Kırım'ın ilhakından on yıl sonra...Ukrayna-Rusya savaşına giden yol

Savaşın üçüncü yılının başında Kırım Yarımadası Putin'in imparatorluk hayallerinin temel taşı olmaya devam ediyor.

Moskova ile Kiev arasındaki anlaşmazlığın ana noktalarından biri olan Karadeniz Filosu, 1992. (AFP)
Moskova ile Kiev arasındaki anlaşmazlığın ana noktalarından biri olan Karadeniz Filosu, 1992. (AFP)
TT

Kırım'ın ilhakından on yıl sonra...Ukrayna-Rusya savaşına giden yol

Moskova ile Kiev arasındaki anlaşmazlığın ana noktalarından biri olan Karadeniz Filosu, 1992. (AFP)
Moskova ile Kiev arasındaki anlaşmazlığın ana noktalarından biri olan Karadeniz Filosu, 1992. (AFP)

Samir İlyas

Rusya'nın Şubat 2022'den bu yana Ukrayna'ya karşı devam eden savaşında ilan ettiği hedeflere ulaşmada yaşadığı zorlukların aksine, yaklaşık on yıl önce Kırım'ın işgali, büyük ölçekli bir askeri operasyona başvurmadan pratik olarak tamamlanana kadar dünyanın farkına varmadığı gizli bir plan dahilinde, tarihin en sorunsuz işgal operasyonlarından biriydi.

Kiev'deki merkezi hükümet, Kremlin'in müttefiki olan Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç'in devrilmesinin ardından işlerini düzenlemekle meşgulken, ‘Yeşil Adamlar’ Kırım'ı işgal etme görevini yerine getirdi. Kiev'deki ‘darbeden’ bir aydan kısa bir süre sonra, Kırım'ın Rusya'ya resmen ilhakını kutlamak için Moskova, Simferopol ve Sivastopol semalarına havai fişekler atılıyordu.

Kırım'ın önemi

Kırım Yarımadası, Karadeniz'deki konumu ve Azak Denizi'ne açılan Kerç Boğazı'na nazır olması hasebiyle büyük jeostratejik öneme sahiptir. Konumunun yanı sıra Donbass bölgesindeki maden ihracatı için en önemli limandır. Kırım, büyük bir tarihi sembolizme de sahiptir. Rus İmparatorluğu 17’nci ve 19’uncu yüzyıllar arasında Osmanlı İmparatorluğu ile sıcak sulara inmek için birçok savaş yaptı. Kırım Yarımadası Novorossiya'nın (Yeni Rusya) düğüm noktası olarak kabul edilir. Novorossiya kavramı, Rus milliyetçileri tarafından Karadeniz ve Azak Denizi kıyısında Odessa'dan, Mıkolayiv, Herson ve Zaporijya şehirlerine, oradan da doğuda Donetsk ve Luhansk'a kadar uzanan güneydoğu Ukrayna bölgesine verilen isim.

Kırım Cumhuriyeti, Sovyet döneminde özerkliğe sahipti. Kırım’daki yerli nüfus, yüz binlerce Tatarı ihanet ve Nazilerle iş birliği yapmakla suçlayıp Sibirya, Kazakistan ve Özbekistan'a sürgün eden lider Joseph Stalin'in yönetimi altındaki Kırım Tatarlarından mustaripti. Sovyet lideri Nikita Kruşçev, çözülme evresiyle birlikte 1954 yılında özerk olmaya devam ederken Kırım’ın idari olarak Ukrayna'ya bağlanmasına karar verdi. O dönemde alınan bu karar aslında radikal bir değişikliğe yol açmadı. Sovyetler Birliği cumhuriyetleri arasındaki sınırlar sadece Moskova'nın doğrudan kontrolü altındaki idari sınırlardı. O dönemde Rusya ile kara sınırı olmadığı göz önüne alındığında, Kırım'ın idari olarak Kiev'e bağlı olması belki de mantıklıydı.

