hızı, Tahran'ın füze programına verdiği önemi yansıtıyor. Buna karşılık, İran'da bombalanan nükleer tesislerde aynı düzeyde yeniden inşa faaliyeti görülmedi.

İsrail ordusuyla yakın bağları olan Washington'daki Amerika Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü'nün (JINSA) tahminlerine göre, savaş sırasında İran İsrail'e 574 balistik füze ateşledi. Aynı araştırma merkezine göre, İran savaş öncesindeki iki çatışmada da 330 füze ateşlemişti.

İsrail ordusu, İran'ın toplam füze sayısını yaklaşık 2 bin 500 olarak tahmin ediyor, bu da füzelerinin üçte birinden fazlasının bu dönemde ateşlendiği anlamına geliyor.

Bender Abbas'taki sevkiyatlar

CNN kaynakları, İran'ın haziran ayında İsrail ile 12 gün süren çatışmada kullanılmış veya imha edilmiş füze stoklarını yenilemek amacıyla Çinli tedarikçilerden bu sevkiyatları satın aldığını belirtti.

Kaynaklara göre, sevkiyatlarda İran İslam Cumhuriyeti Nakliye Hatları (IRISL) tarafından yönetilen veya IRISL personeliyle bağlantılı ekipler kullanıldı ve bu sevkiyatlar Çuhai, Lianyungang, Changjiangkou ve Gaolan da dahil olmak üzere birkaç Çin limanından yola çıktı.

CNN’in raporuna göre, istihbarat kaynakları, Çin limanlarından İran’a sodyum perklorat sevkiyatında yer aldığı belirlenen bir dizi kargo gemisinin seferlerini takip etti. Bu gemiler arasında, 15 Eylül’de Çuhai limanından ayrılıp aynı ayın 29’unda Bender Abbas’a ulaşan MV Basht, 2 Ekim’de Gaolan’dan hareket edip 16 Ekim’de İran’a varan ve 21 Ekim’de Çin’e geri dönen Parzin, 18 Eylül’de yola çıkıp 12 Ekim’de ulaşan Eliana ve 12 Ekim’de varış yapan, ancak istihbarat değerlendirmelerine göre rotasını gizlemek amacıyla Otomatik Tanımlama Sistemi’ni (AIS) kapatan MV Artavand yer alıyor.

Bu gemilerin ve ilgili Çinli kuruluşların bazıları daha önce ABD'nin yaptırımlarına tabi tutulmuştu.

Bu gemilerin çoğu, nisan sonundan bu yana Çin ile İran arasında defalarca gidip gelmiş gibi görünüyor.

Sodyum perklorat, İran'a ihracatı yasaklanmış malzemelerin yer aldığı BM listesinde bulunmasa da, balistik füzelerde kullanımı yasaklanmış bir oksitleyici olan amonyum perkloratın üretiminde doğrudan kullanılabilen bir madde.

Ancak uzmanlar, açıkça anılmamasının Çin’e bunun herhangi bir BM yasağını ihlal etmediğini söyleme imkânı tanıyabileceğine işaret ediyor. Zira yeniden yürürlüğe giren kararlar, nükleer silah taşıma sistemlerinin geliştirilmesine katkıda bulunabilecek ‘unsurlar, maddeler, ekipmanlar, mallar ve teknolojiyi’ yasaklıyor.

Çin Dışişleri Bakanlığı medyaya yaptığı açıklamada, söz konusu vakalar hakkında bilgi sahibi olmadığını belirtti; ancak yerel yasalar ve uluslararası yükümlülükler çerçevesinde çift kullanımlı maddelerin ihracat kontrollerine bağlı kalındığını vurguladı. Bakanlık ayrıca, yaptırımların yeniden uygulanmasını ‘yapıcı olmayan’ bir adım ve İran nükleer dosyasındaki diplomatik sürece ciddi bir darbe olarak nitelendirdi.

dfgt
İsrail savunma sistemleri, Tel Aviv üzerinde İran füzelerini önlemek için harekete geçti. (AFP)

Yaptırımların yeniden uygulanmasına karşı çıkan Çin ve Rusya, BM'ye gönderdikleri ortak mektupta snapback mekanizmasının meşruiyetini sorguladı.

