İsrailli yazar Levi: Rejimin ırkçılığı Netanyahu'nun da ötesinde, uluslararası hukuk İsrail'e hiçbir zaman işlemedi

İsrailli yazar ve gazeteci Gideon Levi, Independent Türkçe'ye konuştu. Savaşın gidişatı, İsrail devleti, toplumu ve siyasetinin dünü, bugünü ve yarınına dair söyleşinin çarpıcı cümlelerinden biri de "İsrail'de Nazi gibi düşünenler var" oldu

Binyamin Netanyahu (AA)
Binyamin Netanyahu (AA)
TT

İsrailli yazar Levi: Rejimin ırkçılığı Netanyahu'nun da ötesinde, uluslararası hukuk İsrail'e hiçbir zaman işlemedi

Binyamin Netanyahu (AA)
Binyamin Netanyahu (AA)

Dora Mengüç 

Ortada Netanyahu'nun da ötesinde ırkçı bir rejim var, uluslararası hukuk İsrail'e hiçbir zaman işlemedi"

Söyleşinin girişindeki bu sözlerin sahibi Gideon Levi. 

Levi, İsrailli bir gazeteci-yazar.

Ülkenin önde gelen gazetelerinden Haaretz için haftalık köşe yazıları kaleme alıyor. 

Yazıları Filistin topraklarındaki İsrail işgali üzerine odaklanıyor.

İsrail tarafından işgal edilen bölgelerde insan hakları konulu yazıları ona 2021'de ülkesinin en prestijli gazetecilik ödülü Sokolov Ödülü'nü kazandırmıştı.

2007'deki bir mülakatında gençken siyasi görüşlerini "Ben milliyetçi-dindar bir orgazmın tam üyesiydim. Hepimiz İsrail projesinin varoluşsal bir tehlike altında olduğu hissi altındaydık" diye özetlemişti. 

1974'te girdiği İsrail Savunma Kuvvetleri'nde İsrail Ordusu Radyosu için muhabirlik yaptı. 

1978-1982 arasında İsrail İşçi Partisi lideri Şimon Peres'in hem yardımcısı hem sözcüsü olarak çalıştı. 

Son 41 yıldır ise Haaretz için yazıyor.

Gideon Levi (Haaretz gazetesi)
Gideon Levi (Haaretz gazetesi)

Levi kendisini yenileyen, olaylara yıllar içinde farklı bakabilen, sorgulayan, özeleştiri yapabilen, İsrail'de pek sevilmeyen bir isim. 

Bir zamanlar beyninin yıkandığını, söz gelimi İsrail'in Batı Şeria'daki kontrol noktalarında Filistinli kadınlara yönelik kötü muamalesini devlet politikasının bir parçası değil, "istisnai" durum olarak tanımlamış; fikriyatını o düşün dünyasından "İsrail rejimi bütünüyle ırkçıdır" bakış açısına taşımış bir kişilik.

Daha önce özel Filistin arazilerinde yerleşim inşası için "İsrail tarihinin en suçlu girişimi" dedi. 

2006'daki Lübnan Savaşı'na karşı çıktı. 

2007'de, o dönemde İsrail ablukası altındaki Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin durumunun onu İsrailli olmaktan utanç duymaya ittiğini söyledi. 

2008-09 Gazze Savaşı'nın başarısız olduğunu ve hedeflerine ulaşamadığını yazdı. 

Bir dönem iki devletli çözümü desteklerken şimdi bunun sürdürülemez olduğunu düşünüyor ve tek devletli çözümü destekliyor.

Yani ödün vermeksizin işgal altındaki Filistin topraklarından tek taraflı çekilme yanlısı...

Dün, "Hamas'ı eleştirmek yerine, çok daha büyük bir sorumluluğa sahip olan kendi hükümetimi eleştirmeyi tercih ederim" diyodu. 

Bugün yani  7 Ekim'den bu yana yaşananlar ile ilgili de aynı noktada duruyor.

Gideon Levi ile insani aranın sona ermesi ve İsrail saldırılarının başlamasından ardından konuştum.

Sadece Gazze Savaşı'na ilişkin değil, salt kendi bakış açısına dair değil İsrail toplumunda da olup bitenlere nasıl baktığını ve savaşın ardından Gazze için dillendirilen senaryolara dair sorular sordum.

Bir de, herhangi bir İsrail vatandaşının Gazze'deki acıyı derinden hissedip hissedemeyeceğine dair...

"Tampon bölge olsa insanlar nerede yaşayacak?"

1 Aralık'ta geçici ateşkes bitti. İsrail, Gazze Şeridi'ne saldırılarına devam ediyor. İsrail savaş uçakları Han Yunus şehrine hava saldırıları düzenledi ve Deir al-Balah'ya saldırdı. Buna ek olarak Refah sınır kapısı üzerinden yapılan tüm insani yardımların bir sonraki emre kadar durdurulduğunu açıkladı. Tam bir ateşkesin imkansız olduğunu düşünüyor musunuz?

Şu anda, evet. Çünkü İsrail tam ölçekli bir ateşkese ilgi duymuyor. Ne yazık ki... Ama bu durum bu.

Savaşın sona ermesinden sonra İsrail'in Gazze'de bir tampon bölge oluşturmaya çalışacağı belirtiliyor ve dört Arap ülkesinin söz konusu plandan haberdar olduğunu öne sürülüyor. Bu olasılığı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Umuyorum olmaz ama olabilir. Savaştan sonra ne olacağını kimse bilmiyor. İsrail'in Gazze'den bu kadar çabuk ayrılacağını öngörmüyorum. Eğer çöp olarak gelseler bile Gazze'yi kim yönetecek? Gazze Şeridi şu anda çok dar. Tampon bölgelerle başlayacağız diyelim. Peki insanlar nerede yaşayacak tam olarak?

"İsrail'de Nazi gibi düşünenler var"

İsrail Savunma Kuvvetleri çıkışlı, Eski Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Giora Eiland "Gazze'deki salgınlar İsrail için iyidir, güneydeki şiddetli salgınlar zaferi yaklaştıracak ve IDF askerleri arasındaki ölümleri azaltacaktır" dedi. Bu sözlere pek ses çıkartan olmadı. Sizin deyişinizle bir Avrupalı komutan ortaya çıkıp bir ulusu salgın ya da açlıkla öldüreceğini söylese sizce ne olurdu?

