İran’da endişe hâkim: ABD ile savaş çıkar mı?

İran’da ABD ile ‘Gizli diplomasiyi’ etkinleştirme çağrıları arttı

10 Aralık 2023’te Tahran’daki kutlama esnasında, hizmete giren Kerrar insansız hava aracını selamlayan İranlı yetkililer (EPA)
10 Aralık 2023’te Tahran’daki kutlama esnasında, hizmete giren Kerrar insansız hava aracını selamlayan İranlı yetkililer (EPA)
TT

İran’da endişe hâkim: ABD ile savaş çıkar mı?

10 Aralık 2023’te Tahran’daki kutlama esnasında, hizmete giren Kerrar insansız hava aracını selamlayan İranlı yetkililer (EPA)
10 Aralık 2023’te Tahran’daki kutlama esnasında, hizmete giren Kerrar insansız hava aracını selamlayan İranlı yetkililer (EPA)

Hanan Azizi

28 Ocak’ta Ürdün-Suriye-Irak sınırındaki ABD üssü et-Tanf’ın Ürdün kısmındaki Kule 22’ye düzenlenen saldırı sonucunda 3 Amerikan asker öldü ve yaklaşık 30 asker de yaralandı.

Olayı farklı açılardan ele alan İran basınında belki de en öne çıkan değerlendirme, ABD’nin askerî tepkisinin İran topraklarında gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ve bu karşılığın ABD ile İran arasında doğrudan bir savaşın patlak vermesine yol açıp açmayacağı oldu. Bununla birlikte İran sokaklarının iki ülke arasında bir savaşın çıkması ihtimalinden yana kaygılı olduğuna da dikkat çekildi.

Ancak bu saldırıya ve muhtemel yansımalarına ilişkin İran makalelerine hâkim eğilim, iki ülkenin de savaş istemediğiydi. Ayrıca ABD Başkanı Joe Biden’ın Senato’da Cumhuriyetçiler tarafından İran’a güçlü bir karşılık vermesi, hatta savaş ilan etmesi yönünde maruz kaldığı baskılara da odaklanıldı ve Biden’ın böyle bir seçeneğe başvurmasına pek ihtimal verilmedi. Zira Biden, “Ne İran’la ne de bölgedeki diğer ülkelerle savaşa girmek istemiyor. Çünkü bu, onun Çin ve Rusya ile olan rekabetini olumsuz etkiler.”

Yayınlanan bazı makaleler de İran rejiminin lideri Ali Hamaney’in, ülkesini 35 yıldır herhangi bir savaşa sokmama kararlılığını takdir ederek, bunu makul bir tavır olarak niteledi.

Bazı İranlı yazarlar da ‘gerilimi kontrol altına almak’ için Washington ile Tahran arasından doğrudan müzakere yürütülmesini öneriyor.

İran basını, Tahran’daki yetkililerin İran’a bağlı milislerin emirleri İran’dan almadığına dair ifadelerini tekrar ediyor, ancak diğer taraftan ABD’nin İran topraklarına yönelik herhangi bir askerî tepkisinin, bu milislerin bölgedeki Amerikan güçlerine yönelik saldırılarını sürdürmelerine sebep olacağı konusunda da uyarıyor.

Aşırı radikal harekete bağlı haber ajansı Raja News, Ürdün-Suriye sınırı yakınındaki Amerikan üssü Kule 22’ye bir saldırı düzenlendiğini ve saldırıda 3 Amerikan askerin ölüp, yaklaşık 30 askerin de yaralandığını bildirdi.

29 Ocak’ta yayınlanan raporda, “Ürdün’e yönelik saldırı ABD’ye, Aksa Tufanı’ndan sonra dünyanın eskisinden tamamen farklı bir hale geldiği, ‘hegemonya’ ve ‘süper güç’ gibi kavramların da geçmişte kalacağı yönünde güçlü bir mesaj gönderdi. ABD; Irak’ta, Afganistan’da ve Vietnam’da olduğu gibi olamaz” ifadeleri dikkat çekti.

