Gerçek dünyamız haline gelen sanal dünya: Simülasyon teorisi

Eğer etrafınızdakilere temas etmiyorsanız, var olduklarından nasıl emin olabilirsiniz ki?

İllüstrasyon: Nicola Ferrarese
İllüstrasyon: Nicola Ferrarese
TT

Gerçek dünyamız haline gelen sanal dünya: Simülasyon teorisi

İllüstrasyon: Nicola Ferrarese
İllüstrasyon: Nicola Ferrarese

Yusuf Vakkas

Milano merkezli Feltrinelli Yayınevi tarafından geçtiğimiz ocak ayında yayınlanan Avustralyalı filozof David J. Chalmers'ın ‘Reality+: Virtual Worlds and the Problems of Philosophy’ (Gerçeklik+: Sanal Dünyalar ve Felsefe Sorunları) adlı kitabın temel argümanı bir simülasyon içinde yaşadığımız, daha doğrusu pratikte bunun tersini kanıtlayamadığımız şeklindedir. Simülasyon teorisi alanında önde gelen düşünürlerinden biri olan Chalmers, bu kitapla bizi teknolojinin, sanal gerçekliğin gerçek dünyaya dönüşeceği noktaya kadar ileri aşamalara ulaştığı önümüzdeki on yılların sanal alemlerinde büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor.

Chalmers kitabında çeşitli felsefe ekolleri arasında gezindikten sonra popüler kültürlerden, edebiyattan ve sinemadan felsefi meseleleri canlandırmaya yardımcı olan örnekler vererek, sanal dünyalar arasında baş döndürücü bir yolculuk sayılabilecek ‘artırılmış gerçeklik’ terimini kullanarak ve gerçekliğin doğasına ve onun içindeki yerimize ışık tutarak eski sorulara yeni ve ufuk açıcı yanıtlar vermeyi amaçlıyor.

Simülasyon teorisi, iki tartışmalı varsayıma dayanıyor. Bunlardan birincisi, beyindeki sinapsların (sinir hücrelerinin) ve nörotransmiterlerin (Nöronlar arasında veya bir nöron ile başka tür bir hücre arasında iletişimi sağlayan kimyasallar) yerini mantıksal girdilerin almasıyla insan bilincinin bir bilgisayarda simüle edilebileceği varsayımı.

İkincisi ise gelişmiş medeniyetlerin, yüksek hesaplama gücüyle inanılmaz miktarda bilgiye erişebileceği varsayımı. Her iki varsayım da tartışılmaya devam ediyor. Bu kadar ileri bir medeniyetin bu gücü kullanarak ‘ata-simulasyonunu’ daha varoluşsal özlemlerle olmak kaydıyla başarılı bir şekilde hayata geçirmesi mümkün. Ata-simulasyonu, ‘ikincil iyon kütle spektrometrisinin’ (bir numunenin yüzeyini odaklanmış bir birincil iyon ışınıyla yansıtarak ve ortaya çıkan ikincil iyonları toplayıp analiz ederek katı yüzeylerin ve ince filmlerin bileşimini analiz etmek için kullanılan bir teknik) yüksek enerjili bir versiyonudur.

David Chalmers: Hayatlarımız koronavirüs salgını nedeniyle zaten sanallaştı, dolayısıyla zamanın ilermesiyle daha da sanallaşacağını hayal etmek zor değil.

Ayna oyunu

Chalmers’a göre gerçek dünyalardan ayırt edilmesi imkansızlaşacak sanal dünyalarımız olacak. Peki sanal gerçeklik sadece gerçek dünyadan bir kaçış mı? Bunun bir alternatifi yok mu? Bir bilgisayar simülasyonunda yaşamadığımızı bilmemiz mümkün mü? Chalmers’ın bu sorulara net bir şekilde ‘hayır’ yanıtını veriyor. Sanal gerçekliğin kabul gören gerçeklik olduğunu   ve sanal dünyaların ikinci sınıf dünyalar olmadığını söyleyen Avustralyalı filozof, bunu “Sanal gerçeklikte de anlamlı hayatlar yaşayabiliriz ve bunu giderek daha fazla yaşayacağız. Kovid-19 salgını nedeniyle hayatlarımız zaten sanal hale geldi. Dolayısıyla zaman ilerledikçe ve Facebook/Meta'nın yaygınlaşmasıyla hayatlarımızın giderek daha sanal hale geleceğini hayal etmek zor değil. Sanal dünya bir yüzyıl içinde gerçek dünyadan ayırt edilemez hale gelecek” diyerek açıklıyor.

