Tahran'ın tutumlarının ve Hizbullah'ın rolünün yeniden tanımlanması

AFP
AFP
TT

Tahran'ın tutumlarının ve Hizbullah'ın rolünün yeniden tanımlanması

AFP
AFP

Halid Hammadeh

Gazze'de savaş devam ediyor. İsrail'in anlamsız saldırganlığının ortaya çıkardığı sahneler, Orta Çağ'dan günümüze kadar ülkelerin bildiği tüm savaşlar boyunca yaşanan bütün katliamların ve savaş suçlarının, hatta antik çağlarda yaşanan, efsanelere dönüşmüş ve gerçekliğini teyit edemediğimiz, tabletlere yazılmış olan olayların ötesine geçmiş durumda.

Bir yandan göreve gelen tüm yönetimlerinin koruduklarını iddia ettikleri tüm ahlaki ve insani değerleri askıya alan zorlayıcı ABD gücünün dayattığı sessizliğe bürünen uluslararası acizlik sürerken en gelişmiş ve en modern askeri teknolojilerin hizmet ettiği İsrail barbarlığı, yıkımlara ve toplu katliamlara rağmen henüz tamamlanmayan boyun eğdirme şartlarının yerine getirilmesini bekliyor.

Şimdiye kadar Gazze’de ve başka yerlerde Filistinlilere karşı işlenen hiçbir suç, İsrail'in doğuşunda ve varlığının korunmasında emeği geçenlerin ruhunda gizlenen korkuyu ortadan kaldıramadığı gibi bu korkunun üstesinden gelmelerini de sağlamadı. Olanların tamamı, tüm yaşam belirtilerini ortadan kaldırmaya yönelik umutsuz bir girişimden ve çağlar boyunca insanlık tarihinin ve sosyolojisinin dayattığı kaçınılmaz olanlara karşı çıkma çabasından ibaretti.

İsrail’in savaş suçu işlemeye devam etmesi karşısında Batı ülkelerinin aşırı sessizliğini sadece Avrupa ülkeleri ve ABD sokaklarında düzenlenen - insani duygularını ve bazıları hükümetlerinin acizliğine rağmen kendi siyasi tutumlarını gösterebilen - halk protestoları kırıldı. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez'in ‘iki devletli çözüm’ adı verilen siyasi süreci canlandırmakta kararlı olduğunu açıklamasıyla siyasi düzeyde bir değişim başladı. İrlanda, İsrail ile diplomatik ilişkilerin askıya alınması çağrısıyla tutumunu ortaya koyarken Fransa, halen ateşkes talebinde bulunmadan İsrail’den sivilleri bombalamayı bırakmasını istemekle yetindiği bir tutum sergiliyor.

Gazze Şeridi'ndeki savaşın yanında Hizbullah'ın İsrail ordusuyla arasında Lübnan'ın işgal altındaki Filistin sınırında her gün yaşanan çatışmaların ve bunların İran'ın açıkladığı tutumuyla tutarlılığının boyutu üzerinde de durabiliriz.

Avrupa’nın tutumlarında bazı olumlu gelişmeler olurken Tahran, medya tarafından Gazze savaşına ilişkin verdiği sözlerden daha da geri adım atmakla suçlanıyor. İran, ilk geri adımını Hamas Hareketi’nin 7 Ekim'de başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu’yla herhangi bir bağlantısı olmadığını açıklayarak attı. Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'de desteklediği gruplarla sahada hiçbir bağlantısı olmadığını belirterek geri adım atmaya devam etti.

İran’ın tutumlarının belki de en şaşırtıcı olanı, Dini Lideri Ali Hamaney adına konuşan kaynakların, Tahran'a yaptığı son ziyaret sırasında Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’den İran’ı ve Hizbullah'ı İsrail'e karşı savaşa girmeye çağıran sesleri susturmasını istemeleriydi. Tahran'ın Hamas adına savaşa girmeyeceğini ve uzun süredir Hamas'ı destekleyen İran'ın savaşa doğrudan müdahale etmeden sadece siyasi ve manevi destek vermeye devam edeceğini söylediler.