Cumhuriyetçilerin İran’a keskin ve doğrudan bir misilleme için Demokrat yönetime baskı uyguladığını belirten rapora göre “ABD’nin Ortadoğu’daki koşulları, İran’ın konumu, doğrudan çatışmanın doğuracağı büyük zorluklar, Çin ve Rusya ile rekabet ve yaklaşan ABD seçimleri sebebiyle ABD, İran’la kapsamlı bir savaşa giremez.”

Raporda ayrıca şu ifadeye de yer verildi:

“ABD’nin bir sonraki intikamına ilişkin çeşitli tahminler söz konusu. Birçok medya kuruluşuna göre İran’la savaş çağrısı yapan bazı Cumhuriyetçi Senatörlerin açıklamaları sebebiyle İran, bu intikamın hedefi olacak.”

İran’a yönelik askerî saldırı, Tahran’ı nükleer programını büyük ölçüde hızlandırmaya sevk eder ki bu, ABD’nin istemediği bir şey.   Raja News

Raporun devamında şu ifadeler yer aldı:

“Bu açıklamalar, Cumhuriyetçilerin, Biden yönetimini zorlu bir yol ayrımına getirmek ve bu krizi partinin hedefleri için kullanmak istediklerini gösteriyor. Bu şartlar altında Biden ya İran’a savaş ilan etmek zorunda kalacak ki bu, Cumhuriyetçiler için büyük bir zafer ve Biden yönetimi için üstesinden gelmesi zor bir zorluk teşkil eder. Ya da tepkisiz kalmayı tercih edecek, ki o zaman da Cumhuriyetçiler tarafından bir korkak olduğu ve Amerikan caydırıcılığı politikasına zarar verdiği yönünde eleştirilere maruz kalır.”

Raporda (Kasım Süleymani suikastı üzerine) Aynu’l-Esed Üssü’ne doğrudan yapılan füze saldırısının ardından Trump yönetiminin İran’a askerî bir saldırıda bulunmadığı hatırlatılarak, bunun nedeninin Amerikalıların, askerlerinin hayatı için endişelenmesi olduğu ifade edildi.

Rapor şu ifadelerle devam etti:

Biden yönetimi, ABD’nin Irak’ta ve Afganistan’da gösterdiği başarısızlığı tekrarlamak istemiyor. Bu yüzden ne İran’la ne de bölgedeki diğer ülkelerle bir savaşa girmemesi gerektiğini düşünüyor. Dolayısıyla kendisini yeni ve büyük zorluklarla karşı karşıya bırakacağı için iyi düşünülmemiş, aceleci bir karar almaktan kaçınıyor. Nitekim Ukrayna’ya müdahale ettikten sonra bunu yaşadı.

scfe
2 Şubat’ta Dover Hava Kuvvetleri Üssü’nde Başkan Biden ve eşi, Kule 22’ye yönelik saldırıda öldürülen askerlerin naaşı taşınırken elini kalbinin üzerine koyuyor (AFP)

Aynı rapora göre ABD, Çin ve Rusya ile kıyasıya bir rekabet halinde. Bu yüzden başka bir savaşa girmesi, bu güçlerle olan rekabetini çok olumsuz etkiler ve uluslararası düzeydeki rolünün ve otoritesinin azalmasına yol açar.

Raporda Amerikalı gözlemcilerin, “İran’a yönelik askerî saldırı, Tahran’ı nükleer programını büyük ölçüde hızlandırmaya sevk eder ki bu, ABD’nin asla istemediği bir şey” ifadeleri aktarıldı. Bu gözlemcilere göre ABD’nin İran’a yönelik askerî tepkisi, bölgede büyük bir gerilime de sebep olacak ve Gazze’de ateşkese ilişkin olası bir anlaşmayı kenara itecektir. Ayrıca Husiler, Kızıldeniz’deki saldırılarını sürdürecek, İran’ın Suriye’de ve Irak’taki vekilleri, ABD ve İsrail güçlerini hedef almaya devam edecek ve Hizbullah, İsrail hükümetini daha büyük sıkıntılara sokacaktır.

Rapor, durumu şu sözlerle özetledi:

“Bu, Biden yönetiminin uzak durmaya çalıştığı büyük bataklık olacaktır. Çünkü Biden’ın bir dönem daha başkan olma umutlarını bitirecek ve onu daha da yenilmiş biri olarak gösterecek.”

