Siyasal çatışmada bir söylem aracı: İklim değişikliği

Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler kelimeleri, dili ve ifadeleri nasıl manipüle ediyor?

Nicola Ferrarese
Nicola Ferrarese
TT

Siyasal çatışmada bir söylem aracı: İklim değişikliği

Nicola Ferrarese
Nicola Ferrarese

Muhammed Riyad el-Aşiri

Birleşik Arap Emirlikleri'nde düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28) ile birlikte akla pek çok soru geliyor: Gezegenimizin karşı karşıya olduğu iklim felaketlerinden bahsederken hangi terimi kullanmalıyız? ‘İklim krizi’ mi, ‘iklim değişikliği’ mi, yoksa ‘küresel ısınma’ mı?

Neden büyük sanayi ülkeleri bu iklim felaketlerinden bazılarını sınırlandırabilecek önlemleri uygulama konusunda başarısız oluyor?

Şiddetli iklim olaylarının sonuçlarına kim katlanıyor? Sanayi faaliyetleri bu olayların ağırlaşmasına katkıda bulunan ülkeler mi yoksa halihazırda yangınlardan etkilenen ve su baskınlarında boğulan yoksul ülkeler mi?

Konferans oturumlarına katılacak liderler ve politikacılar bu felaketlere karşı hızlı önlem alma konusunda anlaşabilecek mi, yoksa ekonomik hırslar ve siyasi eğilimler bunu engelleyecek mi?

Alevler neredeyse evini kül edecekti

Konferans bana, Cumhuriyetçi Parti'nin eski siyasi danışmanı ve anketör olan Dr. Frank Luntz'un, yıllar önce bir sabah Güney Kaliforniya'daki evindeyken başına gelenleri hatırlattı.

Saat 03.15'te telefonu çalarak evi derhal boşaltması konusunda uyarılan Luntz, Aralık 2017'de Los Angeles'ta çıkan yangın evine yaklaşırken yatak odasının penceresinden alevleri gördü.

EPA
EPA

O günden itibaren iklim krizi Luntz için kişisel bir mesele haline geldi. O, ‘iklim değişikliği’ terimini icat etti ve ABD'deki Cumhuriyetçilere, iklim olaylarının ciddiyeti konusunda şüphe uyandırmak için ‘küresel ısınma’ yerine bu terimi kullanmalarını tavsiye etti.

O günden sonra iklim meselesi artık Luntz'un Cumhuriyetçi Parti liderlerine tavsiyelerde bulunduğu kamusal bir mesele olmaktan çıktı. O gün Luntz'un meseleye bakış açısını değiştirdi. Peki bu nasıl oldu?

Büyük bir sanayi ülkesi olan ABD'deki politikacılar arasında iklim meselesiyle ilgili fikir birliği yok. Zira iki büyük parti olan Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti'nin bu konuda görüşleri farklı.

Büyük bir sanayi ülkesi olan ABD'deki politikacılar arasında iklim meselesiyle ilgili fikir birliği yok. Zira iki büyük parti olan Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti'nin bu konuda görüşleri farklı. Ayrıca ‘kürtaj’, ‘kişisel silah sahipliği’ ve ‘vergiler’ gibi pek çok konuda da farklılık gösteriyorlar.

ABD, iklim olaylarını ve bunların bilimsel temellerini sorgulayan ve çevre konusunda olumsuz pozisyonlar alan seslerin çıktığı tek büyük sanayi ülkesi değil. Brezilya'da Bolsonaro'nun başkanlığı sırasında ve Avustralya'da eski Başbakan Scott Morrison hükümeti döneminde de bu tür sesler yükseldi.

Ancak buradaki tartışmayı ABD ile sınırlandıracağım. Çünkü dünyanın en büyük sanayi ülkesi olarak iklim krizinin şiddetlenmesinde büyük rol oynuyor. Cumhuriyetçi ve Demokrat partili siyasetçiler arasında iklim meselesine dair yaşanan anlaşmazlık, özellikle eski Başkan Donald Trump'ın başkanlığa geldiği dönemde önemli bir konu haline geldi.

“İklim konusu, iki parti arasında siyasi bir çatışmaya dönüştü” dersek abartmış olmayacağımız bu siyasi anlaşmazlık, esas olarak her iki partinin benimsediği değer farklılığından kaynaklanıyor.

Cumhuriyetçi Parti'nin bakış açısı

Çoğu Cumhuriyetçinin bakış açısı birkaç temel fikre dayanıyor. Bunlardan en önemlileri şunlar:

1- Bilim insanlarının iklim meselesine ilişkin fikir birliğinin sorgulanması. Bu fikir birliğinin içeriği, fosil yakıtların yakılması gibi insan faaliyetlerinin çeşitli iklim olaylarının ardındaki temel itici güç olduğudur. Bunu, iklim değişikliğinin ciddiyetini sorgulayan ve iklim olaylarıyla yüzleşmek için acil eyleme geçmenin gerekliliği konusunda şüphelerini dile getiren Cumhuriyetçiler izliyor.

