Churchill’e göre Birleşik Krallık Osmanlı kadar önemli Müslüman bir devletti

Churchill, Birleşik Krallık’ı en az Osmanlı İmparatorluğu kadar önemli ‘Muhammedî bir güç’ olarak gördü

Fotoğraf: Mona Eing
Fotoğraf: Mona Eing
TT

Churchill’e göre Birleşik Krallık Osmanlı kadar önemli Müslüman bir devletti

Fotoğraf: Mona Eing
Fotoğraf: Mona Eing

Sami Moubayed

19’uncu yüzyılda uluslararası yazışmalar, Arap dünyasını ‘Doğu’ (Şark ya da Maşrık) olarak tanımlıyordu.  Sonra Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altındaki coğrafi bölgeyi ifade etmek için ‘Yakın Doğu’ terimini ortaya attı. Bugün kullanılan ‘Ortadoğu’ terimini ise 1902 yılında Amerikan tarihçi Alfred Thayer Mahan türetti, medyaya da İngiliz gazetesi The Times tanıttı. Daha sonra Winston Churchill, Sömürgeler Bakanı olduğu dönemde Arap bölgesine özel ‘Ortadoğu Birimi’ adında özel bir bölüm oluşturduğunda bu terimi uluslararası siyasi sözlüğe dahil ederek resmîleştirdi.

Onun İkinci Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık Başbakanı olarak oynadığı tarihî rolü herkes bilir. Mayıs 1940 ile Temmuz 1945 tarihleri arasında Almanya’ya karşı savaşında ülkesine liderlik etmiş ve zafer işareti (V) yaparak meşhur zaferini gerçekleştirmişti. Ekim 1951’de de ikinci kez iktidara geldi ve Nisan 1955’e kadar iktidarda kalarak, bu süre içerisinde Nobel Barış Ödülü kazandı.

vefvgtrh
Churchill ile Kral Abdülaziz Âl-i Suud, Şubat 1945’te Mısır’da bir araya geldi (AP)

Churchill, 1964 yılı sonuna kadar parlamentodaki koltuğunu korudu ve 24 Ocak 1965’te öldü. Arapların Churchill’e ilişkin değerlendirmeleri farklılık gösterir. Kimileri, Siyonist projeye verdiği mutlak destekten ötürü onu affedemezken, kimileri de onu üstün vasıflara sahip bir devlet adamı olarak görüyor. Nitekim Suriye’nin Fransız işgalinden kurtarılmasının yanı sıra, Irak ve Ürdün devletlerinin kurulmasında da onun payı vardı.   

Araplar ve Müslümanlarla ilk temas

Winston Churchill, 1874 yılında ailesinin İngiltere’nin güneydoğusundaki Oxfordshire’da yer alan malikanesinde doğdu ve Britanya İmparatorluğu döneminde büyüdü. Eğitiminin tüm aşamaları, ayrıcalıklı sömürge dönemine denk geldi. İslam dünyasıyla ilk teması, Ekim 1896’da Britanya ordusunda genç bir subayken gerçekleşti. Bugün Afganistan ve Pakistan olarak adlandırılan Doğu Hindistan sınırlarında hizmete başladığında 22 yaşındaydı. Haydarabad şehrinden çok etkilenmiş, ancak İngiltere’deki annesine yazdığı üzere, ahalinin tükürüklerine ve sövgülerine maruz kalmamak için şehre ancak fil sırtında girmişti. Churchill, Büyük Britanya’nın sömürgelerinde nefretle karşılandığının erken farkına varmıştı, ama tahtına sadıktı ve onu dünyadaki mümkün herhangi bir gelişmenin temel taşı olarak görüyordu. Ona göre ‘insanları toplumsal ve kültürel ilerlemeye hazırlamak ve onları yönlendirmek’, tahtının temel göreviydi. Gelgelelim Churchill’in medeniyet anlayışı çarpıktı; onu kadim dünyanın halklarının kültüründe, şehirlerinde ve tarihinde değil, sadece Londra şehrinin ilerleyişinde görüyordu. Askerî yönetim, onun Londra’ya dönmesine izin verdiğinde sevinç içinde annesine yazarak şöyle dedi: “Bu ülkedeki barbarca sefaletten sonra medeniyeti yeniden görmeyi şiddetle arzuluyorum.”