ABD, İran’a karşı savaş kararı alırsa bu tüm bölgeyi yakar.          -Nameh News

Öte yandan dış politika alanında uzman analist Ali Baghdali, 31 Ocak’ta analiz haber sitesi Nameh News’e verdiği röportajda, ‘İran’ın, Direniş Ekseni’nin Tahran’dan emir almadığı yönündeki açıklamasına’ işaret etti. ‘Amerikalıların bu açıklamayı kabul etmediklerini’ düşünen Baghdali, Amerika’nın İran’a askerî bir saldırı başlatmasını engellemek için ülkesinin ‘gizli diplomasiyi’ etkinleştirmesini ve Katar gibi arabulucular üzerinden Amerikalılarla müzakere yürütmesini önererek şöyle dedi:

Tehlikeli ve benzeri görülmemiş bir dönemeçten geçiyoruz. Biden bir yol ayrımında; hem 3 Amerikan askerin öldürülmesine göz yumamaz hem de Amerika’nın nasıl bir karşılık vereceğinden emin değil. Ayrıca başkanlık seçimleri için mücadele ediyor ve bu karşılık, onun seçimlerdeki kaderini etkileyebilir.

Açıklamasına “ABD bir karşılık verecek. Ancak İran ve ABD, çatışma alanını genişletmek istemiyor. ABD, İran’a karşı savaş kararı alırsa bu savaş, tüm bölgeyi yakar” ifadeleriyle devam eden Baghdali, sözlerini şöyle tamamladı:

Bir diğer sorun da Tahran ile Washington arasında doğrudan bir savaşa yol açabilecek bu etki-tepki dalgasının devam etmesidir.

“Bağımsız vekiller”

Sadullah Zirai, 30 Ocak’ta “Direnişin Yenilikleri Işığında Bölgedeki Gelişmeler” başlıklı makalesinde, Amerikan üssü Kule 22’ye yönelik saldırının yeni ve önemli bir gelişme olduğunu ifade etti. Zirai’ye göre İran’ın bölgedeki vekilleri, Amerikan üslerini hedef alırken pek çok şeyi hesaba katıyorlardı, ancak Şii Haşd-i Şabi (Şii Halk Seferberlik Güçleri) lideri Müştak Talib es-Saidi’nin öldürülmesi işleri karıştırdı.

Bu vekillerin mecbur kalmadıkça gerilimi tırmandırmadıklarına dikkat çeken Zirai, bu durumun, ABD’nin İsrail’i destekleme yönündeki mevcut askerî politikasına bağlı olduğuna dikkat çekti.

Rıza Sadr el-Hüseyni de 31 Ocak’ta Cam-ı Cem (Jamejam) gazetesinin internet sitesi için “ABD’nin Bölgedeki Nüfuzunun Gerilediğine Dair Göstergeler” başlıklı bir makale yazdı. Makaleye, ABD’nin bölgedeki nüfuzunun gerilemesi üzerine Amerikalı yetkililerin kendi tutumlarını bölge ülkelerine empoze etmek için bölgeye sürekli ziyaretlerde bulunduğunu söyleyerek başlayan Hüseyni’ye göre bu, ABD’nin bölgedeki nüfuzunu kullanamadığının bir göstergesidir.

Yazar, Irak’taki Ketaib Hizbullah’ın Amerikan güçlerine yönelik saldırılarını askıya alma kararını savundu ve İran’daki yetkililerin, “Bu karar, Irak’ın kararının bağımsızlığını teyit ediyor” ifadelerini tekrarladı. Bu kararı, “Irak Hizbullah’ı, Gazze’ye destek vermek için başka bir yaklaşıma yöneldi” ifadesiyle gerekçelendiren yazar, bu kararın İran’a bağlı örgütün tutumlarında stratejik bir değişiklik olarak yorumlanmaması gerektiğini söyledi.