2- Karbondioksit, metan ve ozon gibi sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik her türlü tedbirin alınmasına itiraz etme. Bu nedenle Cumhuriyetçiler, Başkan Barack Obama'nın başkanlığı döneminde uygulanan Temiz Enerji Planı ve otomobiller için yakıt tüketimi standartlarının belirlenmesi gibi karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik bazı politikalara karşı çıktı.

3- Ekonomik büyüme ve enerji güvenliği açısından fosil yakıtların teşvik edilmesi. Buna göre Cumhuriyetçiler, fosil yakıtların çıkarılmasını ve kullanımını kısıtlayan her türlü politikaya karşı çıkıyor.

4- Çevre pahasına olsa bile ekonomik büyümenin ve iş fırsatları yaratmanın önemine odaklanma. Cumhuriyetçiler, katı iklim düzenlemelerinin işletmelere ve ekonomiye zarar verebileceğini savunuyor.

5- ABD'nin, diğer ülkelerin pozisyonlarını umursamadan, enerji konusunda bağımsız bir pozisyona sahip olması çağrısında bulunmak ve yabancı enerji kaynaklarına bağımlılığı azaltmanın bir yolu olarak, fosil yakıtlar da dahil olmak üzere yerli enerji üretimine odaklanmayı teşvik etmek.

 

İklim krizi denilen şey sahte haberlerden başka bir şey değil.

Eski ABD Başkanı Donald Trump

Bu, Cumhuriyetçi Parti'nin tüm üyeleri arasında küresel ısınma olgusuna ilişkin tam bir tekdüzelik olduğu anlamına gelmiyor. Parti içindeki görüşler bölgesel değerlendirmelere, seçmenlerin görüşlerine ve bireysel inançlara göre bir eyaletten diğerine farklılık gösterebilir.

Cumhuriyetçi tutumun en iyi temsilcisi şüphesiz iklim değişikliğini bir ‘aldatmaca’ olarak tanımlayan eski ABD Başkanı Donald Trump. Trump, 2012'de attığı bir tweette şu ifadeleri kullandı: “Küresel ısınma kavramı, Amerikan endüstrisini rekabet edemez hale getirmek için Çinliler tarafından formüle edildi.” Kuşkusuz bu hiçbir bilimsel kanıtla desteklenmeyen bir ifadedir.

Her zamanki üslubuyla şunu söyleyen de oydu: “İklim krizi denilen şey sahte haberlerden başka bir şey değil.”

Trump net bir adamdı, açıklamalarda bulunmaktan vazgeçmedi. Hatta harekete geçti ve Haziran 2017'de Paris İklim Anlaşması'ndan çekildi.

(foto altı) Kenya'nın Machakos kentinde Dünya Çevre Günü'nde çalışan bir işçi, 5 Haziran 2023. (EPA)
Kenya'nın Machakos kentinde Dünya Çevre Günü'nde çalışan bir işçi, 5 Haziran 2023. (EPA)

Trump, enerji politikasını Amerikan hegemonyası ilkesini destekleyecek şekilde formüle etti ve ABD'yi bağımsız bir enerji kaynağı haline getirerek bu ilkeyi güçlendirdi.

Bu nedenle Trump yönetimi, sera gazlarını azaltmayı amaçlayan bazı çevre düzenlemelerini geri aldı. Kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtları teşvik etmeye başladı.

Bu, Cumhuriyetçilerin, küresel ısınma olgusunda herhangi bir tehlike olduğuna inanmadıkları ve bilim adamlarının kanıtlarını -kendi bakış açılarına göre- yanıltıcı olduğu için reddettikleri yönündeki tutumunu açıkça ortaya koyuyor.

Demokrat Parti'nin bakış açısı

Demokratlara gelince, onların tutumu başka fikirlere dayanıyor. Bunlardan en önemlileri şunlar:

1- Paris İklim Anlaşması'nın kararlılıkla desteklenmesi ve ona geri dönülmesinin gerekliliği.

2- ABD'yi temiz enerji ekonomisine dönüştürmeyi amaçlayan politikaların teşvik edilmesi. Uygulamada bu, genellikle rüzgâr ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımların artması anlamına gelir.

