Gazze konulu BRICS Zirvesi’nde ateşkes ve insani koridorların açılması çağrısı yapıldı

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ‘sivillere karşı işlenen vahşi suçları’ kınadı ve felaketin sona ermesi için ‘ortak eylem’ çağrısında bulundu.

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, dün gerçekleştirilen olağanüstü BRICS zirvesine katıldı (AP)
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, dün gerçekleştirilen olağanüstü BRICS zirvesine katıldı (AP)
TT

Gazze konulu BRICS Zirvesi’nde ateşkes ve insani koridorların açılması çağrısı yapıldı

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, dün gerçekleştirilen olağanüstü BRICS zirvesine katıldı (AP)
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, dün gerçekleştirilen olağanüstü BRICS zirvesine katıldı (AP)

BRICS grubu, Gazze'de kötüleşen son durumla temas hattına güçlü bir giriş yaptı. Ortadoğu'daki son gelişmelerin çevrim içi görüşüldüğü zirvede Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'dan oluşan BRICS grubu liderleri ve BRICS üyeliğine davet edilen ülke liderleri, acil ateşkes yapılması ve insani koridorların açılması çağrısı yapıldı. Görüşmeye katılan ülkelerin liderleri, BRICS'in çatışmanın yatıştırılması ve siyasi sürece geçilmesi çabalarında önemli bir rol oynamaya hazır olduğunu teyit ederken, İsrail'in ‘soykırım’ suçundan ve insani yardımların girişini engellemekten sorumlu tutulması çağrılarda bulunuldu.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Prens Muhammed bin Selman bin Abdulaziz, çevrim için BRICS zirvesi öncesinde yaptığı konuşmada, Gazze'de masum sivillere, sağlık kuruluşlarına ve ibadethanelere karşı işlenen vahşi suçların ve her geçen gün daha da kötüleşen bu insani felaketin durdurulması ve kararlı çözümlerin geliştirilmesi için ‘ortak eylem’ gerektiğini vurguladı. Veliaht Prens, BRICS zirvesinin Gazze halkının zor bir dönemden geçtiği sırada yapıldığını da sözlerine ekledi.

BRICS liderleri toplantısına katılan Suudi Arabistan heyetine Kral Selman bin Abdulaziz adına başkanlık yapan Veliaht Prens Muhammed bin Selman, askeri operasyonların derhal durdurulması, siviller için insani koridorların açılması ve uluslararası insani yardım kuruluşlarının görevlerini yerine getirebilmelerine olanak tanınması talebini yineledi. Veliaht Prens Bin Selman, Suudi Arabistan’ın bu konudaki tutumunun net ve sağlam olduğunu, Filistin halkının 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen bir Filistin devleti kurma yönündeki meşru haklarını elde etmelerini sağlayacak iki devletli çözüm ile ilgili uluslararası kararların uygulanması dışında Filistin'de güvenliği ve istikrarı sağlamanın yolu olmadığını vurguladı. Ayrıca ülkesinin Gazze halkına hava ve deniz yoluyla insani yardım ulaştırdığını ve Suudi halkının şimdiye kadar yarım milyar Suudi riyalini aşan bir bağış kampanyası başlattığını da sözlerine ekledi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman çevrim için BRICS zirvesine katıldı (SPA)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman çevrim için BRICS zirvesine katıldı (SPA)

Suudi Arabistan’ın İsrail’in Gazze’ye karşı başlattığı savaşı görüşmek üzere 11 Kasım'da Riyad'da İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği (AL) Olağanüstü Ortak Zirvesi düzenlediğini ve zirveden ortak bir kararın çıktığını hatırlatan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, bu ortak kararda İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırganlığının kınandığını, saldırının her türlü bahaneyle haklı gösterilmesine karşı çıkıldığını, gıda, ilaç ve yakıt da dahil olmak üzere insani yardım konvoylarının Gazze Şeridi'ne derhal girmesi gerektiğinin vurgulandığını, Filistin halkının zorla yerinden edilmesinin reddedildiğini, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki hastaneleri hedef almasının kınandığını ve tüm ülkelerin İsrail'e silah ve mühimmat ihracatını durdurmaya çağrıldığını, Gazze'deki savaşa karşı uluslararası ortak bir tutum oluşturmak için İİT ve AL üyeleri adına harekete geçilmesi ve uluslararası kararlar çerçevesinde kalıcı ve kapsamlı bir barışa ulaşmak için ciddi bir siyasi sürecin başlatılması yönünde baskı yapılmaya başlanmasının vurgulandığını söyledi.