İran ile ABD arasında doğrudan bir gerilim, İsrail’in çıkarına olur.     -İtimad gazetesi

Emir Debiri Mihr ise 26 Ocak’ta Armân-ı İmruz gazetesinde “Savaş Olmayacak” başlığıyla yayımlanan yazısında, Kule 22’ye yönelik saldırının İran sokaklarında İran ile ABD ve İsrail arasında bir savaş çıkması ihtimaline ilişkin endişelere sebep olduğunu belirtti ve savaş ihtimalinin şu dört nedenden dolayı gerçekleşmeyeceğini söyledi:

Birincisi: İsrail, İran’a zarar veren operasyonlarını sürdürecek, ancak İran’la doğrudan karşı karşıya gelme cesareti ve imkânı yok. İki taraf arasındaki çatışma, mümkün olduğunca üçüncü bir ülkede gerçekleşecek. Yani çatışma, güvenlik düzeyinde ve İran sınırları dışında olacak. Bu çatışmanın büyük bir kısmını da psikolojik savaş oluşturacak.

İkincisi: ABD, seçim yılında İran’la doğrudan bir çatışmaya girmeyecek ve İsrail’in Gazze’deki savaşına destek vermekten vazgeçecek.

thn
2 Şubat’ta Dover Hava Kuvvetleri Üssü’nde, Kule 22’ye yönelik saldırıda hayatını kaybeden askerlerden birinin naaşının taşındığı sırada Biden (AFP)

Üçüncüsü: İran rejiminin lideri Hamaney, son otuz beş yıldır, Afganistan’da İranlı diplomatların öldürülmesi ve 11 Eylül olayları gibi büyük hadiselerde bile İran’ın savaşlara girmesine asla izin vermedi. İran’ın bu politikası, güçlü bir şekilde devam ediyor.

Dördüncüsü: İran’ın savaşlardan kaçınma yaklaşımı, akıllıca görünüyor.”

Ebulfazl Fatih de İtimad (Etemad) gazetesinin 31 Ocak tarihli sayısında yayımlanan makalesinde, “İran ile ABD arasında doğrudan gerilimin tırmanması, Gazze çıkmazına dalmış İsrail’in çıkarına olur” ifadelerine yer verdi.

Fatih’e göre “Netanyahu ve aşırı sağ liderliğindeki İsrail, Gazze’deki hedeflerini gerçekleştiremedi. İran ile ABD arasındaki doğrudan askerî çatışmanın sonuçları, yıkıcı olur. Gerilimi kontrol altına almaya dönük doğrudan ve acil müzakereler ise kazan-kazan oyunu yoluyla her iki tarafın da uzun vadeli çıkarlarını güvence altına alacaktır.”

Fatih, makalesinde şu ifadelere de yer verdi:

“Tahran ile Washington arasında, özellikle de askerî çatışma başlamadan önce yapılacak müzakereler, iki taraf için de en iyi seçenek olmaya devam ediyor. İki taraf arasındaki müzakereler; bölgenin, bölgedeki güç dengelerinin, Gazze halkının ve genel olarak insanlığın yararına olacaktır. Çünkü bölgedeki krizlere ilişkin olarak iki taraf arasında göreceli bir anlaşma fırsatı sağlayacak ve ateşkes anlaşmasına varma yolunda İsrail’e karşı bir baskı kartı oluşturacak.”

Netanyahu, İran’ı savaşa çekmeye çalışıyor ve eğer dünya ona karşı koyamazsa en büyük savaşlara yönelecek. Tevsia-yı İrani gazetesi

Tevsia-yı İrani gazetesi de 30 Ocak’ta Mahbube Veli’nin kaleminden “Biden, İran’ın Kırmızı Çizgisini Aşma Riskini Göze Alır mı?” başlıklı bir makale yayımladı.

Bu makalede, “İran, Direniş gruplarının Amerikan hedeflerine yönelik saldırılarıyla bir bağlantısı olmadığını açıkladı. İran’a yönelik askerî bir saldırının bir kırmızı çizgi olduğunu da duyurdu. Dolayısıyla ABD, bu kırmızı çizgiyi aşarsa bölgedeki olaylar kontrolden çıkabilir” ifadelerini kullanan yazar şöyle devam etti:

İsrail’in ana ve en büyük destekçisi olan ABD, Direniş kampı tarafından bombalanmasını durdurmak için İsrail’i dizginlemeye ve onu Gazze’deki savaşa son vermeye ikna etmeye mi çalışacak? Yoksa bölgede karşılıklı ateş yoluyla yeni bir domino dalgası başlatacak ve istemeden de olsa İran’ın savaşa çekilmesi ihtimaline mi yol açacak? Bekleyip görelim.

* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir..

 



Savaş Ortadoğu'yu nereye götürüyor?

Fotoğraf: Sara Padovan
Fotoğraf: Sara Padovan
TT

Savaş Ortadoğu'yu nereye götürüyor?

Fotoğraf: Sara Padovan
Fotoğraf: Sara Padovan

Robert Ford

Donald Trump'ın İran'a karşı savaşında İsrail'i ne kadar destekleyeceği belirsizliğini koruyor, ancak tahminler, çatışmanın ivmesinin bu yılın sonlarında gerileyeceği yönünde.

Kendi açısından İran, ABD ile tam ölçekli bir çatışmaya kaymak konusunda istekli görünmüyor. Nitekim 23 Haziran'daki sınırlı misilleme, füze saldırısı öncesinde ABD’ye saldırıyı bildirdi. Trump da bunu daha sonra hesaplı bir adım olarak değerlendirdi. Ancak bu, çatışmanın yakın bir zamanda sona ereceği anlamına gelmiyor.

İran, nükleer ve balistik füze programlarına halen sıkı sıkıya bağlı ve kapsamlı yabancı denetimlere izin vermiyor. İsrail'in İran güvenlik kurumlarını hedef alması ve İsrailli yöneticiler ile Donald Trump'ın tekrarlanan açıklamaları, geride kalan İranlı yöneticiler arasında İsrail ve ABD'nin er ya da geç İslam Cumhuriyeti'ni devirmeye çalıştığına dair inancın pekişmesine yardımcı oldu.

Ancak İran rejimi gerçekte devrilmedi. Gerçek şu ki, ne kadar yoğun ve sürekli olursa olsun, hava ve füze saldırılarının sonucu olarak bir rejim değişikliğine hiç şahit olmadık. İran’da, 2011'de Libya'da veya 2024'te Suriye'de olduğu gibi, hükümet kurumlarının kontrolünü ele geçirebilecek güçlü bir silahlı muhalefet de yok. Aynı biçimde, 1979'da İran'ın kendisinde olduğu gibi, İran nüfusunun büyük bir kesiminin etrafında toplanabileceği net bir muhalif figür de yok.

Washington'u, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmadığına, ancak Bağdat'ın işgali ve Amerikalı uzmanların doğrudan denetimleri ikna edebilmişti

Bir yıl sonra, İran dini lideri bir din adamı veya İran Devrim Muhafızları'ndan bir subay olabilir, ancak rejimin doğası büyük ölçüde değişmeden olduğu gibi kalacaktır. ABD ve Avrupa’nın desteğini almış bir İsrail saldırısı, sendeleyen İran devletinin İsrail'e olan düşmanlığını sürdürmesini sağlayacaktır. Batı'ya karşı düşmanlığını açıkça ifade etmese de en azından ona karşı derin bir şüphe duymaya devam edecektir.

Tahran, İsrail ve ABD'nin İran hükümetini ve ekonomisini zayıflatmayı bırakacağına güvenmediği için nükleer ve balistik füze programlarından koşulsuz vazgeçmek için hiçbir gerekçe görmüyor. Ayrıca, bu programları kademeli de olsa yeniden inşa etmek için teknolojik kapasiteye sahip. Dahası İslam Cumhuriyeti içinde hızla nükleer silah geliştirilmesini isteyen sesler giderek daha fazla yükselecektir. Kuzey Kore örneğine bakıldığında, hayatta kalan İran liderleri, rejime yönelik ek dış tehditleri yalnızca bir nükleer silahın caydırabileceği sonucuna varabilirler.