Churchill, Büyük Britanya’nın sömürgelerinde hoş karşılanmadığını erkenden fark etti, ama tahtına sadıktı

Bundan iki sene sonra Churchill, Sudan’a atandı. O dönemlerde hayatında tüm dinlerden uzaklaştığı bir evreden geçiyordu ki bu, onun muhafazakâr Sudan toplumuna karşı yoğun rahatsızlığını açıklıyor. 1899 yılında kaleme aldığı ‘Nehir Savaşı’ (The River War) adlı kitabında bu duygusunu şu sözlerle ifade ediyor: “Muhammedîliğin (İslam’ın) takipçileri üzerindeki laneti ne korkunç. Müslümanlar, bireysel olarak harika nitelikler sergileyebilirler. Cesurlar ve Kraliçe’ye sadık insanlar. Herkes nasıl öleceğini biliyor (Şehadeti kastediyor). Ancak bu ülkede dinin etkisi, din mensuplarının toplumsal gelişimini felce uğratıyor.” Pek çok kişiye göre bu cümle, Winston Churchill’in ırkçılığının ve İslam karşıtlığının bariz bir delilidir. Ama bilindiği kadarıyla Churchill, bu cümleden pişmanlık duydu ve kitabın 1901 yılında yayımlanan ikinci baskısında bu cümleye yer vermedi.  

“Müslüman olma!”

Churchill’in düşünce yapısındaki büyük dönüşüm ve İslam dinini kabulü, hiç şüphesiz Ortadoğu şehirlerini gezen ve bu şehirlerin kültürünü ve tarihi yakından tanıyan İngiliz şair ve yazar Wilfrid Blunt ile olan dostluğunun bir sonucuydu. Arapları çok seven Blunt, onun şahsiyetini geliştirmek ve ona sayıları 1910 yılında Osmanlı devletinde 20 milyona, Hindistan’da 62 milyona ve Mısır’da on milyona ulaşan Müslümanların ve İslam’ın üstün yanlarını anlatmak için Churchill ile uzun saatler geçiriyordu. O dönemde Hindistan ve Mısır, Britanya İmparatorluğu’na tâbi olduğundan Churchill, bu iki ülkeyi ve ülkesinin geniş imparatorluğunu kendi deyimiyle ‘dünyanın en güçlü Muhammedî/Müslüman devleti’ olarak görmeye başladı. Müslümanlar da onun gözünde düşman olmaktan çıkıp, bir güç ve cazibe noktasına dönüştü. Blunt, günlüğünde bir gün Churchill’i kefiye ve Arap elbisesiyle Arap tarzında giyinmeye nasıl ikna ettiğini yazıyor. Churchill, Britanya’da kadın hakları aktivisti olan arkadaşı Leydi Constance Layton’a, Arap tarzında giyimine dair tecrübesini şu sözlerle anlatıyor: “Beni bir paşa zannedebilirsiniz. Keşke öyle olsam.”  

Onun İslam’a olan bu beklenmedik hayranlığı, bir başka arkadaşı Leydi Gwendoline Bertie’yi endişelendirmişti. Bertie, İslam dinine girmemesi için yalvardığı mektubunda ona şöyle diyordu: “Rica ediyorum, Müslüman olma… Hal ve hareketlerinde bir Doğululaşma eğilimi gözlemliyorum.”

ewrgfr3
Churchill ve eşi, 28 Mart 1921’de Kudüs’teki bir karşılama töreninde (ABD Kongre Kütüphanesi)

Churchill 1902 yılında, Şii İsmaili mezhebinin lideri III. Ağa Han’la bir araya geldi ve onu, Hayyam’ın ‘Rubailer’inin İngilizce tercümesinin tüm bölümlerine dair ezberiyle şaşkınlığa uğrattı. Britanya Sömürgelerinden Sorumlu Devlet Bakanlığı Müsteşarı olarak atandığında bölgeye doğru yola çıktı ve dört gün İstanbul’da konaklayarak, Sultan V. Mehmed Reşad’la görüştü. Osmanlı padişahından hoşlanmamış ve onu sıkıcı bulmuştu. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti liderlerinden biri olup, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Harbiye Nazırı olan genç subay Enver Paşa’yı beğenmişti. Churchill, onu Napolyon’a benzetmiş ve şöyle yazmıştı: “Bu yakışıklı genç subaydan hoşlandım. İngiliz politikasının genel hatları Türkiye’nin meşru talepleriyle daha uyumlu olsaydı, onunla uyum içinde çalışacağımızdan emin olurdum.”