BRICS grubu liderleri ve BRICS üyeliğine davet edilen ülke liderlerinin katılımıyla düzenlenen Gazze konulu olağanüstü çevrim içi toplantıya, BRICS üyeliğine davet edilen ülkelerden biri ve BRICS Dönem Başkanı Güney Afrika’nın dostu olan bir ülke olarak ve hem İİT hem de AL zirvelerinin mevcut dönem başkanı sıfatıyla Suudi Arabistan da katıldı.

Öte yandan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, çevrim içi gerçekleştirilen görüşmede yaptığı konuşmada insani ateşkes, rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze'ye insani yardımların ulaştırılması konularında bir an önce anlaşmaya varılması gerektiğini vurguladı. Putin, ancak ‘en iyi yolun uzun süreli bir itidale ulaşmak olduğunu’ vurguladı.

Putin, BRICS Dönem Başkanı Güney Afrika’nın ve birkaç ay önce gruba tam üye olan İran'ın çağrısıyla düzenlenen olağanüstü zirvede, Rusya ve BRICS ülkelerinin Filistin-İsrail çatışmasının çözümünde önemli bir rol oynayabileceğini söyledi. Ülkesinin bu konuda sağlam ve sarsılmaz bir tutuma sahip olduğunu belirten Rusya Devlet Başkanı, “Uluslararası toplumu gerilimi düşürmeye, ateşkes sağlamaya ve Filistin-İsrail çatışmasına siyasi çözüm bulmaya yönelik çabalara katılmaya çağırıyoruz. Grubumuz (BRICS) bu çalışmada önemli bir rol oynayabilir” ifadelerini kullandı.

Tüm bu olayların aslında ABD'nin Filistin-İsrail anlaşmazlığında arabuluculuk konumunu tekeline alma arzusunun bir sonucu olduğunu söyleyen Putin, “Böylece Filistin meselesinin çözümüne yönelik tekel girişimlerin sonuçsuz kaldığı ortaya çıktı. Binlerce insanın ölümü, sivillerin toplu olarak sınır dışı edilmesi ve insani bir felaketin ortaya çıkması derin endişe verici konulardır. Bir meslektaşım az önce çok sayıda çocuğun öldürüldüğünden bahsetti. Bu korkunç bir şey ama çocukların anestezi olmadan ameliyat edilmesini de gördüğünüzde belirli duygular harekete geçiyor” şeklinde konuştu.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, dün yapılan çevrim içi BRICS zirvesine katıldı (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, dün yapılan çevrim içi BRICS zirvesine katıldı (AFP)

Putin, iki bağımsız devletin kurulmasını ve İsrail ile Filistin’in barış içinde bir arada yaşamasını öngören Birleşmiş Milletler (BM) kararlarının ihlal edilmesinin sonucunda Filistinlilerin nesillerdir adaletsizliğin içinde büyüdüklerini ve İsraillilerin bağımsız bir Filistin devletinin güvenliğini garanti edemediklerini söyledi. Rehinelerin serbest bırakılması ve sivillerin ve yabancıların Gazze'den tahliyesi için insani ateşkes ilan edilmesinin önemli olduğunu vurgulayan Putin, “En acil görev, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir ateşkese varmak” dedi. Rus lider, Ortadoğu'da diğer ülkelerin savaşın içine çekilmesine ve çatışmanın bölgeye yayılmasına karşı uyardı.

Putin, ülkesinin gelecek yıl BRICS grubu dönem başkanlığını devraldığında, Filistin-İsrail çatışmasının çözümüne ilişkin temasları başlatmayı planladığını da sözlerine ekledi.

BRICS grubunun Filistin-İsrail çatışmasının yayılması konusunda görüşmelerini sürdürmesinin son derece faydalı olduğuna inandıklarını söyleyen Rus lider, “Değerli meslektaşlarım, herhangi bir itiraz olmazsa önümüzdeki yıl Rusya'nın dönem başkanlığı sırasında bu konuyla ilgili çevrim içi görüşmeler de dahil olmak üzere temaslara başlayacağız” diye konuştu.

Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'dan oluşan BRICS grubu, geçtiğimiz ağustos ayında gerçekleştirilen Johannesburg Zirvesi'nde Arjantin, Mısır, İran, Etiyopya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) gelecek yılın başlarından itibaren gruba tam üye olmaya davet edilmesi kararı alındığını duyurmuştu.

