Biden’ın Süveyş Savaşı’ndan alacağı dersler

Fotoğraf: Getty Images
Fotoğraf: Getty Images
TT

Biden’ın Süveyş Savaşı’ndan alacağı dersler

Fotoğraf: Getty Images
Fotoğraf: Getty Images

Sami Moubayed

23 Ekim 1956’da o dönemde Soğuk Savaş’ta Doğu Kampı’na ait ve siyasi olarak da Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de yoğun öğrenci gösterileri patlak verdi.

Macaristan’da komünist yönetimden kurtulmak talebiyle yapılan gösteriler 12 gün sürdü. Ardından Sovyet ordusu, gösterileri bastırmak için askerî müdahalede bulundu ve 4 Kasım’da işler normale döndü.

Gösteriler, ABD’yi şaşırtmıştı. ABD Merkezî İstihbarat Teşkilatı Başkanı Alan Dulles, bu gösterileri ‘mucize’ olarak nitelerken, Başkan Dwight Eisenhower da Macar halkının ‘özgürlüğe ve demokrasiye’ dair gerçek arzusunu yansıttığını söyledi. Macaristan’da bu uluslararası kriz yaşanırken, 1956 yılının fırtınalı sonbaharında Mısır’a karşı üçlü bir saldırının başladığı 29 Ekim gününde ikinci bir savaş patlak verdi.

xsdferg
Sovyet nüfuzuna karşı çıkan Macar devrimciler (Getty Images)

Başkan Eisenhower, İkinci Dünya Savaşı’nda Müttefiklerin en meşhur askerî liderlerinden biriydi ve 1953 yılından beri bir süper güç olan devletin başkanı olarak Macaristan’ın işgalini kınayıp da Birleşik Krallık’ın, Fransa’nın ve İsrail’in Mısır’a yönelik işgaline göz yumamayacağını düşünüyordu. Onun o zamanki tavizsiz tutumu, bugün halefi Başkan Joe Biden’ın Ukrayna’da Rus savaşına karşı çıkan, ama İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik son savaşının arkasında tüm siyasi ağırlığıyla duran konumuyla bir kıyaslama yapma ihtiyacı hissettiriyor.

Sürpriz unsuru

Kimileri, Biden’ın tutumunu Kasım 2024’te ülkesinde yapılacak başkanlık seçimleriyle ilişkilendirdi ve Beyaz Saray’daki kalışını uzatmak için Yahudi seçmenlerin oyunu kazanma çabası olarak gördü. Ancak aynı zorluk ondan önce Dwight Eisenhower’ın da karşısına dikilmişti. Nitekim Süveyş Kanalı, 1956 yılında ABD başkanlık seçimleri haftasında çıktı, ancak bu durum Eisenhower’ı İsrail’e karşı sert ve tavizsiz bir duruş sergilemekten alıkoymadı.

Eisenhower, Sovyetler Birliği’nin tehditlerine karşı temkinli davranıp bunları ‘kabul edilemez’ gördü, ancak söz konusu üçlü saldırıyı da aynı şekilde ‘kabul edilemez’ olarak değerlendirdi

İsrail ordusu, askerî tatbikatlar yapıyor ve bunların ekim ayında Mısır, Suriye ve Ürdün arasında imzalanan ortak bir savunma anlaşmasına karşılık olduğunu söylüyordu. Mısır’a karşı savaş kararı ise Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır’ın temmuz ayında Süveyş Kanalı’nı millileştirmesine bir tepki olarak geldi. 24 Ekim’de Paris yakınlarındaki Sevr banliyösünde Fransa Dışişleri Bakanı Christian Pineau’nun, İngiliz mevkidaşı Selwyn Lloyd’un ve İsrail Başbakanı David Ben-Gurion ile Genelkurmay Başkanı Moshe Dayan’ın katılımıyla gizli bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıda Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır’a millileştirme kararının geri çekilmesi gerektiğine dair sert bir uyarıda bulunmaya karar verildi. Ancak Abdunnasır’ın bunu reddedeceğinden, bunun üzerine onların da onu oradan zorla çıkarmak için ona karşı savaş başlatacaklarından eminlerdi. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, bu ortak uyarıyı ‘kaba ve kabul edilemez’ buldu. Rus lider Nikolay Bulganin’in Mısır’ı, ‘gerçekleştiği takdirde’ bu saldırıdan korumak için şiddete başvurma tehdidinde bulunmasının ardından Sovyetler Birliği’nin tepkisinden de çok çekiniyordu. Bulganin, Fransa, Birleşik Krallık ve İsrail hükümetlerinin liderlerine bir mektup göndererek, üçüncü bir dünya savaşıyla tehdit etmiş ve şöyle demişti: “Saldırganın başını ezme ve Ortadoğu’ya barışı geri getirme konusunda çok kararlıyız.”