Wilfrid Blunt günlüğünde, bir gün Churchill’i kefiye ve Arap elbisesiyle Arap tarzında giyinmeye nasıl ikna ettiğini anlatıyor

1911 yılında Donanma Bakanı olarak atandığında Churchill, (kendi imparatorluğuyla birlikte) ‘dünyanın en güçlü Muhammedî ülkelerinden’ biri olan Osmanlı İmparatorluğu ile bir ittifak kurmaya çalıştı. Ancak bu çabalarında yalnız değildi; Almanya İmparatorluğu ve onun hırslı Kayser’i Guillaume II, Osmanlıların muhabbetini kazanmak için onunla yarışıyordu. Churchill, Britanya Dışişleri Bakanlığı’na yazısında şu tavsiyede bulundu: “Türklerin çok şeyi var. Onları destekleyebilecek güce sahip olan da yalnızca biziz.”

defwf
Churchill ile Fransız General Charles de Gaulle (Getty Images)

Bakan Churchill, bu desteği somutlaştırmak adına iki savaş gemisinin (Reşadiye ve Sultan Osman) Osmanlı hükümetine çok cazip fiyatlarla satışını onayladı. Ancak çok geçmeden, 1914 Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken geri adım attı ve gemileri Britanya Donanması’nın emrine verdi.

Savaş başladığında Osmanlı Devleti, Alman İmparatorluğu’nun yanında durduğunu ilan etti ve Sultan Reşad, İngilizlere karşı cihat çağrısı yaptı. Resmî olarak Churchill, ‘etkisiz ve kalkınmanın hızına yetişemeyen’ bu ülkeyi kırma sözü verse de 1915 yılına kadar gizliden gizliye Enver Paşa ile iş birliği kurma çabasını sürdürdü.

İngiliz askerî harekâtı Gelibolu Muharebesi’nde başarısızlıkla sonuçlanınca, Churchill, görevinden ayrılmaya zorlandı ve sonra 1917 yılında Mühimmat Bakanı, iki yıl sonra Ocak 1919’da da Savaş Bakanı oldu. O günlerde Birinci Dünya Savaşı sona ermiş, hezimete uğrayan Osmanlı Devleti de tamamen çöküşe hazırlık olarak dağılmaya başlamıştı. Churchill, Osmanlı Devleti’nin zayıf, pençelerden ve silahlardan yoksun olması şartıyla ve sıkı uluslararası denetim altında varlığını sürdürmesini istiyordu.

İki savaş arasında

Churchill, Savaş Bakanı iken dünya çapında konuşlandırılan Britanya askerlerinin sayısını azaltmak istedi ve onların bulundukları yerde kalmalarının pahalıya mal olduğunu söyledi. Sayıyı azaltmak gerekiyordu. Zira her şeyden önce Büyük Savaş sona ermişti. Churchill ayrıca Sovyetlerin, askerlerin ülkelerine dönme ve askerlik hizmetlerini sona erdirme arzularından faydalanarak İngiliz karargâhlarına sızmaya çalışmalarından çekiniyordu.

Ortadoğu hakkında ise bazısı tuhaf ve gerçeklikle alakasız çeşitli tasavvurlar geliştirildi. Örneğin, Sömürgelerden Sorumlu Devlet Bakanı Lewis Harcout, kutsal yerlerin Amerikalıların kontrolüne verilmesini talep ederken, Britanya’nın eski Mısır yetkilisi Herbert Kitchener ise Mekke ile Medine’nin doğrudan İngiliz yönetimi altına alınmasını öneriyordu. Churchill, bunlara itiraz etti ve sömürgelerdeki askerî varlığın azaltılması, aynı zamanda da kendi kendilerine yetebilmeleri ve yüklerinin Britanya hazinesine bindirilmemesi için mali ve ekonomik olarak güçlendirilmeleri çağrısında bulundu. Bununla birlikte doğrudan kendisine bağlı olan ve Britanya İmparatorluğu’na mutlak sadakat besleyen yerel vekillerle çalışmak istiyordu.

Sömürge Bakanlığı ve Kahire Konferansı

1 Ocak 1921’de Churchill, Başbakan Lloyd George hükümetinin Sömürge Bakanı olarak atandı. Amerikalı tarihçi Warren Doctor’ın ifadesiyle Başkan George, Ortadoğu bölgesinin idaresinde onun ‘etkinliğinden ve üretken düşüncesinden’ faydalanmak istemişti. Churchill, Sömürge Bakanlığı’nda Ortadoğu Birimi’ni oluşturdu ve Subay Thomas Edward Lawrence (Arabistanlı Lawrence) ile iş birliği yaptı. Lawrence, Arapların Osmanlı Devleti’ne karşı devrimlerine katılmış ve onları 1918 yılında zafere ulaştırmıştı. Churchill, onunla ilk kez 1919 Paris Barış Konferansı’nda bir araya geldi ve aralarında karşılıklı ve derin saygıyla sağlam bir dostluk kuruldu. Kendisinden önceki Blunt gibi Lawrence da Churchill’i, Arapların taleplerine kulak vermeye ve meşru haklarını elde etmeleri için onlara yardımcı olmaya teşvik etmede çok önemli bir rol oynadı.   