Buna karşılık, Amerikalılar ve İsrailliler, yeni şüpheli nükleer tesisleri ve personelini hedef almak için her zaman doğru olmayabilecek istihbarata dayanacaklar. Bu hava saldırıları, bazı açılardan, Kuveyt Savaşı ile 2003 ABD işgali arasındaki yıllarda Saddam Hüseyin döneminde Irak'a karşı gerçekleştirilen ABD operasyonlarına benzeyecek. Ancak Washington'daki Carnegie Vakfı'nda Nükleer Politika Programı Direktörü ve akademisyen James Acton, 19 Haziran'da New York Times'da, hedef alınan devlet nükleer programı sürdürmeye kararlıysa, hiçbir hava harekatının nükleer programı tamamen durdurmada başarılı olamadığı konusunda uyardı. Hatırlayalım ki, Washington'u Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmadığına, ancak Bağdat'ın işgali ve ABD uzmanlarının doğrudan denetimleri ikna edebilmişti.

cdfg
Fotoğraf: Sara Padovan

Trump'ı İran'a karşı askeri bir saldırı düzenlemeye zorlayanlar, İran'ın dahili nükleer ve füze programlarının tamamen ve garantili olarak ortadan kaldırılmasının ancak kara kuvvetlerinin konuşlandırılmasıyla sağlanabileceği gerçeğini sürekli olarak göz ardı ediyorlar. Ancak Trump, İran ile askeri bir gerilimi tırmandırma peşinde değil; aksine, müzakere masasında İran'ı siyasi olarak teslim olmaya itmeye çalışıyor. Burada soru şu; İran'ı kısa sürede teslimiyet müzakerelerini kabul etmeye zorlama gücüne sahip mi?

Bununla beraber Trump'ın İran'a büyük çaplı bir kara harekâtını onaylaması pek olası değil. Operasyonel koşullar düşük riskli olduğu sürece hava saldırılarını tercih edecektir ama bilindiği gibi, daha önce Yemen'de Husilere karşı yürütülen hava harekatının uzun sürmesinden rahatsızlık duyduğunu da dile getirmişti. Buna ilave olarak, deniz devriyelerinin artırılmasını destekleyeceği ve Çin'e yapılan sevkiyatlar da dahil olmak üzere İran petrol ihracatına fiili bir ambargo uygulama yönünde harekete geçeceği de tahmin ediliyor. Bu adımlarının amacı, düşman İran hükümetini döviz rezervlerinden mahrum bırakmaktır. İran petrol ihracatını durdurmak Tahran'ı daha da zayıflatacak, nükleer ve balistik füze programlarını yeniden inşa etme girişimlerini yavaşlatacak olsa da onu tamamen felç etmeye yetmeyecektir.

İran Devrim Muhafızları Ordusu artık mali ve askeri olarak daha zayıf ve Bağdat ile Güney Irak'ta bir zamanlar sahip olduğu etki seviyesini koruyamayacaktır

İsrail daha güçlü, ancak kısıtlamalar varlığını sürdürecektir.

İran'da bir rejim değişikliği ihtimali azalırken, İsrail her zamankinden daha fazla Amerikan desteğine ihtiyaç duyacaktır. İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran hedeflerine karşı elde ettiği kayda değer başarılara rağmen, özellikle de Fordo'daki müstahkem yeraltı İran nükleer tesisini yok edememesi başta olmak üzere, çatışma aynı zamanda gücünün sınırlarını da açığa çıkardı. Buna ilaveten İsrail, kıyılarına bir ABD Donanma muhribi ve sınırlı ABD stoklarından ek THAAD füze savunma sistemi birimleri konuşlandırılması gibi, füze savunma sistemini takviye etmek için ABD’den takviye talebinde bulunmak zorunda da kaldı.

Bu Amerikan örtüsü altında, İsrail sadece İran nükleer programıyla bağlantılı olduğundan şüphelenilen yerleri hedef alan düzensiz saldırılar düzenlemekle kalmayacak, aynı zamanda Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarına ve Batı Şeria'nın bazı kısımlarını kademeli olarak ilhak etmeye devam edecektir. Bunun karşısında Filistinliler kendilerini kasvetli bir gelecekle karşı karşıya bulacaklardır. Aynı zamanda, İsrail'in güvenilirliği ve desteklenmesine verilen destek, Demokrat Parti'yi destekleyen genç Amerikalılar arasında azalmaya devam ediyor ve bu yaklaşık on yıldır belirgin olan bir eğilim.

Son zamanlarda, genç Cumhuriyetçiler de İsrail’i daha az destekler oldu ve Kongre'deki İsrail yanlısı grupların hakimiyeti muhtemelen önümüzdeki üç yıl boyunca devam edecek fakat ABD bütçesi üzerindeki artan yük ve yerel sosyal programlara yapılan harcamaların gerilemesi, İsrail'e koşulsuz ABD desteğinin uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği hakkındaki mevcut sorgulamaları yoğunlaştıracak.