Eisenhower, Sovyetler Birliği’nin tehditlerine karşı temkinli davranarak, bunları ‘kabul edilemez’ buldu. Ancak söz konusu üçlü saldırıyı da aynı şekilde ‘kabul edilemez’ olarak değerlendirdi. Bilindiği üzere bu üçlü saldırıya katılanlar, onun yakın geçmişte, yani İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’daki Nazi ordusunu bozguna uğratmak için iş birliği yaptığı müttefikleriydi. Danışmanlarına şöyle dedi: “Onlar (Birleşik Krallık, Fransa ve İsrail) bizimle koordineli hareket etmediler.”

Beyaz Saray’dan yapılan bir açıklamada ABD Başkanı’nın, saldırıyı ‘basın haberlerinden’ öğrendiği belirtildi.

Bırak, başlarının çaresine baksınlar

John Foster Dulles, bu üç ülkenin Washington’daki elçileriyle temas kurmaya çalıştı, ancak onlar onunla bir araya gelmekten kaçınarak, temsilcilerini gönderdiler. Bu arada Eisenhower da Ben-Gurion’a öfkeli bir mektup gönderdi. Ben-Gurion cevabında, ülkesinin, Abdunnasır ve diğer Arap ülkeleri tarafından kendisine geçirilen ‘demir tasmayı’ kırdığını ifade etti.

Eisenhower; Teksas, Oklahoma ve Tennessee eyaletlerinde yapılması planlanan konuşmalarını iptal etti ve yardımcısı Richard Nixon’dan seçim kampanyasının geri kalanında kendisini temsil etmesini istedi. Kendisi de Dulles, Savunma Bakanı Charles Wilson ve Silahlanma Müdürü Arthur Flemming ile açık toplantılara giriyordu. Eisenhower, Flemming’e şöyle dedi: “Mısır’da bu operasyonu kimler başlattıysa sorunlarını da kendileri çözmeleri lazım. Bırakın başlarının çaresine baksınlar.”

Philadelphia şehrindeki son seçim konuşmasında Eisenhower, “ABD yasaları karşısında ikinci sınıf vatandaş anlayışını kabul etmiyoruz” dedi. Süveyş Savaşı’nı da “İlkelerimiz için bir sınav” sözleriyle değerlendirdi ve gerek Mısır’a karşı yaklaşımlarında müttefiklerden gerekse Macaristan’a karşı yaklaşımlarında Sovyetlerden gelsin, haksız güce karşı ‘şerefli yolu’ izlemeye karar verdiğini vurguladı. Seçim konuşmasında ayrıca şu ifade de yer aldı: “Ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada da zayıflar için bir yasa, güçlüler için de ayrı bir yasa benimsememiz mümkün değil. Bize karşı çıkanlar için bir kanun, bizimle ittifak kuranlar için başka bir kanun olmaz. Sadece tek bir yasa olmalı. Aksi takdirde dünyada barış olmaz.”

Ardından Dulles’tan Birleşik Krallık Başbakanı Anthony Eden’e bir mektup yazmasını istedi. Mektupta şu ifadeler yer alıyordu: “Tüm İslam alemini düşman haline getirecek bu planda herhangi bir iyi yan görmediğimi söylemeliyim.” Daha sonra telgrafı göndermemeye karar verdi ve Suriye Cumhurbaşkanı Şükri el-Kuvvetli’nin Abdunnasır’a vekaleten Moskova’yı ziyaret edip, “Hitler’i hezimete uğratan Kızıl Ordu nerede?” diyerek Sovyetlerden askerî yardım istemesinin ardından Sovyetlerin tutumunun netleşmesini bekledi.

