Güney Kore Devlet Başkanı’nı zor durumda bırakan ‘Dior çanta skandalı’ nedir?

Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol ve First Lady Kim Keon Hee (Reuters)
Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol ve First Lady Kim Keon Hee (Reuters)
TT

Güney Kore Devlet Başkanı’nı zor durumda bırakan ‘Dior çanta skandalı’ nedir?

Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol ve First Lady Kim Keon Hee (Reuters)
Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol ve First Lady Kim Keon Hee (Reuters)

Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol, eşinin nükleer silahlara sahip Kuzey Kore ile daha yakın ilişkiler kurulması çağrısında bulunduğu bilinen bir papazdan Dior marka çantayı hediye olarak kabul etmesiyle büyük bir baskı altına girdi.

Şarku’l Avsat’ın The Telegraph gazetesinden aktardığı habere göre, First Lady Kim Keon Hee’nin 2 bin 250 dolarlık tasarımcı ürünü çantayı hediye olarak kabul ettiği anlara dair gizli kamera görüntüleri yayınlandı.

Bu konu, yerel medya tarafından ‘Dior çanta skandalı’ olarak adlandırıldı.

Söz konusu skandal, Yoon Suk Yeol’un muhafazakar Halkın Gücü Partisi’nin (PPP) önümüzdeki Nisan seçimlerinde ulusal parlamentoda çoğunluk kazanma hedefini baltalama riski yaratıyor.

Partinin bazı üyeleri, devlet başkanı ve eşinden olaydan dolayı özür dilemesini ve meseleye bir son verme umuduyla çantayı almanın en azından uygunsuz olduğunu kabul etmelerini istedi.

Güney Kore resmi haber ajansı Yonhap’a göre, devlet başkanı bir televizyon röportajında konuyla ilgili endişelerini bizzat dile getirip getirmemeyi düşündü.

Yoon Suk Yeol’un, eşinin siyasi bir hile ve gizli kamerayla çekim yapma suçunun kurbanı olduğunu vurgulamayı planladığı bildirildi.

Suçlamalar ilk olarak Kasım ayında, bir YouTube kanalının, Güney Koreli ABD vatandaşı papaz Abraham Choi’nin Eylül 2022’deki bir toplantı sırasında First Lady Kim Keon Hee’ye çantayı verdiği anları gösteren gizli kaydın yayınlanmasıyla ortaya çıktı.

Kuzey Kore ile daha fazla yakınlaşmayı savunan papaz Choi, Yoon’un Pyongyang’a yönelik katı politikası hakkındaki endişelerini birçok kez dile getirdi.

Papaz, First Lady ile bir toplantısı sırasında, kol saatinin içine gizlenmiş bir casus kamera kullanarak görüşmelerini gizlice kaydetmeye başladı.

Papaz Salı günü Reuters’e verdiği demeçte, “Onların (hediyelerin) bir giriş kartı ve Kim ile bir toplantı bileti gibi olduğunu söyleyebilirsiniz” dedi.

cdy6j7k8
Güney Kore First Lady’si Kim Keon Hee (AFP)

Yerel basına göre, adı açıklanmayan bir devlet başkanlığı yetkilisi, çifte verilen hediyelerin hükümetin malı olarak işlenip saklandığını söyledi.

Ancak giderek artan bu sorun, sadece muhalif politikacıların değil, aynı zamanda Yoon’un partisinin içinden de eleştirilere yol açtı.

Parti lideri Han Dong-hoon, video görüntülerinin önceden tasarlanmış bir ‘gizli kamera tuzağı’ olmasına rağmen, insanların endişelenebilecek yönlerin bulunduğunu söyledi.

Partinin bir başka üyesi Kim Kyung-yul’un, geçtiğimiz hafta bu konuyla abartılı yaşam tarzıyla tanınan Fransız kraliçesi Marie Antoinette ile paralellikler kurmasıyla partide gerilimler doruğa çıktı.

Bu hafta YTN kanalı tarafından yayınlanan bir ankete göre, insanların yüzde 69’u Yoon’un tartışmayla ilgili pozisyonunu açıklaması gerektiğine inanıyor.

