Tahran'ın tutumlarının ve Hizbullah'ın rolünün yeniden tanımlanması

AFP
AFP
TT

Tahran'ın tutumlarının ve Hizbullah'ın rolünün yeniden tanımlanması

AFP
AFP

Halid Hammadeh

Gazze'de savaş devam ediyor. İsrail'in anlamsız saldırganlığının ortaya çıkardığı sahneler, Orta Çağ'dan günümüze kadar ülkelerin bildiği tüm savaşlar boyunca yaşanan bütün katliamların ve savaş suçlarının, hatta antik çağlarda yaşanan, efsanelere dönüşmüş ve gerçekliğini teyit edemediğimiz, tabletlere yazılmış olan olayların ötesine geçmiş durumda.

Bir yandan göreve gelen tüm yönetimlerinin koruduklarını iddia ettikleri tüm ahlaki ve insani değerleri askıya alan zorlayıcı ABD gücünün dayattığı sessizliğe bürünen uluslararası acizlik sürerken en gelişmiş ve en modern askeri teknolojilerin hizmet ettiği İsrail barbarlığı, yıkımlara ve toplu katliamlara rağmen henüz tamamlanmayan boyun eğdirme şartlarının yerine getirilmesini bekliyor.

Şimdiye kadar Gazze’de ve başka yerlerde Filistinlilere karşı işlenen hiçbir suç, İsrail'in doğuşunda ve varlığının korunmasında emeği geçenlerin ruhunda gizlenen korkuyu ortadan kaldıramadığı gibi bu korkunun üstesinden gelmelerini de sağlamadı. Olanların tamamı, tüm yaşam belirtilerini ortadan kaldırmaya yönelik umutsuz bir girişimden ve çağlar boyunca insanlık tarihinin ve sosyolojisinin dayattığı kaçınılmaz olanlara karşı çıkma çabasından ibaretti.

İsrail’in savaş suçu işlemeye devam etmesi karşısında Batı ülkelerinin aşırı sessizliğini sadece Avrupa ülkeleri ve ABD sokaklarında düzenlenen - insani duygularını ve bazıları hükümetlerinin acizliğine rağmen kendi siyasi tutumlarını gösterebilen - halk protestoları kırıldı. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez'in ‘iki devletli çözüm’ adı verilen siyasi süreci canlandırmakta kararlı olduğunu açıklamasıyla siyasi düzeyde bir değişim başladı. İrlanda, İsrail ile diplomatik ilişkilerin askıya alınması çağrısıyla tutumunu ortaya koyarken Fransa, halen ateşkes talebinde bulunmadan İsrail’den sivilleri bombalamayı bırakmasını istemekle yetindiği bir tutum sergiliyor.

Gazze Şeridi'ndeki savaşın yanında Hizbullah'ın İsrail ordusuyla arasında Lübnan'ın işgal altındaki Filistin sınırında her gün yaşanan çatışmaların ve bunların İran'ın açıkladığı tutumuyla tutarlılığının boyutu üzerinde de durabiliriz.

Avrupa’nın tutumlarında bazı olumlu gelişmeler olurken Tahran, medya tarafından Gazze savaşına ilişkin verdiği sözlerden daha da geri adım atmakla suçlanıyor. İran, ilk geri adımını Hamas Hareketi’nin 7 Ekim'de başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu’yla herhangi bir bağlantısı olmadığını açıklayarak attı. Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'de desteklediği gruplarla sahada hiçbir bağlantısı olmadığını belirterek geri adım atmaya devam etti.

İran’ın tutumlarının belki de en şaşırtıcı olanı, Dini Lideri Ali Hamaney adına konuşan kaynakların, Tahran'a yaptığı son ziyaret sırasında Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’den İran’ı ve Hizbullah'ı İsrail'e karşı savaşa girmeye çağıran sesleri susturmasını istemeleriydi. Tahran'ın Hamas adına savaşa girmeyeceğini ve uzun süredir Hamas'ı destekleyen İran'ın savaşa doğrudan müdahale etmeden sadece siyasi ve manevi destek vermeye devam edeceğini söylediler.

Bunun yanında Tahran, İran destekli milislerin ABD’nin Irak’taki ve Suriye'deki askeri üslerine karşı tekrarladıkları saldırılara ilişkin herhangi bir tutum benimsemedi yahut benimsediyse de bunu açıklamadı.