31 Ekim’de İngilizler, Mısır’ın ikmal yollarını yağmalamaya başladılar ve Kahire’nin kuzeydoğusundaki Almaza Hava Üssü’ndeki yüzlerce savaş uçağını imha ettiler.

dfergt
Sovyet lider Josef Stalin’in devrilmiş heykelinin yanındaki Macar devrimciler (Getty Images)

Süveyş Kanalı tamamen kapatıldı ve İsrail ordusu Sina’ya doğru yürümeye devam etti. Bunun üzerine The New York Times gazetesi, “Washington Kontrolü Kaybediyor” başlıklı bir makale yayımlayarak, şu ifadelere yer verdi: “ABD, güvenlik bölgelerinde kontrolünü kaybetmeye başladı. ABD Başkanı bugünden sonra barışın hamisi sıfatıyla konuşamaz.”

Demokrat aday Adlai Stevenson, Eisenhower’ı itibarsızlaştırmak için Süveyş Savaşı’nı kullandı ve New York şehrinde yaptığı seçim konuşmasında dört kez Mısır Savaşı’na atıfta bulunarak “Rus komünistler bugün Ortadoğu’da, çarların yüzyıllardan beri peşinde koştukları bir konum elde ettiler” dedi. Ortadoğu’da yaşananlardan da Eisenhower yönetimini sorumlu tuttu.

Eisenhower, Dulles’ın Birleşik Krallık’a ve Fransa’ya yaptırım uygulama fikrine karşı çıkmasını garipsedi ve bir süper güç tarafından kullanılıyorsa yaptırım silahının tüm saldırganlara karşı uygulanması gerektiğini söyledi

Başkan’ın talebi üzerine Dulles, Deniz Harekâtı Komutanı Amiral Arleigh Burke ile görüşerek, ona Mısır’a yönelik üçlü saldırıyı durdurup durduramayacağını sordu. Burke bu soruya, “Sayın Bakanım, onları durdurmanın tek yolu var, o da yoğun bir şekilde bombalamak” cevabını verdi. Dulles, başka bir yolu olup olmadığını sorunca da Burke, başını sallayarak, “Hayır… Tehdit edeceksek, ateş etmeye hazır olmalıyız” dedi. Altıncı Filo, yüksek alarm haline getirildi. Ancak filonun komutanı, ABD’nin gerçek düşmanının kim olduğu konusundaki kafa karışıklığını gizlemedi: Dün İkinci Dünya Savaşı’nda müttefik olanlar mı? Yoksa Sovyetler Birliği’nin müttefiki Mısır ve onun devlet başkanı mı?

İsrail’e yaptırım

Askerî çözüm ihtimalinin dışlanmasının ardından Eisenhower, 1 Kasım 1956’da Birleşmiş Milletler’e (BM), Birleşik Krallık, Fransa ve İsrail güçlerinin geri çekilmesini ve Süveyş Kanalı’nın uluslararası seyrüsefere açılmasını talep eden bir ateşkes kararı tasarısı sunulmasını emretti. Dulles’a “Sabah erkenden… kapıları açılır açılmaz… Ruslar varmadan önce” Genel Kurul’a gitmesi emredildi. Ayrıca üç müttefikine ekonomik yaptırımlar uygulamayı da uzun uzun düşündü. Dulles, yaptırımın sadece İsrail’e uygulanmasını, bunun da ‘hafif’ ve zararsız olmasını önerince Başkan, ona öfkeyle tepki gösterdi ve şöyle dedi: “Allah onları kahretsin! Foster, onlara söyle, BM’ye gideceğiz ve bu saldırıyı durdurmak için her şeyi yapacağız. Bizi bu şekilde aldattılar ya, hiçbir şey onları kurtaramaz.”

Eisenhower, Dulles’ın Birleşik Krallık’a ve Fransa’ya yaptırım uygulama fikrine karşı çıkmasına şaşırdı ve bir süper güç tarafından kullanılıyorsa yaptırım silahının tüm saldırganlara karşı uygulanması gerektiğini söyledi. Ancak ABD’nin karar tasarısı, BM’ye gönderilmeden önce Washington’daki Ulusal Güvenlik Ofisi’ne sunuldu. Dulles, bu tasarıyı sunup, gerekliliği konusunda herkesi ikna etme işini üstlendi ve şu ifadeleri kullandı: “ABD, BM’de bu girişime liderlik etmezse Sovyetler bunu illaki yapacak.”