3- Ulaştırma ve sanayi dahil olmak üzere çeşitli sektörlerde bu gazların emisyonlarını azaltmaya yönelik düzenleyici tedbirler alarak sera gazı emisyonlarının kontrol altına alınması. Bu, otomobiller için emisyon standartlarının belirlenmesini, temiz teknolojilerin teşvik edilmesini ve enerji santrali emisyonlarının kontrol edilmesini sağlar.

4- Savunmasız toplulukların deniz seviyesinin yükselmesinden ve aşırı hava olaylarından korunması da dahil olmak üzere, iklim değişikliğinin etkilerine hazırlanmanın ve uyum sağlamanın öneminin vurgulanması.

Biden yönetimi, karbonsuz bir enerji sektörüne ulaşmak ve 2050 yılında emisyonları sıfıra indirmek için 2035 yılını hedef olarak belirledi.

5- İklim sorununun çevresel adaletle ilişkilendirilmesi, böylece iklimin etkilerinin yükünü yalnızca dışlanmış topluluklarla sınırlı kalmamak üzere tüm toplulukların üstlenmesi.

6- Temiz enerji teknolojilerinin geliştirilmesi ve düşük karbon ekonomisine geçişin hızlandırılması amacıyla bilimsel araştırma ve geliştirme yatırımlarının desteklenmesi.

Başkan Joe Biden, başkanlığı devraldıktan sonra politikalarını bu ideoloji ışığında çizdi. Bunlardan ilki 2021'de Paris İklim Anlaşması'na yeniden katılmaktı.

AFP
AFP

Biden, federal kurumları, toksik emisyonları azaltma, yatırımları yenilenebilir enerji kaynaklarına yönlendirme ve elektrikli otomobil üretme politikalarıyla tutarlı olacak şekilde düzenlemelerini gözden geçirmeye yönlendiren bir dizi idari emir yayınladı.

İklim meselesinde bilimsel uzlaşının takip edildiğini vurgulayan Biden, yönetimini bu konuda politika geliştirme konusunda bilimsel uzmanlığa sahip olanların yardımına başvurmaya çağırdı.

Biden yönetimi, karbonsuz bir enerji sektörüne ulaşmak ve 2050 yılında emisyonları sıfıra indirmek için 2035 yılını hedef olarak belirledi.

Demokrat Parti'nin tutumunun özü, küresel ısınma olgusunun insanlığı tehdit eden yakın tehlike duygusu ve bu tehlikeyle yüzleşmek için dünya ülkeleri arasında kolektif eyleme duyulan inançtır.

İklim ifadelerine siyasi ilgi

Buradaki önemli soru şudur: Cumhuriyetçiler ve Demokratlar seçim kampanyalarında oy kazanmak için politikalarını ve ideolojilerini ABD kamuoyuna nasıl sunuyorlar?

Kavramları her bir partinin ideolojisine hizmet edecek anlamlı ifadelere dönüştüren dilbilimcilerin ve anketörlerin rolü burada devreye giriyor. Burada sadece Cumhuriyetçi Parti üzerinden örnek vermekle yetineceğim.

Yazının başında, çabalarını Cumhuriyetçi Parti'ye ve onun politikacılarına hizmet etmeye adayan Frank Luntz'dan bahsetmiştim. Luntz 1962 yılında doğdu. Pensilvanya Üniversitesi'nde lisans düzeyinde tarih ve siyaset bilimi okudu, ardından Oxford Üniversitesi’nde siyaset alanında doktora derecesi aldı. Eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson ile aynı dönemde Oxford’dalardı. Doktora tezi ‘seçim kampanyaları’ ile ilgiliydi ve 1988'de ‘Adaylar, Danışmanlar ve Kampanyalar: Amerikan Seçimlerinin Tarzı ve Özü’ (Candidates, Consultants and Campaigns: The Style and Substance of American Electioneering) başlığıyla yayınladığı bir kitabın temelini oluşturuyordu. Luntz, söz konusu tezinde siyasetçileri, kitleler üzerinde daha fazla etki sahibi olabilmek için kampanyaları sırasında kullandıkları ifadelere dikkat etmeye çağırıyordu.

Onun Cumhuriyetçi Parti için formüle ettiği ifadeler arasında en öne çıkanları ‘emlak vergisi’ yerine ‘ölüm vergisi’, ‘küresel ısınma’ yerine ‘iklim değişikliği’ ve ‘vergi indirimi’ (Tax Cut) yerine ‘verginin acısını hafifletmek’ (Tax Relief) ifadeleridir.