Finans yayını News Tomato’nun Aralık ayında yaptığı bir başka ankete göre de, ankete katılanların yüzde 53’ü First Lady’nin uygunsuz davrandığına inandığını, yüzde 27’si ise kendisini utandırmak için kurulmuş bir tuzağa düştüğünü dile getirdi.

Seul’deki Myongji Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olan Shin Yul konuya ilişkin yorumunda, “Genel halk görüşü, ‘Tamam, bu bir tuzak olabilir ama yine de onu (çantayı) neden aldı?’ şeklinde” dedi.



Apo dersinden kaçış yok

PKK, Türkiye'ye karşı 40 yıllık “silahlı isyanı” sonlandırdı (AFP)
PKK, Türkiye'ye karşı 40 yıllık “silahlı isyanı” sonlandırdı (AFP)
TT

Apo dersinden kaçış yok

PKK, Türkiye'ye karşı 40 yıllık “silahlı isyanı” sonlandırdı (AFP)
PKK, Türkiye'ye karşı 40 yıllık “silahlı isyanı” sonlandırdı (AFP)

Refik Huri

Amerikalı iş adamı ve sanayici Armand Hammer, komünist lider Vladimir Lenin'in dostuydu ve onun Sovyetler Birliği'ni sanayileştirmesine ve elektriğe kavuşturmasına yardımcı olmuştu. Hammer “Tarihin Tanığı” başlıklı anılarında, Komünist Parti liderinin “1920 yılında komünizmin başarılı olamayacağını anladığını” anlatır. Bu dönem, Marx'ın öngördüğü komünizm dönemi değildi; Lenin'in “burjuvasız bir burjuva devleti” olarak adlandırdığı dönemdi. Sonra, en yüksek düzeyine ulaştığında “devletin ortadan kalkmasıyla” komünizm aşamasını başlatan “sosyalist proletarya” devleti gelecekti.

Ancak Lenin'in Stalin'den Brejnev'e kadar halefleri, George Orwell'in tasvir ettiği, güçlü bir endüstriyel ve askeri temele dayanan “Büyük Birader” polis devletini kurdular. Gorbaçov gelip bu yanlışı açığa çıkardığında, ardından “perestroyka ve glasnost” yoluyla sistemi reform etmek istediğinde, Sovyetler Birliği ellerinin arasında çöktü. Çöküşün sorumlusu olarak onu suçlayanlar da var, 70 yıldır “başarısız olan” şeyi görmekte geç kaldığını düşünenler de.

Ancak Sovyetler Birliği, tarihte önemli roller de oynadı; bunların arasında Amerikan ve Avrupa emperyalizmiyle bağlantılı rejimlere karşı silahlı mücadele yürüten devrimci hareketleri desteklemek de vardı. Lenin'in “Bir rejimi devirmek için devrimci bir örgüte değil, devrimciler örgütüne ihtiyaç vardır” sözünden etkilenenler arasında; 1978 yılında Türkiye'de katı Marksist-Leninist ideolojiyle Kürdistan İşçi Partisi'ni (PKK) kuran Abdullah Öcalan (Apo) da vardı. Örgüt 1984 yılında bağımsız Kürt devleti kurmak için bir silahlı isyan başlattı. Apo, yarım asırdan fazla süren mücadele, kırsalda gerilla savaşları, şehirlerde “hendek savaşı” sonrasında başarısız olduğunu gördü ve çıtayı giderek düşürdü; önce “demokratik konfederalizm”, sonra federalizm, ardından özyönetim, sonra da ademi merkeziyetçilik ve demokratik bir sistem içinde Kürtlerin siyasi ve kültürel haklarının tanınması taleplerine geçiş yaptı. Bu da onu ​​en sonunda silahlı mücadele aşamasının başarısızlığa uğradığını ve sona erdiğini itiraf etmeye, örgütünü feshettiğini, silah bırakacağını ve demokratik mücadele çerçevesinde faaliyet göstereceğini açıklamaya yöneltti. Belki de bu zor kararı 20 yıl önce Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra almalıydı.