Gazze’deki savaşın yanında Hizbullah'ın İsrail ordusuyla arasında Lübnan'ın işgal altındaki Filistin sınırında her gün yaşanan çatışmaların ve bunların İran'ın açıkladığı tutumuyla tutarlılığının boyutu üzerinde de durabiliriz. Sahada ise her iki tarafın da tamamen saygı duyduğu, disiplinli ve kontrollü bir savaş sisteminin olduğunu teyit eden bazı angajman kurallarının tescil edilmesi gerekiyor.

Bunlardan birincisi hem İsrail'in hem de Hizbullah'ın, hedef alınan bölgeleri sınır köylerini ya da sınıra komşu yerleşim yerlerini aşmayacak bir derinlikle (3 ila 4 kilometre kadar) sınırlandıracakları taahhüdünde bulunmalarıdır.

İkincisi ise operasyonel düzeyde ya da hassas altyapıda (komuta ve kontrol merkezleri, önemli ekonomik, askeri ya da siyasi öneme sahip tesisler gibi) yüksek değerli hedefler anlamına gelmeyen ve sınırda konuşlandırılmış kara birliklerini ve araçları hedef almakla sınırlı olan hedef türlerinin belirlenmesidir.

Lübnan sınırı yakınlarına atılan fosfor bombası, 12 Kasım (Reuters)
Lübnan sınırı yakınlarına atılan fosfor bombası, 12 Kasım (Reuters)

Üçüncü olarak da kullanılan silahların tahrip ediciliği bakımından anti-zırh silahlar ve bazı mermilerle sınırlandırılması bu angajman kuralları arasında yer alıyor.

Burada çatışmalarda kullanılan insansız hava araçları (İHA) modellerinin de yukarıdaki angajman kuralları kapsamına girdiği belirtilmeli.

Dolayısıyla Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın Gazze’nin üzerindeki baskıyı hafifletmeye yönelik bir destek cephesi olarak tanımladığı ve İsrail'i askerlerinin üçte birini Lübnan sınırına konuşlandırmak zorunda bırakan Lübnan’ın güney cephesinde yaşananların kendisine verilen görevle olan tutarlılığı da sorgulanabilir. Bu cephenin genişlemesi ise Gazze'deki saha gelişmeleriyle ilişkili.

Güney Lübnan'da yaşananlara, İran’ın 1980'li yıllardan bu yana benimsediği stratejisi bağlamında bakmakta fayda var. Bu stratejinin kapsamı, bazı Lübnanlıların özellikle Filistin ve Kudüs'ün özgürleştirilmesi ve ABD’nin bölgedeki çıkarlarına karşı gerilimin tırmandırılması gibi açıkladıkları hedeflere bakılmaksızın Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden Akdeniz'e kadar uzanıyor.

İran’ın Dini Lideri Hamaney’in tutumu, sınırda yaşananların bu cepheye verilen destek misyonuyla ne ölçüde örtüştüğünü araştırmayı gereksiz hale getirdiğine şüphe yok. Yıkımın boyutu ve çok sayıda Filistinli sivilin ölmesi, destek misyonunu boşa çıkarmak için fazlasıyla yeterli oldu. Hatta olup bitenler, güney cephesinin görevini ve savaşa bu disiplinli katılımın ardındaki gerçek hedefleri araştırmak için güçlü bir motivasyon oluşturabilir. Güneyde yaşananlar, Tahran’ın istediği ama Gazze'de ifade edemediği bölgesel manzaranın devamı değil mi? Tahran, Gazze'de ve Güney Lübnan’da yaşananlarda herhangi bir rol üstlenmekten uzak duracaksa destek görevinin ne anlamı var? Bu görev ne zaman bitiyor ve bunu kim belirliyor?

Güney Lübnan'da yaşananlara, İran’ın 1980'li yıllardan bu yana benimsediği stratejisi bağlamında bakmakta fayda var. Bu stratejinin kapsamı, bazı Lübnanlıların özellikle Filistin’in ve Kudüs'ün özgürleştirilmesi, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına karşı gerilimin tırmandırılması ya da bazı Iraklıların doğal karşıladığı Şii çoğunluğun kanunlarının pekiştirilmesi yahut özellikle Tahran'ın önemli bir rol oynadığı kanıtlanmış olan radikal siyasal İslamcı grupların yükselişinden sonra Şam hükümetinin siyasi yöneliminin pusulasına yön veren ve doğudaki Hıristiyan ve Müslüman azınlıkların buna boyun eğip ülkelerini Arap ve Körfez ülkeleriyle mezhep çatışmasına sürüklenmesine izin verdikleri azınlıklar ittifakı teorisi gibi açıkladıkları hedeflere bakılmaksızın Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden Akdeniz'e kadar uzanıyor.