Ekonomik baskı

Bu noktada Başkan’ın danışmanlarından biri olan Harold Stassen müdahale etti ve üç ülkeden hiçbirini kınamaksızın bir ateşkes sağlanmasını önerdi. Bu önerisini sunarken, her ne kadar kararı ‘büyük bir hata’ olsa da Birleşik Krallık’ın halen ABD’nin ‘ana müttefiki’ olduğunu hatırlattı ve ABD’nin gerçek düşmanının halen Sovyetler Birliği olduğunu söyledi.

Eisenhower, Mısır’a yönelik askerî saldırısını durdurması yönünde Birleşik Krallık’a baskı yapmak için ülkesinin ekonomik ağırlığını kullanmaya karar verdi

Dulles, ABD’nin karar tasarısını sunmak üzere BM’ye yönelirken, Eisenhower, müttefiklerine baskı yapmak için bir yedek plan hazırlamaya başladı ve Dışişleri Bakanı’na şöyle dedi: “Sadece onlardan bunu talep etmek ve onlara ‘Lütfen ateşi kesin’ demekle ateşkesi sağlayamayız.”

csdfegrt
1956’da Süveyş’te bir tankın üzerinde bir İngiliz askeri (Getty Images)

Birleşik Krallık hükümetinin büyük mali sıkıntılar yaşadığını biliyordu ve bunu Ocak 1956’da Washington’a gerçekleştirdiği son ziyaretinde bizzat Eden’den duymuştu. Ayrıca İngiltere’de Süveyş Savaşı’na yönelik büyük halk muhalefetinin ve Londra sokaklarında saldırının durdurulmasını talep eden yoğun gösterilerin artan hızının da farkındaydı. Hatta Londra gazetelerinin çoğu, savaşa karşıydı. Aynı şekilde köklü Oxford Üniversitesi profesörleri de dahil olmak üzere pek çok entelektüel ve kanaat önderi, hükümetlerine hitaben bir açıklama yayınlayarak, üçlü saldırının Eden hükümetinin düştüğü ‘ahlaki bir hata’ olduğunu belirttiler. Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı, Londra’da Muhafazakâr Parti’nin düzenlediği bir etkinliğe katıldığında göstericiler onu ‘savaş çığırtkanı’ sloganıyla karşıladı.

sdef
1956’da Süveyş’te Fransız askerler (Getty Images)

Barışçıl tüm çabalar başarısız olunca Eisenhower, Mısır’a yönelik saldırısını durdurması yönünde Birleşik Krallık’a baskı yapmak için ülkesinin ekonomik ağırlığını kullanmaya karar verdi ve Arapların petrol silahına ve boykota başvurması halinde müttefiklere yapılan petrol sevkiyatını durdurma niyetini açıkladı. Birleşik Krallık, Süveyş Savaşı’nın ilk iki gününde rezervlerinden yaklaşık 50 milyon dolar kaybetmiş ve mali dengeyi korumak için o dönemde dolara bağlı 2,80 seviyesindeki para birimini devalüe etmeyi düşünmek zorunda kalmıştı. Birleşik Krallık güçleri Mısır’a inince döviz piyasasında sterline yönelik spekülasyonlar hız kazandı ve Birleşik Krallık Hazine Bakanı Harold Macmillan, Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) acil yardım talep etti. Ancak Eisenhower yönetimi, buna itiraz etti ve talebe karşılık vermedi. Hatta Eisenhower, Anthony Eden’e üçlü saldırıyı durdurma konusunda ne kadar ciddi olduğunu göstermek için ABD Hazine Bakanlığı’na devlet tahvillerinin bir kısmını sterlin cinsinden satmaya hazırlanması talimatını bile verdi.

Kral Suud bin Abdülaziz, Birleşik Krallık’a ve Fransa’ya petrol yasağı uygulanmasını emredince Eisenhower, sözüne sadık kaldı ve Mısır’a yönelik saldırıyı durdurmadıkları sürece bu iki ülkeye taviz vermeyi ve destek olmayı reddetti. Bundan birkaç saat sonra, Kahire saatiyle sabah saat tam 2’de Süveyş Kanalı’ndaki çatışmalar sona erdi. Tarih 6 Kasım 1956’ydı, yani ABD’de sandıkların açıldığı gün.