Yeni ofisinde Churchill, Arapça isimlerden oluşan bir tablo ve bu isimleri İngilizceye çevirmek için standart bir yöntem geliştirdi. Ofisinde ayrıca kabilelerin yayılma alanlarını ve her bir ülkede ve coğrafi bölgede nüfuzlu kişileri gösteren büyük bir Arap haritası da vardı. İslam dinini daha iyi anlayabilmek için de yardımcılarından Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki farkları detaylı bir şekilde anlatmalarını istedi.

Churchill, 12-30 Mart 1921’de Kahire’de bir konferans düzenledi. Seçkin uzmanlarla şarkiyatçıların ve bakanlık çalışanlarının katıldığı bu konferansın sonucunda, Mavera-i Ürdün (Şarku’l-Ürdün) Emirliği ile Irak Haşimi Krallığı kuruldu

Churchill, 12-30 Mart 1921’de Kahire’de bir konferans düzenledi. Seçkin uzmanlarla şarkiyatçıların ve bakanlık çalışanlarının katıldığı bu konferansın sonucunda, Mavera-i Ürdün (Şarku’l-Ürdün) Emirliği ile Irak Haşimi Krallığı kuruldu. Yıllar sonra, Ürdün’ü “pazar günü bir kalem darbesiyle” kurduğu yönündeki meşhur sözü aktarıldı.

Büyük Arap Devrimi’nin lideri Şerif Hüseyin bin Ali, Hicaz Kralı olmuştu. Kahire Konferansı’nın ardından da oğlu Prens Abdullah, Amman Prensi, üçüncü oğlu Şerif Faysal ise Irak Kralı olmuştu. Faysal, 1920’de Suriye’de kral olarak taç giymiş, ancak Fransızlar ülkeye kendi mandalarını dayattıklarında onun hükümetini devirerek sınır dışı edilmişti. Lawrence da Churchill’e onun sadık bir adam olduğunu ve ödülü hak ettiğini söyleyerek, durumunu telafi etmeye çalışmıştı.

Faysal’ın Şam’dan kovulduğu gün Prens Abdullah, küçük bir ordu kurdu ve Fransızlarla savaşıp ailesinin elinden alınan tahtını geri almak üzere Hicaz’dan Suriye’ye doğru yola çıktı. Bunun üzerine İngilizler, daha doğrusu özel olarak Churchill, ondan Ürdün’ün doğusunda durmasını ve Fransızlarla durum netleşene kadar Amman’da altı aylık ‘geçici bir hükümet’ kurmasını istedi. Churchill onu Kudüs’te bir toplantıya davet etti; o da Lawrence ile birlikte Kahire’den trenle geldi. Churchill, Amman’ı yeni başkenti yapması ve onun ve bundan sonra da evlatlarının burayı yönetmesi için onu ikna etti.

Lawrence, Prens Abdullah’ı Büyük Arap Devrimi’ndeki ortak çalışmalarından beri tanıyor ve onu, nazik ve ‘soylu’ diye nitelediği kardeşi Faysal’ın aksine özüne aşık biri olarak görüyordu. Lawrence, bu olumlu değerlendirmeyi Churchill’e iletme imkânı buldu. Churchill de bunu benimseyerek, Şerif Faysal’ı güçlü bir şekilde destekledi. Ta ki Faysal, Britanya hükümetinden Irak’ı İngilizlerle eşit bir konuma yerleştirecek ve mandayı tanımları ve hedefleri açık bir sözleşmeye dönüştürecek bir anlaşma talep etmeye başladı.

Churchill, Faysal’ın bu teklifi karşısında öfkelendi ve bunu bir isyan olarak değerlendirdi. 17 Ağustos 1922 tarihinde ona öfke dolu bir mektup yazarak, Britanya’nın onun için üstlendiği masrafları şu sözlerle hatırlatmak istedi: “İlerlemeye karar verdiğiniz yoldan ötürü duyduğum derin endişeyi zatıalinize iletmek isterim. Korkarım ki bu, Britanya hükümeti ile Şerif ailesi arasındaki yapıcı iş birliği fırsatlarını olumsuz etkileyebilir.” Ancak Lawrence’in tavsiyesi üzerine bu telgrafı göndermekten vazgeçti ve Faysal’ın talebini onayladı. Bunun üzerine Ekim 1922’de Irak’la bir sözleşme imzalandı ve bu sözleşme Irak’a sınırlı bir bağımsızlık vererek, dış işlerini İngilizlerin tasarrufuna bıraktı.