İran'ın Lübnan'daki rolünün gelişimi, aşağıda özetle sıraladığımız birçok aşamadan geçti:

1- İsrail'in 1982 yılında Lübnan'ı işgal etmesi ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) ortaya çıkışıyla başlayan ve Oslo Anlaşmalarıyla sona eren aşama. Bu aşamada özellikle İsrail'in işgalini 2000 yılına kadar sürdürmesi nedeniyle Tahran'ın Güney Lübnan'daki boşluğu doldurması açısından ideal bir dönemdi. Ordusu 1976'dan beri Lübnan'da güvenlik ve siyaset sahnesinde etkili olan Suriye rejimi, İran’ın nüfuzunun genişlemesini büyük ölçüde destekledi.

Bu dönemde İsrail’in düşmanına karşı niteliksel operasyonlarında önemli bir artış oldu. 1983 yılının nisan ABD’nin Beyrut büyükelçiliğinin, 23 Ekim 1983 tarihinde Beyrut Uluslararası Havaalanı yakınlarında bulunan ABD Deniz Piyadeleri karargâhının ve Beyrut'un güneyindeki Fransız güçlerinin kullandığı merkezin yanı sıra aynı yıl 4 Kasım'da Tire'deki İsrail istihbarat karargahının bombalanması olayları da bu döneme denk geliyor. Lübnan'daki ulusal güç gruplarının da katıldığı bu eylemler, kısa süre içinde bu grupların liderlerinin suikast saldırılarına uğramalarına ve daha sonra yalnızca Hizbullah'ın kaldığı sahadaki faaliyetlerden tamamen dışlanmalarına neden oldu. Bu dönem aynı zamanda 16 Şubat 1985 tarihinde Hizbullah’ın kurulmasına ve 14 Aralık 1987 tarihinde de Hamas Hareketi’nin doğuşuna tanık oldu. Burada Emel Hareketi ile Hizbullah arasında 1988 ve 1989 yılları boyunca devam eden ve Suriye-İran anlaşmasıyla sona eren Emel Hareketi'ni sahnenin dışına itmek için yaşanan kanlı çatışmaları hatırlatmakta fayda var.

2- 13 Eylül 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmalarının ve dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın arabuluculuğunda Beyaz Saray'da Yaser Arafat ile İzak Rabin arasında İsrail ile FKÖ arasında ‘Gazze-Eriha Anlaşması’ başlığı altında bir İlkeler Bildirgesi'nin imzalanmasıyla başlayan aşama. Anlaşma sonucunda Yaser Arafat liderliğindeki ilk Filistin Yönetimi’nin çalışmalarına başlamak için FKÖ teşkilatlarının Gazze ve Batı Şeria'ya ve Filistin Ulusal Güvenlik Güçleri liderlerinin Filistin topraklarına girişiyle Birinci İntifada sona erdi.

Gerçekçi olmak Güney Lübnan, Irak ve Suriye'deki eylemlerin Gazze üzerindeki baskıyı hafifletecek düzeyde olmadığını ve tüm olan bitenin, İran'ın ABD’nin bölgedeki yeni stratejisini anlamak amacıyla ABD'ye silah yoluyla yönelttiği mesajlardan ibaret olduğunu kabul etmeyi gerektiriyor.

İran'ın Güney Lübnan'daki nüfuzunu güçlendirdiği bu aşama, 1996 yılında İsrail'in Lübnan'a karşı başlattığı gerilimle zirveye ulaştı. Olaylar 16 gün sürdü ve ABD Dışişleri Bakanı'nın Suriye'ye gelişiyle sona erdi. Sivil bölgelere askeri saldırılar düzenlenmemesini ve 27 Nisan 1996'da ateşkes yapılmasını öngören ‘Nisan Mutabakatı’ adında yazılı bir anlaşma hazırlandı.