Luntz, çalışma alanını “müvekkillerinin bir konu veya aday hakkındaki kamuoyunu değiştirmesine veya ürünlerini satmasına yardımcı olacak kelimeler bulmak” olarak tanımlıyor. Luntz, Cumhuriyetçi Parti'nin politikasını üzerine inşa ettiği bazı değerlere inanması nedeniyle ifadelerini Cumhuriyetçi Parti'nin değerleri doğrultusunda formüle ediyor. Bu değerler arasında ‘bireysel ve kişisel özgürlük’, ‘sınırlı hükümet müdahalesi’, ‘ekonomik büyümenin teşvik edilmesi’ ve ‘özel teşebbüsün teşvik edilip vergilerin azaltılması’ yer alıyor.

Onun Cumhuriyetçi Parti için formüle ettiği ifadeler arasında en öne çıkanları ‘emlak vergisi’ yerine ‘ölüm vergisi’, ‘küresel ısınma’ yerine ‘iklim değişikliği’ ve ‘vergi indirimi’ (Tax Cut) yerine ‘verginin acısını hafifletmek’ (Tax Relief) ifadeleridir.

Bu değerlerin ışığında parti, küresel ısınma krizinin nedeninin insan faaliyetleri olduğu fikrini kabul etmeyi reddediyor. Ayrıca bilimin, gezegenimizin şu anda karşı karşıya olduğu fırtına, kasırga, sel ve yangın gibi felaketlerin çoğu bilim insanının söylediği gibi iklim değişikliğinin sonucu olduğu yönündeki görüşünü de reddediyor.

İklim krizine ilişkin bu şüpheci tutum, Cumhuriyetçi Partili siyasetçilerin sorunun aciliyetini ve ciddiyetini küçümsemesine yol açıyor. Bu aynı zamanda onları, otomobillerde yakıt tüketimine ilişkin standartlar koymak gibi belirli politikaları dayatmayı reddetmeye de sevk ediyor. Çünkü bu, onların bakış açısına göre, kişisel özgürlüklere bir müdahaledir.

Parti, bu değerlerden yola çıkarak fosil yakıtlara yatırımı da teşvik ediyor. Çünkü bu, iş fırsatlarını ve ekonomik büyümeyi artırıyor ve özel şirketlerin önünü açıyor.

(foto altı) 15 Kasım 2023'te Vietnam'ın merkezindeki Hue şehrinde sel suları park halindeki arabaları sular altında bıraktı. (AFP)
15 Kasım 2023'te Vietnam'ın merkezindeki Hue şehrinde sel suları park halindeki arabaları sular altında bıraktı. (AFP)

Gizli ‘iklimsel-dilsel’ not

2001 yılında Luntz, Cumhuriyetçi Parti'ye gizli bir not yazdı ve bu not daha sonra ortaya çıktı. Burada partinin “çevre konusundaki iletişim savaşını kaybettiğini” ve yeni Cumhuriyetçi Başkan George Bush'un savunmasız olduğunu kabul etti. Oliver Burkeman'ın Guardian gazetesinde 4 Mart 2003 tarihli yazısında bildirdiğine göre, Luntz, parti politikacılarını ‘sera gazlarının tehlikeleri konusunda bilimsel bir fikir birliğinin olmadığı’ fikrini yaymaya çağırdı.

Notta Luntz, Cumhuriyetçilere iklimle ilgili bilimsel kesinliğin olmadığı fikrini tartışmalarının temel fikri haline getirmeleri ve böylece bunun kamuoyunun zihninde sağlam bir şekilde yerleşmesi çağrısında bulundu. Zira Cumhuriyetçiler için hâlâ bilime meydan okuma fırsatı vardı.

Beyaz Saray'ın, bilim insanları daha fazla araştırma yapana kadar Kyoto Protokolü'nün gerektirdiği zorunlu emisyon kısıtlamalarını uygulamayı reddetme pozisyonuna uygun olarak, “yalnızca tüm gerçekler mevcutsa harekete geçmenin” önemini vurgulamalarını istedi.

Peki ya Luntz neden ‘küresel ısınma’ yerine ‘iklim değişikliği’ ifadesini seçti?

Daha sonra Luntz, partiye ve politikacılarına ‘küresel ısınma’ (global warming) terimini bırakıp ‘iklim değişikliği’ (climate change) terimini kullanmalarını tavsiye etti.

Peki Luntz'u bu tavsiyeyi vermeye iten iki terim arasındaki temel fark nedir?

İngilizce'de ‘global warming’ (küresel ısınma) ifadesi, Dünya sıcaklıklarının fiili olarak artmasıyla temsil edilen bir iklim olgusunun varlığına işaret ediyor. Bu iklim olgusu yerel bir olgu değil, sonuçları dünya çapında pek çok farklı ülkeyi etkileyen küresel bir olgudur.