Rusya'nın aleyhine olan değişim rüzgarları ilk olarak Sovyetler Birliği'nin neredeyse çökmeye başlamasıyla esmeye başladı. Kırım'da Rus kökenliler çoğunlukta olmasına rağmen, 1 Aralık referandumunda Kırım sakinleri küçük bir farkla (yüzde 54) Ukrayna'nın geri kalanıyla birlikte bağımsızlık kararı aldı. Bahsi geçen referandumda Ukrayna'nın yüzde 92'sinin Sovyetler Birliği'nden ayrılmayı desteklediğini hatırlatalım.

2004-2005'teki Turuncu Devrim'in ardından Moskova'nın Ukrayna'yı kaybetme korkusu, yeni liderlerinin Batı'ya yönelmesiyle daha da arttı.

Karadeniz Filosu düğümü

Moskova, Rusya'nın çoğunlukta olduğu (söz konusu dönemde nüfusun yüzde 57'si) Kırım'ı da kapsayan idari sınırlarıyla Ukrayna'nın bağımsızlığını tanıdı. Diğer yandan, en önemlisi Karadeniz'deki askeri üslerin akıbeti olmak üzere çeşitli sorunlar ortaya çıktı. Kırım'daki Sivastopol Limanı önemli bir deniz üssü olup, Sovyet döneminden bu yana Rus Karadeniz Filosu’nun karargahıdır. İki taraf, Rusya'nın Karadeniz Filosu’nun en büyük bölümünü ele geçirmesiyle düğümü çözdü. Rusya, Novorossiysk Üssü’nün genişletilmesi ve Rus filosunun ana karargahına dönüştürülmesi tamamlanana kadar üs için kira aldı. Rusya, ABD ve İngiltere, Aralık 1994'te Ukrayna'nın Sovyet döneminden kalma devasa nükleer silah stokunu Rusya'ya devretmesi karşılığında Ukrayna'nın Sovyet sonrası sınırlarına saygı gösterme sözü verdi. 1997 yılında iki ülke (Rusya ve Ukrayna) Dostluk, İşbirliği ve Ortaklık Antlaşması'nı imzalayarak Kırım Yarımadası'nın yeniden Ukrayna toprağı olduğunu teyit etti. Rusya ve Ukrayna, Rus filosunun 2017 yılına kadar Sivastopol’da kalması konusunda anlaştı.

Moskova'nın odak noktası, Karadeniz Filosu'nun üssünü Sivastopol'da tutmaktı ve bu konu o dönemde Moskova'yı rahatsız eden bir sorun teşkil etmiyordu. Bir yandan Kiev'de birbirini takip eden hükümetlerle tatmin edici çözümlere ulaşmayı başarırken, diğer yandan da Kırım'da Rus asıllı halkın nüfuzunu desteklemeye devam etti. 2004-2005'teki Turuncu Devrim'in ardından Moskova'nın Ukrayna'yı kaybetme korkusu, yeni liderlerinin Batı'ya yönelmesiyle daha da arttı. 2008'deki Bükreş NATO zirvesinden sonra Ukrayna'nın ittifaka (NATO) dahil edilmesiyle ilgili korkular güçlendi. Rusya, Ukrayna'nın NATO ve Avrupa Birliği'ne (AB) doğru ilerlemesini engellemek için tüm enerjisini kullandı.

Fotoğraf Altı: Sivastopol'da Karadeniz Filosu gemisi, Nisan 1992. (AFP)
Sivastopol'da Karadeniz Filosu gemisi, Nisan 1992. (AFP)

Viktor Yanukoviç'in 2010 yılında öncelikle güney ve doğunun oyları sayesinde Devlet Başkanı olmasının ardından, iki taraf, Ukrayna'nın Rus gazını avantajlı fiyatlarla alması karşılığında Rus Karadeniz Filosu’nun Sivastopol'da bulunmasına ilişkin anlaşmayı 2042 yılına kadar uzattı. Anlaşma aynı zamanda Rusya'nın Sivastopol Üssü’nde yaklaşık 25 bin askerin konuşlandırılmasına ve Kırım Yarımadası'nda iki hava üssünün bulundurulmasına da olanak tanıdı.