Nisan Mutabakatı, İran'ın Lübnan’daki varlığının uluslararası düzeyde tanınmasını sağladığından Lübnan'daki İran dönemine gerçek bir giriş noktası olarak kabul edilebilir. İran'ın Güney Lübnan'da daha önce boşluğu doldurmak için kaçırdığı fırsatı yakalamasını sağlayan anlaşma, aynı zamanda Suriye’ye İran ile koordinasyon yaparak tüm bölge üzerindeki nüfuzunu güçlendiren bir rol kazandırdı.

Burada Lübnan devletinin o dönemde düşmanı İsrail’e karşı herhangi bir rol üstlenemediğini belirtilmeli. Lübnan’ın orduyu güneye çekme girişimi Suriye tarafından engellendi ve hükümet direniş hareketinin faaliyetlerini engellemeye çalışmakla suçlandı.

İsrail’in bombardımanı sonucunda Güney Lübnan'daki Ayta eş-Şaab beldesi üzerinde yükselen dumanlar, 13 Kasım 2023 (AP)
İsrail’in bombardımanı sonucunda Güney Lübnan'daki Ayta eş-Şaab beldesi üzerinde yükselen dumanlar, 13 Kasım 2023 (AP)

Nisan Mutabakatı’nın imzalanmasından sonra İsrail'in 2000 yılında Lübnan’dan geri çekilmesi ve Hizbullah’ın 12 Temmuz 2006 günü İsrail’e saldırması gibi olaylar iki meselenin göstergesi olarak kabul edildi. Bunlardan birincisi, Güney Lübnan’daki boşluğu Suriye ve İran’ın kabulüyle doldurmak için Lübnan'daki siyasi iradenin ortadan kaldırılması, ikincisi ise Hizbullah ve müttefiklerinin güç denkleminde İran’ın nüfuzunu ve silahlarını kullanmaya devam etmesi. Sınırların işgali ve Beşşar Esed rejimini desteklemek için Hizbullah’ın Suriye'deki olaylara müdahalesi İran’ın bu nüfuzunun zirvesi noktası olarak görülüyor.

Gazze savaşıyla birlikte İran’ın Lübnan’daki nüfuzu, Tahran'ın dikkat çeken tutumlarının ardından İsrail'e saldırı rolünden destek cephesi rolüne geçilmesiyle üçüncü bir aşamaya girildi. Güney Lübnan'daki çatışmalar, İran destekli milislerin Suriye’de ve Irak'ta ABD’nin kullandığı askeri üslere karşı düzenledikleri saldırıların ön saflarında yer alan bir bölüm haline gelirken Tahran bu konuda herhangi bir tutum benimsemedi.

Gerçekçi olmak Güney Lübnan, Irak ve Suriye'deki eylemlerin Gazze üzerindeki baskıyı hafifletecek düzeyde olmadığını ve tüm olan bitenin, İran'ın ABD’nin bölgedeki yeni stratejisini anlamak amacıyla ABD'ye silah yoluyla yönelttiği mesajlardan ibaret olduğunu kabul etmeyi gerektiriyor.

İran'ın bu yeni rolü, Lübnan'da, Irak’ta ve Suriye'deki İran destekli milislere yeni misyonlar yükleyebilir. Belki de o zaman Lübnanlılar, Hizbullah’ın yeni rolünü tanımlamaya çalışmak zorunda kalacaklar. Belki de Hizbullah, Gazze'deki savaş bittikten sonra direniş ekseninin bu yeni rolünü yeniden tanımlamak zorunda kalacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Gazzelilerin talepleri ile Hamas'ın stratejik hesapları arasında Gazze’de ateşkes anlaşması

Gazze şehrindeki derme çatma bir kampta yerinden edilen Filistinliler, 31 Aralık 2024 (AFP)
Gazze şehrindeki derme çatma bir kampta yerinden edilen Filistinliler, 31 Aralık 2024 (AFP)
TT

Gazzelilerin talepleri ile Hamas'ın stratejik hesapları arasında Gazze’de ateşkes anlaşması

Gazze şehrindeki derme çatma bir kampta yerinden edilen Filistinliler, 31 Aralık 2024 (AFP)
Gazze şehrindeki derme çatma bir kampta yerinden edilen Filistinliler, 31 Aralık 2024 (AFP)