Kaynaklara göre, bu durumdaki yeni gelişme sadece sevkiyatların devam etmesi değil, haziran ayından bu yana tedariklerin hızı ve hacmi. Teknik analizlere göre, 2 bin ton sodyum perklorat yaklaşık 500 adet katı yakıtlı roket üretmek için yeterli.

Middlebury Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Doğu Asya Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Programı Direktörü Jeffrey Lewis, savaştan önce İran'ın ayda yaklaşık 200 füze üretmeyi planladığını belirtti. Lewis, “Şimdi, kullanılan ve İsrail saldırılarında yok edilenleri yerine koymaları gerekiyor; bu yüzden büyük miktarda sevkiyatın geleceğini tahmin ediyorum. Bu arada İsrail ve ABD de karşı koyma sistemleri ve mühimmat stoklarını yeniden doldurmak için yarışıyor” ifadelerini kullandı.

Kaynaklar, sevkiyatların yoğunlaşmasının, İsrail ordusunun İran'ın orta menzilli balistik füzeleri için kullandığı yüzeyden yüzeye fırlatıcıların en az üçte birinin haziran ayındaki savaş sırasında hedef alındığını bildirmesinin ardından gerçekleştiğini belirtti.

Yetkililere göre, bu değerlendirme ve nisan sonundan bu yana gemilerin hareketleri, yerel bir silahlanma yarışı ve her iki tarafın da stoklarını yeniden düzenlediği operasyonel bir ‘ara’ olduğunu gösteren pratik bir gösterge sunuyor.

Yeni veriler, Çin'deki lojistik yapıya da ışık tutuyor. Avrupa güvenlik bilgilerine göre, tedarik operasyonlarına katılan şirketlerin çoğu, ülkenin kuzeydoğusundaki kıyı kenti Dalian'da bulunuyor ve akışı sürdürmek için meşru şirketlerin yanı sıra ‘gölge’ bir paravan şirketler ağı aracılığıyla faaliyet gösteriyor.

Geçtiğimiz nisan ayında ABD, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) için balistik füze yakıt bileşenleri satın alan bir ağın parçası olan iki Çinli şirkete yaptırım uyguladı.

CNN kaynakları, bunun söz konusu maddenin ilk sevkiyatı olmadığını da belirtti. Şubat ayında, Çin’den İran’a bin ton sodyum perklorat gönderildiği tespit edilmişti. Mayıs ayında ise Hamouna adlı gemi, yaklaşık bin ton ek maddeyi, DMO için taşımak üzere Taitsan Limanı’ndan ayrıldı ve 14–15 Haziran’da Bender Abbas’a ulaştı.

Yasal komplikasyonlar

Tahran, füze programının ‘savunma amaçlı’ olduğunu söylerken, Pekin ise anlaşmazlıkların diplomasi yoluyla çözülmesi ilkesine açıkça bağlı kalıyor. Ancak yaptırımların yeniden uygulanmasına ilişkin hukuki anlaşmazlık, durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Mekanizma devreye sokulmamış olsaydı, 18 Ekim tarihi, on yıllık nükleer anlaşmaya ilişkin BM kısıtlamalarının sona ermesi ve İran'ın nükleer dosyasının BM Güvenlik Konseyi'nde kapatılması anlamına gelecekti.

Çin ve Rusya'nın diplomasiye daha fazla zaman tanımak için anlaşmayı altı ay uzatma çabaları, BM Güvenlik Konseyi'nin snapback mekanizmasının yürürlüğe girmesinden bir gün önce öneriyi reddetmesiyle başarısız oldu.

Carnegie Uluslararası Barış Vakfı Nükleer Politika Programı'nda kıdemli araştırmacı olan Tong Zhao, Pekin'in kendisini snapback mekanizmasının yükümlülüklerine bağlı görmediğini, ancak aynı zamanda sodyum perklorat ihracatının dolaylı olarak İran'ın füze programını destekleyebileceğini kabul ettiğini düşünüyor. Zhao, maddenin açıkça adlandırılmamasının yoruma açık bir alan bıraktığını, ancak katı roket yakıtıyla ilgili malzemelere yönelik ‘kapsamlı kontrollerin’, kısıtlamaları sıkılaştırmak isteyen ülkeler için yasal bir argüman olmaya devam ettiğini bildirdi.