Bu bir Nazi fikriydi, hatta bir Nazi fikrinden daha az değildi. Bu sözcüğü pek çok kez kullanmam ama bu sefer bu bir generalin Nazi terimleriyle konuşmasıydı. Dediğiniz gibi daha şaşırtıcı olan buna neredeyse hiç tepki gelmemesi! Bu bile sadece İsrail toplumunun gerçekten aşırı sağa doğru nasıl hareket ettiğini ve herhangi bir ahlaki kayıp yaşamaktan çekinmeyip vaziyetin nasıl ilerlediğini gösteriyor. Neden bu kadar korkunç olduğunu açıklamama bile gerek yok. Yani herkes böyle bir fikrin ne kadar korkunç ve Nazi bakış açısını yansıttığını anlar...

Emekli İsrail generali Giora Eiland, önceki İsrail-Arap savaşlarında öncü roller üstlenmişti (New Arab )
Emekli İsrail generali Giora Eiland, önceki İsrail-Arap savaşlarında öncü roller üstlenmişti (New Arab )

"İsrail'in yarattığı korkunç tahribatı dünya onarmalı"

Eski İsrail başbakanları, Netanyahu'ya kızgınlar ve olağan senaryoları tartışıyorlar. Ehud Barak "ABD, Hamas'ın yok edilmesi ve geçiş sürecinde güvenlik tedbirleri alındıktan sonra kontrolü İsrail'den devralacak ılımlı ülkelerden oluşan bir Arap barış gücü oluşturulmasını öngörüyor" diyor. Ehud Olmert, ise Haaretz için kaleme aldığı yazıda Gazze'de savaş sonrası dönemde NATO güçlerinin kontrolü ele alması gerektiğini söylüyor. Sizce gelecekte Gazze'yi bekleyen ne?

Bunu düşünemiyorum. Yani ben bu duruma getirmedim ki! Her zaman sağcılar, milliyetçiler bir şey yaptığında ve sonra yanlış gittiğinde gelip, "Peki, sen ne öneriyorsun?" derler. Ben 16 yıl önce Gazze'yi kuşatma altına almazdım. Belki de Hamas, Gazze'de kuşatma ve yaşam koşullarının imkansızlığı temelinde bu kadar güçlenmezdi. Her halükarda şu anda bir süreliğine Gazze'yi devralacak uluslararası bir güç fikri iyi bir fikir. Sadece oraya gitmeye istekli bir güç olacağını umalım... Gazze rehabilite edilmelidir. İsrail'in yaptığı tüm bu korkunç tahribat onarılmalı. Çünkü insanlar evsiz kalmış durumda. Bu savaşın sonunda 2 milyon insan evsiz kalacak ve onlara kimse bakamayacak. Sadece dünya onlara bakabilir. Kendi kendilerine yardım edemezler. Yani uluslararası bir güç iyi bir fikir mi? Evet.

11 Ekim 2023 tarihinde, İsrail bombardımanının ardından yıkılmış bir binanın dışında bir adamın verdiği tepki objektiflere böyle yansıyor (Mohammed Abed, AFP)
11 Ekim 2023 tarihinde, İsrail bombardımanının ardından yıkılmış bir binanın dışında bir adamın verdiği tepki objektiflere böyle yansıyor (Mohammed Abed, AFP)

"İsrail kitlesel katliam yapıyor"

Belki videoyu izlemişsinizdir... İsveç Başbakanı Ulf Kristersson fena bir 'gaf' yapmış. Bir açık hava toplantısında "İsrail'in soykırım yapma hakkı var" cümlesini son anda "Meşru müdafaa hakkı var" diye düzeltmiş. Akıldaki dile mi yansıyor?  Gazze'de yaşananlar soykırım mı? Her şeyden ötesi, kötülük sıradanlaştı mı?

Bakın, bu bir tanım sorunudur. Bu, kitlesel bir katliam ve kitle cinayetidir. Şüphesiz cinayettir. Gazze'de neredeyse 20 bin insan öldü. Adıyla tanımlamak zorunda değilsin. Sonuçları görüyorsun...

"Uluslararası hukuk İsrail işgallerinin karşısına hiç çıkmadı"

İsrail'e karşı uluslararası hukuk 7 Ekim'den bu yana mı işlemiyor? Yoksa son 55 yıldır mı bu sorunla karşı karşıyayız?

Uluslararası hukuk hiçbir zaman İsrail'in işgali karşısında işlemedi. İsrail uluslararası hukuku Batı Şeria'da günlük olarak ihlal ediyor. Başka ne var? Batı Şeria'daki herhangi bir yerleşim de uluslararası hukukun ihlalidir. İsrail'e ait hapishanelere Filistinlileri götürmek bir uluslararası hukuk ihlalidir. Her türlü kolektif ceza uluslararası hukuk ihlalidir. Ve İsrail uluslararası hukuku hiçe saydı. Şimdi Gazze'de savaş başladığında elbette uluslararası hukuk İsrail'in düşündüğü son şeydir.

İsrail hapishanelerindeki Filistinliler (Euro Med Human Rights Monitor)
İsrail hapishanelerindeki Filistinliler (Euro Med Human Rights Monitor)

"ABD'den yeşil ışık olduğu sürece İsrail devam edecek"

Şartlar ne olursa olsun bu savaşın sona ermesi gerektiğini söylüyorsunuz ama ABD "Bitiyor" demeden savaş biter mi? Daha geçtiğimiz günlerde İsrail 8 milyar dolarlık askeri bütçeyi onayladı. Ve sürekli Hamas'ı yok etmekten bahseden Netanyahu iktidarı Gazze'de aradığı üst düzey kadroyu şimdi Han Yunus'ta arıyor. Bu durum, belki yarın öbür gün bir başka adreste mi sürecek? Böyle bir kısır döngü şeklinde mi devam edecek? Bu savaş ne zaman bitecek? Ateşkesin kalıcı olması için ne gerekiyor? 

Korkarım bu savaş ancak ABD ciddi bir şekilde son vermesi gerektiğini düşüşündüğünde sona erecek. Unutmayın, bunu gizleyemeyiz. Yeşil ışık olduğu sürece İsrail devam edecek, eğer ABD İsrail'i durdurmaya karar verirse duracak. ABD İsrail'i durdurmanın yolllarını aslında çok iyi biliyor. 