Chalmers sanal dünyanın, bizimki de dahil olmak üzere diğer dünyalar kadar ‘gerçek’ olacağına ve bunun da başka bir dünyanın sanal simülasyonu olabileceğine inanıyor. Gerçeklik anlayışımız üzerinden bizi teorisine inandırmaya çalışan yazar, bir noktada bizi bir ağacı sanki elle tutulur bir şeymiş gibi hayal etmeye çağırıyor, ama vardığı sonuç insanlarda kaygı uyandırıyor. Çok az insan ağaçların kuantum süreçlerine dayandığı gerçeğinin onları daha az gerçek kıldığını düşünen Chalmers, “Bu yüzden dijital bir varlık olarak kuantum mekaniği tarafından yaratıldınız” diyor. Dijital bir varlık olmak mı? Chalmers, Burada varlığımız hakkında şüphe tohumları ekmeye başlıyor. Bu bize alışılmadık gelebilir ama İsveçli filozof Nick Bostrom gelecekte binlerce, hatta milyonlarca simülasyonun tek bir bilgisayar tarafından yürütülebileceğini öngörüyor.

Avustralyalı filozof David J. Chalmers (Getty Images)
Avustralyalı filozof David J. Chalmers (Getty Images)

Ancak İtalyan teorik fizikçi Carlo Rovelli, bunların tamamen saçmalıktan ibaret olduğunu söyleyerek “Dünyamız neden başka bir dünyanın simülasyonu olsun ki?” sorusunu yöneltiyor.  Harvard Üniversitesi'nden teorik fizikçi Lisa Randall, Frankfurt İleri Araştırmalar Enstitüsü'nden astrofizikçi Sabine Hossenfelder ve diğerleri simülasyon teorisiyle ilgili “Bilişsel beyinlerimiz elbette etrafımızdaki dünyayı simüle eder, ancak dijital fizik diye bir şey yoktur. Çünkü gerçek dünyadakiler yazılım değildir” tezini savunuyorlar. Bununla birlikte kafamızda birçok soru işareti varken belki de bu bilim adamlarının ve filozofların kitaplarını okumalıyız. Carlo Rovelli'nin fizikçi Werner Heisenberg’in Kuzey Denizi’ndeki Helgoland Adası’nda kuantum kuramının temellerini atışını anlattığı, bu çorak adayla aynı adı taşıyan ‘Helgoland’ adlı kitabında gerçekliğin ‘ilişkisel teorisi’ olarak adlandırdığı tezini savunuyor. “Etkileşimlerin dışında hiçbir özellik yoktur” diyen Rovelli, “Peki ya oradaki ağaç ya da ev? Eğer etrafınızdaki bu şeylere dokunamıyorsanız, onların hiç var olmadığı söylenebilir. Gerçekte bir şey var ama bu şey yalnızca etkileşim olasılığını temsil ediyor” ifadelerini kullanıyor.

Dünyanın bir perspektif oyunu, yani ‘yalnızca birbirini yansıtan bir aynalar oyunu’ olduğuna inanan Rovelli, ‘oyun’ kelimesini gerçekliğin bir oyun olduğu anlamında kullanıyor, ama bu hangi oyun? Belki bir video oyunudur. Rovelli bu açıklamaya kesinlikle ikna olmaz, ama video oyunlarının çalışma mantığı da böyle değil mi? Oyun içinde bir alanda koşarken, arkanızda ya da görüş alanınız dışında kalan ağaçlar ve evler gibi görüntüler, yalnızca ona dönüp onunla etkileşime girmeye başladığınızda var olur. Eğer bunun tersi doğruysa, oyun bu nesneleri göstermek için kaynaklarını israf etmez. Ya hiç yoktur ya da yalnızca programlanmış bir olasılık olarak vardır. Dolayısıyla video oyunları da yaşadığımız gerçeklik gibi tamamen etkileşime bağlıdır.

Fizikçi Guido Tonelli ise ‘Genesis’ (Yaratılış) adlı kitabında, “İnsanlar evrenin kendi küçük köşelerini diğer evrenlerle karşılaştırmayı ilk düşündüklerinde şaşırtıcı bir keşfe imza attılar. Her şey ürkütücü derecede benzer görünüyordu. Nasıl olur da tamamen izole bir galaksideki bilinmeyen bir güneş sisteminde yer alan küçük bir gezegende yaşayan bilim adamları neler olup bittiğine bakmaya karar verdiklerinde evrenin birbirinden milyarlarca ışık yılı uzaktaki tüm ücra köşelerinde aynı anda aynı sıcaklığa ulaşmayı kabul edebilirler?” ifadelerine yer veriyor. Bunun arkasında da mı yazılımcılar var?

2030 yılına gelindiğinde zettaflop ile, 2040 yılına gelindiğinde ise eutaflop ile ölçülen işlem gücünde bilgisayarlara sahip olacağız.