Şu ana kadar, nakliye rotalarında bir değişiklik olduğuna dair kamuya açık bir işaret yok. Mürettebat üyelerinin sosyal medya paylaşımları ve denizcilik izleme kayıtları, bahar aylarından bu yana Çin ve İran limanları arasında sık sık seferler yapıldığını gösteriyor.

zxcfv
İran eski Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Füze Birliği eski komutanı Emir Ali Hacızade, geçtiğimiz mart ayında balistik silahların tanıtımı sırasında (İran devlet televizyonu)

Bir Avrupalı yetkili CNN'e şunları söyledi: “Dikkat çekici olan şey zamanlama: savaştan sonra yoğunlaşma, ardından yaptırımların yeniden uygulanmasından sonra artış. Bu, Batı'nın yaptırımlarla tedarik yollarını kapatma girişimlerine yanıt olarak sistematik bir yeniden silahlanma çabası olduğunu gösteriyor.”

Kaynaklar, sevkiyatların izlenmesinin devam ettiğini ve Çin veya BM'nin, yasal tartışmaların ana konusu olmaya devam eden sodyum perkloratın açık yasak listelerine dahil edilmesini genişletebilecek veya ‘çift kullanımlı kontrolleri’ sıkılaştırabilecek herhangi bir düzenleme değişikliği yapmasını beklediklerini doğruladı.


Bir pragmatiğin oyunu: Rusya'nın Ortadoğu'dan hesaplı çekilmesi

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

Bir pragmatiğin oyunu: Rusya'nın Ortadoğu'dan hesaplı çekilmesi

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Remzi İzzeddin Remzi

Kremlin, 2023 yılının mart ayında en güncel Dış Politika Konsepti metnini açıkladı ve Rusya'nın ‘küresel güç dengesini korumak için benzersiz bir misyonu olan bir güç’ olarak dünya sahnesine geri döndüğünü duyurdu. Bu stratejiye göre Moskova, Ortadoğu'da vazgeçilmez bir arabulucu ve güvenlik mimarı olacak, İran ile ‘kapsamlı ve güvene dayalı iş birliği’, Suriye’ye ‘tam destek’ ve Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır ile ‘çok yönlü ve karşılıklı yarar sağlayan ortaklıkların derinleştirilmesi’ sözü verdi. Ayrıca, Rusya’nın bölgedeki rakipler arasındaki ‘ayrılıkları giderip ilişkileri normalleştirebilen’ ve ‘bölgesel güvenlik ve iş birliği için sürdürülebilir ve kapsamlı bir yapı’ kurabilme kapasitesine sahip bir barış elçisi olarak konumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Ancak, iki yıldan biraz aşkın bir süre sonra tamamen farklı bir gerçeklik ortaya çıktı. Gazze'deki çatışmadan Suriye'deki siyasi karışıklıklara, Lübnan'daki kırılgan istikrardan İran'ın bölgesel hesaplamalarına kadar, Moskova'nın varlığı sınırlı ve sönük kaldı. Stratejik hırs ile pratik gerçeklik arasındaki bu uyumsuzluk, temel bir gerçeği ortaya koydu. Rusya’nın Ortadoğu'daki müdahalesinden pragmatik olarak çekilmesi, arzularındaki bir değişikliği değil, daha çok yeteneklerinin farkına varmasını yansıtıyordu. Ukrayna'daki savaş, Moskova'yı stratejisini yeniden hesaplamaya zorladı ve bölgesel rolünü iddialı bir arabulucudan sınırlı bir ortağa dönüştürdü. Bu durum, ‘stratejik anlaşmalar’ olarak adlandırılabilecek bir dış politika yaklaşımının önünü açtı. Bu yaklaşım, pragmatik, çıkar temelli iş birliğini daha derin bir koordinasyon arzusu ile birleştirirken, rekabet eden öncelikler ve sınırlı kaynaklar nedeniyle kısıtlı kalıyor.

Rusya’nın 2023 yılında açıkladığı Dış Politika Konsepti, stratejik yöneliminde radikal bir değişimi temsil ediyordu. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden bu yana ilk kez, Batı ile çatışma söylemi Rusya'nın iş birliği arzusunu gölgede bıraktı. Bu politika, uluslararası sistemin çok kutupluluğa doğru derin bir değişim geçirdiğini iddia ederek, bunu ‘gelişim potansiyelinin yeni ekonomik büyüme ve jeopolitik etki merkezlerine doğru kayması’ olarak tanımladı. Rusya’nın bu görüşü, Ortadoğu'yu Batı hegemonyasına karşı mücadelenin merkezine yerleştirdi.