"İsrail'in 7 Ekim'de başına gelenler şu an istediklerini yapma hakkı veremez"

7 Ekim'e döndüğümüzde, Hamas saldırısından hareketle İsrail'in Gazze Savaşı'nı ilk başta meşruiyet zeminine oturttuğunu söyleyenler var. Şu anda bu meşruiyetin artık bittiği kanaatinde misiniz?

(İsrail) Kendini savunma açısından açık bir meşruiyete sahipti. Böyle vahşi bir saldırıdan sonra -Evet, bu İsrail'e karşı barbarca bir saldırıydı- İsrail bunu görmezden gelemez, hiçbir şey olmamış gibi devam edemezdi. Hayır, hiçbir devlet böyle bir saldırıya tepki göstermemezlik etmezdi. Ancak bu durum İsrail'in istediği her şeyi yapma hakkını vermez. Ve bu durum meşruiyetin çok ötesinde, orantının çok ötesinde... Gazze'de neler olduğu konusunda rasyonel bir düşünceyi de aşan bir durum. Çünkü bu savaş hiçbir yere gitmiyor gibi. Geçici ateşkes sona erdikten sonraki 24 saatte Gazze'de neredeyse 200 Filistinli sivil öldü. Bu durum İsrail'e nasıl hizmet ediyor? Bu durum yani masum insanların kitlesel olarak öldürülmesi İsrail'e ve dünya genelinde daha da haklı bir öfkeye neden olacak.

Gideon Levy (Times of Israel)
Gideon Levy (Times of Israel)

"İsrail rehineleri feda etmeye karar verdi"

Rehineleri eve getirme-Filistinli mahkumları serbest bırakma... İsrail toplumu zaten savaş öncesi, neredeyse son 1 yıldır yargı reformu meselesi nedeniyle kutuplaşmış bir haldeydi. Peki rehinelerin özgürlüğü uğruna Filistinli mahkumların serbest bırakılmasını bugün İsrail toplumu nasıl karşılıyor? İsrail toplumu barış için her şeye hazır mı? Ruh hali ne? Netanyahu'ya öfke büyüyor mu? Yoksa tüm bu yaşananlardan ucu aşırı milliyetçiliğe uzanan bir "ulusal birlik" hissiyatı sonucu mu çıkarmak gerekiyor İsrail toplumu adına?

Şu ana kadar İsrail'in ödediği bedel çok küçük bir bedeldi. Kimi kadınların serbest bırakılması ve hatta bunlardan bazıları suçlu bile değildi. Yine de bu İsrail için çok küçük bir bedeldi. Büyük serbest bırakmalara yani kaçırılan askerlerin serbest bırakılmasına gelince o zaman İsrail büyük bir bedel ödemek zorunda kalacak. Size hatırlatmalıyım ki; Gilad Şalit beş yıl boyunca Hamas hapishanesinde olan bir askerdi. İsrail, bunun karşılığında bin Filistinli mahkumu serbest bıraktı. Bu hesabı yaparsanız Hamas'ın birkaç bin Filistinli mahkumu serbest bırakmaktan başka bir şey kabul etmeyeceği çok açık. Ve burada bir tartışma olacak. Bu da bizi İsrail'in ne istediğine getiriyor. İsrail rehinelerin serbest bırakılmasını mı istiyor? Yoksa Hamas'ı yok etmeyi mi? İsrail'in karar vermek zorunda kalacağı bir "doğruluk anı" olacak. Korkarım bu anı iki gün önce yaşadık ve şimdi İsrail savaşı sürdürmeye, yani rehineleri feda etmeye veya en azından tehlikeye atmaya karar verdi. İsrailli toplum bununla yaşıyor, ne yazık ki savaşın devamına tam bir destek var. 

Gilad Şalit (The New Yorker)
Gilad Şalit (The New Yorker)

"Gazze'de yaşananlara tepkisizlik İsrail solunun cesaretini yansıtıyor"

Gazze'deki acılar üzerine sivil toplumun önde gelen kanaat önderleri neden çok konuşmak istemiyor? Bu noktada aklıma ilk olarak Shikma Bressler geliyor. Hem yargı reformu hem "Kara Bayrak" eylemlerinde simge isimlerden biriydi. Netanyahu ve aşırı sağ hükümet karşıtı bir isim. Evet, yine hükümeti eleştiriyor. Ama Gazze'de hayatını kaybeden siviller ile ilgili bir açıklamasına rastlamadım. Elbette amacım bir kişi üzerinden gitmek değil ancak uzaktan bakınca İsrail'de genel tablonun bu olduğunu gözlemliyorum.  İsrail'i Gazze'de olup bitenler ve sivillere yönelik katliam için eleştirmek, kınamak, o acıyı paylaşabilmek ve/ya kıyaslayabilmek hem insan hem sorumlu bir vatandaş hem de aydın olmanın gereği değil mi? Neden sadece siz konuşuyorsunuz?

Bu vaziyet hem İsrail solunun ruh halini hem cesaretini yansıtıyor aslında. Unutmayın ki; Shikma Bressler'in liderliğini yaptığı protestolar hiçbir zaman işgale dokunmadı. Demokrasiden bahsediyorlardı ancak arkalarında bu vahşi apartheid sistemi olduğunda, bu meseleye hiç dokunmadılar. Kimseye bunun hakkında konuşmasına da fırsat vermediler. Bu nedenle şu anda savaşta, onların bir bilince sahip olmalarını ve en azından Gazze'nin kurbanlarına karşı dayanışma göstermelerini beklememiz zordur. İşte İsrail'in yüzü budur. Şu anda, 7 Ekim'den sonra, İsrail Filistinlilere duyulan dayanışma sesine hoşgörülü değildir. Çünkü ortalama bir İsrailli için Gazze Hamas'tır. Ortalama bir İsraillinin gözünde Gazze, "Oğullarımızı ve kızlarımızı öldürdü, kaçırdı ve tecavüz etti ve bu nedenle tamamının cezalandırılması gerekir" denilen yerdir. Bu çok tehlikeli bir durumdur ve sadece daha fazla kan dökülmesine yol açacaktır.

Fizikçi Shikma Bressler, Netanyahu karşıtı eylemlerin liderliğini yapmıştı (AP)
Fizikçi Shikma Bressler, Netanyahu karşıtı eylemlerin liderliğini yapmıştı (AP)

"İsrail'deki ırkçı rejim Netanyahu'nun çok ötesinde"

Buradan hareketle İsrail "ırkçı bir rejim" mi? Yoksa mesele Netanyahu hükümetinin de mi ötesinde?