Programlanmış gerçeklik

Temelde bilişim teknolojisi (BT) ve bilgi işlem ürünleri hakkında düşünmeye başladığınızda gerçeklik giderek daha programlı görünmeye başlıyor. Evreni homojen ve izotropik hale getirmek, eutaflopun (bilgisayar sisteminin hızını ölçen bir birim) çok üzerinde çalışma hızları gerektiren süper bilgisayarlardaki simülasyon ustaları tarafından planlanmış akıllıca bir yol olabilir. Bilimsel kaynaklara göre petaflop gücünde işlem hızına 2008 yılında, yani 15 yıl önce ulaştık. Bundan sonra 2030 yılında zettaflop, 2040 yılında ise eutaflop hızında işlem gücünde bilgisayarlara sahip olacağız. Saniyede 10 ila 15 işlem hızına petaflop, saniyede 10 ila 18 işlem hızına exaflop, 10 ila 21 arasında işlem hızına zettaflop, 10 ila 24 arasında işlem hızına eutaflop diyoruz. Peki bu sayılar gerçekte ne anlama geliyor? Başlangıç ​​olarak, insan beyninin tam simülasyonunun 2025 yılına kadar mümkün olması ve 10 yıl içerisinde zettaflop gücünde bilgisayarların tüm gezegenin hava koşullarını iki hafta önceden tahmin edebilmesi bekleniyor.

Teknoloji, bilim, kültür dergisi Wired’ın video oyunları uzmanlarına göre böyle bir teoriyi hayata geçirmek elbette kolay değil. Ancak bu teoriye inanılırlık kazandıracak ve böylece onu zaman içinde insanların zihninde pekiştirecek temel koşullar mevcut. Bu temel koşulların ilki, fikri izleyiciye tehdit edici olmayan bir şekilde sunmak, ikincisi, uzmanları tarafından yasallaştırılması, üçüncüsü ise gerçek dünyadaki etkilerini kanıtlayacak kesin kanıtlar ortaya koymaktır. Bu konuya ayrılmış kitaplar, belgeseller ve sinema filmleri gibi, bunlardan daha doğru ve net deliller isteyemezdik.

Aslında 1999 yılında bu hipotezi bir şekilde doğrulayan üç film yayınlandı. Bunlar, Josef Rusnak'ın yönettiği ‘The Thirteenth Floor’ (On Üçüncü Kat), David Cronenberg’in yönettiği ‘Existence’ (Varoluş) ve tabii ki Wachowski Kardeşler’in yönetmenliğini üstlendikleri ‘The Matrix’ filmleridir. Bu filmler kurgusal gerçekliklerin olasılığını varsayarak ilk koşulu yerine getirmiş oldu. İkinci şart, bundan dört yıl sonra, 2003 yılına gelindiğinde insanlığa ve Antropolojiye yönelik sözde varoluşsal tehdit üzerine düşünceleriyle tanınan İsveçli bilgisayar uzmanı Nick Bostrom’un ‘Are We Living in a Computer Simulation?’ (Bir Bilgisayar Simülasyonunda mı Yaşıyoruz?) başlıklı makalesini yayınladığında yerine getirildi. Bir Bilgisayar Simülasyonunda mı Yaşıyoruz? sorusu sorulduğunda büyük olasılıkla böyle olabileceği cevabını veriyor. Bildiğimiz tek toplumun (bizim toplumumuz) video oyunları ve sanal gerçeklik aracılığıyla kendini simüle ettiği göz önüne alındığında, bu basit bir olasılık meselesi. Dolayısıyla başka herhangi bir teknoloji şirketinin de aynı şeyi yapması makul görünüyor.

Chalmers'ın ‘Reality+: Virtual Worlds and the Problems of Philosophy’ (Gerçeklik+: Sanal Dünyalar ve Felsefe Sorunları) adlı kitabının kapağı
Chalmers'ın ‘Reality+: Virtual Worlds and the Problems of Philosophy’ (Gerçeklik+: Sanal Dünyalar ve Felsefe Sorunları) adlı kitabının kapağı

Gerçeklere dayalı kanıt olan üçüncü şart ise bir ortamdan diğerine farklılık gösteriyor. ABD’lilerin çoğu için Donald Trump'ın tamamen beklenmedik bir şekilde ABD Başkanı seçilmesi bunun bir kanıtıydı. Aynı şekilde Ççğu insan için tamamen saçmalığı, önemsizliği ve abartısıyla, gerçekliğimizin istikrarına olan her türlü makul inanç biçimini zayıflatmaktan başka bir işe yaramayan Kovid-19 salgını da buna bir kanıt olarak gösteriliyor.