Bunun yanında Tahran, İran destekli milislerin ABD’nin Irak’taki ve Suriye'deki askeri üslerine karşı tekrarladıkları saldırılara ilişkin herhangi bir tutum benimsemedi yahut benimsediyse de bunu açıklamadı.

Gazze’deki savaşın yanında Hizbullah'ın İsrail ordusuyla arasında Lübnan'ın işgal altındaki Filistin sınırında her gün yaşanan çatışmaların ve bunların İran'ın açıkladığı tutumuyla tutarlılığının boyutu üzerinde de durabiliriz. Sahada ise her iki tarafın da tamamen saygı duyduğu, disiplinli ve kontrollü bir savaş sisteminin olduğunu teyit eden bazı angajman kurallarının tescil edilmesi gerekiyor.

Bunlardan birincisi hem İsrail'in hem de Hizbullah'ın, hedef alınan bölgeleri sınır köylerini ya da sınıra komşu yerleşim yerlerini aşmayacak bir derinlikle (3 ila 4 kilometre kadar) sınırlandıracakları taahhüdünde bulunmalarıdır.

İkincisi ise operasyonel düzeyde ya da hassas altyapıda (komuta ve kontrol merkezleri, önemli ekonomik, askeri ya da siyasi öneme sahip tesisler gibi) yüksek değerli hedefler anlamına gelmeyen ve sınırda konuşlandırılmış kara birliklerini ve araçları hedef almakla sınırlı olan hedef türlerinin belirlenmesidir.

Lübnan sınırı yakınlarına atılan fosfor bombası, 12 Kasım (Reuters)
Lübnan sınırı yakınlarına atılan fosfor bombası, 12 Kasım (Reuters)

Üçüncü olarak da kullanılan silahların tahrip ediciliği bakımından anti-zırh silahlar ve bazı mermilerle sınırlandırılması bu angajman kuralları arasında yer alıyor.

Burada çatışmalarda kullanılan insansız hava araçları (İHA) modellerinin de yukarıdaki angajman kuralları kapsamına girdiği belirtilmeli.

Dolayısıyla Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın Gazze’nin üzerindeki baskıyı hafifletmeye yönelik bir destek cephesi olarak tanımladığı ve İsrail'i askerlerinin üçte birini Lübnan sınırına konuşlandırmak zorunda bırakan Lübnan’ın güney cephesinde yaşananların kendisine verilen görevle olan tutarlılığı da sorgulanabilir. Bu cephenin genişlemesi ise Gazze'deki saha gelişmeleriyle ilişkili.

Güney Lübnan'da yaşananlara, İran’ın 1980'li yıllardan bu yana benimsediği stratejisi bağlamında bakmakta fayda var. Bu stratejinin kapsamı, bazı Lübnanlıların özellikle Filistin ve Kudüs'ün özgürleştirilmesi ve ABD’nin bölgedeki çıkarlarına karşı gerilimin tırmandırılması gibi açıkladıkları hedeflere bakılmaksızın Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden Akdeniz'e kadar uzanıyor.

İran’ın Dini Lideri Hamaney’in tutumu, sınırda yaşananların bu cepheye verilen destek misyonuyla ne ölçüde örtüştüğünü araştırmayı gereksiz hale getirdiğine şüphe yok. Yıkımın boyutu ve çok sayıda Filistinli sivilin ölmesi, destek misyonunu boşa çıkarmak için fazlasıyla yeterli oldu. Hatta olup bitenler, güney cephesinin görevini ve savaşa bu disiplinli katılımın ardındaki gerçek hedefleri araştırmak için güçlü bir motivasyon oluşturabilir. Güneyde yaşananlar, Tahran’ın istediği ama Gazze'de ifade edemediği bölgesel manzaranın devamı değil mi? Tahran, Gazze'de ve Güney Lübnan’da yaşananlarda herhangi bir rol üstlenmekten uzak duracaksa destek görevinin ne anlamı var? Bu görev ne zaman bitiyor ve bunu kim belirliyor?