Zor dengeler

Yanukoviç uzun süre Rusya ile Batı arasında bir denge kurmaya çalıştı. AB, Ukrayna'yı NATO'ya kabul etme konusunda net adımlar atmadı. Ayrıca 2008'deki ekonomik krizden çıkmasına mali olarak yardım etmeyi de ihmal etti. AB daha sonra Ukrayna ile AB arasındaki ortaklık anlaşmasının devam etmesi için Ukrayna'ya Kremlin liderliğindeki Avrasya Ekonomik Birliği'ne girmemesi koşulunu dayattı. Tüm bunlara karşılık Moskova yönetimi kendi çıkarlarını korumak için yardım elini uzatmaya çok açık ve istekliydi.

Ukrayna 2013 yılında, ABD'nin sıkı para politikasının küresel yansımalarını yaşadı.

Ukrayna 2013 yılında, ABD'nin sıkı para politikasının küresel yansımalarını yaşadı ve zarar gördü. Ukrayna'nın borçlanma maliyeti yüzde 7-8'den yüzde 11'in üzerine çıktı. Aynı zamanda Putin, Ukrayna'nın AB'ye yaklaştığını fark ettiğinde, Ukrayna ihracatına yaptırım uygulamaya karar verdi. Bu, Rusya'ya ihracata bağımlı olan Ukrayna sanayisi için daha fazla soruna yol açtı.

Yanukoviç kasım ayında kararını verdi. AB ile ortaklık anlaşmasını imzalamayı erteledi ve Rusya'ya gitti. Rusya o yılın kışına dayanabilmesi için Ukrayna'ya 15 milyar dolarlık mali yardım ve doğalgaz fiyatlarında yüzde 33 indirim teklif etti. Ayrıca söz konusu mali yardım, Kiev'in borçlarını ödemede temerrüde düşmesini de engelliyordu. Bu süreçte Putin, Rusya pazarını Ukrayna ürünlerine yeniden açmaya karar verdi.

Rusya'nın ‘cömertliğine’ rağmen, Yanukoviç'in AB ile ortaklık anlaşmasını imzalamayı ertelemesi üzerine 21 Kasım 2013'te başkent Kiev'de halk protestoları patlak verdi. Haftalarca süren gösterilerin ardından Yanukoviç 22 Şubat 2014'te ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Onun ardından Batı yanlısı siyasetçiler iktidara geldi.

Kibar insanlar

Daha sonraki Ukrayna raporları, herhangi bir önemli direniş olmaksızın Kırım'ın işgali ve ilhakına ilişkin koşullar hakkında çok şey ortaya çıkardı. Raporlar, Rusya'nın yarımadayı işgal etme hazırlıklarının Kiev'deki Bağımsızlık Meydanı olaylarının başlangıcından itibaren erken başladığını gösterdi. Ukrayna'nın daha sonra yaptığı araştırmalara göre Rusya, Kasım 2013'ten bu yana Kırım'daki Rus üslerine yakıt tedarikini yaklaşık dört kat artırdı. 2014 yılı başından itibarense askerlerin bu üslerde gizli seferberliği başladı.

25 Şubat 2014'te Rusya yanlısı destekçiler, yarımadanın Rusya'ya ilhak edilmesi için Kırım Parlamentosu’na baskı yapmaya başladı.

Kırım makamları muhalif hareketi desteklemeyi reddetti. Rus medyası, Ukraynalı Nazi hareketlerinin Yanukoviç'i devirmek için Batı desteğiyle Avrupa Meydanı olaylarına öncülük ettiğini öne sürmeye başladı. Rus medyası ayrıca neo-Nazilerin Rus kökenli vatandaşları hedef alma niyetleri konusunda da uyarıda bulundu. 4 Şubat 2014 tarihinde Kırım Yüksek Konseyi Başkanlık Kurulu, siyasi kriz ve faşist grupların iktidar hevesinden ötürü yarımadanın durumu hakkında Kırım çapında bir araştırma başlatma kararı aldı.