Salim er-Reyyis

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Deyr el-Belah ve Han Yunus şehirlerinin batı kıyısı boyunca oraya buraya kurulmuş derme çatma çadırlar arasında ve yollarda yerinden edilen insanlar oturuyor. Yaptıkları günlük sohbetlere, Hamas ve İsrail arasında Katar, Mısır ve ABD’nin himayesinde yaklaşık bir aydır süren ve halen bir anlaşmaya varıldığı duyurulmayan müzakerelerle ilgili son gelişmeler ve medyaya sızan az sayıdaki haber hâkim. İsrail'in kendilerine karşı sürdürdüğü soykırımdan, kaybettiklerinin anılarından ve İsrail ordusunun kendilerini zorla yerlerinden ettiği ve savaşın üzerinden 14 ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen geri dönmelerini engellediği evlerine dönmeyi ne kadar çok istediklerinden ve özlemlerinden bahsediyorlar.

ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump'ın geçtiğimiz kasım ayındaki seçim zaferinin ardından bu ay göreve başlaması beklenirken Hamas ve İsrail arasında Katar, Mısır ve ABD'nin arabuluculuğunda, Katar’da ve Mısır’da yapılan görüşmelerle yeni bir müzakere turu başladı.

Müzakereler sırasında Katar, Hamas'ın bu makalenin yayınlandığı ana kadar İsrail'den daha fazla bağlı kaldığı müzakerelerin gidişatı hakkında gizlilik ve bilgi sızdırmama şartını koştu. Ancak yaklaşık bir ay süren müzakerelerin ve medya spekülasyonlarının ardından, savaşı sona erdirecek anlaşma veya esir değişimini tamamlayacak bir ateşkes ilan edilmedi.

Basına sızan bilgilere göre Hamas ve İsrail arasında devam eden müzakerelerin merkezinde iki taraf arasında bir esir takası anlaşmasına varılması yer alıyor. Anlaşmanın ilk aşamalarında serbest bırakılacak mahkûmların sayısı ve niteliği, ateşkes, yerlerinden edilen kişilerin evlerine dönmesi ve İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin iç kesimlerinden çekilmesi gibi konular üzerinde anlaşmazlık yaşanıyor.

Hem İsrail hem de Hamas müzakerelerde kendi taleplerini dile getiriyorlar. Öncelikle Filistin direnişini sona erdirmeye, silahlarını teslim etmelerini sağlamaya ve Hamas'ın Gazze Şeridi’nde yeniden iktidara gelmesini engellemeye odaklanan İsrail hükümeti, Hamas'la bir takas anlaşması yapılmasını ve rehinelerin sağ salim geri dönmesini isteyen Hamas'ın elindeki İsrailli rehinelerin ailelerinin taleplerini görmezden geliyor.

Hamas Hareketi ise rehineleri sadece İsrail hapishanelerinde tutulan çok sayıda Filistinli tutuklunun, özellikle de yaşlı, hasta ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış tutukluların serbest bırakılması karşılığında iade etmeyi şart koşuyor. Hamas, rehinelerin serbest bırakılması karşılığında ateşkes, savaşın sona ermesi, İsrail ordusunun Gazze’nin iç kesimlerinden çekilmesi, sınır kapılarının açılması ve son raporlarda yüzde 70'inden fazlasının yıkıldığı belirtilen Gazze Şeridi'nin, birçok uluslararası kurum ve kuruluşa göre on yıldan fazla sürecek olan yeniden inşasını talep ediyor.

Peki, ya kendilerini yazın sıcağından, kışın soğuğundan ve yağmurundan korumayan çadırlarda kalmak zorunda olan yerinden edilen Gazzelilerin talepleri ne olacak? İsrail'in soykırım savaşının kurbanlarının ailelerinin talepleri ne olacak? Gazze'deki Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan son verilere göre ölü sayısı 45 bini aşarken, 10 binden fazla insan halen kayıp ve akıbetleri bilinmiyor. İşlerini, evlerini, hayatlarını ve istikrarlarını kaybeden ve hala bombardıman altında, her an öldürülme riskiyle karşı karşıya olanların talepleri ne olacak? Savaşın başında tedavi, eğitim ya da güvenlik için seyahat etmek zorunda kalan ve ayrılışlarının üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen geri dönemeyen yurt dışındaki Gazzeliler ne olacak?

Yerlerinden edilenler ve İsrail'in soykırım savaşından sağ kurtulanlar, esirlerin serbest bırakılması şartına bağlı kalınması karşılığında, katliamı ve yıkımı durduracak bir çözüme ulaşılmadan müzakerelerin haftalardır devam etmesi karşısında duydukları şaşkınlığı dile getirdiler.