Güney Lübnan'da yaşananlara, İran’ın 1980'li yıllardan bu yana benimsediği stratejisi bağlamında bakmakta fayda var. Bu stratejinin kapsamı, bazı Lübnanlıların özellikle Filistin’in ve Kudüs'ün özgürleştirilmesi, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına karşı gerilimin tırmandırılması ya da bazı Iraklıların doğal karşıladığı Şii çoğunluğun kanunlarının pekiştirilmesi yahut özellikle Tahran'ın önemli bir rol oynadığı kanıtlanmış olan radikal siyasal İslamcı grupların yükselişinden sonra Şam hükümetinin siyasi yöneliminin pusulasına yön veren ve doğudaki Hıristiyan ve Müslüman azınlıkların buna boyun eğip ülkelerini Arap ve Körfez ülkeleriyle mezhep çatışmasına sürüklenmesine izin verdikleri azınlıklar ittifakı teorisi gibi açıkladıkları hedeflere bakılmaksızın Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden Akdeniz'e kadar uzanıyor.

İran'ın Lübnan'daki rolünün gelişimi, aşağıda özetle sıraladığımız birçok aşamadan geçti:

1- İsrail'in 1982 yılında Lübnan'ı işgal etmesi ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) ortaya çıkışıyla başlayan ve Oslo Anlaşmalarıyla sona eren aşama. Bu aşamada özellikle İsrail'in işgalini 2000 yılına kadar sürdürmesi nedeniyle Tahran'ın Güney Lübnan'daki boşluğu doldurması açısından ideal bir dönemdi. Ordusu 1976'dan beri Lübnan'da güvenlik ve siyaset sahnesinde etkili olan Suriye rejimi, İran’ın nüfuzunun genişlemesini büyük ölçüde destekledi.

Bu dönemde İsrail’in düşmanına karşı niteliksel operasyonlarında önemli bir artış oldu. 1983 yılının nisan ABD’nin Beyrut büyükelçiliğinin, 23 Ekim 1983 tarihinde Beyrut Uluslararası Havaalanı yakınlarında bulunan ABD Deniz Piyadeleri karargâhının ve Beyrut'un güneyindeki Fransız güçlerinin kullandığı merkezin yanı sıra aynı yıl 4 Kasım'da Tire'deki İsrail istihbarat karargahının bombalanması olayları da bu döneme denk geliyor. Lübnan'daki ulusal güç gruplarının da katıldığı bu eylemler, kısa süre içinde bu grupların liderlerinin suikast saldırılarına uğramalarına ve daha sonra yalnızca Hizbullah'ın kaldığı sahadaki faaliyetlerden tamamen dışlanmalarına neden oldu. Bu dönem aynı zamanda 16 Şubat 1985 tarihinde Hizbullah’ın kurulmasına ve 14 Aralık 1987 tarihinde de Hamas Hareketi’nin doğuşuna tanık oldu. Burada Emel Hareketi ile Hizbullah arasında 1988 ve 1989 yılları boyunca devam eden ve Suriye-İran anlaşmasıyla sona eren Emel Hareketi'ni sahnenin dışına itmek için yaşanan kanlı çatışmaları hatırlatmakta fayda var.

2- 13 Eylül 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmalarının ve dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın arabuluculuğunda Beyaz Saray'da Yaser Arafat ile İzak Rabin arasında İsrail ile FKÖ arasında ‘Gazze-Eriha Anlaşması’ başlığı altında bir İlkeler Bildirgesi'nin imzalanmasıyla başlayan aşama. Anlaşma sonucunda Yaser Arafat liderliğindeki ilk Filistin Yönetimi’nin çalışmalarına başlamak için FKÖ teşkilatlarının Gazze ve Batı Şeria'ya ve Filistin Ulusal Güvenlik Güçleri liderlerinin Filistin topraklarına girişiyle Birinci İntifada sona erdi.

Gerçekçi olmak Güney Lübnan, Irak ve Suriye'deki eylemlerin Gazze üzerindeki baskıyı hafifletecek düzeyde olmadığını ve tüm olan bitenin, İran'ın ABD’nin bölgedeki yeni stratejisini anlamak amacıyla ABD'ye silah yoluyla yönelttiği mesajlardan ibaret olduğunu kabul etmeyi gerektiriyor.