Bugün soru şu: Peki, ya diğer silahlı mücadele hareketleri ne olacak? Onların deneyimi, koşullar farklı olmasına rağmen, PKK'nınkinden farklı mı? Hamas deneyimi hakkında neler söyleyebiliriz? Filistin Ulusal Otoritesi içinde parlamento seçimlerini ve hükümet başkanlığını kazandı, ancak Ramallah'taki yönetime karşı askeri darbe yaparak Gazze Şeridi'ni tek başına yönetmeye başladı. Bunu yapmakta elbette stratejik bir hedefi vardı; Oslo Anlaşması'nı reddetmek ve denizden nehre kadar Filistin'in kurtarılmasında diretmek. Oysa bu görev, yalnızca ulusal birlik, siyasi irade, Arap katılımı ve uluslararası destek gerektirmiyor, aynı zamanda Gazze'yi tamamen abluka altına alabilecek bir düşman aracılığıyla gelen su, elektrik, yiyecek ve ilaca bağımlı bir Gazze’den daha geniş alandan harekete geçmeyi gerektiriyor. İlave olarak 1948'den günümüze Arap-İsrail çatışmasının tarihi, İsrail'in kurulmasına Amerikan, Avrupa ve Sovyetler Birliği'nin destek vermesinin ve daha sonra yıkılmasını reddetmelerinin, “iki devletli çözüm” çerçevesinde Filistin devleti çağrısı yapmalarının ardındaki sır da derinlemesine okunmalı.

Eğer Başkan Harry Truman İsrail'i kuruluşundan dakikalar sonra tanıdıysa, dışişleri bakanı olmadan önce o dönem Sovyetler Birliği Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi olan Andrey Gromiko, İsrail'in kurulmasını engellemek için “Filistin'e giren Arap ordularını” “İsrail'e karşı saldırganlık” ile suçlamıştı. Son dönemde yaşanan Gazze ve Lübnan savaşları deneyimi ise daha büyük bir ders. Ne ABD, ne Rusya, ne de Çin Gazze'ye ve halkına karşı yürütülen imha savaşını durdurmaya çalışmadı veya başaramadı. İsrail'i tanıyan Arap ülkeleri de katliamı reddetme yönünde pratik bir karar almadılar. Şarku'l Avsat'ın Insependent Arabia'dan aktadığı analize göre gerçek acılar ile öğrenilen dersten en azından herkesin anladığı husus, İsrail'i ortadan kaldırmak isteyenin önce ABD’yi ortadan kaldırmak için çalışılması gerektiğidir.

Peki, Hizbullah'ın Gazze'ye yönelik “destek savaşı” deneyimine, aldığı ağır darbelere, Lübnan’ın uğradığı yıkıma ve sonunda Hizbullah'ın onayıyla ateşkes anlaşmasına varılmasına, 1701 sayılı kararın uygulanmasına, dahası İsrail'in sanki zafer kazanmış gibi davranmasına, İslami direnişten hiçbir karşılık almadan savaşını sürdürmesine ne demeli? Bu nasıl bir strateji ki, aktörleri ne meşru otoritenin ne de Lübnan halkının çoğunluğunun görüşü sorulmadan ve rolü olmadan, İsrail'i İran’ın kararı ile Lübnan'dan ortadan kaldırmanın mümkün olduğunu hayal ediyorlar? Cevap aslında sahada. İran’ın kollarının İran'ı ve bölgesel projesini koruma rolü, Esed rejiminin çökmesi ve Suriye köprüsünün kaybedilmesiyle birlikte gerileme dönemine girdi. Lübnan'daki direniş için oyun bitti, ancak Tahran hâlâ zamanı geri alabileceğini öne sürüyor. ABD ile bir anlaşma için müzakerelerde bulunurken, Hizbullah ise hâlâ kullanımı intihara ve Lübnan'dan geriye kalanların kesin yıkımına yol açacak bir reçeteye dönüşen silahını korumaktan bahsediyor.

Öcalan yaşananları gözden geçirip dersler çıkardı, Hamas da en azından Gazze halkının durumundan dolayı bir gözden geçirmede bulunmalı ve dersler çıkarmalı. Lübnan'daki yeni durum da Hizbullah'a yaşananları gözden geçirip ders çıkarmaktan başka seçenek bırakmadı, aksi takdirde hem yeni durum hem Hizbullah başkalarına ders olacaktır.

Carl von Clausewitz’in “Savaş Teorisi” adlı kitabında üzerinde durduğu husus da savaşta siyasi hedefin önemidir.

* Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Insependent Arabia'dan çevrilmiştir.