Sonuç şu ki, eski sevgilisi Grimes'ın zihninde yarattığı bir ‘simülasyon’ olduğunu düşünen Elon Musk liderliğindeki günümüz simülasyon teorisyenleri birbirlerinin dijital versiyonları gibiler. Musk’ın hemen ardından astrofizikçi ve teorinin bilimsel destekçisi Neil deGrasse Tyson geliyor. Musk'ın iddialarına bilimsel bir güvenilirlik cilası atansa Bostrom’un temel gerçeklikte, yani orijinal, simüle edilmemiş dünyada olma olasılığımızın milyarda bir olduğunu söyleyerek verdiği destek oldu.

Öte yandan 2021 yılında film kahramanlarının yaşadıkları dünyanın gerçek olmadığını anladıkları üç film daha vizyona girdi. Bunlar ise ‘Bliss’ (Mutluluk), ‘Free Guy’ (Gerçek Kahraman) ve ‘Matrix Resurrections’ filmleriydi. Artık eskiye nazaran tek fark, gerçek hayatta pek çok sıradan gencin aynı şeye inanması. Bunlardan bazılarını, 2021 yılında vizyona giren, Rodney Ascher'in yönettiği ‘A Glitch in the Matrix’ adlı Amerikan belgesel filminde görebiliriz.

Öyleyse filozoflar bu konuya neden hiç değinmediler? Hatta bu konuya hiç yaklaşmadılar bile. Simülasyon teorisini mantıksız, ilgisiz ve de ayrıcalıklıların elindeki bir oyun olarak nitelendirerek bir kenara atmaları, içlerinde bu fikri şöyle bir düşünmek için bile isteksizlik uyandırıyor. Çünkü dünyamızın sahte olduğunu düşünmek, tüm hayatlarını adadıkları bilgi ve anlayış arayışının boşuna olduğu anlamına geliyor. İlk Matrix filminin vizyona girmesini takip eden yıllarda, A Glitch in the Matrix belgeselinde de görülebileceği gibi genç erkeklerin, dünyanın gerçek olmadığı düşüncesiyle çeşitli suçlar işlediği vakalar yaşandı. Bu kesinlikle tüyler ürpertici. Bununla birlikte sıra dışı ve tuhaf olduğu da şüphesiz. Herhangi bir sapkın fikir, ne kadar geçerli olursa olsun, iğrenç davranışlara yol açabilir ve simülasyon hipotezi de bunun dışında tutulamaz.

Fırsatçılık felsefesi mi?

Belki de David Chalmers'ın yukarıda bahsi geçen kitabını yazmasının nedeni de buydu. Kitabı gerçek olan uğruna savaşma kararlılığımızı zayıflatmak için tasarlanmış büyük teknoloji şirketlerinin hizmetinde olan modern, fırsatçı bir felsefe olarak yorumlayacaklar olsa da bunların hepsinin doğru olduğunu kabul eden Chalmers, “Sanal gerçeklikte koşan bir köpek görürseniz, o sanal köpek, fiziksel bir köpekten daha az değil, sadece farklı bir şekilde gerçektir. Şu an o sanal köpeği, oyuncu olmayan küçük karakterleri ve hatta arkadaşınızın avatarını öldürebilirsiniz. Bunun pek bir önemi yok” diyor. Ancak bunun doğru bir şey olduğuna ikna olmayan Chalmers, “Fiziksel dünya olarak adlandırılan dünyamızın halihazırda simüle edilmiş olması mümkün olsa da yine de bu dünyanın kanunlarına ve yüksek ilkelerine bağlı kalarak, bu dünyada anlamlı bir şekilde yaşamaya çalışmalıyız. Bu aynı zamanda birey ya da devlet ve bu devletin tüm kurumları için de geçerli” ifadelerini kullanıyor.

David Chalmers, Sidney, 2011
David Chalmers, Sidney, 2011

Kimse dünyamızın bilincimizin ötesindeki bir boyutta uzaylılar tarafından simüle edilip edilmediğini ve aynı şekilde bizim dünyamızın da bir başka gezegenin simülasyonu olup olmadığını bilmiyor. Bu noktada her detay önemini yitiriyor. Eğer Musk, Bostrom ve Chalmers gibi insanlar bu konuda yanılıyorsa bunun simülasyonun gerçekçiliğiyle daha az, simülasyonun nesnelliği diyebileceğimiz şeyle daha çok ilgisi var.