Eisenhower, ikinci kez başkanlığı kazanmıştı. Eisenhower, o dönemde seçim günü İsrail’e ve müttefiklerine baskı yapma cesareti gösterebildiyse Biden da önümüzdeki seçimlerden önce aynı şeyi yapabilir.

*Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Trump Doktrini’nde gerçek dış politika neye benzeyecek?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

Trump Doktrini’nde gerçek dış politika neye benzeyecek?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Robert Ford

ABD Senatosu'nun, Cumhuriyetçi Parti içindeki ılımlıların, Dışişleri Bakanlığı, Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve Savunma Bakanlığı’ndaki (Pentagon) profesyonellerin dayattığı kısıtlamalardan uzak, saf bir Donald Trump dış politikasına tanık olmamız yakın. Trump'ın ekibi, daha önceki yönetim deneyimleri sayesinde Beyaz Saray tarafından verilen talimatlara karşı çıkmayacak sadık kişilerin personel ofislerinde bulunması gerektiğini çok iyi biliyorlar. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nin, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon'un etkisini azaltarak dış politikanın yönünü hassas bir şekilde kontrol etmeye çalışması bekleniyor.

Öte yandan Trump’ın ekip üyeleri arasında muhtemel bir bölünmeye de tanık olabiliriz. Başkan Yardımcısı olması beklenen J.D. Vance'in başını çektiği bazı isimlerin ABD'nin verdiği çeşitli sözleri azaltma ve dışarıdaki savaşlara müdahaleyi en aza indirme politikasını benimsediği, buna karşın eski Dışişleri Bakanı ve CIA Direktörü Mike Pompeo gibi Cumhuriyetçi şahinlerin Çin, Rusya ve İran'ın yol açtığı zorluklarla mücadeleye hazırlandıkları biliniyor. Trump’ın yeni yönetiminin bu iki kamp arasında dengeyi kurması ve onları uzlaştırması için zamana ihtiyacı olacak.

xcdvfg
Eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Pensilvanya eyaletinin Pittsburgh şehrinde Cumhuriyetçi Parti tarafından düzenlenen seçim mitinginde konuşurken, 4 Kasım 2024 (Reuters)

Başka bir ülkeyle ikili ilişkilerden ya da uluslararası bir krizden bahsederken, genellikle ilgili ülkelerin liderleriyle olan şahsi ilişkilerine odaklanan Trump, ABD'nin ulusal çıkarlarına çok nadir atıfta bulunuyor. Çünkü genellikle kendisine verdiği değerle ABD'nin kalıcı ulusal çıkarlarını birbirinden ayırt edemiyor. Trump’a göre küresel düzeni korumak için taviz vermek zor. Hem kendisi hem de siyasi olarak onu destekleyen taban, mevcut sistemin ABD'yi dezavantajlı duruma düşürdüğüne ve diğer ülkelerin başarılarının maliyetine katlanmak zorunda bıraktığına inanıyor. Bunun için Trump, ilişkilere karşılıklı çıkarlar dengesinden ziyade ‘anlaşmalar’ açısından baktığından, kendi adına herhangi bir hamleyi kabul etmeden önce karşı taraftan alacağı tavizlere odaklanıyor.

İngilizcedeki “en güzel” kelime: Tariffs (gümrük vergileri)

Trump, ABD'nin uluslararası ticarette adil bir anlaşma yapamadığını düşündüğünden önümüzdeki yılın başlarında bu konuya öncelik verecek. Seçim mitinglerinden birinde ‘tariffs’ (gümrük vergileri) kelimesini İngiliz dilindeki en güzel kelime olarak tanımlayan Trump, Meksika’dan, Avrupa'dan ve özellikle Çin’den ithal edilen mallara uygulanan gümrük vergilerini arttırmayı planlıyor. Raporlar, yüzde 60'a varan gümrük vergilerinin uygulanabileceğine işaret ediyor. ABD, Çin'den diğer tüm ülkelerden daha fazla ürün ithal ediyor ve bu, Çin'in toplam ihracatının yaklaşık yüzde 16'sını oluşturuyor.

