İran, Irak’tan Süleymani’nin öldürülmesine ilişkin adli dosya hazırlamasını istedi

Kasım Süleymani’nin çocukları, dün akşam Tahran’da babalarının ölümünün dördüncü anma törenine katıldı (Tesnim)
Kasım Süleymani’nin çocukları, dün akşam Tahran’da babalarının ölümünün dördüncü anma törenine katıldı (Tesnim)
TT

İran, Irak’tan Süleymani’nin öldürülmesine ilişkin adli dosya hazırlamasını istedi

Kasım Süleymani’nin çocukları, dün akşam Tahran’da babalarının ölümünün dördüncü anma törenine katıldı (Tesnim)
Kasım Süleymani’nin çocukları, dün akşam Tahran’da babalarının ölümünün dördüncü anma törenine katıldı (Tesnim)

İran Yargı Erki İnsan Hakları Komitesi Başkanı Kazım Garibabadi, ülkesinin, dört yıl önce Bağdat’ta ABD tarafından yapılan bir saldırıda öldürülen Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle ilişkili olarak Irak mahkemelerinde adli bir dosya oluşturulması ve sanıkların yargılanması için Bağdat’la temaslarını sürdürdüğünü açıkladı.

İran Devrim Muhafızları Ordusu’na (DMO) bağlı Tesnim Haber Ajansı’nın aktardığına göre Garibabadi, “Süleymani dosyası yerel mahkemelerde takip ediliyor ve davayı uluslararası bir düzeye çıkarmaya çalışıyoruz” dedi.

Garibabadi, ülkesinin ABD’li sanıklara, “Kendilerini savunmak üzere mahkemeye çıkabilecekleri veya kendileri adına bir avukat tutabilecekleri" konusunda bilgi verdiğini öne sürerek, “Sanıklar avukat vermezse mahkeme bir avukat atayacak” dedi.

İranlı yetkiliye göre Tahran, Süleymani dosyasıyla ilgili olarak Irak tarafıyla temaslarını sürdürüyor. Garibabadi, “Görüşmelere devam ediyoruz. Bir an önce soruşturmalarını tamamlayıp iddianameyi mahkemeye sunmalarını istedik” dedi.

Garibabadi, geçtiğimiz günlerde Tahran’ı ziyaret eden Iraklı bir heyetin, “Soruşturmalarının yakında sona ereceğini ve iddianamelerini mahkemeye sunacaklarını bildirdiklerine” işaret ederek, “Bunun iki ülkede yargı sürecine başlanacağı anlamına geldiğini” vurguladı.

İranlı yetkililer, Süleymani’nin ABD tarafından bir hava saldırısı ile hedef alındığı sırada diplomatik bir görev için Irak’ta bulunduğu itirafını koparabilmek için geçtiğimiz iki yıl boyunca Bağdat’a baskı yaptı.

Geçtiğimiz ay İran yargısı, Yargı Erki’nden yapılan açıklamaya göre, Süleymani’yi 2020 yılının başında Irak’ta öldürmesi nedeniyle ABD yönetiminin yaklaşık 50 milyar dolar tazminat ödemesini talep eden bir karar çıkarmıştı.

DMO’nun dış kolu Kudüs Gücü’nün Komutanı ve Tahran’ın bölgesel politikasının en önemli mimarlarından biri olan Süleymani, Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın talimatı ile 3 Ocak 2020’de Bağdat Havalimanı yakınlarında ABD’ye ait bir insansız hava aracı (İHA) saldırısıyla öldürülmüştü.

O dönemde Trump, ABD’nin dünyanın bir numaralı teröristini ortadan kaldırmayı başardığını söylemiş, bu saldırı emrinin “savaşı alevlendirmek değil, durdurmak” için olduğunu vurgulamıştı. Ayrıca, Süleymani’nin ABD’li diplomatlara ve askeri personele karşı “yakın bir zaman için” saldırılar planladığına dikkat çekmişti.

Süleymani, 1990’ların sonlarında DMO saflarında yükselerek Kudüs Gücü’nün liderliğine ulaştığı uzun bir kariyerin ardından 62 yaşındayken öldü. İran istihbaratının ve Ortadoğu’daki askeri operasyonlarının genişletilmesinde kendisine önemli bir rol atfediliyor. Kendisi, İran adına vekaleten savaşan silahlı grupların oluşmasına katkıda bulunmuştu. Her ne kadar Süleymani, çoğu zaman ABD ordusunun ve Batılı istihbarat servislerinin gözetimi altında yıllarca bölgeyi dolaşmış olsa da bu katkısı ABD ve müttefiklerinin endişelerini artırmıştı.

Süleymani öldürülmeden aylar önce ABD kuvvetlerine ve onların bölgedeki çıkarlarına karşı ‘asimetrik’ bir savaş ilan etmişti. Bu savaşı, “İran Silahlı Kuvvetlerinin doğrudan müdahalesi olmadan” yürüteceğini söyleyerek, İran’a sadık silahlı gruplara atıfta bulunmuştu.

Tahran’da Süleymani’nin ölümünün dördüncü anma töreninde DMO’nun dış operasyonlardan sorumlu yetkilisi İsmail Kaani, ABD’lilerin “İsrail’i desteklemelerinin sonuçları nedeniyle bugünden daha büyük bir bedel ödeyeceklerine” and içti.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.