Eğer dünyanın bir simülasyon olma ihtimali, kurallarını, mantığını ve mekanizmalarını tartışmakla o kadar meşguller ki, insanoğlunun entelektüel yürüyüşünü unutuyorlar. İnsanoğlunun hayal kurmayı öğrendiği günden bu yana yaşadığı dünyanın gerçek olup olmadığını merak etmesi Nietzsche'nin dediği gibi ‘tüm metafiziğin temelini’ oluşturuyor. Eğer rüyalar olmasaydı dünyayı ‘gerçek dünya ve sanal dünya’ şeklinde ikiye ayırma fırsatı da olmazdı.

Gazze’deki barbarca saldırının konuşulduğu bir televizyon programını izlerken katılımcılardan biri izlediğimiz şeyin gerçekliğin simülasyonundan başka bir şey olmadığını iddia etti. Her ne kadar bu teori, konuya indirgeyici bir yaklaşımla yaklaşılmasına, bir olayı ya da insani değerlerle çelişen eylemleri meşrulaştırmaya yönelik bir bağlamda sunulmasına izin vermese de bu tür iddialar bizi, gördüklerimizin sadece bir simülasyon olduğuna, gerçeğin başka bir yerde olduğuna inandırmak istiyor. Bu iddianın, kendisini Ortadoğu uzmanı olarak tanımlayan birinden, el-Ehli Baptist Hastanesi ve daha sonra diğer hastanelere yapılan bombalı saldırılardan bahsederken ortaya atıldığını göz önüne aldığımızda belki geçiştirmeyi istemiş ve belirli bir noktaya ulaşmayı amaçlamamış olabileceğini düşünebiliriz. Ancak bu tür düşünceleri teyit edecek herhangi bir gerekçe duymak isteyen bazı izleyicilerin ruhları üzerinde etkili olduğuna şüphe yok. Aslına bakılırsa bu teorinin gelecekte bizim için entelektüel ve siyasi düzeyde temel bir referans oluşturması pek olası değil.

Eski sevgilisi Grimes'ın zihninde yarattığı bir ‘simülasyon’ olduğunu düşünen Elon Musk liderliğindeki günümüz simülasyon teorisyenleri birbirlerinin dijital versiyonları gibiler.

En nihayetinde ‘Belki de hayat, böyle bir hipoteze sahip olmadığımızı bildiğimiz anda başlar’ teorisini tamamen kabul etmek yanlış olmayabilir. Fransız yazar Hervé Le Tellier'in 2020 yılında Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü kazanan ‘The Anomaly’ (Anomali) adlı romanındaki karakterlerden biri bu görüşteki birini yansıtıyor. Roman, edebiyatın mantığa, bilime ve inandığımız her şeye meydan okuduğu, gerçek dünyalarının bir simülasyonu olabilecek başka bir dünyada yaşayan karakterlerin serüvenlerini öngörülemeyen bir anlatıyla okuyucusuna aktarıyor. Hervé Le Tellier, her birimizin hayatına dokunabilecek gizli bir uyuşmazlık arayarak hem gerçeği hem de gerçek dışı olanı anlatıyor. Hatta Hervé Le Tellier ve Chalmers'ın amaçlarının aynı olduğunu bile düşünebiliriz. Çünkü kendi dünyamızı taklit eden bir dünyada anlamlı bir hayat yaşamak sadece mümkün değil, aynı zamanda bunu yapmak da doğru olacaktır. Bunu aklımızda tutmalıyız. Belki de simülasyonun devam etmesini sağlayan itici güç daha iyi bir yaşam arayışıdır ya da belki de insanın hırsı, hayal gücüyle birlikte içimizde yanan yaşam alevidir. Anomali'nin sonunda ise tam tersi oluyor. Bazıları umudun olasılığını görmezden geliyor ve nefrete, daha doğrusu insanlık dışılığın en kötü biçimlerine teslim oluyor. Bunun sonucunda ise hayal edilebilecek en korkunç şey gerçekleşiyor. Olaylar ne kadar acımasız ve benzersiz bir barbarlığa dönüşürse dönüşsün bizim yaşadığımız boyutun dışındaki bir boyutta birileri simülatörü durduracak. Böylece dünya kaybolan gerçekliğini yeniden geri kazanacak ve cezasızlık hayali kuranların ayakları altındaki halı çekilecek.

Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



Boeing motor arızası Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı pistinde yangına neden oldu

United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
TT

Boeing motor arızası Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı pistinde yangına neden oldu

United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)

United Airlines’a ait bir Boeing 777-200ER uçağı, kalkış sırasında meydana gelen motor arızası nedeniyle pistte çıkan yangın sonucu dün Tokyo’ya gitmek üzere havalandığı Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri dönmek zorunda kaldı.