Hayır, hayır! (Irkçı rejim) Netanyahu'nun ötesine geçiyor... Netanyahu'nun elbette payı var. Ancak İsrail (o olmasaydı da) sanırım neredeyse aynı şekilde tepki verecekti. Eğer şu anda iktidarda Netanyahu olmasaydı sanırım İsrail aynı şeyleri yapardı. Zira diğer başbakanlar da aynı vahşi saldırıları başlatıp Gazze'yi yok ettiler. Ve o zaman koltukta oturan Netanyahu değildi. Yani bunu Netanyahu icat etmedi. Yine ve yine Gazze'ye saldırmayı, Gazze'yi yine ve yine yok etmeyi umuyor. Ki; bu daha iyi bir duruma yol açmayacaktır.

7 Ekim öncesi, İsrail Başbakanı Netanyahu mart ayında İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Mükellefiyet Merkezi'nde askerlere şöyle sesleniyor: Ordusuz bir ülkemiz yok. Hizmet için askere alınan askerler olmadan bir ülkemiz yok. Mirasımızı korumak için askere alınıyorsunuz (İsrail Başbakanlık)
7 Ekim öncesi, İsrail Başbakanı Netanyahu mart ayında İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Mükellefiyet Merkezi'nde askerlere şöyle sesleniyor: Ordusuz bir ülkemiz yok. Hizmet için askere alınan askerler olmadan bir ülkemiz yok. Mirasımızı korumak için askere alınıyorsunuz (İsrail Başbakanlık)

"İsrail basını Gazze'de yaşananlara karşı otosansür uyguluyor"

"İsrail basını yaşanan vahşeti gizliyor" diyorsunuz. Biz ise Türkiye'de özellikle Haaretz gazetesi üzerinden, hatta 8 Ekim'de atılan "Sorumlu Netanyahu" manşetinden hareketle "İsrail'de basın ne kadar özgür" diyoruz. Hangisi doğru? Olup bitenleri evrensel gazetecilik ilkeleri ölçeğinde ele alan Haaretz mi var sadece? Yoksa Gazze'deki gerçekler hakkında konuşan başka İsrail gazeteleri/medya kuruluşları da var mı?

Öncelikle İsrail medyası tamamen özgürdür. Ve bu da bugünkü durumu çok daha kötü kılıyor. Hiç kimse medyaya Gazze'yi göstermemesini söylemiyor. İsrail medyası özellikle savaş zamanlarında izleyicilerin ve okuyucuların ne görmek-bilmek istediğinin ve istemediğinin fazlasıyla farkında. Bu sansürden çok daha kötü olan bir otosansürdür. İsteselerdi her şeyi yayınlayabilirdi. Onları hiçbir şey durdurmazdı. Evet, şu anda ana akım medyadan bağımsız birçok web sitesi var. Her şeyi gösteriyorlar ve bizi gerçeği söylemeye teşvik ediyorlar. Ancak şu anda İsrail'de televizyon kanallarını izlediğinizde, ana akım gazeteleri okuduğunuzda, Gazze hakkında hiçbir şey alamazsınız. Hiçbir şey! Ve bu bilinçlidir... Ve bu kendi tercihleri doğrultusundadır. Hiç kimse onlara bunu yapmalarını söylemedi. Bunu seçtiler ve bu nedenle İsrail medyasının sorumluluğu çok daha yüksektir.

"Netanyahu gidici, İsrail eleştiriyi hak ediyor ama Erdoğan keşke daha yumuşak ifadeler seçseydi"

Son iki soru. Biri çok kısa, Benyamin Netanyahu'nun tüm bunlardan sonra İsrail siyasetinde bir geleceği var mı? Ve ikinci soru, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Gazze Savaşı sırasındaki tutumunu nasıl değerlendiriyor,  İsrail ile Türkiye'nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

İlk soruyu cevaplamak daha kolay. Hayır, Netanyahu'nun politik anlamda bir geleceği olduğunu görmüyorum. Anketlere bakıldığında İsrail toplumunun yüzde 70'inden fazlası şu anda onun istifasını istiyor. Kendi partisinin seçmenlerini de içeriyor. Ve onun hayatta kalacağını görmüyorum. Evet, kariyerinde zor anlardan birçok kez kurtuldu. Ancak bu sefer kurtulamayacak.

Sadece Netanyahu mu yoksa İsrail siyasetinin tüm eski yüzleri için mi bu sözleriniz?

Çoğunlukla Netanyahu için ancak hükümetini de içerecek... Sonraki hükümetin de iyi bir hükümet olacağını düşünmüyorum. Anketler çok açık bir şekilde bunu gösteriyor. Politikalar çok fazla değişmeyecek. Diğerlerinden beklentiye girmemek gerek. Konu Gazze'ye ve savaşlara geldiğinde çok farklı olmayacaklar. İşgale, apartheide gelince çok fazla fark olmayacak. Netanyahu giderse her şeyin çözüleceği miti var. Hayır, hayır, hayır! Böyle değil.

Çok değil, eylül ayı içinde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail Başbakanı Netanyahu ülkesinde ziyaret edeceğini duyurmuştu, bu fotoğraf karesi ise iki liderin uzun yıllar sonra ilk kez BM 78. Genel Kurul toplantıları kapsamındaki ABD görüşmesinden (Reuters​​​​​​)
Çok değil, eylül ayı içinde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail Başbakanı Netanyahu ülkesinde ziyaret edeceğini duyurmuştu, bu fotoğraf karesi ise iki liderin uzun yıllar sonra ilk kez BM 78. Genel Kurul toplantıları kapsamındaki ABD görüşmesinden (Reuters​​​​​​)

Şimdi Erdoğan hakkında görüşlerimi beyan edeyim. Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail'in çok sert bulduğu bazı aşırı ifadeler kullandı. Ancak İsrail eleştiriyi hak ediyor. Bununla beraber her halükarda daha yumuşak ifadeler kullanmasını tercih ederdim. Diplomatik ilişkilerin devam edeceğini iddia etti. Şu anda İsrail ve Türkiye arasındaki çıkarlar çok güçlü. Aynı zamanda halk tabanında da Türkiye'yi defalarca ziyaret eden ve bu hafta (Perşembe) tekrar ziyaret etmeye hazırlanan biri olarak ülkenizde her zaman çok iyi hissettim. Ve yüz binlerce hatta milyonlarca İsrailli de Türkiye'de her zaman çok iyi hissetti. Sanırım bu geri dönecek çünkü bu ilişkiler gerçekten bir zirveden diğerine en istikrarsız ilişkilerdir. Bir ay önce Erdogan'ın İsrail'e ziyaret olasılığından bahsediliyordu. Şimdi savaş nedeniyle başka bir limanda bulunuyoruz. Sanırım bunu düzeltmek için bir yol bulacaklar çünkü sonuçta bu çıkarlarla ilgili. Çıkarlar her iki ülke için de çok güçlü. Bununla beraber Ortadoğu'daki çok farklı görüşlere sahip iki Arap olmayan ülkeden söz ediyoruz...