Fotoğraf Altı: 1 Mart 2014'te, Simferopol'de düzenlenen mitinge katılan ‘Küçük Yeşil Adamlar’. (AFP)
1 Mart 2014'te, Simferopol'de düzenlenen mitinge katılan ‘Küçük Yeşil Adamlar’. (AFP)

Yanukoviç'in 22 Şubat 2013'te devrilmesi ve Rusya'ya kaçmasının ardından olaylar hızlandı.

Olayların hızla gelişmesi, Yanukoviç'in devrilmesinden ve Kiev'de tanık olunan ayaklanmaya tepki olarak Kırım Yarımadası'nda bir iç ayaklanmaya tanık olunduğu bahanesiyle Rusya'ya kaçmasından önce Moskova'nın dikkatle organize edilmiş bir kampanyasını ortaya çıkardı.

23 Şubat'ta, yeni Ukrayna hükümetini tanımak istemeyen yarımadanın Rusya yanlısı sakinleri, Kırım Yüksek Konseyi binası yakınında protesto başlattı. Göstericiler, Kırım Yarımadası'nın Ukrayna'dan ayrılması sloganını yükseltti. Sivastopol'da da gösteri düzenlendi. Bu sırada Rusya yanlısı iş adamı Alexei Chaly şehrin belediye başkanı seçildi.

25 Şubat 2014'te Rusya yanlısı destekçiler, yarımadanın Rusya'ya ilhak edilmesi için Kırım Parlamentosu’na baskı yapmaya başladı. Yüzlerce kişi Kırım Parlamentosu'nun Kırım'ın bağımsızlığını ilan etmek için referandum yapmasını talep etti.

Ertesi gün Kırım Parlamentosu, Ukrayna ile ilişkilerin kesilmesi hususunda referandum yapılması konusunu görüşmek üzere toplandı, ancak yeterli oy çoğunluğunun sağlanamaması nedeniyle bir sonuca varılamadı.

27 Şubat 2014 gecesi milletvekilleri, Anatoli Mogilev hükümetini görevden aldı, Rusya yanlısı Sergey Aksenov'u Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin yeni başbakanı olarak atadı ve referandumu onaylama kararı aldı. Eş zamanlı olarak, yarımadanın her yerinde, plakasız Rus araçlarında, ayırt edici işaretleri olmayan Rus üniformaları giyen insanlar ortaya çıktı. Önce Simferopol Havaalanı'nı, Belbek Askeri Havaalanı'nı ve Kerç Feribot İskelesi’ni işgal ettiler.

Aynı gün, Kırım Yüksek Konseyi, Kırım Yarımadası'nın statüsüne ilişkin referandumun yapılması için 25 Mayıs tarihini belirledi ve daha sonra bu tarih bir sonraki yıl 16 Mart'a ertelendi.

‘Yeşil Adamlar’ ya da ‘Kibar İnsanlar’, Kırım işgalinin örgütlenmesinde başlıca rol oynadı. Bunlar Rusya tarafından 2009 yılında oluşturulan özel operasyon güçlerinin bir parçasıdırlar. Bu güçler, Rusya Federasyonu'nu ilgilendiren herhangi bir coğrafi noktada siyasi ve ekonomik hedeflere ulaşmayı amaçlıyorlar…

Birinci savaşın sıcak dönemi, 2014 yılı sonunda Almanya ve Fransa'nın arabuluculuğunda imzalanan Minsk Anlaşması ile sona erdi.