Ukrayna’daki savaş, Rusya'nın kaynaklarını tüketti ve uzun vadeli hedefler yerine acil güvenlik ihtiyaçlarını öncelemesine neden oldu.

Ancak, bu kavramın uygulanması, iddialı söylemlerle dikkatlice sınırlandırılmış taahhütleri birleştiren bir yaklaşım olan ‘pragmatik anlaşmalar’ olarak nitelendirilebilecek bir özellik taşıyor. Bu durum, Rusya ile İran arasındaki ilişkilerde de açıkça görülüyor. İki ülke, bu yılın ocak ayında savunma ve enerji alanlarında iş birliğini kapsayan 47 maddeden oluşan kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzaladı. Ancak bu anlaşmada ortak savunma ile ilgili herhangi bir hüküm yer almadı. Anlaşmada Rusya'nın kaynaklarını tüketebilecek önemli taahhütlerden kaçınılırken ilişkileri resmi olarak yükseltme eğilimi, Moskova'nın Ortadoğu'daki mevcut politikasının ayırt edici özelliği haline geldi.

Ukrayna’daki savaş, Rusya'nın kaynaklarını tüketti ve uzun vadeli hedefler yerine acil güvenlik ihtiyaçlarını öncelemesine neden oldu. Analizlerden birinde Rusya’nın bölgesel liderlik için gerekli olan finansal, insani ve kültürel kaynaklardan yoksun olduğuna işaret ediliyordu. Bunun yerine Moskova, kararlı tutumlar sergileyerek, kendisini ‘Batı'nın antitezi’ olarak sunup Ortadoğu ülkelerine “Evet, bizler alaycı realistleriz ve değerlere inanmıyoruz, ancak Batı ile aynı fikirde değilseniz, size yardım eli uzatmaya hazırız” şeklinde basit bir teklifte bulunarak bunu telafi etmeye çalıştı.

sdf
Kiev’in dış mahallelerinde gerçekleşen Rus hava saldırısının ardından ağır hasar gören konut binalarının durumunu gösteren bir görüntü, 28 Eylül 2025 (AFP)

Rusya'nın güncellenen Dış Politika Konsepti, onu küresel nüfuza sahip tarihi iddiaları olan, İslam dünyasındaki ortaklıkları güçlendirerek Batı hegemonyasına meydan okumaya çalışan ayrı bir ‘medeniyet devleti’ ve Moskova'yı bölgesel rakipleri uzlaştırmaya ve ‘Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da bölgesel güvenlik ve iş birliği için kapsamlı ve sürdürülebilir bir yapı’ kurmaya çalışan bir barış elçisi olarak sunuyordu. Bu iddialı çerçeve, İran, Suriye, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır ile ilişkilerin konsolidasyonu yoluyla stratejik derinlik öneriyor ve Filistinli gruplar ve İsrail ile tarihi bağlardan yararlanmayı hedefliyordu.

Rusya’nın anlamlı bir katılımı olmadan önemli barış zirveleri, gerçekleştirildi. Bu durum, dış politikasında Filistin meselesinde arabuluculuk yapma konusundaki büyük hedeflerinin yer almasına rağmen, Rusya'nın diplomatik nüfuzunun sınırlarını ortaya koydu.