Independent Türkçe



ABD’nin Ukrayna planının ardındaki Rus ekonomist kim?

Dmitriev'le (solda) Witkoff, nisanda Rusya'da da bir araya gelmişti (Reuters)
Dmitriev'le (solda) Witkoff, nisanda Rusya'da da bir araya gelmişti (Reuters)
TT

ABD’nin Ukrayna planının ardındaki Rus ekonomist kim?

Dmitriev'le (solda) Witkoff, nisanda Rusya'da da bir araya gelmişti (Reuters)
Dmitriev'le (solda) Witkoff, nisanda Rusya'da da bir araya gelmişti (Reuters)

ABD öncülüğünde hazırlanan Ukrayna barış planında Kremlin'i temsilen görüşmelere katılan Harvard eğitimli Rus ekonomist Kirill Dmitriev'in oynadığı rol uluslararası basında mercek altına alındı. 

ABD Başkanı Donald Trump'ın yönetimince hazırlanan 28 maddelik barış planı bu hafta Kiev'e sunulmuştu. 

Trump'ın damadı Jared Kushner ve Başkan'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'la Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) Başkanı Kirill Dmitriev, geçen ay Miami'de bir araya gelerek planın detaylarını görüşmüştü. 

Reuters'ın analizinde, 2022'de patlak veren Ukrayna savaşının ardından Washington'ın RDIF'yi yaptırım listesine aldığı belirtiliyor. Adının paylaşılmaması koşuluyla konuşan bir ABD'li yetkili, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in uluslararası ekonomik işbirliğinden sorumlu özel temsilcisi Dmitriev'in ülkeye girişi için Beyaz Saray tarafından özel izin çıkarıldığını söylüyor. 

Miami'deki görüşmeler hakkında bilgi sahibi iki yetkili, Ukrayna Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi Sekreteri Rüstem Ümerov'un da Witkoff'la planı görüşmek için şehre gittiğini belirtiyor. 

Kaynaklar, Witkoff'un bu ziyarette Ümerov'a planı anlattığını ifade ediyor. Ayrıca ABD'nin planı çarşamba günü Türkiye aracılığıyla Ukrayna'ya ilettiğini söylüyor. Beyaz Saray taslak metni perşembe günü doğrudan Kiev'e sunmuştu. 

Ümerov ise süreçte sadece "teknik rol" oynadığını ve ABD'li yetkililerle planın detaylarını görüşmediğini savunuyor. 

ABD'li yetkililer, Trump yönetiminin Dmitriev'le görüşmesinin "istihbarat içinde endişe yarattığını" da belirtiyor. CIA'in yorum taleplerine yanıt vermediği aktarılıyor. 

Gençken Stanford ve Harvard gibi prestijli Amerikan üniversitelerinde eğitim gören Dmitriev'in adı, ABD'de 2016'da yapılan başkanlık seçimlerine Rusya'nın müdahale ettiği iddialarına yönelik soruşturmayı yürüten eski Özel Yetkili Savcı Robert Mueller'in raporunda da geçiyor. 

Dmitriev'in Trump'ın ilk döneminde Washington-Moskova ilişkilerini yeniden tesis etmek için temaslarda bulunduğu belirtiliyor. Bu dönemde Dmitriev özellikle Kushner'la birebir diyaloğa geçmiş.

Raporda, Dmitriev'in Irak savaşında sivillerin öldürülmesindeki rolüyle gündeme oturan ABD'li özel güvenlik şirketi Blacwater'ın CEO'su Erik Prince'le 2019'da görüştüğü de belirtiyor. Trump destekçisi Prince'le Rus ekonomistin ABD-Rusya ilişkilerini ele aldığı yazılıyor.

Diğer yandan Dmitriev, Trump yönetiminden eleştiri de almıştı. Ekonomist, Trump'ın Rus petrol devlerine geçen ay yaptırım uygulama kararını eleştirmiş, bunun fiyatları artıracağını söylemişti. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent ise Dmitriev'e çıkışarak onu "Rus propagandacısı" diye nitelemişti. 

Independent Türkçe, Reuters, BBC, Guardian


Trump'ın iki kutuplu bakış açısı, çok kutuplu dünyayı yorumlamada neden yanlış?

Al Majalla
Al Majalla
TT

Trump'ın iki kutuplu bakış açısı, çok kutuplu dünyayı yorumlamada neden yanlış?

Al Majalla
Al Majalla

Shirley Yu

ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz ekim ayında Güney Kore’nin Busan şehrinde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile yapacağı görüşme öncesinde yaptığı “G2 yakında toplanacak!” açıklaması sadece diplomatik bir nezaket gösterisi değildi. Trump, tek kutuplu dünyanın sonrasındaki dönemde ABD’nin rolünü radikal şekilde yeniden tanımlayan bir hamleyle Amerikan siyasetinde uzun süredir modası geçmiş olarak kabul edilen bir kavramı yeniden gündeme getirdi.

Trump’ın ‘G2’ anlayışı Soğuk Savaş dönemindeki iki kutupluluğa geri dönüş anlamına gelmediği gibi, ABD dış politikasının pragmatik olarak yeniden düzenlenmesinde de gerçek anlamda küresel güç paylaşımına doğru bir dönüşümün işareti olmadığı kesin. Aksine, bu yeni çerçeve, Washington’a tek kutuplu bir güç olarak eski sorumluluklarını yüklemeden ABD’nin çıkarlarına hizmet ediyor. Daha da önemlisi, Pekin’in fiili tepkisi, Çin’in ‘G2’ ya da diğer bir deyişle ‘İkili Grup’ etiketini sembolik olarak kabul etmesine rağmen, halen çok taraflılığa dayalı, ikili ilişkiler yerine çok taraflılığa dayalı tamamen farklı bir dünya düzeni vizyonuna bağlı olduğunu ortaya koyuyor.