Donbass isyanı

Kırım'ın kontrolünün ele geçirilmesinin ardından birçok Rus milliyetçisi, Rus azınlığını Ukrayna'daki neo-Nazi saldırılarından koruma bahanesiyle Donetsk ve Luhansk'a yöneldi. Moskova'nın doğrudan desteğiyle Rus asıllı vatandaşlar Halk Koruma Birlikleri’ni oluşturdu ve ayrılıkçı eğilimler arttı. 11 Mayıs 2014'te ayrılıkçılar, Kiev'in yasa dışı saydığı referandumun ardından tek taraflı olarak Rusça konuşanların çoğunlukla yaşadığı Donbass havzasındaki Luhansk ve Donetsk bölgelerinin bağımsızlığını ilan etti. Ayrılıkçılar ile Ukrayna Silahlı Kuvvetleri arasında, Rus yanlısı ayrılıkçıların Donetsk ve Luhansk’ın yarısından fazlasının kontrolünü ele geçirdiği bir savaş çıktı. Birinci savaşın sıcak dönemi, 2014 yılı sonunda Almanya ve Fransa'nın arabuluculuğunda imzalanan Minsk Anlaşması ile sona erdi. Ancak her iki taraf da bu anlaşmaya uymadı ve savaş külleri altında yanmaya devam ederek her iki taraftan da 13 binden fazla kişinin hayatına mal oldu.

Açık çatışma

Kırım'ın işgali ve ilhakından sonra Rus söylemi, Doğu ve Güney Ukrayna'daki Rus milliyetçilerinin ve Rusça konuşanların desteklenmesi ihtiyacına odaklanmaya devam etti. Aynı zamanda Sovyet döneminden önce Ukrayna devletinin varlığının inkarına dayanan yeni bir anlatı ortaya çıktı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin konuşmalarında ve yazılarında bu düşüncesini açıkça dile getirdi.

Fotoğraf Altı: Sivastopol'da devriye gezen Rus askerleri, 5 Mart 2014.  (AFP)
Sivastopol'da devriye gezen Rus askerleri, 5 Mart 2014. (AFP)

Putin Temmuz 2021'de Rusça ve Ukraynaca yayınlanan bir makalede ‘Ukrayna'nın gerçek egemenliğinin ancak Rusya ile ortaklık halinde mümkün olabileceğini’ ileri sürdü. “Modern Ukrayna, Sovyet döneminin saf bir ürünüdür. Onun büyük ölçüde tarihi Rusya topraklarında oluştuğunu çok iyi biliyor ve hatırlıyoruz” ifadelerini kullanan Putin, komünistlere yönelik eleştirilerini yineledi. 2016 yılında komünist devletin kurucusu Vladimir Lenin'in fikirlerinin “Sovyetler Birliği'nin çöküşüne yol açtığını ve kendisinin ve arkadaşlarının aslında Rusya adlı bir binanın altına atom bombası yerleştirdiğini” söylediği önceki açıklamalarını doğruladı.

Ukrayna'nın güneyini ve doğusunu kapsayan Novorossiya’dan bahsedilmeye başlandı. Rusya, 2021 yılı sonunda güçlerini Ukrayna sınırına seferber ettikten sonra ABD ve NATO'ya, ittifakın 1997 sınırlarına çekilmesini de içeren bir anlaşmayı şartları arasında sundu. Rusya, savaşın başlangıcı olarak 22 Şubat 2022'de ayrılıkçı Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerinin Ukrayna'dan bağımsızlığını tanıdığını duyurdu ve savaşın arifesinde iki cumhuriyetle güvenlik ve savunma anlaşması imzaladı. Bir gün sonra, doğudan ve kuzeyden kapsamlı bir hava ve kara saldırısı başlattı.

Büyük dalgalanmalara sahne olan savaşta Ukrayna, ilk saldırıyı göğüslemeyi ve Kiev'in işgal edilmesini engellemeyi başardı. Ancak güneyde Rus ordusu Kırım'dan Herson'a doğru yola çıktı, yarımadadaki ablukayı kırdı ve Mıkolayiv'e doğru ilerledi. Mayıs ayında Rusya, Mariupol şehri üzerindeki kontrolünü sıkılaştırdı ve Donbass ile Kırım arasındaki kara yolunu güvence altına aldı. Kuzeyden Rus tankları Çernigiv üzerinden Kiev'e doğru ilerledi, ancak ağır kayıplar nedeniyle geri çekildi. Rusya ve ona yakın milisler Luhansk Cumhuriyeti topraklarının tamamını işgal etmeyi başardı. Ukrayna, 2022 yazında ve sonbaharında, Ukrayna'nın doğusundaki Harkov'da Rusya'nın işgal ettiği toprakların bir kısmını geri almayı başardı. Kasım 2022'de Rusya, Herson’daki Dinyeper Nehri'nin sağ (batı) yakasından çekilmek zorunda kaldı.