Diğer yandan BRICS’in olağanüstü bir zirve düzenlemesi çağrısında bulunan İran’ın Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, BRICS üyesi ülkelerin liderlerine BM’deki ilgili kurumlar aracılığıyla ‘İsrail'in Gazze halkına karşı işlediği suçları durdurma’ yönünde bir karar çıkarılması çağrısında bulundu.

İran Cumhurbaşkanı Reisi, konuşmasında şunları söyledi:

“BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) Filistin'de barışı ve güvenliği sağlama ve ateşkes kararı alma görevini yerine getirememesi göz önünde bulundurulduğunda BRICS üyesi devletlerin BM çerçevesinde BM Genel Kurulu'nda bağlayıcı bir karar yayınlaması gerekiyor. İsrail'in Gazze halkına karşı işlediği suçları durdurmak için uluslararası barış mekanizmasının devreye sokulmalı.”

BRICS üyesi ülkelerin liderlerine, İsrail'i ‘terörist rejim’ ve ordusunu da ‘terör örgütü’ olarak tanımlaması çağrısında bulunan Reisi, “İsrail'in hastanelere, sağlık merkezlerine ve ibadethanelere saldırmaya devam etmesinin yanında kadınları, çocukları, doktorları, hemşireleri ve gazetecileri öldürmesi de bir terör eylemidir. İsrail rejimi terör rejimi, ordusu da terör örgütü olarak tanınmalı” ifadelerini kullandı.

Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa ise BRICS Dönem Başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmada, çatışan taraflara silah tedarikinin durdurulması çerçevesinde dünya ülkelerini Filistin-İsrail çatışmasını körükleyecek adımlar atmaktan kaçınmaya çağırdı.

Ramaphosa, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tüm devletler itidalli davranmalı ve taraflara silah tedarikinin kesilmesi de dahil olmak üzere çatışmayı körüklemekten kaçınmalı.”

Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa, dün yapılan BRICS zirvesine katıldı (Güney Afrika Cumhurbaşkanlığı - AP)
Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa, dün yapılan BRICS zirvesine katıldı (Güney Afrika Cumhurbaşkanlığı - AP)

İsrail-Filistin çatışmasına barışçıl bir çözüm bulunması için acil ve kapsamlı bir ateşkese ulaşılmasının önemini vurgulayan Güney Afrika lideri, “Uluslararası toplumu Gazze Şeridi'ndeki acıları dindirecek ve çatışmaya adil ve barışçıl bir çözümün önünü açacak acil ve somut önlemler üzerinde anlaşmaya çağırıyoruz. Güney Afrika adına, derhal ve kapsamlı bir ateşkes sağlanması ve insani durumun iyileştirilmesine yönelik adımların başlatılması çağrısı yapıyoruz” şeklinde konuştu.

İsrail ve Hamas’ın çatışma sırasında uluslararası hukuku ihlal ettiklerini belirten Ramaphosa, ‘İsrail’in eylemlerinin, BM Sözleşmesi ve Cenevre Konvansiyonu da dahil olmak üzere uluslararası hukukun açıkça ihlali’ olduğunu söyledi.

Hamas’ın rehineleri elinde tutarak uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve cezalandırılması gerektiğini ifade eden Güney Afrika Cumhurbaşkanı, İsrail’in de Filistinlileri toplu olarak cezalandırmak için yasa dışı aşırı güç kullanmasını ‘bir savaş suçu’ olarak nitelendirdi.

Filistin-İsrail anlaşmazlığının çözümünde uluslararası dayanışmanın önemini vurgulayan Ramaphosa, BRICS grubunun, Filistin-İsrail ihtilafında kalıcı barışın sağlanmasına yönelik uluslararası çabalarda belirleyici bir rol oynayabileceğinin altını çizdi.

Öte yandan Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, BRICS’in birlik ve iş birliğini teşvik etmek ve gelişmekte olan ülkelerin ortak çıkarlarını korumak için önemli bir platform olduğunu vurguladı.

Geçtiğimiz ağustos ayında Johannesburg'da yapılan son BRICS zirve sırasında zirveye katılan üye ülkelerin bayrakları (AFP)
Geçtiğimiz ağustos ayında Johannesburg'da yapılan son BRICS zirve sırasında zirveye katılan üye ülkelerin bayrakları (AFP)

Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin tutumların yaklaştırılması ve olağanüstü BRICS zirvesi sırasında kararlaştırılanların ‘gruba yeni üyelerin katılmasının ardından iş birliği için iyi bir başlangıç’ olduğunu söyleyen Şi, Çin’in, Filistin-İsrail çatışmasının mevcut turunda ateşkesi ve yakalanan sivillerin serbest bırakılmasını bir öncelik olarak gördüğünü vurguladı.