Trump’ın G2’si ile Bush’un G2’si aynı değil

G2 kavramı, Amerikan siyasi çevrelerinde, şu anda yeniden kullanıldığı şekilden daha mütevazı bir biçimde ortaya çıktı. Bu kavram, 2005 yılında ABD’li ekonomist Fred Bergsten tarafından, eski ABD Başkanı George W. Bush yönetimi döneminde Çin'in ekonomik yükselişinin ardından ortaya çıkan zorluklara pratik bir çözüm olarak önerildi.

Çin'in küresel sistemde sorumlu bir aktör haline gelmesini gerektiren uluslararası konularda iki ülke arasında iş birliği mekanizmalarına acil ihtiyaç vardı. G2 kavramı, Pekin’in küresel ekonomik çöküşü önlemek için koordinasyon çabalarında önemli bir rol oynadığı 2008 küresel finans krizi sırasında zirveye ulaştı.

Çin bugün, bu kavramın ilk ortaya atıldığı zamana göre daha büyük bir ekonomiye ve daha gelişmiş teknolojiye sahip. Askeri modernizasyonu sayesinde ABD ile arasındaki farkı önemli ölçüde azalttı.

Ancak Washington, G2 kavramının Amerikan karar vericilerin kabul edilemez bulduğu; ABD ile Çin arasında eşitliğin dolaylı olarak tanınmasına atıfta bulunması nedeniyle bu çerçeveyi hızla terk etti. Eski ABD Başkanı Barack Obama yönetiminin son döneminde, bu fikir sessizce rafa kaldırıldı ve yerine stratejik rekabet retoriği ve ‘Amerikan Yüzyılı’ doktrini geldi.

Pekin G2’yi resmi olarak tanımadı, ancak sembolik çekiciliğini de kaybetmedi. Şi Cinping yönetimindeki Çin tarafından yapılan ‘Doğu'nun yükselişi ve Batı'nın gerileyişi’ hakkında tekrar eden açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Pekin, kendini bir süper güç olarak konumlandırmaya çalışıyor. G2 de özünde Çin'e istediğini veriyor. Zira Çin, ABD'ye neredeyse eşit bir rakip haline geldiğinin dolaylı olarak kabul edilmesini istiyor.

29 Eylül 2022 tarihinde çekilen bu örnek fotoğrafta Çin yuanı ve ABD doları banknotları görülüyor (Reuters)29 Eylül 2022 tarihinde çekilen bu örnek fotoğrafta Çin yuanı ve ABD doları banknotları görülüyor (Reuters)

Karşılıklı zarar verme garantisi ve yeni baskı

ABD Başkanı Donald Trump'ın 2025 yılında ‘iki süper güç grubu’ fikrini benimsemesi, stratejik hesaplamalarda temel bir değişimi yansıtıyor. Bu değişim, yükselen güçlerin ABD liderliğinde küresel sorumlulukları üstlenmelerini amaçlayan Wilson dış politikası kapsamında ortaya çıkan kavramdan tamamen farklı. Trump ise Çin'i kontrol altına alınamayacak bir güç olarak gören ve çıkarlar mantığına göre onunla bir arada var olmanın gerekli olduğunu savunan, daha katı bir Jacksoncı gerçekçiliğe dayanıyor.

Çin bugün, bu kavramın ilk kez ortaya atıldığı zamana göre daha büyük bir ekonomiye ve daha gelişmiş teknolojiye sahip. Askeri modernizasyonu sayesinde de ABD ile arasındaki farkı önemli ölçüde azalttı. Trump, teknolojik kısıtlamalar ve ittifaklar yoluyla baskı uygulayarak Çin'i dizginleme girişimlerinin artık mümkün olmadığı ve bir düşmanı yenmek imkansız olduğunda, hassas bir güç dengesi içinde onunla başa çıkmanın daha iyi olduğu sonucuna varmış gibi görünüyor.

ABD ve Çin şu anda ekonomik olarak birbirleriyle derin bir şekilde iç içe geçmiş durumdadır ve her iki liderin de kabul ettiği gibi, aralarındaki tam bir ayrılık gerçekçi ve olası değil.

Bu açıdan bakıldığında, 30 Ekim'de Güney Kore'nin Busan kentinde ABD ve Çin liderleri arasında gerçekleşen görüşme, Washington ile Pekin arasında uzun süredir devam eden çatışmada geçici bir ateşkes olarak değerlendirilebilir. Trump'ın gerilimi durdurma kararı, iki gücün hayati küresel alanlarda hakimiyet kurduğunu ve her ikisinin de birbirine eşit zarar verebilecek durumda olması nedeniyle tek taraflı baskının artık etkili olmadığını kabul ettiğini yansıtıyor. Ancak, ekonomik zararda bir denge sağlanması, mutlaka istikrarlı bir ortaklık kurulduğu anlamına gelmiyor. Bu daha çok, karşılıklı kayıpların garantisi üzerine kurulu kırılgan bir istikrarı, güven veya gerçek iş birliği yerine karşılıklı yıkım korkusuna dayalı bir istikrarı işaret ediyor.

ABD’nin tutumundaki bu değişiklik özünde gerçekçi olsa da ilkelere veya değerlere dayanmıyor. Trump, Şi ile yaptığı görüşmeyi ‘harika’ olarak nitelendirerek, bunun sonucunda ‘muazzam miktarda soya fasulyesi ve diğer tarım ürünleri’ elde edildiğini belirtti. Bu ifadeler, iki tarafı bir araya getiren konuların eşit ülkeler arası küresel ortaklık değil, iki büyük güç arasındaki ticari bir anlaşma olduğunu gösteriyor. Trump, G2 çerçevesini, çok taraflı çerçevelerin ve geleneksel ittifakların kısıtlamaları dışında ikili anlaşmalara varmak için uygun bir araç olarak görüyor. Böylece Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Avrupa Birliği (AB) ve Washington’ın diğer ortakları gibi kurumlardan uzak bir şekilde müzakere etme imkanı buluyor.

Gümrük vergisi indirimi anlaşmaları, nadir toprak elementleri düzenlemeleri ve fentanil kaçakçılığıyla mücadele kapsamındaki taahhütler, bu anlaşma temelli diplomasinin en göze çarpan özellikleri olarak ortaya çıkıyor. Ancak bunlar hiçbir şekilde iki gücün liderliğindeki ortak bir küresel düzenin temelini oluşturmuyor.