Siyonizm ve Filistin

Uluslararası Siyonist hareket, Mavera-i Ürdün Emirliği’nin kurulması yönündeki karara öfkelendi ve bunu Balfour Deklarasyonu uyarınca Yahudilere tahsis edilen toprakların alanının daraltılması olarak değerlendirdi. Churchill, Siyonistlerle güçlü ilişkilere sahipti ve liderlerini amaç birliği ve bu amaç uğrunda ortak çalışmaları nedeniyle sıkça övüyordu. Filistinlileri ‘materyalist’ ve ‘iflas etmiş’ şeklinde tanımlayan Lawrence’ın da açık etkisiyle Churchill, Filistinlilere çok az saygı ve Siyonistlere hayranlık duyduğunu gizlemiyordu. Churchill,28 Mart 1921’de Filistin eşrafından bir heyetle Kudüs’te buluştu ve onlara şöyle dedi: “Benden Balfour Deklarasyonu’ndan vazgeçmemi ve Filistin’e göçü durdurmamı talep ediyorsunuz. Bu benim yetkim dışında. Üstelik böyle bir arzum da yok.”

tmky
Churchill, bölge ülkelerinin bölünmesini tartışmak üzere 1921’de Kahire’de toplanan Rafideyn Komitesi üyeleriyle (Getty Images)

Churchill, Arap bölgesindeki ana aktörler için hiyerarşik bir toplumsal sınıflandırma yaptı. Bu piramidin tepesinde Arap bedeviler vardı. Churchill onlardan hoşlanıyor ve daima onlarla yapıcı ve olumlu şekilde iş tutabildiğini söylüyordu. Onlardan sonra Şam gibi büyük şehirlerin tüccarları geliyor, onları da Filistin halkının çoğunluğunun dahil olduğu çiftçi kesim izliyordu. Bu sıralama, Churchill’in bir bütün olarak bölge liderlerine ilişkin değerlendirmesine de yansıdı. Bu, onun Suudi Arabistan Krallığı’nın kurucusu Kral Abdülaziz Âl-i Suud’a olan güçlü hayranlığını açıklıyor. Churchill, bu hayranlığı İkinci Dünya Savaşı sırasında şu ifadelerle dile getirmişti: “En zorlu koşullarda cesaret mesajları göndermekten ve bu savaşta galip geleceğimize olan güçlü inancını teyit etmekten vazgeçmeyen büyük Kral İbn Suud’u selamlıyorum.”

Churchill, Arap bölgesindeki ana oyuncular için hiyerarşik bir toplumsal sınıflandırma yaptı. Piramidin en tepesinde Arap bedeviler yer alıyordu. Churchill onlardan hoşlanıyor ve daima onlarla yapıcı ve olumlu şekilde iş tutabildiğini söylüyordu

1939 yılında İkinci Dünya Savaşı patlak verdikten sonra Churchill’in tüm dikkati Avrupa’ya yöneldi, ancak askerî ve ticari lojistik konularda Arap bölgesine bağımlı olmayı sürdürdü ve burayı Alman nüfuzundan korumayı hedefledi. Ekim 1940’da, yani iktidara geldikten beş ay sonra Birleşik Krallık’aki Müslümanları memnun etmek ve Arap dünyasındaki Müslümanların zihinlerini ve kalplerini kazanmak için Büyük Londra Camii’nin inşasını emretti ve onlardan mutlak sadakat bekledi.

İran Şahı, Hitler’le ilişkisini koparmayı reddettiğinde ise Churchill, Rus müttefikleriyle iş birliği yaparak Ağustos 1941’de İran’ın işgal edilmesini ve kralının devrilmesini emretti. Rıza Şah, tavus kuşu tahtından indirildi ve yerine İngilizlerle daha fazla iş birliği yapacağına dair Churchill’i temin eden oğlu getirildi.

Suriye, Nazi Almanya’sına bağlı Vichy hükümetinin kontrolüne girince Churchill, General Charles de Gaulle’e bağlı Özgür Fransa Güçleri’yle Suriye’yi askerî olarak işgal operasyonu düzenledi. Şam’daki Vichy hükümeti devrildi ve Birleşik Krallık, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda ilk kez girdiği Suriye topraklarına 1941 yılında askerî yolla geri döndü. Churchill, Suriye’nin yönetimini De Gaulle’le paylaşmaya çalışmakla birlikte Suriye’deki ulusal harekete siyasi destek vererek Fransızları Şam’dan kovmak için sistematik ve açık bir şekilde çalışmaya başladı.