2022'deki büyük değişimlerin aksine, 2023'te Rusya'nın zafer kazanma arzusu ile Ukrayna'nın onu direniş ve fedakarlığın sembolü olarak yüceltme arzusu arasında çatışmanın simgesi haline gelen Bahmut'un işgali dışında bölgelerde pek niteliksel gelişme yaşanmadı.

Bahmut muharebesi, baharda yapılması planlanan ancak yaz başına ertelenen Ukrayna karşı saldırısını erteledi. Yedi aydan fazla süre geçmesine rağmen bu saldırı Ukraynalıların ve Batı'nın umduğu sonuca ulaşamadı. Savaş, Rusya'nın insan gücü farkı, askeri teçhizat ve mühimmat kayıplarını kendi yetenekleri ve müttefiklerin yardımıyla telafi edebilmesi nedeniyle daha çabuk adapte olduğu siper savaşlarına ve yıpratma savaşına dönüştü.

Putin

1917 devriminden sonra çizilen sınırlar yeniden çizilebilir ve çizilmelidir.

Diğer yandan Ukrayna'nın kaderi artık tamamen Batı'nın ekonomik ve askeri yardımlarına bağlı. Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığına göre her ne kadar Avrupa ülkeleri Ukrayna'ya sonuna kadar yardım sözü verse de bu yardımlar artık mühimmat ve teçhizat açığını karşılamaya yetmiyor. Durum bu şekilde devam ederse, Batı'nın kendisine ‘stratejik bir yenilgi’ yaşatmaması nedeniyle en büyük kazanan Putin olacak. Putin, Karadeniz'e kıyısı olan bölgeleri Osmanlı İmparatorluğu'ndan geri alan İkinci Katerina ve ilk ilham kaynağı Büyük Petro'nun yanında Novorossiya’yı yeniden canlandırmaya ve adını tescil ettirmeye epey yaklaştı.

Putin, Nisan 2016'da yaptığı konuşmada, Bolşevikleri, Ukrayna ve Rusya Sovyet cumhuriyetleri arasında keyfi sınırlar çizmekle, ardından 1954'te Kırım Yarımadası ile Sivastopol şehrini Ukrayna'ya vermekle suçlamıştı. O dönemde Putin ‘1917 devriminden sonra çizilen sınırların yeniden çizilebileceğini ve çizilmesi gerektiğini’ vurguladı.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Küreselleşme neden ABD’nin yükselişiyle ilişkilendirildi? Peki, düşüşüyle birlikte sona erer mi?

Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin dağılmasının başlamasıyla dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush ‘yeni dünya düzeni’ ifadesini ilk kez kullandı (Pixels)
Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin dağılmasının başlamasıyla dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush ‘yeni dünya düzeni’ ifadesini ilk kez kullandı (Pixels)
TT

Küreselleşme neden ABD’nin yükselişiyle ilişkilendirildi? Peki, düşüşüyle birlikte sona erer mi?

Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin dağılmasının başlamasıyla dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush ‘yeni dünya düzeni’ ifadesini ilk kez kullandı (Pixels)
Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin dağılmasının başlamasıyla dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush ‘yeni dünya düzeni’ ifadesini ilk kez kullandı (Pixels)

Independent Arabia

Otuz yıldır, entelektüel ve kültürel söylemlerde küreselleşme veya bazılarının deyimiyle ‘gezegenselcilik’ ile ilgili yeni terimler ortaya çıktı. Bu hareketin ön saflarında, çalışmalarının niteliği nedeniyle tanınmış olanlar ve anonim kalanlar olmak üzere, bu yeni hümanist yaklaşımı ortaya koyan etkili sesler yer aldı.