BRICS üyesi ülkelerin şu anki durumda Filistin-İsrail sorununda adaletin ve barışın sesi olarak hareket etmesinin son derece gerekli olduğunun altını çizen Çin Devlet Başkanı, Gazze Şeridi'ndeki son savaşta çok sayıda sivilin ölmesine ve yaranmasına yol açtığını ve insani bir felakete dönüştüğünü vurgulayarak “Çin bu konuda derin bir endişe duyuyor” dedi.

Çin'in Gazze'de hızlı ve adil bir çözümü için yakında resmi bir uluslararası konferansın düzenlenmesi çağrısında bulunacağını açıklayan Şi, barışın güçlendirilmesi ve Filistin meselesine derhal, kapsamlı, adil ve kalıcı bir çözümün teşvik edilmesi konusunda uluslararası fikir birliğinin sağlanması için mümkün olan en kısa sürede daha güvenilir bir uluslararası barış konferansı düzenlenmesi gerektiğine işaret etti.

Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov, BRICS üyesi ülkelerin temsilcileri tarafından hazırlanan Gazze’deki duruma ilişkin düzenlenen BRICS Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nin onaylandığını duyurdu.

Ryabkov, Rusya'nın zirveden çıkan sonuçların ve bildirgede yer alan tavsiyelerin Güney Afrika’nın BRICS Dönem Başkanlığı tarafından açıklanacağını da kaydetti.



Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
TT

Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)

Avustralya Yayın Kurumu (ABC), Avustralya istihbarat biriminin altı yıl önce Bondi Plajı saldırganlarından birinin DEAŞ ile bağlantıları olduğunu araştırdığını bildirdi.

Avustralya polisi, 50 yaşındaki bir adam ile 24 yaşındaki oğlunun pazar günü Sidney’de ünlü bir plajda Hanuka Bayramı kutlaması yapanlara ateş açtığını, saldırıda 15 kişinin hayatını kaybettiğini ve 40’tan fazla kişinin yaralandığını açıkladı.

Avustralya medyası, saldırganların Sajid Akram ile oğlu Naveed Akram olduğunu ve Sajid Akram’ın polisle çıkan çatışmada öldüğünü, Naveed Akram’ın ise polis gözetiminde hastanede tedavi gördüğünü bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın ABC’den aktardığına göre, Bondi Plajı saldırısını soruşturan ortak terörle mücadele ekibindeki üst düzey bir yetkili, Avustralya Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’nın (ASIO) 2019 yılında Naveed Akram ile ilgili bazı şüpheleri araştırdığını belirtti.

Haberde, Naveed Akram’ın, Temmuz 2019’da yakalanan ve Avustralya’da bir terör eylemi planlamakla suçlanan DEAŞ üyesiyle yakın bağlantısı olduğunun düşünüldüğü ifade edildi.

ABC, terörle mücadele soruşturmacılarının, Bondi Plajı saldırısını gerçekleştiren silahlı kişilerin DEAŞ mensubu olabileceğine inandığını bildirdi.

ABC’ye konuşan yetkililer, silahlı kişilerin araçlarında iki DEAŞ bayrağı bulunduğunu da açıkladı.

ASIO Genel Direktörü Mike Burgess dün gazetecilere yaptığı açıklamada, saldırganlardan birinin kendileri tarafından bilindiğini ancak ‘acil tehdit’ olarak görülmediğini belirterek, “Dolayısıyla burada yaşanan olayın şartlarını yeniden gözden geçirmemiz gerektiği açık” dedi.

Yeni Güney Galler polisi ise ABC’nin haberini doğrulayamayacaklarını belirtirken, ASIO da ‘bireyler veya devam eden soruşturmalar hakkında yorum yapmadığını’ açıkladı.


Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” süreci, kimilerine göre 2. çözüm süreci olarak değerlendiriliyor; bu konuda çok şey yazılıp çiziliyor. Sürecin toplumsallaşması adına tartışılması doğru; ancak bu tartışmanın gündelik siyasi çekişmeler, öne çıkma çabaları ya da kısır hesaplar üzerinden yapılması, sürece yarardan çok zarar veriyor. Burada herkesin dikkatli olması gerektiğinin altını bir defa daha çizmek gerekiyor.

Siyasetin bu süreçte daha cesur olması, daha fazla adım atması ve daha fazla inisiyatif alması gerekiyor. Çünkü artık top, güvenlik bürokrasisinin sahasından siyasetin sahasına geçmiş durumda.