Fransız Haber Ajansı AFP’nin aktardığına göre United Airlines şirketi, “UAL803, kalkıştan kısa bir süre sonra Washington’daki Dulles Uluslararası Havalimanı’na geri döndü ve motorlarından birinde meydana gelen güç kaybını gidermek için güvenli bir şekilde indi” açıklamasını yaptı ve 275 yolcu ve 15 mürettebat arasında yaralanan olmadığını belirtti.

Açıklamaya göre yolcuların başka bir uçakla United Airlines uçuşunun asıl varış noktası olan Tokyo Haneda Havalimanı'na götürmesi planlanıyor.

ABD'nin başkenti Washington’daki en büyük havaalanı olan Dulles Uluslararası Havaalanı’nın sözcüsü, uçağın saat 12:20 civarında (17:20 GMT) kalktığını ve olayın ‘pist yakınlarındaki bazı ağaçlarda yangına neden olduğunu’ söyledi.

Sözcü, açıklamasına şöyle devam etti:

“Yangın söndürüldü, uçak Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri döndü, saat 13.30 civarında güvenli bir şekilde indi ve havalimanı itfaiye ekipleri tarafından incelendi.”

Hasar gören pistin sınırlı bir süre için kapatıldığını açıklayan sözcü, Dallas Uluslararası Havaalanı'nda birkaç pist olduğu için diğer uçuşların etkilenmediğini de sözlerine ekledi.

rfgtyh
Uçak Dulles Uluslararası Havalimanı'na indikten sonra, bir acil müdahale aracı pistin yakınlarındaki yangını söndürmeye çalışıyor (Reuters)

ABD Federal Havacılık İdaresi (FAA), uçağın ‘kalkış sırasında motor arızası’ yaşadığı için Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri döndüğünü açıkladı, ancak daha fazla ayrıntı vermedi. FAA, olayı soruşturacağını belirtti.

ABD Ulusal Ulaşım Güvenliği Kurulu (NTSB) da resmi bir soruşturma açıp açmayacağına karar vermek için şu anda olayla ilgili verileri topladığını duyurdu.

Havacılık haber ağı AIRLIVE, uçağın motorunun kalkış sırasında alev aldığını ve pistin sonunda yangına neden olduğunu bildirdi.

AIRLIVE, olayın ardından acil iniş denemesi öncesinde uçağın ağırlığını azaltmak için kritik bir güvenlik prosedürü olan yakıt boşaltma manevrası yaptığının görüldüğü bildirdi.

AIRLIVE tarafından yayınlanan uçak kayıt bilgilerine göre uçak 1998 kasımında Continental Airlines'a teslim edilmiş, daha sonra United Airlines tarafından satın alınmış ve (2024 yılından beri GE Aerospace olarak bilinen) iki General Electric motorla donatılmıştı.


WSJ: ABD, ülkelere Gazze'ye asker göndermeleri için baskı yapıyor, ama henüz yanıt yok

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
TT

WSJ: ABD, ülkelere Gazze'ye asker göndermeleri için baskı yapıyor, ama henüz yanıt yok

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)

ABD gazetesi The Wall Street Journal (WSJ), ABD’li yetkililerin, Başkan Donald Trump yönetiminin Gazze Şeridi'ni istikrara kavuşturmak için ABD’li bir generalin komutasındaki 10 bin kişilik çok uluslu bir güç oluşturmaya çalıştığını söylediğini aktardı.

WSJ tarafından isimleri açıklanmayan yetkililere göre savaştan sonra Gazze'ye bu gücün konuşlandırılması önümüzdeki yılın büyük bir bölümünü alacak. Aynı yetkililer, söz konusu gücün görevinin Hamas'ı silahsızlandırmayı da içerecek şekilde genişletilme olasılığı konusundaki çekinceler nedeniyle hiçbir ülkenin asker göndermediğini söyledi.

Şarku’l Avsat’ın WSJ'den aktardığı habere göre ABD'li yetkililer, gelecek yılın başlarında 5 bin asker gönderme taahhüdü almayı umuyor ve bu sayının 2026 sonuna kadar 10 bine çıkmasını hedefliyor. Ancak diğer yetkililer, gücün asker sayısının 8 bini geçmeyeceğini düşünüyor.

WSJ, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yaklaşık 70 ülkeye Gazze’ye konuşlandırılacak güce askeri veya mali katkı sağlamaları için resmi talepte bulunduğunu, ancak yalnızca 19 ülkenin asker gönderme veya ekipman ve lojistik dahil olmak üzere başka şekillerde yardım sağlama konusunda istekli olduğunu bildirdi.

Katar'da salı günü 25'ten fazla ülkenin ABD'nin liderliğinde yapılacak toplantıda bir araya gelerek söz konusu gücün kurulması ve görev kapsamı için planlar hazırlaması bekleniyor.