Dünya, ünlü Amerikalı yazar Thomas Friedman'ı, uluslararası ilişkiler ve ticarette yeni bir çağın habercisi olan ‘Küreselleşmenin Geleceği: Lexus ve Zeytin Ağacı’ adlı kitabıyla tanıdı.

Ancak, duyulmayan muhalif sesler de vardı. Bu kişiler arasında olan Immanuel Wallerstein, dünyayı çekirdek, çevre ve yarı çevre ülkeleri olarak ayıran ve ekonomik küreselleşmenin dinamiklerini anlamaya yardımcı olan ‘dünya sistemi’ teorisinin geliştiricisiydi.

Küreselleşme çalışmaları alanında önde gelen Alman sosyolog Ulrich Beck, küreselleşme bağlamında ‘risk toplumu’ kavramlarına odaklanmasıyla tanınır.

Ronald Robinson ise küreselleşme ve evrensel kültürün sosyal teorisine katkıda bulunan bir tarihçiydi.

Mesele şu ki, biz burada isimleri sıralamak için değil, bu yazının özünde yatan ana sorunun cevabını aramak için bulunuyoruz: Küreselleşmenin bir geleceği var mı? Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılması ve ABD’nin dünya kaynaklarını ve kontrolünü otoriter bir şekilde domine ettiği, yeni tek kutuplu dünya düzeni olarak adlandırılan düzenin ortaya çıkmasıyla 1990'larda başlayan süreci tamamlama şansı hala var mı?

Bu sorular, küreselleşmenin modern bir fenomen olarak sona eriyor olabileceği ya da en azından yön değiştirip farklı bir isim altında yeni bir döneme yol açmak üzere olduğu konusunda hemfikir olan okumalar çerçevesinde gündeme getirildi.

Her halükârda tartıştığımız bu olgunun 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, özellikle de dünya çapında fikir ve ticaret akışında heyecan verici bir rol oynadığını kesin olarak söyleyebiliriz. Bu olgunun dünyayı her zamankinden daha fazla birbirine bağladığını, engelleri ortadan kaldırdığını ve duvarları yıktığını söylemek abartı olmaz.

Öte yandan, dünya özellikle 1960'larda Kanadalı sosyolog Marshall McLuhan'ın ‘küresel köy’ tanımının ötesine geçip akıllı telefonların temsil ettiği bir ‘dünya kutusu’ haline geldikten sonra, benzeri görülmemiş türde tehditler ortaya çıktı.

Ancak, bugün dünyada birçok küreselleşme eğilimi nedeniyle büyük bir endişe hakim. Bunların başında, küresel savaşları tetikleme tehdidi oluşturan silahlı çatışmaların geri dönüşü, eşit kalkınma fırsatlarından yoksun bir gezegen ve ekolojik ve çevresel felaketlerin darbeleri altında inleyen bir dünya geliyor.

Öyleyse kafası karışık insanlık bundan sonra nereye gidebilir? Küreselleşmiş dünya fikri önümüzdeki on yıllar boyunca geçerli olacak mı, yoksa onun ölüm ilanını yazmanın zamanı geldi mi? Elbette, bunu yargılayacak konumda değiliz, ancak en azından felsefi açıdan sorular, cevaplardan daha önemli olmaya devam ediyor. Peki, nereden başlayacağız?

Küreselleşme eski mi, yoksa yeni bir fikir mi? Belki de buradan başlayıp küreselleşme fikrini incelemeliyiz: Bu fikir modern mi, yoksa eski bir insan yapısı mı?

Kısacası, insanlık gelişmiş medeniyetler boyunca birçok bağlantı ve ayrılık biçimi tanıdı. Ancak dünyayı tek bir bütün haline getirecek tek bir sistem fikri, 1940'ların başına kadar hiç duyulmamıştı. 1940 yılında Cumhuriyetçilerin ABD başkan adayı Wendell Willkie'nin ‘tek dünya’ fikrine Amerikalılar hayran kalmıştı.