Rusya’nın Ortadoğu’dan çekilmesinin özellikle önemli olmasının nedeni, 2023 tarihli Dış Politika Konsepti’nin bölgeden çekilme yerine bölgede varlık göstermeyi öncelikli hale getirmesine rağmen bu çekilmenin gerçekleşmiş olması. Dış Politika Konsepti metni, ‘çok kutuplu bir dünyanın’ inşasını ve ‘ABD ve Batı'nın yayılmacı planlarına karşı koymayı’ vurgularken bu hedeflerin, Rusya’nın bölgesel sahnede yoğun bir varlıkla yansıtılması gerektiğini belirtiyor. Ancak, Ukrayna'daki savaşın neden olduğu kaynak kaybı, askeri ihtiyaçlar ve ekonomik baskılar küresel hırsların yeniden ayarlanmasını zorunlu kıldığından, bu vizyonun uygulanması engellendi. Böylece, Ortadoğu, tercih değil, zorunluluktan dolayı ikincil bir sahne haline geldi. Bu, gerçek kapasitenin sınırlarıyla çarpışan tipik bir stratejik aşırılık örneği oldu.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Rusya'nın Gazze krizine verdiği tepki, bölgesel krizlerle başa çıkma konusunda izlediği ‘pragmatik anlaşmalar’ yaklaşımını yansıtıyor. Filistinli gruplarla tarihi bağları ve Moskova’da Hamas heyetlerini ağırlamasına rağmen, Rusya fiili ateşkes diplomasisinden büyük ölçüde dışlandı. Rusya’nın anlamlı bir katılımı olmadan önemli barış zirveleri, gerçekleştirildi. Bu durum, dış politikasında Filistin meselesinde arabuluculuk yapma konusundaki büyük hedeflerinin yer almasına rağmen, Rusya'nın diplomatik nüfuzunun sınırlarını ortaya koydu.

Dış Politika Konsepti metninde öngörülen, bölgede vazgeçilmez bir arabulucu olarak rolünden tam bir sapma gösteren Moskova'nın mevcut politikasının belki de en açık göstergesi, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Rusya'nın arabulucu olarak ‘hizmetlerini dayatmayacağı’ yönündeki açıklamasıydı. Bu olumsuz tutum, Rusya'nın ‘Filistin sorununa kapsamlı ve kalıcı bir çözüm bulunmasına’ katkıda bulunacağına dair belgedeki vaadiyle keskin bir tezat oluşturdu.

sd
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda bir araya geldi, 15 Ekim 2025 (AFP)

Rusya'nın Ortadoğu'daki sınırlı rolünün en çarpıcı örneği, Moskova'nın neredeyse on yıl boyunca ve önemli miktarda kaynak harcayarak desteklediği Beşşar Esed rejiminin geçtiğimiz yıl aralık ayında çöküşüydü. Bu gelişme, Rusya’nın nüfuzu için büyük bir gerileme oldu ve belgenin Suriye’ye ‘tam destek’ vereceği yönündeki taahhüdünü zayıflattı.

Rusya'nın tepkisi, stratejik sınırlamalardan doğan yeni bir pragmatizmi ortaya çıkardı. Kanıtlar, Moskova'nın son muhalefet saldırısı sırasında askeri desteğini kasıtlı olarak azalttığını gösteriyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya'nın ‘karşılık verecek askeri güce sahip olduğunu ve bunu kullanabileceğini, ancak kullanmamayı tercih ettiğini’ belirtti. Bu hesaplı kısıtlama, Moskova'nın bazı müttefiklerin, özellikle Türkiye ile olan daha önemli stratejik ilişkileri feda etmeye değmeyeceğini kabul ettiğini gösteriyor.

Rusya'nın Lübnan işlerine sınırlı katılımıyla, bölgesel anlamda daha geniş çaplı gerilemesinin bir başka yönünü görüyoruz.

Sonuç olarak, Rusya'nın hedefleri Tartus Deniz Üssü ve Hmeymim Hava Üssü gibi stratejik askeri üslerini korumakla sınırlı kaldı. İlişki, patron ve müşteri ilişkisi olmaktan çıkıp yeni Şam hükümetiyle pragmatik müzakerelere dönüştü. Suriye'nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara iki ülke arasındaki ilişkiyi ‘yeniden tanımlamaya’ çalışırken, Rusya'nın hedefleri Suriye'nin siyasi gidişatını yönlendirmekten ziyade askeri üs haklarını korumaya indirgendi. Bu gelişme, belgenin derin stratejik ortaklık vizyonundan önemli bir sapma olduğu anlamına geliyor ve Akdeniz'deki hayati askeri varlıkların korunmasına odaklanan yeni bir yaklaşımı yansıtıyor.