Cumhuriyetçi Parti'nin, petrol ve doğal gaz alanında faaliyet gösteren büyük şirketlerin çıkarlarını korumak ve fosil yakıt kullanımının azaltılmasıyla zarar görebilecek ekonomik büyümeyi sürdürmek amacıyla ABD kamuoyunun zihnine şüphe tohumları ekmeye yönelik politikalarında aradığı şey budur.

Bu noktada Luntz, kamuoyunda yüksek sıcaklıklar ve bunun yol açabileceği yangınlar imajını uyandırmayan, aksine iklim meselesini özünden uzaklaştıran yeni bir ifadeyle karşımıza çıktı.

Partiyi, politikalarını ‘çevreci’ (environmentalist) yerine ‘çevreyi koruyucu’ (conservationist) olarak tanımlamaya çağırdı. Çünkü çoğu insan çevrecilerin ‘aşırı’ olduğunu düşünüyor.

Cumhuriyetçi Parti'nin eski siyasi danışmanı Frank Luntz

ABD kamuoyu ‘iklim değişikliği’ (climate change) tabirini duyduğunda aklında herhangi bir iklim olgusunun somut bir resmini çizemeyecektir. Çünkü ifadede kullanılan ‘iklim’ kelimesi genel, soyut bir kelimedir. Ayrıca ‘değişim’ kelimesi, bu değişikliğin türü hakkında bir şey söylemediği için spesifik değildir. Cumhuriyetçiler bu ifadeyi kullanarak, bu zekice ifadeyle etkisiz hale getirilen soğuk bir tepkiyi garanti altına almış olacaklar.

Ayrıca partiyi, politikalarını ‘çevreci’ (environmentalist) yerine ‘çevreyi koruyucu’ (conservationist) olarak tanımlamaya çağırdı. Çünkü çoğu insan çevrecilerin ‘aşırı’ olduğunu düşünüyor. Luntz, kamuoyunun Cumhuriyetçi Parti’nin niyetlerinden şüphelenmemesi için mümkün olduğunca iş sektörü hakkında konuşmaktan kaçınmalarını tavsiye etti.

Luntz onları, Cumhuriyetçilerin ABD’liler arasındaki ortak imajının, “sahiplerinin yalnızca kârı umursadığı büyük şirketlerin etkisine tabi oldukları” yönünde olduğu konusunda uyarmıştı.

Luntz notunda, “Gerçeklere dayanmasa bile her durum ikna edici olabilir. Ancak gerçekler kuru bir şekilde anlatılmak yerine duygulara dayanırsa daha ikna edici olacaktır” diye belirtiyor. Guardian makalesinde belirtildiği gibi, Cumhuriyetçi Parti stratejistleri Luntz'un sözlerini memnuniyetle karşıladılar.

‘Küresel ısınma’ terimi 2001'de bir süre Bush'un konuşmalarında yer almaya devam etti, ardından 2002'de Luntz’un notunun yayınlanmasının ardından neredeyse tamamen ortadan kalkana kadar azaldı.

Luntz'ın pişmanlığı ve bilimin bir erdem olarak kabul edilmesi

Frank Luntz, evine yaklaşan alevlerle bizzat yüzleşene kadar iklim meselesindeki tutumunu sürdürdü. Luntz o dönemde yıkıcı iklim olaylarının göz ardı edilemeyecek karşı konulmaz bir gerçek haline geldiğini hissediyordu.

2019'da ABD Senatosu önündeki ifadesinde olanları şöyle anlattı: “Cesur Los Angeles itfaiyecileri evimi kurtardı, ancak diğerleri o kadar şanslı değildi. Deniz seviyeleri yükseliyor, buzullar eriyor ve kasırgalar eskisinden daha şiddetli hale geliyor.”

Luntz, ABD Temsilciler Meclisi İklim Komitesi’ne şunları söyledi: “2001'de yanılmışım. Umarım 18 yıl önce yazdığım bir şeyi kullanmayı bırakırsınız. Çünkü artık o zaman yazdıklarım doğru değil.”

‘İklim değişikliği’ terimini icat etmekten duyduğu üzüntüyü kabul eden Luntz, Mayıs 2021'de İngiliz gazetesi The Times’a verdiği röportajda “Sadece yanlış yapmakla kalmadım, şimdi yanlışımı düzeltmek de istiyorum” dedi.

Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



Boeing motor arızası Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı pistinde yangına neden oldu

United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
TT

Boeing motor arızası Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı pistinde yangına neden oldu

United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)

United Airlines’a ait bir Boeing 777-200ER uçağı, kalkış sırasında meydana gelen motor arızası nedeniyle pistte çıkan yangın sonucu dün Tokyo’ya gitmek üzere havalandığı Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri dönmek zorunda kaldı.