Gazze Şeridi'nin kuzeyinde yer alan Gazze şehrinden yerinden edilen Mahmud Yunus ve Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'tan yerinden edilen komşusu Bekir Mahmud, güvenli insani bölge olarak belirlenmesine rağmen, İsrail ordusunun Filistinlileri katlettiği Han Yunus'un batısındaki Mevasi bölgesinde çadırlarının karşısında oturup, günlerinin büyük bir bölümünü Hamas ve İsrail arasında süren müzakerelerdeki son gelişmeler hakkında konuşarak geçiriyorlar. Her ikisi de basına sızan bu bilgiler çerçevesinde aileleriyle birlikte yerlerinden edilmeleri sırasında yıkılan evlerine geri dönmek için bir anlaşmaya varılmasını umuyorlar.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’den aktardığına göre Mahmud Yunus (51), bir yılı aşkın bir süre önce ailesiyle birlikte kaçmak zorunda kaldığını, birkaç gün içinde geri döneceğini düşündüğünü, ancak devam eden savaş ve İsrail ordusunun Gazze’nin güneyi ile kuzeyi arasına Netzarim Koridoru’nu inşa etmesi ve bölgeye konuşlanması nedeniyle geri dönemediğini söyledi. Yunus, “Bunun bu kadar uzun süreceğini bilseydim, evimden ayrılmazdım. Çocuklarım ve eşimle birlikte evimde kalırdım. Önce çalınan, sonra da bombalanıp yıkılan evimden çok uzaklara gitmezdim” ifadelerini kullandı.

Görsel kaldırıldı.Gazze'deki çadırının dışında yemek pişiren Filistinli bir çocuk, 31 Aralık 2024 (AFP)

Yunus’un Gazze'nin güneybatısındaki Tel el-Heva Mahallesi’nde bulunan evinin altında bir bakkal dükkânı vardı. Bu dükkân kendisinin ve ailesinin ekmek teknesiydi. Evinin ve iş yerinin yıkılmasıyla iş yerini, mallarını ve veresiye defterlerini kaybetti. Kendi ifadesiyle ‘kara gün’ için biriktirdiği bir miktar parayla kendini bir çadırda otururken buldu. Ancak o ‘kara gün’ haftalara, aylara ve bir yılı aşkın bir süreye dönüştü. Artık çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuştu. Bu yüzden, yerinden edilenler için alınan gıda yardımlarından pazarda bulunan bazı gıda maddelerini satmak için çadırının önünde bir tezgâh açtı.

Savaşın durduğunun açıklanacağı umuduyla her gün haberleri takip ettiğini belirten Yunus, yıkılan evinin enkazına geri dönebilmek ve yeniden inşa sürecinin bir parçası olarak hayatını yeniden kurmak üzere çalışabilmek için savaşın sona ermesini sabırsızlıkla beklediğini söyledi. Yunus, “Ölümün ve yıkımın durmasından ve evimizi yeniden inşa edip hayatımıza devam edebilmemiz ve çocuklarımızın okullardaki ve üniversitelerdeki eğitimlerini tamamlayabilmeleri için hiçbir koşul olmaksızın geri dönebilmemizden başka bir şey istemiyorum” diyor.

Bekir Mahmud ise (46) komşusunun sözlerine katıldığını belirterek, savaş sırasında yıkılan evlerin yeniden inşa edilmesi gerektiğini vurguladı. Eskiden müteahhit olduğunu söyleyen Mahmud, “Evimi ve işimi kaybettim. Savaşta kimse bir şey inşa edemez, sadece ölüm ve yıkım olur. Evi yeniden inşa edebileceğimize ve işlerimizi de yeniden kurabileceğimize dair umudum var. İnsanlar maddi olarak tükenmiş durumda. Hiç kimse kendi imkanlarıyla evlerini yeniden inşa edemiyor. Biraz parası olan insanlar o parayı da çadıra ve yiyeceğe harcadı. Fiyatlar çok yüksek. Yeniden inşa olmazsa yavaş bir ölüm cezasına mahkûm edileceğiz” ifadelerini kullandı.