İran'ın Güney Lübnan'daki nüfuzunu güçlendirdiği bu aşama, 1996 yılında İsrail'in Lübnan'a karşı başlattığı gerilimle zirveye ulaştı. Olaylar 16 gün sürdü ve ABD Dışişleri Bakanı'nın Suriye'ye gelişiyle sona erdi. Sivil bölgelere askeri saldırılar düzenlenmemesini ve 27 Nisan 1996'da ateşkes yapılmasını öngören ‘Nisan Mutabakatı’ adında yazılı bir anlaşma hazırlandı.

Nisan Mutabakatı, İran'ın Lübnan’daki varlığının uluslararası düzeyde tanınmasını sağladığından Lübnan'daki İran dönemine gerçek bir giriş noktası olarak kabul edilebilir. İran'ın Güney Lübnan'da daha önce boşluğu doldurmak için kaçırdığı fırsatı yakalamasını sağlayan anlaşma, aynı zamanda Suriye’ye İran ile koordinasyon yaparak tüm bölge üzerindeki nüfuzunu güçlendiren bir rol kazandırdı.

Burada Lübnan devletinin o dönemde düşmanı İsrail’e karşı herhangi bir rol üstlenemediğini belirtilmeli. Lübnan’ın orduyu güneye çekme girişimi Suriye tarafından engellendi ve hükümet direniş hareketinin faaliyetlerini engellemeye çalışmakla suçlandı.

İsrail’in bombardımanı sonucunda Güney Lübnan'daki Ayta eş-Şaab beldesi üzerinde yükselen dumanlar, 13 Kasım 2023 (AP)
İsrail’in bombardımanı sonucunda Güney Lübnan'daki Ayta eş-Şaab beldesi üzerinde yükselen dumanlar, 13 Kasım 2023 (AP)

Nisan Mutabakatı’nın imzalanmasından sonra İsrail'in 2000 yılında Lübnan’dan geri çekilmesi ve Hizbullah’ın 12 Temmuz 2006 günü İsrail’e saldırması gibi olaylar iki meselenin göstergesi olarak kabul edildi. Bunlardan birincisi, Güney Lübnan’daki boşluğu Suriye ve İran’ın kabulüyle doldurmak için Lübnan'daki siyasi iradenin ortadan kaldırılması, ikincisi ise Hizbullah ve müttefiklerinin güç denkleminde İran’ın nüfuzunu ve silahlarını kullanmaya devam etmesi. Sınırların işgali ve Beşşar Esed rejimini desteklemek için Hizbullah’ın Suriye'deki olaylara müdahalesi İran’ın bu nüfuzunun zirvesi noktası olarak görülüyor.

Gazze savaşıyla birlikte İran’ın Lübnan’daki nüfuzu, Tahran'ın dikkat çeken tutumlarının ardından İsrail'e saldırı rolünden destek cephesi rolüne geçilmesiyle üçüncü bir aşamaya girildi. Güney Lübnan'daki çatışmalar, İran destekli milislerin Suriye’de ve Irak'ta ABD’nin kullandığı askeri üslere karşı düzenledikleri saldırıların ön saflarında yer alan bir bölüm haline gelirken Tahran bu konuda herhangi bir tutum benimsemedi.

Gerçekçi olmak Güney Lübnan, Irak ve Suriye'deki eylemlerin Gazze üzerindeki baskıyı hafifletecek düzeyde olmadığını ve tüm olan bitenin, İran'ın ABD’nin bölgedeki yeni stratejisini anlamak amacıyla ABD'ye silah yoluyla yönelttiği mesajlardan ibaret olduğunu kabul etmeyi gerektiriyor.