Fransız Haber Ajansı AFP’nin aktardığına göre United Airlines şirketi, “UAL803, kalkıştan kısa bir süre sonra Washington’daki Dulles Uluslararası Havalimanı’na geri döndü ve motorlarından birinde meydana gelen güç kaybını gidermek için güvenli bir şekilde indi” açıklamasını yaptı ve 275 yolcu ve 15 mürettebat arasında yaralanan olmadığını belirtti.

Açıklamaya göre yolcuların başka bir uçakla United Airlines uçuşunun asıl varış noktası olan Tokyo Haneda Havalimanı'na götürmesi planlanıyor.

ABD'nin başkenti Washington’daki en büyük havaalanı olan Dulles Uluslararası Havaalanı’nın sözcüsü, uçağın saat 12:20 civarında (17:20 GMT) kalktığını ve olayın ‘pist yakınlarındaki bazı ağaçlarda yangına neden olduğunu’ söyledi.

Sözcü, açıklamasına şöyle devam etti:

“Yangın söndürüldü, uçak Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri döndü, saat 13.30 civarında güvenli bir şekilde indi ve havalimanı itfaiye ekipleri tarafından incelendi.”

Hasar gören pistin sınırlı bir süre için kapatıldığını açıklayan sözcü, Dallas Uluslararası Havaalanı'nda birkaç pist olduğu için diğer uçuşların etkilenmediğini de sözlerine ekledi.

rfgtyh
Uçak Dulles Uluslararası Havalimanı'na indikten sonra, bir acil müdahale aracı pistin yakınlarındaki yangını söndürmeye çalışıyor (Reuters)

ABD Federal Havacılık İdaresi (FAA), uçağın ‘kalkış sırasında motor arızası’ yaşadığı için Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri döndüğünü açıkladı, ancak daha fazla ayrıntı vermedi. FAA, olayı soruşturacağını belirtti.

ABD Ulusal Ulaşım Güvenliği Kurulu (NTSB) da resmi bir soruşturma açıp açmayacağına karar vermek için şu anda olayla ilgili verileri topladığını duyurdu.

Havacılık haber ağı AIRLIVE, uçağın motorunun kalkış sırasında alev aldığını ve pistin sonunda yangına neden olduğunu bildirdi.

AIRLIVE, olayın ardından acil iniş denemesi öncesinde uçağın ağırlığını azaltmak için kritik bir güvenlik prosedürü olan yakıt boşaltma manevrası yaptığının görüldüğü bildirdi.

AIRLIVE tarafından yayınlanan uçak kayıt bilgilerine göre uçak 1998 kasımında Continental Airlines'a teslim edilmiş, daha sonra United Airlines tarafından satın alınmış ve (2024 yılından beri GE Aerospace olarak bilinen) iki General Electric motorla donatılmıştı.


WSJ: ABD, ülkelere Gazze'ye asker göndermeleri için baskı yapıyor, ama henüz yanıt yok

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
TT

WSJ: ABD, ülkelere Gazze'ye asker göndermeleri için baskı yapıyor, ama henüz yanıt yok

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)

ABD gazetesi The Wall Street Journal (WSJ), ABD’li yetkililerin, Başkan Donald Trump yönetiminin Gazze Şeridi'ni istikrara kavuşturmak için ABD’li bir generalin komutasındaki 10 bin kişilik çok uluslu bir güç oluşturmaya çalıştığını söylediğini aktardı.

WSJ tarafından isimleri açıklanmayan yetkililere göre savaştan sonra Gazze'ye bu gücün konuşlandırılması önümüzdeki yılın büyük bir bölümünü alacak. Aynı yetkililer, söz konusu gücün görevinin Hamas'ı silahsızlandırmayı da içerecek şekilde genişletilme olasılığı konusundaki çekinceler nedeniyle hiçbir ülkenin asker göndermediğini söyledi.

Şarku’l Avsat’ın WSJ'den aktardığı habere göre ABD'li yetkililer, gelecek yılın başlarında 5 bin asker gönderme taahhüdü almayı umuyor ve bu sayının 2026 sonuna kadar 10 bine çıkmasını hedefliyor. Ancak diğer yetkililer, gücün asker sayısının 8 bini geçmeyeceğini düşünüyor.

WSJ, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yaklaşık 70 ülkeye Gazze’ye konuşlandırılacak güce askeri veya mali katkı sağlamaları için resmi talepte bulunduğunu, ancak yalnızca 19 ülkenin asker gönderme veya ekipman ve lojistik dahil olmak üzere başka şekillerde yardım sağlama konusunda istekli olduğunu bildirdi.

Katar'da salı günü 25'ten fazla ülkenin ABD'nin liderliğinde yapılacak toplantıda bir araya gelerek söz konusu gücün kurulması ve görev kapsamı için planlar hazırlaması bekleniyor.