Elbette süreçte daralmalar olacaktır. İşin doğası gereği bu daralmaların olması son derece doğaldır; ancak siyasi aktörlük meselesi üzerinden herkesin kendisini tekrardan sorgulaması gerekiyor. “Her meseleyi Öcalan’a soralım” yaklaşımı, bana göre doğru değil. Siyasetin inisiyatif alması bir bütün olarak gerçekleşmeli ve inisiyatifler alınabilmelidir. Her meselede Öcalan’ı öne çıkarma, aktör yapma isteğinin toplumsal güvende yara açtığı da görülmelidir. Belki artık örgütün partiyi kurma paradigması tersine dönmeli ve parti, örgütü dönüştürebilmelidir.

Pedal çevirme teorisi işlemeye devam ediyor. Örgütün el yükseltme sebebi ya da farklı seslerin çıkma sebebi, bence devlette ciddiyetin ilk defa bu kadar net görülmesidir. Artık herkes yeni bir paradigmaya dönüleceğini görmeye başladı ve doğal olarak bir bocalama süreci yaşanıyor. Süreç tamamlanırsa siyasetin de paradigmasının değiştiği görülmelidir.

Çünkü şu ana kadar siyaseten “zaten masa devrilecek, güvenmiyoruz, gel gel yapıyorlar, sonra yine bizi hapishanelere atacaklar” anlayışı çok hakimdi. Ama atılan adımlar neticesinde işin ciddiyeti anlaşılıyor ve bu da ezber bozuyor. Bu bakımdan şu ana kadar yaşananların, ben sürecin özüne bir tahribat verdiğini düşünmüyorum. Bu düşüncemi görüştüğüm farklı kaynaklarım da doğruluyor.

Sürecin geldiği yerde iki mesele, en çok sorulan ve merak edilen konuların başında geliyor: Yasal düzenlemeler ve SDG meselesi.

İmralı Adası’ndan Meclis’e: Fırsat yasası ve sürecin kritik eşiği

Komisyon üyelerinin İmralı Adası’na gitmesi, bir eşiğin daha aşılmasını kolaylaştırdı. MHP Genel Başkanı Feti Yıldız Bey’in okuduğu özet, kendi tuttuğu notların özetiydi. Dolayısıyla 16 sayfalık raporun özeti değildi. Beklenti, hem AK Parti adına Hüseyin Yayman’ın hem de DEM adına Gülistan Koçyiğit’in de notlarını okumasıydı; ama bu gerçekleşmedi. Keşke onlar da komisyon üyelerine notlarını aktarsaydı ve sorulacak olan sorulara da cevap verseydi.

Komisyon üyelerinin tuttuğu 16 sayfalık raporun aslında komisyon üyelerine dağıtılması gerekiyordu. Sürecin şeffaflığı, toplumsal rıza üretme konusunda bunun yapılmasının hâlâ geç olduğunu düşünmüyorum. Görüştüğüm ve raporu bilen kaynaklarım, burada anlatılamayacak bir şeyin olmadığını, Öcalan’ın bugüne kadar söylediği görüşlerin benzerlerinin yer aldığını ifade ediyorlar.

Şimdi top Meclis’te. Nasıl bir yasa çıkarılacak? Toplumda cezasızlık algısına da yol açmadan, süreci de sahiplenerek nasıl bir yol bulunacak?

Görev, öncelikli olarak Komisyon’da bulunan partilere düşüyor. Onlar tekliflerini yavaş yavaş Meclis Başkanlığı’na verecekler. Meclis hukukçuları ve güvenlik bürokrasisi de sürece destek verecek.

Kesinleşen bir şey olmamakla beraber, anladığım kadarıyla çıkarılacak olan “Fırsat Yasası” iki ayağa cevap verecek:

A- Eve dönüş durumu
B- Mevcut tutuklu ve hükümlülerin durumu

KCK-PKK örgüt üyeliğinden şu an Türkiye’de cezaevlerinde bulunanların sayısının 4 bin 200 kişi civarında olduğu belirtiliyor. Bunlar içerisinde müebbet hapis cezası alanlar olduğu gibi, cezası bitmeye yakın insanlar da var.

Bunlar için kademeli bir anlayış ve bakış açısı geliştiriliyor. Kişi bazında durumlar incelenecek, toptancı bir anlayışla düzenleme yapılmayacak. Cezaevindekiler için düzenleme yapılırken, aynı zamanda eldeki bazı uygulamalardan da yararlanılacak. Denetimli serbestlik meselesi, yararlanılacak uygulamaların başında geliyor.