Trump’ın G2 vizyonu, Soğuk Savaş'a geri dönüş demek değil

Trump'ın G2 vizyonu, Bush döneminde ortaya çıkan vizyonla aynı değil. Bunun yanında hiçbir şekilde Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu dünyasına geri dönüşü de temsil etmiyor. O dönemde dünya, ideolojik ve askeri ayrılıklarla karşı karşıya olan iki süper güç olan Sovyetler Birliği ve ABD arasında bölünmüştü. Çoğu ülke bu iki süper güçten birine katılmak zorunda kalmıştı. Avrupa bağımsız bir güce sahip değildi, Asya ise ideolojik vekalet savaşlarının yaşandığı arenaydı.

Ancak bugün dünya tamamen farklı yapısal koşullar altında işliyor. Avrupa, gücü azalmasına rağmen, önemli ekonomik ve normatif ağırlığa sahip bağımsız bir kutup olmaya devam ediyor. Japonya ve Güney Kore artık sadece ABD’nin müttefikleri değil, kendi bölgesel hedefleri olan stratejik aktörler. Hindistan, ABD ve Çin'in etkisi arasında bağımsız konum arayan gerçek bir süper güç olarak ortaya çıkmıştır. Brezilya'dan Nijerya'ya ve Vietnam'a kadar uzanan Küresel Güney, rakip bloklarla ittifak kurmak yerine stratejik bağımsızlık peşinde.

Karşılıklı olarak ekonomik bağımlılık, iki kutupluluğun anlamını tamamen değiştirdi. Soğuk Savaş döneminde, ABD ve Sovyetler Birliği ekonomik olarak birbirinden ayrıydı. Güçleri, küresel ekonomiye entegrasyonlarına değil, askeri güçlerine ve ideolojik çekiciliklerine dayanıyordu. Bugün ise ABD ve Çin ekonomik olarak derin bir şekilde iç içe geçmiş durumdalar ve her iki ülkenin liderinin de kabul ettiği üzere tamamen ayrılmaları ne gerçekçi ne de olası bir durum.

Trump'ın G2 kavramını yeniden canlandırması, Washington ve Pekin'in ikili müzakereler yoluyla küresel düzeni yeniden şekillendirme yeteneğini abarttığı için bir takım gerçek riskler taşıyor.

Bu da Trump ve Şi, G2 konusunda açık bir anlaşmaya varmış olsalar bile (ki varmadılar) bunun etkisinin sınırlı olacağı anlamına gelir. Süper güçler Soğuk Savaş döneminde dünyayı ideolojik bloklara bölüp vekalet savaşları ve propaganda yoluyla iradelerini dayatabilmişlerdi. Bugün ise dünyayı bölmeye yönelik herhangi bir girişimin, itiraz etme kapasitesine sahip diğer güçler tarafından derhal reddedileceğine şüphe yok. Örneğin Suudi Arabistan, ABD’nin askeri koruması karşılığında Çin ile ekonomik bağlarını koparmayacak, Vietnam dengeleme stratejisinden vazgeçmeyecek ve Hindistan, dış politikasının ABD'nin iradesine tabi olduğu bir dünyayı kabul etmeyecektir.

Pekin'in bakış açısıyla Trump'ın ikili yaklaşımının yumuşak şekilde reddedilmesi

Bu bağlamda Pekin'in, ABD Başkanı Donald Trump'ın G2 konsepti önerisine verdiği tepkisi dikkati çekiyor. Bu öneri, ABD ile Çin arasındaki göreceli eşitliği zımnen kabul etmek anlamına gelse de küresel sistemin ikili liderlik fikrini gerçek anlamda kabul etmekten uzak. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre aksine, Trump'ın sanayi politikalarından teknoloji liberalleşmesine ve Amerikan imalat sektörünün canlandırılmasına kadar uzanan ‘Önce Amerika’ gündemi, esasen 21’inci yüzyılda ABD’nin mutlak hegemonyasını pekiştirmeyi amaçlıyor.

ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 30 Ekim'de Güney Kore'nin Busan kentinde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesi kapsamında yapılan ikili görüşmenin ardından Gimhae Uluslararası Havalimanı'ndan ayrılırken (Reuters)ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 30 Ekim'de Güney Kore'nin Busan kentinde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesi kapsamında yapılan ikili görüşmenin ardından Gimhae Uluslararası Havalimanı'ndan ayrılırken (Reuters)

Pekin, G2 çerçevesini açıkça reddetmiyor. Çünkü bunu yaparsa, diğer hiçbir başkanın yapmadığını yapan bir ABD başkanıyla gereksiz şekilde gerilime yol açabilir. Ancak tam olarak kabul de etmiyor. Bunun yerine Çinli yetkililer bu kavramı, iki gücün dünyaya iradesini dayattığı iki kutuplu bir sistem olarak değil, çok taraflılığa daha geniş bir bağlılık çerçevesinde iki büyük gücün ortak konularda koordinasyon kurmasına olanak tanıyan düzenleme şeklinde yeniden tanımlamaya çalışıyor. Çin Dışişleri Bakanlığı’nın bir sözcüsü yaptığı açıklamada, Çin'in gerçek çok taraflılığa bağlı kalmaya ve çok kutuplu, eşitlikçi ve düzenli bir dünya için çalışmaya devam edeceği yönündeki ülkenin kesin tutumunu bir kez daha vurguladı.

Pekin, bu şekilde G2 çerçevesini resmi olarak kabul etmekle birlikte, onun özünü reddediyor. Evet, Çin ve ABD küresel etkiye sahip büyük güçlerdir, ancak bu etki iki kutuplu dünyada değil, çok kutuplu bir dünyada geçerli.

G2 çerçevesi dışındaki güçler

Trump'ın G2 kavramını yeniden canlandırması, Washington ve Pekin'in ikili müzakereler yoluyla küresel düzeni yeniden şekillendirme yeteneğini abarttığı için bir takım gerçek riskler taşıyor. Bu ifadenin kullanılması, müttefik başkentlerde ABD yönetiminin onların aleyhine Çin ile anlaşmalar yapacağından endişe duyulmasına neden oldu.

Trump, her zamanki açık sözlü tavrıyla, Washington ve Pekin'in karşılıklı olarak zarar verebilecek bir rekabete girmeyi tercih etmektense rekabeti yönetmeyi tercih ettiklerini ifade etti. Bu, başlı başına önemli bir konu.