Trump, politikalarının Çin’in ekonomisini etkilemesini ya da Güney Kore, Japonya, Avrupa ve Körfez ülkeleri gibi Çin'in ticaret ortaklarının Çin'in ekonomik büyümesindeki düşüşten kaynaklanan bir durgunluktan zarar görmesini umursamaz. Trump, Çin'e ABD üretimi tarım ürünlerinin ithalatını arttırmak gibi tavizler vermesi için baskı yapmaya devam edecek ve bu da siyasi tabanının büyük bir bölümünün işine yarayacaktır.

En azından Pekin’in Uygurlara yönelik uygulamalarıyla ilgili olarak Trump'tan gelebilecek eleştiriler konusunda endişelenmesi gerekmiyor. Çünkü Trump bu konudan haberdar bile olmayabilir ve herhangi bir ülkeyle insan hakları meselelerini de gündeme getirmeyecektir.

Hassas güç dengesi diye bir şey yok

Tayvan, Çin ile daha sıkı ekonomik bağlardan dolayı Trump'ın güçlü bir müttefik olduğu yanılsamasına kapılmasın. Zira Trump, daha önce ABD’nin Tayvan’ı savunması konusunda özellikle de ABD ile olan büyük ticaret fazlası bakımından kuşkularını dile getirmişti. Başkan Joe Biden'ın aksine, Trump'ın açıkça Tayvan'ın savunmasına yönelik taahhütte bulunması beklenmiyor. Bunun yerine Tayvan’ın güvenliği konusunda ABD'nin uzun süredir devam eden stratejik belirsizlik politikasını yeniden uygulamaya koyacaktır.

Eğer ABD'nin askeri desteğini almak istiyorsa Tayvan'dan askeri harcamalarını arttırmasını talep etmesi beklenen Trump, Güney Kore ve Japonya'dan da kendi topraklarındaki ABD askerlerinin varlığını desteklemeleri için kesenin ağzını açmalarını isteyecektir. Trump, Çin ile hassas güç dengesini sağlamayı, küresel düzeni korumak için ABD güçlerini konuşlandırmak için yeterli bir neden olarak görmüyor.

Politikalarının Çin’in ekonomisini etkilemesi ya da Güney Kore, Japonya, Avrupa ve Körfez ülkeleri gibi Çin'in ticaret ortaklarının Çin'in ekonomik büyümesindeki düşüşten kaynaklanan bir durgunluktan zarar görmesi Trump’ın umurunda olmaz.

Öte yandan Trump, Ukrayna'daki savaşın Avrupa'daki güç dengeleri üzerindeki etkilerini de dikkate almayacaktır. Bunun yerine, öncelikle ilk başkanlık döneminde iyi bir ilişki kurmaya çalıştığı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ilişkilerine odaklanacak olan Trump, Ukrayna'yı ABD'nin hayati bir çıkarı olarak görmüyor. Cumhuriyetçi Parti'nin Kiev'e daha fazla yardım yapılmasına karşı çıkmasına öncülük eden Trump’a göre eğer Ukrayna Avrupa'nın güvenliği için bu kadar önemliyse, onu desteklemenin maliyetini Avrupalıların üstlenmesi gerekiyor.

sdfgrthy
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kremlin'de bir toplantı sırasında, 4 Kasım 2024 (AFP)

Trump'ın önümüzdeki yılın ikinci yarısında Putin ile müzakereleri kabul etmesi için Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’e baskı yapmasını, Amerikan yapımı silahların temin edilmesi ya da edilmemesini hem Zelenskiy hem de Putin'e karşı bir silah olarak kullanmasını bekleyebiliriz.

ABD basınında yer alan haberlere göre Trump'ın danışmanları, Ukrayna'nın doğusunda özerk ya da askerden arındırılmış bir bölge kurulmasının yanı sıra Ukrayna'nın NATO üyesi olmayacağına dair bir taahhütte bulunmasını içeren bir uzlaşma önerdiler. Ancak Putin'in savaşı sona erdirmek için bu önerileri kabul edip etmeyeceği belirsizliğini koruyor. Bununla birlikte Trump da diplomatik sabrıyla tanınmıyor.