WSJ, ABD'li yetkililerin Hamas'ın silahsızlandırılmasındaki herhangi bir gecikmenin İsrail ordusunun Gazze'den tamamen çekilmek yerine bölgede kalmasına neden olabileceğini söylediklerini aktardı.

Eski ABD Başkanı George W. Bush yönetimi döneminde Ortadoğu meselelerinden sorumlu eski ABD Ulusal Güvenlik Konseyi yetkilisi Michael Singh, konuya ilişkin değerlendirmesinde “Hamas ile çatışmaktan kaçınan bir barış gücü, bölgede yeni sorunlar yaratabilir” dedi.

Singh, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Güç kullanmaya isteksiz olan barış gücü, İsrail için ‘Hamas'ı silahsızlandırmada başarısız olmakla kalmayıp, yeniden silahlanmasına da zemin hazırlayan ve İsrail'in hareket özgürlüğünü kısıtlayan bir güç olma’ şeklindeki en kötü senaryoyu yaratma riskini taşıyor.”

ABD'li yetkililere göre Hamas, ağır silahlarını Mısır'ın gözetimi altında depolara kaldırmaya açık olduğunu özel olarak ifade etti.


Beyaz Saray yalanladı, tartışma büyüyor:  Trump yönetimi Avrupa Birliği’ni bölmeyi hedefleyen gizli strateji hazırladı

TT

Beyaz Saray yalanladı, tartışma büyüyor:  Trump yönetimi Avrupa Birliği’ni bölmeyi hedefleyen gizli strateji hazırladı

ABD Başkanı Donald Trump, Avrupa'nın göç politikalarını transatlantik ilişkilere yönelik bir tehdit olarak görüyor (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump, Avrupa'nın göç politikalarını transatlantik ilişkilere yönelik bir tehdit olarak görüyor (Reuters)

İnci Mecdi

Savunma meselelerinde uzman bir Amerikan web sitesi, ABD Başkanı Donald Trump yönetimine atfedilen tartışmalı bir stratejik teklifi içerdiği iddia edilen bir belgenin ayrıntılarını yayınladı. “Avrupa'yı Yeniden Muhteşem Yapalım” başlıklı yeni strateji kapsamında dört Avrupa ülkesini Avrupa Birliği'nin politikalarından uzaklaştırmayı ve ABD'nin nüfuz alanına yaklaştırmayı amaçlıyor.

Arku’l Avsat’ın Defense One internet sitesinden aktardığı habere göre gizli belge, Washington'un Avrupa kıtasında siyasi bir depreme neden olacak bir adımla Avusturya, İtalya, Macaristan ve Polonya'yı Avrupa bloğunun politikalarından koparmaya çalışma niyetinden bahsediyor.

Avrupa'ya göç

Bu sözde sızıntı, resmi ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin yayınlanmasından bir hafta sonra geldi. 33 sayfadan oluşan strateji, “medeniyetinin silinmesi” olasılığına karşılık uyarısı, kıtanın demografisini değiştiren büyük göç dalgaları göz önüne alındığında, bazı Avrupa ülkelerinin “güvenilir müttefik” olarak kalıp kalamayacağına dair şüpheleri nedeniyle Avrupa'da geniş çaplı tartışmalara yol açtı. Strateji  ayrıca mevcut eğilimlerin devam etmesi halinde kıtanın “20 yıldan daha kısa bir süre içinde tanınmaz hale gelebileceğine” de dikkat çekti.

Sızdırılan belge, “ABD'ye sadık kalarak egemenlik arayışında olan ve geleneksel Avrupalı yaşam tarzlarını koruyan veya yeniden canlandıran” partileri, hareketleri, düşünsel ve kültürel figürleri destekleme ihtiyacına işaret ediyor. Bu eğilim, resmi stratejide “Avrupa ülkelerinde kıtanın mevcut gidişatına karşı direnişin geliştirilmesi” şeklindeki ifadenin bir uzantısı olarak görülüyor. Buna ek olarak, milliyetçi partilerin artan etkisine de güveniliyor.

Bu partilerin isimleri açıkça belirtilmese de, tahminler bunların arasında Fransa'da Marine Le Pen liderliğindeki “Ulusal Miting”, İspanya'da “Vox”, İngiltere'de “Reform” ve “Almanya İçin Alternatif” partilerinin de yer aldığını gösteriyor. Bunlara ek olarak, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni liderliğindeki “İtalya'nın Kardeşleri” Partisi de bulunuyor.