PKK’lıların Türkiye’ye dönüşü: Suça karışmamış 950-1.050 kişi için yasal çerçeve nasıl şekillenecek?

Eve dönüş olarak adlandırılan PKK’lıların Türkiye’ye dönme meselesine gelince…

Öncelikle Ankara, Bağdat ve Erbil arasındaki mekanizmanın hâlâ çalıştığını ifade etmek lazım. Bu mekanizma hem silahların hem mağaraların teslimi hem de Irak’ta kalmak isteyen örgüt mensupları için son derece hayati.

Benim gerek Irak makamları, gerek Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi yetkilileri, gerek PKK ve gerekse de Ankara’dan aldığım bilgiye göre PKK içerisinde suça karışmamış militan sayısı 950-1050 arasında. Bu kişilerin gelmesinin önünde şu an herhangi bir engel bulunmuyor. Diyarbakır annelerinin çocukları başta olmak üzere ilk etapta suça karışmamış kişilerin gelmesi, “Fırsat Yasası” ya da “Çerçeve Yasası”nın şekillenmesiyle birlikte gerçekleşebilir.

Burada yapılacak olan yasal düzenleme netleştiğinde, atılacak olan adımların daha da hızlanacağını göreceğiz. Meclis’ten çıkacak olan yasa büyük bir ihtimalle özel bir yasa olacak. Hukukçular bu yasayı çalıştırırken bir taraftan Anayasa’nın eşitlik ilkesinin çiğnenmemesine, diğer taraftan da FETÖ başta olmak üzere diğer örgütlerin yararlanmasının önünü kapatacak. Burada kendisini fesheden bir örgüt olduğu için yeni bir yasa zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Hem eve dönüş hem de mevcut cezaevindekilerle ilgili düzenleme yapılırken iki ayrımın altını çizmek gerekiyor. Yapılacak olan düzenleme ile birlikte “örgüt” ortadan kalkarsa örgüt üyeliği ya da örgüte üye olmamakla birlikte oluşan suç ortadan kalkacak; ancak işlenen suçlar ortada duracağı için yapılacak olan düzenlemede kademeli olarak buna cevap verilecek.

Örneğin, örgütte yıllarca kuryelik yapan ama silahlı eylemlere katılmayan kişiler örneğinde olduğu gibi belirli ayrımların yapılması gerekiyor. Benim kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, kişinin durumu üzerinden bir değerlendirme yapılacak, toptan bir değerlendirme yapılmayacak.

Çıkarılacak olan yasada bir süre sınırı konulması, denetimli serbestlik vb. uygulamaların işletilmesi de karşımıza çıkacak gibi duruyor. Burada belki tekrar altını çizeceğim, bireylerin durumunun tek tek ele alınacağı.

Örgüt üst düzey yönetici dediğiniz 232 kişi civarında. Bunlardan 30-40’ı en önemli üst düzey yönetici olarak karşımıza çıkıyor. Bunların büyük bir kısmının Irak’ta kalması ya da seyahat özgürlüğü kapsamında Avrupa ve Irak arasında olması bekleniyor. Burada da Bağdat-Erbil ve Ankara arasındaki mekanizmanın devreye girmesi öngörülüyor.

SDG meselesinde kilit güç ABD: Mazlum Abdi ve YPG’nin silahlı sayısı gerçekçi rakamlarla değerlendiriliyor

SDG meselesine gelince:
Öncelikle Mazlum Abdi’nin verdiği 100 bin rakamı çok abartılı bulunuyor. Hem Suriye’deki kaynaklar hem Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, SDG ve onun silahlı kanadını oluşturan YPG’nin silahlı sayısının 45 bin civarında olduğunu belirtiyor.

Suriye’de muhatabın esas olarak ne Şara ne Abdi olduğu, muhatabın ABD olduğu ve SDG meselesinin çözümünde sürecin ABD ile yürütüldüğünün altı çiziliyor. Yani esas patron kimse, müzakereler de onlarla yürütülüyor.

Bu noktada özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la olan kişisel ilişkisinin, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın temaslarının ve zamanın ruhunun Türkiye’nin işini kolaylaştırdığı belirtiliyor. Erdoğan-Trump görüşmesi, ardından Şara-Trump görüşmesi, CENTCOM’un Trump politikalarıyla paralel hareket etmesi ve Tom Barrack’ın Mazlum Abdi’ye ABD politikaları konusunda net mesajları, aslında Suriye’de önümüzdeki haftalarda bazı olumlu adımların SDG tarafından atılacağını gösteriyor.