Körfez ülkeleri-İsrail yakınlaşması, ama Filistinliler olmadan

Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ile ilişkileri gergin olsa da Körfez ülkelerinin liderleriyle rahat ilişkilere sahipti. Bu da Trump’ın ikinci başkanlık döneminde onlarla ilişkilerinin sağlam bir temel üzerinde başlayacağı anlamına geliyor. Biden yönetimindeki yetkililerin aksine Trump, Suudi Arabistan ile herhangi bir resmi savunma anlaşmasına dair herhangi bir açıklamada bulunmadı. ABD’nin günlük gazetelerinden New York Times'ın (NYT) 6 Kasım tarihli bir haberine göre Trump, ittifakları ABD’nin gücünü arttırmanın bir aracı olarak değil, ABD'ye diğer ülkeleri savunma yükü getirebilecek yükümlülükler olarak görüyor.

Bazı Cumhuriyetçiler, ABD, daha çok Çin'e odaklanırken, Washington'ın İsrail de dahil olmak üzere bölge ülkelerini İran tehdidine karşı iş birliğini güçlendirmeye teşvik etmesinin daha iyi olacağını savunuyorlar. Bu bağlamda Trump en azından herhangi bir ortak savunma anlaşmasında Suudi Arabistan’ın önemli mali ve askeri katkılarda bulunmasını talep edeceğine şüphe yok.

Trump Körfez ülkelerini Filistin davasından daha çok önemsiyor. Trump, ilk başkanlık döneminde ve seçim kampanyası sırasında Filistinlilerin haklarına ya da kendi kaderini tayin hakkına dair hiçbir ifade kullanmadı. Bununla birlikte 2020 yılında onun öncülüğünde İsrail ile Körfez ülkeleri arasındaki ticari ilişkileri güçlendirmek için imzalanan Abraham (İbrahim) Anlaşmaları ile gurur duydu. Bu anlaşmalarda Filistinliler için hiçbir önemli taviz verilmedi. Üstelik Trump, başkanlığı sırasında Filistinlilerin tüm eleştirilerine rağmen Filistin Yönetimi ile ilişkileri dondurdu ve ekonomik yardımları kesti. Trump'ın Biden yönetiminin Filistin Yönetimi ile yürüttüğü görüşmeleri devam ettirmesi beklenmiyor ve Biden tarafından yeniden başlatılan ekonomik yardımların yeniden durdurulacağına şüphe yok. Trump ayrıca İsrail'in Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı UNRWA’yı zayıflatma çabalarını destekleyecektir.

Aslında Trump, 2018 yılında Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed rejimi tarafından gerçekleştirilen kimyasal silah saldırısında ölen sivillerle ilgili verdiği tepkide görüldüğü üzere trajediler karşısında kayıtsız değil. Gazze'de sivillerin acı çektiğini görmekten mutsuz olsa da bundan İsrail'i değil Hamas'ı sorumlu tutuyor. İsrail hükümeti gibi Trump da sivillerin acılarına son vermenin yolunun İsrail'in tam bir zafer elde etmesinden ve Hamas'ın tamamen ortadan kaldırılmasından geçtiğine inanıyor. Trump, ne Gazze Şeridi’nde ne de Hizbullah'a karşı Lübnan'da İsrail'in elini kolunu bağlayacak. ABD’den İsrail'e silah akışı da aynı şekilde devam edecektir. Ayrıca Biden yönetiminin bazı aşırılık yanlısı İsrailli yerleşimcilere uyguladığı yaptırımları sonlandıracaktır.

xscdfvg
Donetsk bölgesindeki bir tatbikatta katılan Ukraynalı askerler, 6 Kasım 2024 (AFP)

Filistin’in ABD içinde Trump'a karşı davasını savunacak bir müttefiki yok. Sadece Körfez ülkelerinin liderleri, ne kadar risk almak istediklerine karar vermeleri şartıyla Trump'ı bu konuda yeniden angaje edebilecek kişiler olabilirler.