Bu arada Rusya ile İran arasındaki ilişkiler, gelişmiş diplomatik formalitelerin temel sınırlamaları gizlediği karmaşık bir yapıya sahip. İki ülke arasında geçtiğimiz ocak ayında 47 maddeden oluşan ve savunmadan enerjiye kadar çeşitli alanlarda iş birliğini kapsayan Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması imzalandı. Bu da Dış Politika Konsepti metninde yer alan ‘İran ile kapsamlı ve güvene dayalı iş birliği’ çağrısını somutlaştırıyor gibi görünüyordu. Ancak bu resmi yükseltme, esasen pragmatik bir anlaşma olarak kalan ve sağlam bir ittifaktan ziyade karşılıklı ihtiyaçlar tarafından sınırlanan bir ilişkiyi örtbas ediyor.

frgt
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İran’ın merhum Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Tahran'da Suriye konulu üçlü bir toplantı öncesinde fotoğraf çektirdiler, 19 Temmuz 2022 (AFP)

Rusya ile İran arasındaki ortaklık temelde, Batı'nın yaptırımlarına karşı koymak ve özellikle İran'ın Ukrayna savaşında kullanılan insansız hava araçlarını Rusya'ya tedarik etmesi konusunda belirli askeri iş birliğine dayanıyor. Anlaşmanın iddialı bir kapsama alanına sahip olmasına rağmen, ortak savunma konusunda herhangi bir hüküm içermemesi, Rusya'nın Tahran'a güvenlik garantisi verme konusundaki isteksizliğini ortaya koyan temel bir sınırlama olarak görüldü. Bu eksiklik, İran ile İsrail arasında gerginliğin tırmandığı dönemlerde, Moskova'nın herhangi bir askeri yardım sağlamadan sadece sözlü destekle yetinmesi ile özellikle belirgin hale geldi.

Bu yüzden İran ile ilişkiler resmi olarak güçlendirilmiş olsa da stratejik özünde sınırlı kalmaya devam etmekte ve gerçek bir ittifaktan çok zorunluluktan kaynaklanan bir ortaklık niteliği taşıyor. Bu ilişkiler, Moskova'nın mevcut yaklaşımını karakterize eden ‘stratejik anlaşmalar’ olarak tanımlanabilecek kavramın tam bir somut örneğine dönüştü.

Rusya'nın Lübnan işlerine sınırlı katılımıyla, bölgesel anlamda daha geniş çaplı gerilemesinin bir başka yönünü görüyoruz. Rusya'nın Dış Politika Konsepti metninde bölgesel çatışmalarda arabuluculuk yapma hedefi yer alsa da Moskova, Lübnan ile İsrail arasındaki hassas müzakerelerde, özellikle de Hizbullah'ın silahsızlandırılmasıyla ilgili müzakerelerde gözlemci rolünü oynamakla yetiniyor. Bu müzakerelerde başı çeken ABD olurken, Rusya aktif diplomasi faaliyetlerinden göze çarpan bir şekilde uzak duruyor.

Bu kıyıdan-kenardan katılım, Dış Politika Konsepti metninde Rusya'yı Ortadoğu'da güvenliğin mimarı olarak gören vizyonundan önemli bir sapma olduğunu gösteriyor. Moskova, Hizbullah’ı terör örgütü olarak değil, ‘meşru bir sosyo-politik güç’ olarak görmeye devam etse de Hizbullah'ın stratejik hesaplamaları veya Lübnan’ın siyasi gidişatı üzerindeki etkisi sınırlı kaldı. Bölgesel istikrar için hayati önem taşıyan silahsızlanma müzakereleri, Rusya’nın anlamlı bir katılımı olmadan ilerledi. Bu durum, Moskova’nın diğer cephelerle meşgul olması nedeniyle etki gücünü yitirmeye başladığının açık bir işareti oldu.

Rusya’nın bölgedeki müdahalesindeki gelişmeler, ‘stratejik anlaşmalar’ olarak adlandırılabilecek uzlaşıların sınırları konusunda daha derin bir ders sunuyor.

Rusya'nın son iki yıldır Ortadoğu'daki sıcak noktalara yönelik sınırlı müdahalesi beyan ettiği siyasi doktrin ile pratik gerçeklik arasında derin bir uçurum olduğunu ortaya koyuyor. 2023 dış politika belgesi, Rusya'nın stratejik olarak bölge genelinde faaliyet göstererek çatışmalarda arabuluculuk yapmasını ve güvenlik mimarisini yeniden şekillendirmesini öngörüyordu. Ancak Moskova, Ukrayna'daki savaşın yol açtığı kaynak kaybı nedeniyle varlığını oldukça sınırlı tuttu ve hedeflerini geri çekildi.