Bu aşamada süreci bozma noktasında Fransa, İran ve İsrail gibi ülkelerin SDG’nin kulağına fısıldadığı da gözlerden kaçmıyor.

Sınır kapılarının devri, enerji sahalarının devri ve silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na entegrasyonu sağlanırsa, SDG Türkiye açısından tehdit olmaktan çıkacak.

SDG içerisinde iki anlayış hâkim.

1- Anlayış, “Ankara’nın hem SDG’nin tamamen tasfiyesini hem de 10 Mart mutabakatının uygulanmasını aynı anda talep etmesi, Suriye’de siyasi çözümü engellemeye yönelik politikasını açıkça ortaya koyuyor” derken,

2- Anlayış, “Türkiye Şam Hükümeti ile aramızda garantör ülke olsun. Kolaylaştırıcı olursa süreç daha çabuk ilerler” anlayışında.

Peki SDG bu adımı atar mı?

Bana göre zaman içerisinde SDG bu adımı beş sebepten dolayı atmak durumunda kalacak.

1- Amerika Birleşik Devletleri’nin bunu istemesi
2- SDG’yi oluşturan en büyük güçlerden Arap aşiretlerinin tavrı
3- YPG içerisindeki silahlı dağılım
4- Türkiye ve ABD’nin arabuluculuğu ve garantörlüğü meselesi
5- Zamanın ruhu

Şam yönetimi SDG’den ne istiyor?

Şara yönetimi, SDG’den askerlerinin %75’ini kendilerine vermesini ve Savunma Bakanlığı’na dâhil olmasını istiyor. Geri kalanların ise yerel yönetimlerde asayiş gücü olarak kullanılabileceği belirtiliyor.
SDG, Şam’a üç tümen vereceğini ve komutanların isimlerini Şam’a bildirdiğini ifade ediyor.

Önce saha gerçekliği adına şunu görmemiz gerekiyor:
SDG’nin sahip olduğu 45 bin kişilik gücün %75–%80’inin Arap aşiretlerden oluştuğu, geri kalanının ise farklı Kürt yapılardan oluştuğunun altı çiziliyor.

Saha kaynakları YPG içerisindeki formülasyonu şöyle yapıyorlar:

Irak’tan gelen Irak Kürtlerinin sayısı yaklaşık olarak 1350 civarında.

PKK’dan YPG’ye gelen militan sayısı 1500 civarında.

Suriye Kürtlerinin ise 6 bin civarında olduğu belirtiliyor.

Şam ve SDG anlaşırsa kalan silahlı güç nasıl entegre edilecek: Savunma Bakanlığı mı, polis gücü mü?

Peki diyelim ki Şam Hükümeti ve SDG arasında bir anlaşma oldu; kalan %25 silahlı güç ne olacak sorusuna cevap, silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na bağlanması gibi Suriye Hükümeti’nin karar vereceği bir konu, ancak asayiş ya da polis gücü olarak kullanılmaları güçlü bir olasılık.

Burada özellikle polis gücü olmak istedikleriyle ilgili olarak, merkezi hükümetin denetiminde bir yapı oluştuğunda; Dürzi bölgelerinde Dürzilerden, Arapların yoğun olduğu yerlerde Araplardan, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde ise Kürtlerin alınması son derece doğal. Burada anlaşmazlık, bunların kimin kontrolünde olacağı. Merkezi hükümet, bu polis gücünün Suriye Devleti’nin polis gücü olacağını söylüyor ve Kamışlı’da görev alan bir polisin Süveyda’ya, Lazkiye’de görev alan bir polisin de Kamışlı’ya tayinle gönderilebileceğini ifade ediyor. Aynı şekilde Savunma Bakanlığı bünyesine katılacak olan yapıların da komuta merkezinin Suriye Hükümeti’nde olacağı belirtiliyor.

Suriye’de tamamlanmamış devlet tamamlanırsa, hem anayasal güvence hem de diğer haklar garanti altına alınmış olacak ve Dürzilerin de, Nusayrilerin de olduğu gibi Kürtlerin de devlette karar alma süreçlerinde yer alacağını görmemiz gerekiyor.