Günlük haberleri takip eden Mahmud, müzakerelerin, rehinelerin serbest bırakılması koşuluna bağlı kalınması karşılığında ölümü ve yıkımı durduracak bir çözüme ulaşılmadan haftalardır devam etmesi karşısında duyduğu şaşkınlığı ifade etti. Kimsenin özgürlüğünü kazanmasına karşı olmadığını vurgulayan Mahmud, “Esirlerin de özgürlük hakkı var, ancak yıkımın, ölümlerin ve devam eden katliamların acısını çeken ve bunlarla karşı karşıya gelen sadece biziz, müzakereciler değil. Savaştan sonra vereceğimiz bir milyon savaşımız daha var. Nasıl geri döneceğiz, hayatlarımızı nasıl yeniden kazanacağız, okulları ve üniversiteleri yıkılan çocuklarımızın eğitimleri nasıl sürdüreceğiz, evimizi yeniden inşa etme hakkını nasıl elde edeceğiz, elektrik, su, kanalizasyon, sokaklar ve diğerleri gibi temel hizmetleri nasıl alacağız gibi tüm bu bireysel savaşlar halen biz yerinden edilmiş insanları bekliyor” diye konuştu.

Yerinden edilen Gazzelilerin basit temel ihtiyaçlarını ve taleplerini ifade etme biçimleri, müzakerelerde Hamaslı yetkililer tarafından temsil edilen Filistinli müzakerecilerinkinden farklı.

Yerinden edilmiş Gazzelilerin basit temel ihtiyaçlarını ve taleplerini ifade etme biçimleri, müzakerelerde Hamaslı yetkililer tarafından temsil edilen Filistinli müzakerecilerinkinden farklı. Hamas Hareketi, kendi açısından stratejik siyasi taleplerini dile getirmeye ve Hamas'ın askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları üyelerinin 7 Ekim 2023 tarihinde Gazze Şeridi'nin doğu sınırında İsrail’e saldırıp elde edilen verilere göre 100'den fazla İsrailliyi kaçırmasının ardından, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve aşırı sağcı hükümetinin Gazze Şeridi'ne karşı soykırım savaşı başlamasından bu yana İsrail'in saldırıları ve uzlaşmazlığı karşısında mümkün olduğunca uzun süre hem siyasi hem de askeri olarak  kararlı bir tutum sergilemeye devam etti.

İsrail, geçtiğimiz yılın ocak ayında Sümeyye Abdunebi’nin (44) evini bombaladı. Saldırı sonucu Sümeyye’nin ailesinden bazıları hayatını kaybetti, aralarında bacağından ağır yaralanan 12 yaşındaki oğlunun da bulunduğu bazı aile fertleri yaralandı. İsrail ordusu geçtiğimiz mayıs ayında Refah'ı işgal edip Mısır'la olan kara geçişini kontrol altına almadan önce tedavi için oğluyla birlikte Mısır'a gitmişti. Diğer üç çocuğu ise Gazze'nin orta kesimlerindeki bir çadırda babalarıyla birlikte kalmaya devam etti.

Al Majalla’ya yaptığı açıklamada oğlunun Mısır'daki hastanelerde tedavi ve iyileşme sürecini tamamladığını ve artık orada bulunmalarının haklı bir gerekçesi kalmadığını söyleyen Sümeyye, geçtiğimiz ekim ayından önce geri dönmeleri gerektiğini, ancak sınır kapısının kapanması nedeniyle çocuğuyla birlikte tek başına küçük bir daire kiralamak zorunda kaldığını belirtti. Diğer çocuklarının ve eşinin aklından çıkmadığını söyleyen Sümeyye, “Ben uzaktayken onlara bir şey olmasından ve yanlarında olamamaktan korkuyorum. Tek düşündüğüm nasıl tekrar bir araya gelebileceğimiz, oğlumla Gazze'ye nasıl geri dönebileceğimizi düşünüp duruyorum” dedi.

Bir ev kiralamış olmasına rağmen, halen bavullarını boşaltmadıklarını belirten Sümeyye, “Burada olmak istemiyorum, savaşın bitmesini ve Gazze'ye geri dönebilmeyi istiyorum. Her gün haberleri takip ediyorum, bir haber bekliyorum. Umarım Refah Sınır Kapısı açılır ve geri dönebiliriz. Yorulduk. Ne yolculuk yapabilecek ne de masrafları karşılayabilecek gücümüz var” ifadelerini kullandı.