WSJ, ABD'li yetkililerin Hamas'ın silahsızlandırılmasındaki herhangi bir gecikmenin İsrail ordusunun Gazze'den tamamen çekilmek yerine bölgede kalmasına neden olabileceğini söylediklerini aktardı.

Eski ABD Başkanı George W. Bush yönetimi döneminde Ortadoğu meselelerinden sorumlu eski ABD Ulusal Güvenlik Konseyi yetkilisi Michael Singh, konuya ilişkin değerlendirmesinde “Hamas ile çatışmaktan kaçınan bir barış gücü, bölgede yeni sorunlar yaratabilir” dedi.

Singh, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Güç kullanmaya isteksiz olan barış gücü, İsrail için ‘Hamas'ı silahsızlandırmada başarısız olmakla kalmayıp, yeniden silahlanmasına da zemin hazırlayan ve İsrail'in hareket özgürlüğünü kısıtlayan bir güç olma’ şeklindeki en kötü senaryoyu yaratma riskini taşıyor.”

ABD'li yetkililere göre Hamas, ağır silahlarını Mısır'ın gözetimi altında depolara kaldırmaya açık olduğunu özel olarak ifade etti.


Beyaz Saray yalanladı, tartışma büyüyor:  Trump yönetimi Avrupa Birliği’ni bölmeyi hedefleyen gizli strateji hazırladı

TT

Beyaz Saray yalanladı, tartışma büyüyor:  Trump yönetimi Avrupa Birliği’ni bölmeyi hedefleyen gizli strateji hazırladı

ABD Başkanı Donald Trump, Avrupa'nın göç politikalarını transatlantik ilişkilere yönelik bir tehdit olarak görüyor (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump, Avrupa'nın göç politikalarını transatlantik ilişkilere yönelik bir tehdit olarak görüyor (Reuters)

İnci Mecdi

Savunma meselelerinde uzman bir Amerikan web sitesi, ABD Başkanı Donald Trump yönetimine atfedilen tartışmalı bir stratejik teklifi içerdiği iddia edilen bir belgenin ayrıntılarını yayınladı. “Avrupa'yı Yeniden Muhteşem Yapalım” başlıklı yeni strateji kapsamında dört Avrupa ülkesini Avrupa Birliği'nin politikalarından uzaklaştırmayı ve ABD'nin nüfuz alanına yaklaştırmayı amaçlıyor.

Arku’l Avsat’ın Defense One internet sitesinden aktardığı habere göre gizli belge, Washington'un Avrupa kıtasında siyasi bir depreme neden olacak bir adımla Avusturya, İtalya, Macaristan ve Polonya'yı Avrupa bloğunun politikalarından koparmaya çalışma niyetinden bahsediyor.

Avrupa'ya göç

Bu sözde sızıntı, resmi ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin yayınlanmasından bir hafta sonra geldi. 33 sayfadan oluşan strateji, “medeniyetinin silinmesi” olasılığına karşılık uyarısı, kıtanın demografisini değiştiren büyük göç dalgaları göz önüne alındığında, bazı Avrupa ülkelerinin “güvenilir müttefik” olarak kalıp kalamayacağına dair şüpheleri nedeniyle Avrupa'da geniş çaplı tartışmalara yol açtı. Strateji  ayrıca mevcut eğilimlerin devam etmesi halinde kıtanın “20 yıldan daha kısa bir süre içinde tanınmaz hale gelebileceğine” de dikkat çekti.

Sızdırılan belge, “ABD'ye sadık kalarak egemenlik arayışında olan ve geleneksel Avrupalı yaşam tarzlarını koruyan veya yeniden canlandıran” partileri, hareketleri, düşünsel ve kültürel figürleri destekleme ihtiyacına işaret ediyor. Bu eğilim, resmi stratejide “Avrupa ülkelerinde kıtanın mevcut gidişatına karşı direnişin geliştirilmesi” şeklindeki ifadenin bir uzantısı olarak görülüyor. Buna ek olarak, milliyetçi partilerin artan etkisine de güveniliyor.

Bu partilerin isimleri açıkça belirtilmese de, tahminler bunların arasında Fransa'da Marine Le Pen liderliğindeki “Ulusal Miting”, İspanya'da “Vox”, İngiltere'de “Reform” ve “Almanya İçin Alternatif” partilerinin de yer aldığını gösteriyor. Bunlara ek olarak, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni liderliğindeki “İtalya'nın Kardeşleri” Partisi de bulunuyor.