İran'ın bu yeni rolü, Lübnan'da, Irak’ta ve Suriye'deki İran destekli milislere yeni misyonlar yükleyebilir. Belki de o zaman Lübnanlılar, Hizbullah’ın yeni rolünü tanımlamaya çalışmak zorunda kalacaklar. Belki de Hizbullah, Gazze'deki savaş bittikten sonra direniş ekseninin bu yeni rolünü yeniden tanımlamak zorunda kalacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Gazze savaşı nedeniyle gerginliğin arttığı bir ortamda Merz ilk ziyaretini gerçekleştirmek üzere İsrail'e geldi

Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Tel Aviv Havalimanı'na varış anı (DPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Tel Aviv Havalimanı'na varış anı (DPA)
TT

Gazze savaşı nedeniyle gerginliğin arttığı bir ortamda Merz ilk ziyaretini gerçekleştirmek üzere İsrail'e geldi

Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Tel Aviv Havalimanı'na varış anı (DPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Tel Aviv Havalimanı'na varış anı (DPA)

İsrail gazetesi Yediot Aharonot’un internet sitesi Ynet, dün yayımladığı haberinde Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’in görevine başladıktan sonraki ilk resmi ziyaretini İsrail’e gerçekleştireceğini bildirdi.

Habere göre Merz, bugün (pazar) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya gelecek.

Öte yandan İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, X platformundaki paylaşımında Almanya’yı İsrail için ‘önemli bir ortak’ olarak niteledi. Saar, iki ülke ilişkilerinin sürekli geliştiğini belirterek Merz’in ziyaretinin bu ilişkilerin güçlenmesine katkı sağlayacağını ifade etti.

Saar ayrıca, Almanya’nın geçen hafta ilk kez kendi topraklarında İsrail’e ait Arrow balistik füze savunma sistemi bataryası konuşlandırdığını hatırlattı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’in İsrail’e yaptığı ilk ziyarette, Berlin’in Gazze Şeridi’ndeki İsrail saldırılarına ve işgal altındaki Batı Şeria’daki şiddete yönelik son dönemdeki itirazlarına rağmen iki ülke arasındaki ‘özel’ ilişkiyi güçlendirmeyi hedeflediği bildirildi.

Merz, Ürdün’ün Akabe kentinde Kral 2. Abdullah ile yaptığı iki saatlik kısa görüşmenin ardından İsrail’e geçti. Şansölyenin bugün İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesi planlanıyor.

Ziyaret, Gazze Şeridi’nde savaşın başlamasından bu yana iki yılı aşkın süredir uluslararası alanda yalnızlık yaşayan Netanyahu açısından dikkate değer bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

Savaşa ve yarattığı sonuçlara rağmen Almanya Hükümet Sözcü Yardımcısı Sebastian Hille cuma günü yaptığı açıklamada, ‘Almanya-İsrail ilişkilerinin sağlam, yakın ve güvene dayalı’ olduğunu vurguladı.

Almanya, İsrail’e güçlü destek veriyor ve bunu Nazi dönemindeki Yahudi soykırımı nedeniyle taşıdığı tarihi sorumlulukla açıklıyor. Merz’in bugün, Nazi Almanya’sı tarafından öldürülen Yahudi kurbanların anısını yaşatan Yad Vashem Anma Merkezi’ni ziyaret etmesi bekleniyor.

Bununla birlikte Berlin, Gazze Şeridi’ndeki insani durumun ağırlaşmasıyla birlikte son aylarda İsrail’e yönelik söylemini sertleştirdi.

Geçtiğimiz ağustos ayında Merz, İsrail’in kuşatma altındaki ve büyük ölçüde yıkıma uğramış Gazze Şeridi’ndeki askeri operasyonlarını yoğunlaştırmasına tepki olarak, Almanya’nın İsrail’e silah ihracatına kısmi kısıtlama getirme kararı almış ve bu adım ülkede siyasi tartışmaya yol açmıştı.

‘Söylem farklılığı’

Hükümet Sözcü Yardımcısı Sebastian Hille, iki ülke arasındaki ‘söylem farklılığına’ dikkat çekti.

Şansölye ile İsrail Başbakanı’nın bugün Gazze Şeridi’nde yaklaşık iki ay önce yürürlüğe giren ateşkesin ikinci aşamasına geçiş için yürütülen çabaları ele alması bekleniyor.

Bu anlaşma, İsrail ile Hamas’ın neredeyse her gün karşılıklı ihlal suçlamaları yöneltmesi nedeniyle hâlâ kırılgan. Bu durum, ABD Başkanı Donald Trump’ın savaşın sona erdirilmesi ve Gazze Şeridi’nin yeniden inşasını öngören planının tam olarak uygulanıp uygulanamayacağına ilişkin soru işaretlerini artırıyor.