Sahte haberler

Beyaz Saray, belge ile ilgili haberi “sahte haber” olarak nitelendirerek hemen bu iddiaları kesin bir dille reddetti. Beyaz Saray Basın Sözcüsü Yardımcısı Anna Kelly, Başkan Trump'ın “şeffaf” olduğunu söyledi. İmzalı resmi strateji belgesinin, onaylanmış tek belge olup, alternatif veya gizli bir versiyon olduğu fikrini reddetti

Gözlemciler, açıklanan stratejinin gerçekten de Avrupa Birliği'ne yönelik keskin bir bakışı yansıttığını, zira liderlerini kitlesel göç karşısında çaresiz kalmakla suçladığını söylüyor. Keza  Brüksel'in politikalarını ulusal egemenliği baltalamaktan, siyasi özgürlükleri kısıtlamaktan ve üye devletlerin rolünü zayıflatmaktan sorumlu tutuyor. Avrupa'nın göç politikalarını “kıtanın çehresini değiştirmek ve huzursuzluk yaratmak” olarak tanımlıyor.

Tekrarlanan aleni açıklamaları sırasında Trump, “kötüleşen Avrupa ülkelerini” ve onların “siyasi doğruculuğa takıntılı” liderlerini hedef alarak, göç politikalarının ülkelerini “yok ettiğini” ve bunun sonucunda Avrupa'nın “parçalandığını” varsaydı.

Ukrayna savaşı

Ukrayna savaşı da Atlantikli müttefikler arasında bir gerilim ve geniş çaplı anlaşmazlık noktasını temsil ediyor. Son günlerde ABD Başkanı Avrupalı liderlere yönelik açıklamalarını sertleştirerek onları zayıf olarak nitelendirdi ve Ukrayna'daki savaşı sonlandıramamakla suçladı. Trump ile Almanya, İngiltere ve Fransa liderleri arasında aynı konuyla ilgili gergin bir telefon görüşmesinin ardından gerginlik daha da arttı. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, Washington ile ek görüşmelerin beklendiğini ve önümüzdeki hafta başında Ukrayna konusunda uluslararası bir toplantı yapılması olasılığının bulunduğunu vurguladı.

Bu yönelimler, ABD-Avrupa ittifakını parçalamaya yönelik girişimlere karşı uyarıda bulunan Papa 14. Leo’nun kayda değer tutumu da dahil olmak üzere kapsamlı eleştirilere yol açtı. Papa, Trump'ın bazı açıklamalarının ABD ile Avrupa arasındaki tarihi ittifakın doğasında “köklü bir değişikliği” temsil edebileceğini söyleyerek, bu ittifakın mevcut aşamada zarar görme tehlikesine karşı uyarıda bulundu.

Beş güç

İngiliz The Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, iddia edilen belge tartışmaya başka bir boyut kazandırıyor. Zira küresel nüfuz dengesini yeniden şekillendirecek bir hamleyle, ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Japonya'yı kapsayan “beş temel güç” adı verilen yeni bir uluslararası blok oluşturulması önerisinden bahsediyor.

Daha önce Trump, Rusya'nın G8’den çıkarılmasından ve böylece grubun G7’ye dönüşmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirerek tartışmalara yol açmış ve bunu “çok büyük bir hata” olarak tanımlamıştı. Hatta daha da ileri giderek Çin'i de ekleyerek G9 adını verdiği bir grup oluşturmayı teklif etmişti.

Ulusal Güvenlik Stratejisi, bir adım daha ileri giderek, büyük güçlerin yer aldığı, üye devletlerin zengin olmasını ve demokratik sistemlerle yönetilmesini gerektiren G7’nin koşulları ile sınırlanmamış yeni bir blok inşa etmeyi öneriyor.

Beyaz Saray'dan gelen resmi yalanlamalara rağmen, bu sızıntılar Avrupa'nın transatlantik ilişkilerin geleceği ve Washington'un kıtanın siyasi haritasını yeniden şekillendirmedeki rolü konusunda giderek artan endişelerini büyütmeye devam ediyor. Daily Mail gazetesi, Avrupalıların tepkilerinin öfkeli ve hızlı olduğunu bildirdi. Chatham House Enstitüsü'nden araştırmacı Leslie Vinjamuri, yaşananların “Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan uluslararası liberal düzenin sonunu” temsil ettiğini söyledi.

Bazı Avrupalı ​​liderler, Washington'un milliyetçi ve Avrupa Birliği’ne şüpheyle yaklaşan partileri güçlendirebilecek şekilde, kıtanın iç siyasi işlerine tekrar müdahale etmesinden duydukları endişeyi dile getirdiler.

Artan gerilimin gölgesinde ABD Kongresi, ABD yönetiminin Avrupa'daki Amerikan askeri varlığını yasama organının onayı olmadan azaltma yetkisini kısıtlamayı amaçlayan Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası'nı oylamaya hazırlanıyor.