Kral Abdülaziz ve Kral Faruk’un ayarlamasıyla Şubat 1945’te Kahire’de Suriye Devlet Başkanı Şükrü el-Kuvvetli ile görüştü. Hitler’e karşı Müttefiklerle birlikte savaşa girmesi karşılığında Suriye, Nisan 1945’in sonunda ABD’nin San Francisco şehrinde düzenlenen Birleşmiş Milletler kuruluş konferansına davet edildi. De Gaulle, Suriye’nin davet edilmesini Churchill’in kendisine karşı haddi aşması ve İngilizlerin Fransa’nın Ortadoğu’daki nüfuz bölgelerine bariz bir saldırısı olarak gördü.

29 Mayıs 1945’te De Gaulle, Suriye başkentinin bombalanmasını emretti. Churchill de buna 1 Haziran 1945’teki ünlü uyarısıyla karşılık verdi ve saldırının durmasını, Fransa’nın, tam bağımsızlığının ilanına bir hazırlık olarak Suriye’den çekilmesini ve yirmi altı yıllık Fransız yönetimine son verilmesini talep etti.

Bazılarına göre Churchill, Fransızları Şam’ı bombalamaya ikna etti ve bunu Fransa’yı Suriye’den çıkarma bahanesi olarak kullandı. De Gaulle’e şöyle yazmıştı:

Özgür Fransa aleyhine herhangi bir ayrıcalık talep etmediğimizi ve Fransa’nın içinde bulunduğu zor durumu kendi çıkarımız için kullanma niyetinde olmadığımızı biliyorsunuz. Dolayısıyla Suriye’ye ve Lübnan’a bağımsızlık sözü verme kararınızı memnuniyetle karşılıyor ve bu sözü teminatımızın tüm ağırlığıyla desteklemenin önemini bir kez daha vurguluyorum.

* Bu çalışma Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Trump etkisi: ABD Başkanı dünya genelindeki seçimleri nasıl etkiledi?

Trump Michigan'daki bir mitingde yaptığı konuşma sırasında destekçilerine el sallarken (Reuters)
Trump Michigan'daki bir mitingde yaptığı konuşma sırasında destekçilerine el sallarken (Reuters)
TT

Trump etkisi: ABD Başkanı dünya genelindeki seçimleri nasıl etkiledi?

Trump Michigan'daki bir mitingde yaptığı konuşma sırasında destekçilerine el sallarken (Reuters)
Trump Michigan'daki bir mitingde yaptığı konuşma sırasında destekçilerine el sallarken (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump'ın politikalarının etkisi sadece kendi halkını değil, dünyanın dört bir yanındaki halkları da etkiledi.

ABD merkezli Washington Post gazetesi bir haberinde, Trump'ın politikalarının Avustralya, Kanada, Almanya, Grönland ve başka yerlerdeki seçimler üzerinde önemli bir etkisi olduğunu yazdı.

fdvgbhnj
Trump Beyaz Saray'da bir kararname imzaladı, 3 Şubat 2025 (AP)

Trump'ın dış politika ve söylemlerinin ön plana çıktığı seçimlerin yapıldığı ülkeler arasına bu hafta Avustralya da katıldı.

Merkez sol İşçi Partisi lideri Anthony Albanese, aylarca anketlerde geride kaldıktan sonra cumartesi günü yapılan genel seçimlerde ikinci kez başbakan olma şansını elde etti. Her ne kadar başka faktörler de söz konusu olsa da Trump'ın Avustralya'ya uyguladığı gümrük vergileri mevcut Başbakan Albanese’nin seçimlerdeki şansını arttırmış görünüyor. Analistler, seçmenlerin Trump'ın politikalarına bir çözüm bulması için Mark Carney'i seçtiği Kanada'da geçtiğimiz pazartesi günü yapılan seçimlerin sonuçlarının da aynı durumu yansıttığını söylüyor.

ABD Başkanı Trump, Almanya'dan Grönland'a, dünyanın dört bir yanındaki seçim siyasetinde önemli bir faktör haline geldi. Bazı seçmenlerin eski korkularına “Trump'a karşı kim duracak?” soruşu eklendi.

Avustralya

Altı ay boyunca anketlerde önde giden Muhafazakar Liberal Parti Lideri Peter Dutton, 3 Mayıs'ta yapılan genel seçimler yaklaşırken kendisini geride buldu.

Merkez sol İşçi Partisi, cumartesi günü ezici bir zafer kazanarak Dutton'un koltuğu da dahil olmak üzere parlamentodaki çoğunluğunu arttırdı. Bu sonuç, Avustralya’daki genel seçimlerde bir muhalefet lideri için tarihi bir kayıp oldu.