Hille cuma günü, ‘yerleşimci şiddetinde büyük artış’ yaşandığını belirterek, bu durumu tekrardan kınadı ve İsrail hükümetine ‘yerleşim inşasını durdurma’ çağrısını yineledi.

Geçtiğimiz ağustos ayında açıklanan silah ihracatı kısıtlaması, Netanyahu hükümetinden sert tepki çekmişti. İsrail yönetimi, geleneksel müttefiki Almanya’yı bu adımla ‘Hamas terörünü ödüllendirmekle’ suçlamıştı.

Şansölye Merz’in, kararını İsrail Başbakanı’na telefonla bildirmesi sırasında ‘tartışmanın alevlendiği’ bildirildi.

Ancak Alman solunun radikal kanadındaki Die Linke partisine bağlı Rosa Luxemburg Vakfı’nın Tel Aviv Ofisi Direktörü Gil Shohat, AFP’ye yaptığı değerlendirmede, bunun iki lider arasındaki ‘söylemsel bir ayrışmadan’ öteye gitmediğini söyledi.

Öte yandan Alman ordusunun çarşamba günü İsrail dışında ilk kez konuşlandırılan Arrow füze savunma sisteminin ilk bölümünü faaliyete geçirmesi, Almanya’nın uzun vadeli güvenliği açısından İsrail’e duyduğu bağımlılığın boyutunu ortaya koydu.

Berlin ayrıca son dönemde, insansız hava araçlarına (İHA) karşı savunmasını güçlendirmesi konusunda İsrail’den aldığı desteğe dikkat çekti.

Yüksek beklentiler

Almanya’nın Eurovision Şarkı Yarışması’na İsrail’in katılımına onay vermesi, perşembe günü alınan kararla ülkede geniş destek görürken, bazı diğer ülkelerde boykot çağrılarını tetikledi.

Gil Shohat, Almanya Şansölyesi’nin Gazze’de savaş suçları ve insanlığa karşı suç işlediği şüphesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından aranan Binyamin Netanyahu’yu ziyaret etmesini, ‘normalleşmemesi gereken bir durumda olumsuz bir normalleşme işareti’ olarak değerlendirdi.

Friedrich Merz, şubat ayı sonunda parlamentoyu kazandıktan hemen sonra yaptığı açıklamada, UCM’nin hakkındaki yakalama kararına rağmen Netanyahu’nun Almanya’yı ziyaret edebileceğini söylemişti.

Ancak Şansölyelik makamı daha sonra bu meselenin ‘şu anda gündemde olmadığını’ bildirdi.

Konrad Adenauer Vakfı’nın Kudüs Ofisi Direktörü Michael Rimmel ise AFP’ye yaptığı açıklamada, Netanyahu’nun Berlin’den ‘sürekli bir destek işareti’ beklediğini ve kendisinin şu anda ‘yüksek beklentilere’ sahip olduğunu söyledi.

Öte yandan Rimmel’e göre Berlin’in son aylarda yaptığı çağrılar, Donald Trump’ın ‘daha güçlü etkisi’ karşısında sınırlı kalıyor. Rimmel, Trump’ın Gazze’de ateşkes sağlanması için İsrail’i baskı altına alabilen ‘tek aktör’ olduğunu belirtti.


ABD Savaş Bakanı: Tıpkı diğerleri gibi nükleer silah testleri yapacağız

ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth (Reuters)
ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth (Reuters)
TT

ABD Savaş Bakanı: Tıpkı diğerleri gibi nükleer silah testleri yapacağız

ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth (Reuters)
ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth (Reuters)

ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth, dün akşamı yaptığı açıklamada, ABD'nin nükleer silahlar ve bunların fırlatma sistemleri üzerinde "tıpkı herkes gibi" testler yapacağını duyurdu; bu açıklama açıkça Rusya'ya atıfta bulunuyordu.

Kaliforniya'daki bir savunma forumunda konuşan Hegseth, ABD'nin Tayvan ile ilgili mevcut durumu değiştirmeye çalışmadığını da belirtti.