Sahte haberler

Beyaz Saray, belge ile ilgili haberi “sahte haber” olarak nitelendirerek hemen bu iddiaları kesin bir dille reddetti. Beyaz Saray Basın Sözcüsü Yardımcısı Anna Kelly, Başkan Trump'ın “şeffaf” olduğunu söyledi. İmzalı resmi strateji belgesinin, onaylanmış tek belge olup, alternatif veya gizli bir versiyon olduğu fikrini reddetti

Gözlemciler, açıklanan stratejinin gerçekten de Avrupa Birliği'ne yönelik keskin bir bakışı yansıttığını, zira liderlerini kitlesel göç karşısında çaresiz kalmakla suçladığını söylüyor. Keza  Brüksel'in politikalarını ulusal egemenliği baltalamaktan, siyasi özgürlükleri kısıtlamaktan ve üye devletlerin rolünü zayıflatmaktan sorumlu tutuyor. Avrupa'nın göç politikalarını “kıtanın çehresini değiştirmek ve huzursuzluk yaratmak” olarak tanımlıyor.

Tekrarlanan aleni açıklamaları sırasında Trump, “kötüleşen Avrupa ülkelerini” ve onların “siyasi doğruculuğa takıntılı” liderlerini hedef alarak, göç politikalarının ülkelerini “yok ettiğini” ve bunun sonucunda Avrupa'nın “parçalandığını” varsaydı.

Ukrayna savaşı

Ukrayna savaşı da Atlantikli müttefikler arasında bir gerilim ve geniş çaplı anlaşmazlık noktasını temsil ediyor. Son günlerde ABD Başkanı Avrupalı liderlere yönelik açıklamalarını sertleştirerek onları zayıf olarak nitelendirdi ve Ukrayna'daki savaşı sonlandıramamakla suçladı. Trump ile Almanya, İngiltere ve Fransa liderleri arasında aynı konuyla ilgili gergin bir telefon görüşmesinin ardından gerginlik daha da arttı. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, Washington ile ek görüşmelerin beklendiğini ve önümüzdeki hafta başında Ukrayna konusunda uluslararası bir toplantı yapılması olasılığının bulunduğunu vurguladı.

Bu yönelimler, ABD-Avrupa ittifakını parçalamaya yönelik girişimlere karşı uyarıda bulunan Papa 14. Leo’nun kayda değer tutumu da dahil olmak üzere kapsamlı eleştirilere yol açtı. Papa, Trump'ın bazı açıklamalarının ABD ile Avrupa arasındaki tarihi ittifakın doğasında “köklü bir değişikliği” temsil edebileceğini söyleyerek, bu ittifakın mevcut aşamada zarar görme tehlikesine karşı uyarıda bulundu.

Beş güç

İngiliz The Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, iddia edilen belge tartışmaya başka bir boyut kazandırıyor. Zira küresel nüfuz dengesini yeniden şekillendirecek bir hamleyle, ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Japonya'yı kapsayan “beş temel güç” adı verilen yeni bir uluslararası blok oluşturulması önerisinden bahsediyor.

Daha önce Trump, Rusya'nın G8’den çıkarılmasından ve böylece grubun G7’ye dönüşmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirerek tartışmalara yol açmış ve bunu “çok büyük bir hata” olarak tanımlamıştı. Hatta daha da ileri giderek Çin'i de ekleyerek G9 adını verdiği bir grup oluşturmayı teklif etmişti.

Ulusal Güvenlik Stratejisi, bir adım daha ileri giderek, büyük güçlerin yer aldığı, üye devletlerin zengin olmasını ve demokratik sistemlerle yönetilmesini gerektiren G7’nin koşulları ile sınırlanmamış yeni bir blok inşa etmeyi öneriyor.

Beyaz Saray'dan gelen resmi yalanlamalara rağmen, bu sızıntılar Avrupa'nın transatlantik ilişkilerin geleceği ve Washington'un kıtanın siyasi haritasını yeniden şekillendirmedeki rolü konusunda giderek artan endişelerini büyütmeye devam ediyor. Daily Mail gazetesi, Avrupalıların tepkilerinin öfkeli ve hızlı olduğunu bildirdi. Chatham House Enstitüsü'nden araştırmacı Leslie Vinjamuri, yaşananların “Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan uluslararası liberal düzenin sonunu” temsil ettiğini söyledi.

Bazı Avrupalı ​​liderler, Washington'un milliyetçi ve Avrupa Birliği’ne şüpheyle yaklaşan partileri güçlendirebilecek şekilde, kıtanın iç siyasi işlerine tekrar müdahale etmesinden duydukları endişeyi dile getirdiler.

Artan gerilimin gölgesinde ABD Kongresi, ABD yönetiminin Avrupa'daki Amerikan askeri varlığını yasama organının onayı olmadan azaltma yetkisini kısıtlamayı amaçlayan Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası'nı oylamaya hazırlanıyor.