Almanya'da çiftçiler hükümetin dizel için vergi indirimlerini azaltma planını protesto etti

Almanya'da çiftçiler, koalisyon hükümetinin tarım sektöründeki vergi ayrıcalıklarını kaldırma planını traktörleriyle protesto etti

(AA)
(AA)
TT

Almanya'da çiftçiler hükümetin dizel için vergi indirimlerini azaltma planını protesto etti

(AA)
(AA)

Berlin'e traktörleriyle gelen 3 binden fazla çiftçi "Çok fazla, çok fazla! Artık bitti!" sloganıyla Brandenburg kapısı önünde toplanarak konvoy oluşturdu.

Alman koalisyon hükümetinin tarımsal dizel sübvansiyonunun kaldırılmasını ve planlanan araç vergisi muafiyetini protesto eden çiftçiler, istekleri karşılanmazsa ocak ayından itibaren "büyük protestolara" başlayacaklarını belirtti.

Alman Çiftçiler Birliği Başkanı Joachim Rukwied, protestoda yaptığı konuşmada, Alman koalisyon hükümetinin tarıma yönelik vergi indirimlerinin kaldırılmasını sert bir şekilde eleştirerek, "Bunu kabul etmeyeceğiz." dedi.

Vergi indirimlerinin kaldırılmasını çiftçilere "savaş ilanı" olarak niteleyen Rukwied, hükümetin geri adım atmaması halinde yeni protesto gösterileri düzenleyeceklerini söyledi.

Rukwied, "O halde 8 Ocak'tan itibaren ülkenin daha önce hiç yaşamadığı bir şekilde her yerde olacağız." dedi.

Bu arada, binlerce traktörün başkent merkezine girmesi nedeniyle trafik de felç oldu.

(AA)
(AA)

"Gıda perakende de fiyatları belirleyen 4 büyük şirket var"

Almanya Özgür Çiftçiler Derneği’nden Reinhard Jung, AA muhabirine, Alman çiftçilerin tarıma tek taraflı yük olan vergilerin artırılmasını kabul etmediklerini belirtti.

Jung, "Üstelik, üretim kısıtlamaları, aşırı regülasyon ve fiyatlarımızı aşağı çeken tarımsal ithalatla karşı karşıya bulunuyoruz. Hükümet vergilerle bize yük oluyor ancak para kazanmak için daha fazla imkan vermiyor. Bu ek yükü müşterilerimize aktaramıyoruz. Çünkü biz çiftçiler, ürünlerimizi satın alan tekeller tarafından alanlarda kısıtlanmış durumdayız." diye konuştu.

Gıda perakendecilikte fiyatları belirleyen 4 büyük şirket olduğunu vurgulayan Jung, "Alman hükümeti, tekellerin gücüne ve ithalatın fiyat baskısına karşı katma değerimizi güçlendirecek hiçbir şey yapmıyor. Ancak vergileri istiyorlar. Bu olamaz. Bundan dolayı bunu reddediyoruz. Biz çiftçiler gelir vergisi ödemek istiyoruz, ancak üretimimizi pahalılaştıran ve ekonomik olmaktan çıkaran vergileri vermek istemiyoruz." ifadesini kullandı.

Protestoya katılan ve isminin Leo olduğunu söyleyen genç bir çiftçi de hem çiftçilik yaptığını hem de üniversiteye gittiğini belirterek, yakıt fiyatlarını pahalı hale getiren hükümeti protesto etmek için toplandıklarını söyledi.

Genç çiftçi Leo, "Diğer ülkelerle rekabetle karşılaştığında Almanya'da çiftçiler için üretim zaten oldukça zor. Bu yüzden daha ucuz yakıta ihtiyacımız var. Aksi halde üretmeyi bırakacağız ve her şeyi ithal etmek zorunda kalacağız." diye konuştu.

Alman çiftçiler neden protesto ediyor?

Almanya Anayasa Mahkemesi, kasımda koalisyon hükûmetinin, Kovid-19 salgını döneminden kalma 60 milyar avroluk kullanılmamış krediyi bir iklim fonuna aktarma kararının anayasaya aykırı olduğuna karar vermesinin ardından Alman hükümeti 2024 bütçesinde tasarrufa gitmek zorunda kalmıştı.

Mahkeme kararının ardından hükûmetin borç frenini art arda beşinci yıl için askıya alması ya da tasarruf ve vergi artışları için yaklaşık 17 milyar avro bulması gerekiyordu.

Sosyal Demokrat Parti, Yeşiller Partisi ve Hür Demokrat Parti'nin oluşturduğu hükümet, gelecek yılın bütçesin de açığı kapatmak için, geçen hafta karbon vergisini öngörülenin üzerinde artırdı. Karbon vergisi (CO2 fiyatı) ton başına 30 avrodan 40 avro yükseltildi. Bunun da ülkede benzin ve dizel litre fiyatlarını sırasıyla 4,3 avro cent ve 4,7 avro cent artırması bekleniyor.

Alman hükümeti, bütçe kesintilerinin bir parçası olarak çiftçiler için vergi muafiyetlerini kaldırmayı ve tarımsal dizel sübvansiyonu da sonlandırmayı planlıyor.

Hükümetin planına göre, Alman çiftçiler artık tarım için kullandıkları mazot için vergi indirimi almayacak ve tarım araçları için otomobil vergisinden muaf tutulmayacak.

Alman hükümeti bu önlemlerin iklimin korunmasına yardımcı olacağını savunuyor.

FDP Meclis Grubu Başkanı Christian Dürr, yaptığı açıklamada, "Her şeyden önce çiftçilerimizin diğer Avrupa ülkelerine kıyasla adil rekabet koşullarına ihtiyacı var." ifadesini kullandı.

Dürr, hükümetin çiftçiler için vergi indirimlerinin kaldırılması planlarını veto edeceğini belirterek koalisyon anlaşmasındaki çatlakların sinyalini de verdi.

Bu arada, Hollanda gibi diğer Avrupa ülkelerinde de çiftçiler tarafından benzer protestolar düzenlenmesi dikkati çekiyor.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.