Bakanlığının, Başkan Donald Trump'ın Pasifik bölgesinde güçlü bir konumdan müzakere edebilmesini sağlamak için çalışacağını belirten Hegseth, ABD yönetiminin Hint-Pasifik bölgesindeki müttefiklerinin savunma bütçelerini artırmaları konusunda iyimser olduğunu kaydetti.

ABD Savunma Bakanı, İsrail, Güney Kore, Polonya ve Almanya'yı "ideal müttefikler" arasında sayarken, kolektif savunma konusunda harekete geçmeyen müttefiklerin vahim sonuçlarla karşı karşıya kalacağını vurguladı.


İsrail Cumhurbaşkanı: Trump'ın Netanyahu'ya af talebine saygı duyuyorum, ancak biz egemen bir devletiz

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, geçtiğimiz ekim ayında Ben Gurion Havalimanı'nda ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un arasında, (AP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, geçtiğimiz ekim ayında Ben Gurion Havalimanı'nda ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un arasında, (AP)
TT

İsrail Cumhurbaşkanı: Trump'ın Netanyahu'ya af talebine saygı duyuyorum, ancak biz egemen bir devletiz

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, geçtiğimiz ekim ayında Ben Gurion Havalimanı'nda ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un arasında, (AP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, geçtiğimiz ekim ayında Ben Gurion Havalimanı'nda ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un arasında, (AP)

İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, ABD Başkanı Donald Trump'ın Başbakan Binyamin Netanyahu'nun yolsuzluk davasında affedilmesi gerektiği yönündeki görüşüne saygı duyduğunu söyledi, ancak "İsrail egemen bir devlettir" diyerek ülkenin hukuk sistemine saygı duyduğunu vurguladı.

Herzog, Politico haber sitesine verdiği demeçte, "Herkes, önleyici bir affın davanın esasına göre değerlendirilmesi gerektiğini anlıyor" dedi.

Şarku'l Avsat'ın The Times of Israel'den aktardığına göre şöyle devam etti: "İncelenmesi gereken birçok konu var. Bir yandan kanun önünde tam eşitlik, diğer yandan her bir davanın kendine özgü koşulları."

Trump'ın Netanyahu için tekrar tekrar yaptığı af çağrılarına atıfta bulunarak, "Başkan Trump'ın dostluğuna ve görüşüne saygı duyuyorum" ifadesini kullandı.

Sözlerini şöyle tamamladı: "Çünkü Gazze'deki rehinelerimizi geri getirmesini istediğimiz ve bu rehineleri geri getirmek ve BM Güvenlik Konseyi kararını geçirmek için cesurca muazzam bir adım atan aynı Başkan Trump'tır. Ancak İsrail elbette egemen bir devlettir ve İsrail hukuk sistemine ve gerekliliklerine tam saygı duyuyoruz."

Trump, ekim ayında İsrail'e yaptığı ziyarette, Kudüs'teki parlamentoda yaptığı konuşmada Herzog'u başbakanı affetmeye çağırdı. Netanyahu, 2019'dan beri iş adamlarından yaklaşık 700 bin şekel (211.832 dolar) değerinde hediye aldığı iddiaları da dahil olmak üzere, üç davayla karşı karşıya. İsrail cumhurbaşkanının büyük ölçüde törensel bir rol üstlenmesine rağmen, Herzog istisnai durumlarda cezai suçlardan hüküm giymiş kişileri affetme yetkisine sahip.

2020'de başlayan Netanyahu'nun davası hâlâ devam ediyor ve tüm suçlamalardan masum olduğunu savunuyor. Başbakan davayı, sol tarafından demokratik olarak seçilmiş bir sağcı lideri devirmek için düzenlenen siyasi amaçlı cadı avı olarak nitelendirdi.

Netanyahu geçtiğimiz ayın sonunda, yıllardır süren yolsuzluk davasında Herzog'dan resmen af ​​talep etti ve cezai sürecin İsrail'i yönetme yeteneğini engellediğini ve af talebinin, ulusal çıkarlara hizmet edeceğini savundu.

Ülkenin kuruluşundan bu yana İsrail'de en uzun süre başbakanlık yapan Netanyahu, uzun süredir rüşvet, dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçlamalarını reddediyor.