Dutton zaman zaman Trump'ı taklit eder gibi görünerek Çin konusunda şahin bir tutum sergiledi ve başbakan olması halinde hükümetin verimsizliğiyle mücadele edeceği vaadinde bulundu. Dutton ayrıca Trump'ın çeşitlilik, kapsayıcılık ve entegrasyon programlarına yönelik acımasız tutumlarına benzer şekilde, hükümetin ve okulların kültürel çeşitlilik ve kapsayıcılık girişimlerini azaltma sözü verdi.

sdfrgthy
Avustralya Başbakanı Anthony Albanese Vilnius'taki NATO Liderler Zirvesi sırasında Kuzey Atlantik Konseyi toplantısına katılımı sırasında (Arşiv - Reuters)

Ancak Trump'ın Avustralya'daki popülaritesi, tüm dünyada yüksek gümrük vergileri uyguladığı için geriledi. Analistler, uzun süredir müttefiki olan Avustralya'dan gelen mallara yüzde 10 gümrük vergisi getirmesiyle birlikte Dutton'ın popülaritesinin de Trump'la birlikte düştüğünü düşünüyor.

Küresel ticaret sisteminin büyük ölçüde bozulmasının ardından Albanese anketlerde önde gitmeye başladı.

Trump Avustralya'ya gümrük vergisi uyguladığında Albanese, “Bu bir dostun davranışı değil” ifadelerini kullanırken cumartesi günü yaptığı zafer konuşmasında Dutton'ın Trump'la baş etmekte başarısız olduğuna işaret etti.

Yeniden seçilen Başbakan Albanese konuşmasına şöyle devam etti:

“Başka bir yeri taklit etmemize gerek yok, ilhamımızı dışarıda aramıyoruz, onu burada, değerlerimizde ve insanlarımızda buluyoruz.”

Kanada

Başbakan Mark Carney ve Liberal Partisi, nisan ayında, kısmen Trump'ın ticaret savaşı ve ilhak tehditleri ile beslenen güçlü bir geri dönüşle, anketlerdeki düşüşün üstesinden gelerek seçim zaferini ilan etti.

Carney zafer konuşmasında şunları söyledi:

“Aylardır uyardığım gibi, Amerika toprağımızı, kaynaklarımızı, suyumuzu ve ülkemizi istiyor. Bunlar geçici tehditler değil. Başkan Trump ABD’nin bize sahip olabilmesi için bizi parçalamaya çalışıyor.”

Trump, defalarca kez Kanada'yı ABD’nin 51’inci eyaleti yapmakla tehdit etti ve Kanada'nın ABD'ye yaptığı en büyük ihracatlardan bazılarına gümrük vergisi getireceğini açıkladı.

Kanada seçimlerinin sabahında Trump bir sosyal medya paylaşımında Kanadalılara ‘iyi şanslar’ diledi ve ülkelerini ilhak etme tehdidini bir kez daha dile getirdi.

Anketler, 28 Nisan seçimlerinden birkaç ay önce, deneyimli politikacı ve bir zamanlar 'bilince' karşı savaş ilan eden sağcı popülist Pierre Poilievre'nin önde olduğunu gösteriyordu. Ancak Trump'ın saldırgan dış politikası birçok Kanadalıyı çileden çıkarırken, Poelievre ile Trump arasındaki benzerlikler olumsuz bir faktör oldu.

fghy
Kanada Başbakanı Mark Carney (Reuters)

Trump'ın birkaç ay içinde gümrük vergileri uygulamak istemesi ve Kanada’yı ABD’nin 51’inci eyaleti olarak ilhak etme tehdidi ülkedeki siyasi söylemin yönünü değiştirdi ve Kanada milliyetçiliğinin artmasına neden oldu.

Eski Başbakan Justin Trudeau'nun mart ayında istifa etmesinin ardından başbakanlık koltuğuna oturan eski Merkez Bankası Başkanı Carney, birçoğu ülkelerini ABD Başkanı’ndan koruyabilecek birini arayan Kanadalıların Trump'a ilişkin endişelerinden yararlandı.

Grönland

Trump, Grönland seçimlerine üç aydan kısa bir süre kala -ve henüz göreve gelmeden önce- sosyal medyada yaptığı “ABD, ulusal güvenlik ve dünya çapında özgürlük amacıyla Grönland'ın mülkiyetinin ve kontrolünün kesinlikle gerekli olduğuna inanıyor” şeklindeki paylaşımla Danimarka'nın yarı özerk bölgesine sahip olduğunu ilan etti.