İbrahim Anlaşmaları genişletiliyor mu?

Mevcut çatışmanın durmasıyla birlikte, Washington İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi konusunu yeniden gündeme getirirken, Kuveyt, Katar, Umman ve Suudi Arabistan bir dizi karmaşık hesaplarla yüzleşeceklerdir. Nitekim Trump, 14 Mayıs'ta Riyad'da yaptığı konuşmada, Körfez ülkelerinin bu adımı atmaları umudunu dile getirse de bu adımın zamanlamasının tamamen onlara bağlı olduğunu kabul etti.

Cezayir, Tunus ve Yemen gibi bazı Arap Birliği üyeleri normalleşme sürecine yönelmeyecek olsalar da İsrail, özellikle Suudi Arabistan olmak üzere tüm Körfez ülkeleriyle resmi siyasi ve ticari ilişkiler kurmaya halen istekli ve buna önem veriyor.

Ancak, İran'ın belirgin şekilde zayıflamasıyla birlikte, Körfez ülkelerinin Tahran'ın tehditlerine karşı caydırıcı olarak İsrail ile acil iş birliği ihtiyacı da azalıyor.

Bu hükümetler, İsrail'in Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarından rahatsız olurlarsa, açıkça normalleşme adımları atmak yerine, İsrail ile sessiz bir iş birliği seviyesini sürdürmeyi tercih edebilirler.

Bununla birlikte, bu ülkeler ister normalleşme yolunda ilerlemeye ister ilerlememeye karar versinler, özellikle İsrail'in büyüyen askeri gücünün farkında oldukları için Washington ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışacaklardır. Aynı zamanda, Çin ve hatta Rusya da dahil olmak üzere diğer küresel güçlerle ilişkilerini güçlendirerek seçeneklerini çeşitlendirmek için gayret edeceklerdir.

7 Ekim'den önce, Akdeniz’den Arap Yarımadası, Hindistan ve belki de Uzak Doğu'ya kadar pazarları birbirine bağlayan bir ulaşım koridoru projesi ile ilgili aktif tartışmalar dönüyordu. Her Körfez ülkesinin, ekonomisini çeşitlendirme ve büyümeyi teşvik etme konusunda kendi vizyonu ve planları var. Ancak, ABD ve İsrail'in İran'a yönelik devam edecek hava harekatı, bölgesel yatırım ortamının çekiciliğini zayıflatacaktır. Sınırlı olsa bile, İran’ın saldırıları da arzu edilen istikrar için sürekli bir tehdit olmaya devam edecektir.

Trump, İran hedeflerine doğrudan saldırılar düzenlemek için ABD üslerini kullanmaya karar verirse Tahran zayıflayacaktır, ancak komşularına karşı daha düşmanca davranacaktır. Böyle bir senaryo, Körfez hükümetlerinin İran'a açılma politikalarıyla oluşturmaya çalıştıkları ve öncelikle yabancı yatırım çekmeyi amaçlayan istikrar ortamını baltalayacaktır. Bu nedenle, yatırım fırsatları, bölgesel olarak daha istikrarlı ve dolayısıyla bazı uzun vadeli yatırım biçimleri için daha cazip görünebilecek Latin Amerika gibi diğer bölgelere kayabilir.

Bu bağlamda, Körfez ülkeleri İran, İsrail ve ABD arasındaki savaş sona erdikten sonra büyük olasılıkla diplomatik ve politik bir çözüm çağrısında bulunmaya devam edeceklerdir. Ancak, böyle bir anlaşmaya varmak, çatışmanın doğrudan taraflarına bağlı kalmaya devam ediyor. Bunun için de Trump'ın 2015 nükleer anlaşmasından aniden çekilmesi, ardından 13 Haziran'da İsrail'in İran'a saldırmasının akabinde yeniden başlayan çatışmalarla baltalanan asgari düzeyde bir karşılıklı güven gerekiyor. Saldırıların sürmesi öngörülebilir, gelecekte daha düşük bir düzeyde de olsa çatışmanın ve yüksek tansiyonun devam etmesini olası kılıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.