Ancak daha derin sorun, Avrupa, Japonya, Hindistan ve diğer ülkeleri ikincil konuma yerleştiren Trump'ın dünya görüşünde yatıyor. Bu görüş, çarpık bir stratejik gerçekliği yansıtıyor. Dünya 2025 yılında, Washington ve Pekin arasındaki ikili rekabet temelinde dönmeyecek, aksine büyük ve orta büyüklükteki güçlerin etkileşime girerek sonuçları şekillendirdiği, bölgesel ittifakların küresel rekabetin ötesinde önem kazandığı ve ekonomik ve askeri gücün otomatik olarak siyasi sadakate dönüşemediği karmaşık bir manzaraya sahip olacak.

ABD’nin tek taraflılığının ötesinde

G2 kavramı, üst düzey ikili toplantıları ifade etmek için kullanılan diplomatik bir terim olarak kullanılmaya devam edebilir. Bu da ticaretteki gerilimleri hafifleten ve belirli konularda ABD ile Çin arasında ortaklık izlenimi veren ek anlaşmaların önünü açabilir. Ancak bu kavramın ifade ettiği gibi, küresel sistem yapısının radikal bir şekilde yeniden düzenlenmesinin önünü açmaz. Çin, dikkatli diplomatik diliyle, bu kavramın altında yatan varsayımları kabul etmediğini açıkça belirtti. Kendisini dünyanın eş lideri olarak değil, şekillenmekte olan çok kutuplu dünyada birkaç büyük güçten biri olarak görüyor.

Trump’ın vizyonu ile Çin’in vizyonu arasındaki bu uyuşmazlık -ve her ikisi ile 2025’in jeopolitik gerçekliği arasındaki uyuşmazlık- Busan’daki zirvenin gerçek sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Trump, her zamanki açık sözlü tavrıyla, Washington ve Pekin'in karşılıklı olarak zarar verebilecek bir rekabete girmeyi tercih etmektense rekabeti yönetmeyi tercih ettiklerini ifade etti. Bu, başlı başına önemli bir konu.

Ancak asıl mücadele, iki kutuplu dünyanın liderliği için ABD ile Çin arasında değil, ABD’nin tek kutupluluğunun sona ermesinden sonra ne olacağına dair karşıt vizyonlar arasında yaşanıyor. Sonuç olarak bunu sadece Trump ile Şi arasında yapılan müzakereler değil, gelecekteki dünya düzenini şekillendirmede giderek daha etkili hale gelen diğer güçlerin tercihleriyle de belirlenecektir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Uzmanlar uyardı: "Zihin kontrol silahları" gerçek oluyor

 Rus özel harekatçılarının kullandığı gaz nedeniyle birçok rehine bilincini kaybetmişti (Reuters)
Rus özel harekatçılarının kullandığı gaz nedeniyle birçok rehine bilincini kaybetmişti (Reuters)
TT

Uzmanlar uyardı: "Zihin kontrol silahları" gerçek oluyor

 Rus özel harekatçılarının kullandığı gaz nedeniyle birçok rehine bilincini kaybetmişti (Reuters)
Rus özel harekatçılarının kullandığı gaz nedeniyle birçok rehine bilincini kaybetmişti (Reuters)

Britanyalı bilim insanları bilinç, algı veya hafızayı değiştirebilen silahların yakın zamanda gerçeğe dönüşebileceğini söylüyor. 

Birleşik Krallık'taki Bradford Üniversitesi'nden Michael Crowley ve Malcolm Dando, Kraliyet Kimya Topluluğu tarafından yayımlanacak yeni kitaplarında, insanın sinir sistemini hedef alan "beyin silahlarının" artık yalnızca bilimkurgularda kalmayacağını savunuyor.  

24 Kasım'da yayımlanacak kitap, merkezi sinir sistemini (MMS) etkileyen kimyasalların araştırılması için yürütülen devlet fonlu çalışmaları konu ediniyor. 

Guardian'a konuşan Crowley, Soğuk Savaş'ta ve sonrasında ABD, Sovyetler Birliği ve Çin'in MMS'ye etki eden silahlar geliştirmek için "aktif çaba gösterdiğini" söylüyor. 

Bu programların insanlarda "bilinç kaybı, uyuşma, halüsinasyon, kafa karışıklığı ve felç" dahil uzun süreli bozukluklar yaratacak cihazların geliştirilmesini hedeflediğini belirtiyor. 

Araştırmacılar, 2002'de Moskova Tiyatrosu'na Çeçen militanlar tarafından düzenlenen baskını da hatırlatıyor. Rehine krizinde Rus özel harekatçılar, binanın havalandırma sisteminden içeri fentanil bazlı "uyku gazı" sıktıktan sonra operasyona başlamıştı. Rus askerler 40 ayrılıkçı militanı öldürmüş, 132 rehinenin çoğununsa gazdan etkilenerek yaşamını yitirdiği bildirilmişti.

Kitabın dünyaya bir uyarı niteliğinde olmasını istediklerini belirten Crowley şöyle devam ediyor: 

Kulağa bilimkurgu gibi geliyor ama bu, bilimsel bir olguya dönüşüyor. Bizatihi beynin savaş alanına dönüşeceği bir çağa giriyoruz. Merkezi sinir sistemini manipüle etmek için kullanılan araçlar giderek daha hassas, erişilebilir ve devletler için daha cazip hale geliyor.

Biyolojik ve kimyasal silahlarla ilgili araştırmalar yürüten Dando da tehdidin arttığı uyarısında bulunuyor: 

Nörolojik bozuklukları tedavi etmemizi sağlayan bilgiler, bilişsel işlevleri bozmak, itaatkarlık yaratmak ve hatta gelecekte insanları farkında olmadan faillere dönüştürmek için kullanılabilir.

Dando ve Crowley, Lahey'de 24-28 Kasım'da otuzuncusu düzenlenecek Taraf Devletler Konferansı'na (Conference of the States Parties/CSP) katılacak. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'ne üye ülkelerin oluşturduğu CSP, Kimyasal Silahlar Sözleşmesi'nin denetiminden sorumlu.

Bilim insanları, gelecekte karşılaşılabilecek bu silahlara karşı şimdiden gerekli önlemlerin alınması gerektiğini söylüyor. Crowley, "Bu bir uyarıdır. Bilimin bütünlüğünü ve insan zihninin kutsallığını korumak için hemen harekete geçmeliyiz" diyor.

Independent Türkçe, Guardian, News Bytes