Trump'ın bu güçlü desteği İsraillileri onun seçimi kazanması karşısında mutlu etse de Trump’ın 2020 yılında, önceki başkanlık döneminin sonunda yerine seçilen Joe Biden'ı tebrik etmesinden dolayı İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından ihanetine uğramış hissettiği ve bunu da hiç unutmadığı gözden kaçırılmamalı. Dahası, Trump'ın son seçimde elde ettiği büyük zafer, ABD'deki İsrail dostlarına seçim desteği için artık kendini borçlu hissetmeyeceği anlamına geliyor, zira ilk analizler, ABD’deki Yahudi toplumunun sadece dörtte birinin Trump’a oy verdiğini gösteriyor. Trump'ın 2020 yılında ihanet uğradığını düşünmesi ve ABD’deki İsrail dostlarının desteğine ihtiyaç duymaması, ikinci döneminde Tel Aviv'e açık çek vermeyeceğinin bir işareti olabilir.

İran, şahin ve güvercin

İsrail ve Cumhuriyetçi Parti’nin şahinleri, Trump'ı zayıflamış haldeki İran'a saldırmaya zorlayabilir. Ancak Trump, Ortadoğu'da yeni bir uzun soluklu savaşa girmeyi istemediğinden bu baskıya karşı direnebilir. Trump 2016 yılından bu yana ABD'nin Ortadoğu'daki askeri müdahalelerinin büyük bir hata olduğuna inandığını söylüyor. Kendi tabanı ve yardımcısı dahil olmak üzere Cumhuriyetçi Parti'nin bir bölümü de onunla birlikte bu görüşü paylaşıyor. Trump, geçtiğimiz eylül ayında yaptığı açıklamalarda İran ile yeni bir nükleer anlaşmanın müzakere edilmesi gerektiğini vurguladı, ancak ayrıntı vermedi. İran-ABD müzakerelerinin teknik olarak zor olması beklense de Trump, Biden'ın aksine İran ile müzakereleri ilerletmekte tereddüt etmeyecek ve Cumhuriyetçi Parti içinden kendisine karşı gelecek siyasi eleştirilerden çekinmeyecektir. Trump, Abraham Anlaşmaları’nın imzalanmasından sonra Nobel Barış Ödülü’nü kazanmayı umuyor ve bu yüzden İran ile yapılacak bir anlaşmanın gelecekte bu hedefe ulaşmasının önünü açabileceğini düşünüyor olabilir.

Trump, geçtiğimiz eylül ayında yaptığı açıklamalarda İran ile yeni bir nükleer anlaşmanın müzakere edilmesi gerektiğini vurguladı, ancak ayrıntı vermedi.

Ancak Trump'ın Nobel Barış Ödülü’nü kazanma hırsı, İran'a yönelik maksimum baskı politikasını sürdürmesini ve yaptırımların katı bir şekilde ve istisnasız uygulanmasını sağlamasını engellemeyecektir. Biden yönetimiyle yapılan ve İran'ın Irak ve Suriye'deki Amerikan çıkarlarına karşı düzenlenen saldırıları dizginlemesi karşılığında Washington'ın Çin'in İran’dan petrol satın almasına göz yumduğu anlaşma gibi müsamahalar göstermesi de beklenmiyor. Ancak Trump, Biden'ın 2025 ve 2026 yıllarında ABD güçlerinin kademeli olarak çekilmesine ilişkin Irak'la yaptığı anlaşmanın uygulanmasını kolaylıkla kabul edecek ve belki de bu takvimi hızlandıracaktır.  Hatta Suriye’de de Türkiye ve Rusya'nın başka alanlarda bazı tavizler vermesi karşılığında geriye kalan Amerikan askerlerinin çekilmesi söz konusu olabilir.

Trump’ın yeni yönetiminin Irak’a karşı katı bir yaklaşım benimsemesi ve İran'dan ithal edilen enerji için ödeme yapmaya devam etmesi halinde Irak'a yaptırım uygulaması bekleniyor. Geçmişte olduğu gibi birtakım istisnaların verilmesi söz konusu dahi olmayacaktır. Trump'ın Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ile şahsi bir ilişkisi olmadığı ve onunla görüşmeye öncelik vermeyeceği için bu yaklaşım özellikle muhtemel görünüyor. Irak Trump’ın gözünde İran’ın arka bahçesi olmanın ötesine geçemiyor.

En yakın danışmanları için bile öngörülemez olduğu bilinen Trump, ikinci başkanlık döneminde, 2017 yılında olduğundan daha az kısıtlamayla karşılaşacak. Ona ya da bize rehberlik edecek şekilde sabit bir ‘Trump Doktrini’ de olmayacak.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.