Bu geçiş sürecinde SDG yasal garanti istiyor. Bu garanti büyük ihtimalle ABD tarafından verilecek. Türkiye’nin istediği adımlar atılmaya başlanırsa, Türkiye de bu noktada süreci kolaylaştıracak her adımı atacak. Bu adımlardan en önemlisi Nusaybin Sınır Kapısı’nın açılması ve Kamışlı ile ticaretin Türkiye üzerinden devam etmesi olacak.

Amerikalılar Esad döneminde Arap aşiretlerini SDG bünyesine dahil ettiler ve hâlen maaşlarını ödemeye devam ediyor. ABD Kongresi’nden geçen bütçenin büyük bir kısmı bu maaşlara gidiyor.
PKK, Türkiye’de sürecin ciddileştiğini görüyor; SDG de Suriye’de ABD’nin entegrasyonu istediğini ve bu konuda ısrarcı olduğunu biliyor.

Nitekim yakın zaman içerisinde Şammar Aşireti’nin lideri el-Cerba, Şam’a gidip Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya gelmiş, daha sonra da Mazlum Abdi ile görüşmüştü. Saha kaynakları, Cerba’nın SDG’yi de 10 Mart Anlaşması çerçevesinde Şam ile anlaşmaya ikna etmek için arabuluculuğa başladığını ifade ediyor.

Toparlayacak olursam, Arap aşiretlerini SDG’ye entegre eden ABD’nin kendisi ve şu ana kadar maaşlarını da ödemeye devam ediyor. ABD’nin tavrı burada çok net: Şam’a entegrasyon, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi, bununla birlikte toprak bütünlüğü ve politik birliğin sağlanması noktasında Şara’nın güçlendirilmesi. Nitekim CENTCOM Komutanı Brad Cooper, ABD’nin Suriye’deki üç önceliğini, “IŞİD’e karşı mücadele, SDG’yi Suriye devlet yapısına entegre etmek ve Suriye hükümetiyle koordinasyon sağlamak” olarak açıkladı.

10 Mart Mutabakatı ile Suriye’de Kürt, Dürzi ve diğer grupların güvenliği sağlanıyor

Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’nin garantörlüğünde 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi, Kürtlerin, Dürzilerin ve diğer grupların Suriye’de güvenceye kavuşmaları ve Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi herkesin faydasına olacaktır.

Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, “Bugün Türkiye çatışma ortamının oluşmamasını istiyorsa, İsrail’in Suriye’de nüfuzunu genişletmemesi için yapıyor. Bu yapamadığımızdan değil, İsrail’e alan açmama isteğimizden kaynaklanıyor” diyorlar.

SDG konusunda 10 Mart mutabakatının bana göre iyi niyet adımı Deyrizor’da görülecek.
Suriye’de 10 Mart mutabakatıyla ilgili önümüzdeki hafta birkaç adımın atılma ihtimali, aynı adımların Kuzey Irak’ta da (IKBY) gelme ihtimali çok yüksek. Güven artırıcı adımların atılmasına devam edilecek.

Başta ifade ettiğimi tekrar söyleyeyim. Devlet iradesi devam ediyor, ABD’nin Türkiye ve Şara’yı destek politikası devam ediyor, uluslararası konjonktür uygun, Öcalan paradigmada ısrar ediyor ve sürece katkı vermekten geri durmuyor.

Sürecin ciddiyeti noktasında iki hafta içerisinde güzel şeyler görmeye devam edeceğiz. Partiler taleplerini dillendirecekler; bu, hepsinin kabul edildiği ya da edileceği anlamına gelmez. Herkes kendi tabanına sesleniyor ama bu işin siyaset üstü olduğunu da artık görmek gerekiyor.


Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
TT

Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy dün, ülkesinin Rusya ile savaşı sona erdirecek bir uzlaşı olarak Batı'nın güvenlik garantileri karşılığında NATO üyesi olma hedefinden vazgeçtiğini açıkladı. Bu adım, Rusya'nın saldırılarına karşı bir koruma olarak Batılı ülkelerin askeri ittifakına katılmak için mücadele eden Ukrayna için önemli bir dönüşüm anlamına geliyor.

Zelenskiy bu açıklamayı, Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ın Avrupalı yetkililerle yapacakları üst düzey görüşmeler önce yaptı.

Ukrayna Devlet Başkanı, ülkesi ile Rusya arasındaki savaşı sona erdirecek bir uzlaşı sağlamayı amaçlayan görüşmelerde ‘diyaloga’ hazır olduğunu vurguladı. Zelenskiy ayrıca, ABD'yi Ukrayna'daki cephe hatlarını dondurma fikrini desteklemeye ikna etmeyi umduğunu ifade etti.