Bu paylaşımdan haftalar sonra Trump, Grönland'ı alma arzusunu yineleyerek şunları yazdı:

“Grönland harika bir yer ve ulusumuzun bir parçası olursa halkı bundan büyük fayda sağlayacak. Onu çok saldırgan bir dış dünyadan koruyacak ve el üstünde tutacağız. Grönland'ı yeniden harika yapalım.”

Trump’ın bu açıklamaları, tüm dünyanın dikkatini nadiren üzerinde toplayan Grönland seçimlerine çekti.

rthyjukı
Igaliku yerleşiminde dalgalanan Grönland bayrağı (Reuters)

Grönland'ın o dönemki başbakanı Múte Bourup Egede, “Grönland, Grönland halkına aittir. Biz satılık değiliz ve asla satılık olmayacağız” ifadelerini kullandı. Grönland parlamentosu, Grönland'ın siyasi bütünlüğünü korumayı amaçlayan bir hamlede bulunarak, siyasi partilerin ‘yabancı veya anonim bağışçılardan’ bağış almasını yasakladı.

Grönland'ın yeni hükümeti seçmesine günler kala yapılan son tartışmada, parlamentodaki beş partinin liderleri oybirliğiyle Trump'a olan güvensizliklerini dile getirdiler.

Trump'ın tehditleri o zamandan beri Grönlandlı liderlerinin odak noktası oldu. Bu ay yemin ederek göreve başlayan Grönland Başbakanı Jens Fredrik Nielsen, Grönland'ın ‘asla birilerinin satın alabileceği bir toprak parçası olmayacağını’ vurguladı.

Almanya

Almanya seçimleri öncesinde Trump yönetimi yetkilileri, Almanya istihbaratı tarafından daha sonra radikal bir örgüt olarak sınıflandırılan aşırı sağcı göçmen karşıtı Almanya için Alternatif (AfD) partisini açıkça destekledi.

Trump'a yakın isimlerden biri olan ABD’li milyarder Elon Musk, 20 Aralık'ta yaptığı açıklamada ‘Almanya'yı sadece AfD'nin kurtarabileceğini’ söyledi.

ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance, AfD lideri Alice Weidel ile bir araya gelerek bunu yapan ABD’li en üst düzey yetkili oldu. Vance görüşme sırasında yaptığı konuşmada ‘Amerika’yı Yeniden Büyük Yap’ (Make America Great Again) politikasını Avrupa'ya ihraç etmeye çalıştı.

Alman liderler öfkelendi ve Trump yönetimini seçimlere 10 günden az bir süre kala iç işlerine karışmakla suçladı.

Trump'ın yeniden ABD Başkanı olarak göreve gelmesinden çok önce ivme kazanan ve daha önce marjinalleşmiş olan AfD, seçimlerde oyların yüzde 20'sinden fazlasını alarak ikinci parti oldu.

fgthy
Friedrich Merz (DPA)

Bir sonraki başbakan olmaya hazırlanan Almanya Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) lideri Friedrich Merz oylamadan sonra yaptığı açıklamada “Avrupa'nın yavaş yavaş ABD'den bağımsızlığını kazanması gerekiyor” dedi.

Diğer seçimler

İngiltere’de göçmen karşıtı aşırı sağcı Reform Partisi, Trump'ı eleştirmekle onu iktidara getiren politikaları övmek arasında bir denge kurmaya çalıştı. Parti bu hafta yapılan yerel seçimlerde tarihi kazanımlar elde etti. İngiltere'nin Brexit (Avrupa Birliği’nden [AB] ayrılması) lehine oy kullanmasını savunan partinin kurucusu Nigel Farage, Trump ile aynı çizgide bir tutum sergiledi.

Öte yandan Romanya'da aşırı milliyetçi George Simeon, ülkenin bu hafta sonu yapılacak cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinde önde gelen adaylardan biri. Simeon, Trump'ın ’Amerika’yı Yeniden Büyük Yap’ hareketini desteklediğini ifade etti.

Ekvadorlu siyasi analist Caroline Avila'ya göre bu ay yeniden seçimleri kazanan Devlet Başkanı Daniel Noboa, Trump ile dostane görünen ilişkisi nedeniyle oyların çoğunluğunu almış olabilir.

Dünya genelinde yaklaşan başka seçimler de var. Örneğin Güney Kore haziran ayında bir başkan seçecek. Japonya'nın temmuz ayında meclis seçimlerini yapması bekleniyor. Her iki ülke de ABD'nin önde gelen müttefikleri ve politikaları Trump'ın gümrük vergilerinden etkilenebilir.