Bu geri çekilme stratejik bir vazgeçmeden ziyade mevcut sınırlı marjın pragmatik bir şekilde kabul edilmesi şeklindeydi. Gazze’den Suriye’ye, Lübnan’dan İran’a kadar Rusya, stratejik doktrininde belirtildiği gibi kapsamlı bir şekilde müdahil olmak yerine, hayati varlıklarını, askeri üslerini, belirli ortaklıklarını ve diplomatik konumunu korumayı tercih etti. Ukrayna’daki savaş, Rusya’nın güç projeksiyon yeteneğinin sınırlarını ortaya çıkardığından, Ortadoğu, kasıtlı olarak değil, zorunluluktan dolayı ikincil bir sahne haline geldi.

Rusya’nın bölgedeki faaliyetlerindeki gelişmeler, ‘stratejik anlaşmalar’ olarak adlandırılabilecek şeylerin sınırları konusunda daha derin bir ders veriyor. Bu yaklaşım bir dereceye kadar esneklik ve maliyet kontrolü sağlasa da Rusya’nın etki alanını daraltmış ve retorik taahhütlerinin kırılganlığını ortaya çıkıyor. Bölgesel ortaklar, Rusya'nın manevra alanının sınırlı olduğunu fark ederek beklentilerini buna göre ayarlamaya ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için daha güvenilir ortaklar aramaya başladı.

Stratejik kavramların ihtişamı, sıralama ve seçimin gerçekçiliğine yol açarak, küresel çapta hırslı güçlerin bile nihayetinde öncelikler belirlemesi gerektiğini ortaya koydu. Bu noktada Moskova, 2023 dış politika belgesinde özetlenen iddialı vizyondan açıkça uzaklaşarak, bölgedeki siyasi ve diplomatik gidişatın Rusya'nın marjinal katkısıyla gelişmesine izin vererek Ukrayna'yı tercih etti.

Ancak, Rusya'nın Ortadoğu'daki stratejik çıkarlarının derinliği küçümsenmemeli. Bölgenin gelişimini etkilemekten taktiksel olarak çekilme kararı, zorunluluktan kaynaklanan bir tercih olsa da bu, onun kontrolü Batı'ya devrettiği anlamına gelmez. Rusya, uzun vadeli stratejilerdeki ustalığıyla bilinir.


Şi ve Trump, Busan'daki görüşmelerini herhangi bir açıklama yapmadan sonlandırdı

Çin Devlet Başkanı ve Amerikalı mevkidaşı Busan'daki ikili görüşmelerin başlamasından önce (AFP)
Çin Devlet Başkanı ve Amerikalı mevkidaşı Busan'daki ikili görüşmelerin başlamasından önce (AFP)
TT

Şi ve Trump, Busan'daki görüşmelerini herhangi bir açıklama yapmadan sonlandırdı

Çin Devlet Başkanı ve Amerikalı mevkidaşı Busan'daki ikili görüşmelerin başlamasından önce (AFP)
Çin Devlet Başkanı ve Amerikalı mevkidaşı Busan'daki ikili görüşmelerin başlamasından önce (AFP)

ABD Başkanı, Çinli mevkidaşı Şi Cinping ile yaklaşık bir saat 40 dakika süren görüşmenin ardından Güney Kore'den ayrıldı ve herhangi bir ilerleme kaydedilip kaydedilmediğine dair basına bir açıklama yapmadı.

Trump, altı yıl aradan sonra Güney Kore'nin Busan kentinde Şi ile ilk yüz yüze görüşmesinin ardından doğrudan Air Force One'a yöneldi. ABD Başkanı, görüşme öncesinde Güney Kore'nin Busan kentindeki görüşmelerinde "sert bir müzakereci" olan Şi Cinping ile "başarılı bir görüşme" beklediğini söylemişti.

Çin Devlet Başkanı ise Amerikalı mevkidaşına, iki ülkenin her konuda her zaman aynı fikirde olmasa da "ortak ve dost" olmaya çabalaması gerektiğini söyleyerek yanıt verdi. Şi, Busan'daki görüşmelerin başında, "Çin ve ABD, iki büyük güç olarak sorumluluğu paylaşabilir ve ülkelerimizin ve dünyanın yararına daha büyük ve somut şeyler başarmak için birlikte çalışabilir" ifadelerini kullandı.