O dönemde Wendell Willkie, küreselleşmenin eşanlamlısı olan ‘tek dünya’ sloganını ortaya attı ve milliyetçiliğin beslediği ırkçılık ve emperyalist sömürünün olmadığı bir dünya çağrısında bulundu.

Profesör Samuel Zipp, ‘Bir İdealist: Wendell Wilkie'nin Savaş Döneminde Tek Dünya Kurma Arayışı’ (The Idealist: Wendell Willkie’s Wartime Quest to Build One World) adlı kitabında “Tek dünya bize yeter. İnternetin olmadığı günlerde, bu ifadenin, insanlık ve duygusal birlik arzusu gösteren idealist bir ifade olarak nasıl karşılanacağını tahmin etmek zor değil” yazıyor:

Wilkie'nin vizyonu o dönemde naif bulunmuş olsa da bize küreselleşmenin ilk dönemlerindeki görüş hakkında bir fikir veriyor. Burada ‘Bu çağrı o dönemde meyve verebilir miydi?’ sorusu ortaya çıkıyor.

cdfrg
Küreselleşmiş bir dünya fikri önümüzdeki on yıllar boyunca geçerli olacak mı, yoksa artık onun ölüm ilanını yazmanın zamanı geldi mi? (Unsplash)

Bilinen cevap, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından dünyanın bir kez daha yaklaşık kırk yıl sürecek ve ‘Soğuk Savaş’ olarak bilinen başka bir küresel savaşla karşı karşıya kaldığıdır. O dönemde dünya, Atlantik ve Varşova olmak üzere iki kampa bölünmüştü ve bu da birleşik, küreselleşmiş bir dünya fikrini geçmişte kalan bir şey haline getirmişti.

Willkie, ‘tek dünya’ ifadesini kullanan ilk isim değildi; ondan önce de yazarlar ve düşünürler, buharlı gemiler, telgraflar, telefonlar, uçaklar, borsalar ve radyonun mesafeleri kısaltıp zamanı hızlandırarak uzak yerler ve kültürler arasındaki iletişimi artırdığına dair açıklamalarda bulunmuştu.

Willkie'nin bu haykırışı, modern küreselleşmenin yolunun ABD’de başladığını, ancak entelektüel öncülerin ABD’de olmadığını mı ima ediyor?

1990'lardaki küreselleşme ve farklı bir gezegen

Özetle 1945 yılındaki İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden 9 Kasım 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasına kadar geçen yaklaşık kırk yıl, Doğu ile Batı arasındaki ideolojik çatışmalar ve Varşova Paktı ile NATO arasındaki gizli Soğuk Savaş’la damgalandı ve bu da dünya çapında iki kampın oluşmasına neden oldu. Söz konusu dönem, Doğu ile Batı arasındaki ideolojik çatışmalar ve Varşova Paktı ile NATO arasında gizli bir Soğuk Savaş’la damgalandı ve dünya iki kampa bölündü. Bazı ülkelerin attığı küçük adımlar, o dönemde geçerli olan ‘bizimle değilseniz, bize karşısınız’ formülü nedeniyle, tarafsızlık durumunun oluşmasını sağlayamadı.

O zamanlar küreselleşme kavramı henüz ortaya çıkmamıştı ve bazıları McLuhan'ın vizyonunu sorguluyor, bunun özellikle radyo, televizyon ve yazılı medya aracılığıyla bilgi iletişimi kavramıyla sınırlı olduğuna inanıyordu.

Her ne kadar bütün bunlar, Doğu Avrupa halklarında devrim yaratmada bilinçli ve açık bir rol oynayarak onları Sovyet Demir Perdesine karşı ayaklanmaya itmiş olsa da tek bir küreselleşmiş dünya fikrini yaratacak kadar etkili olamadı.

Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyet cumhuriyetlerinin dağılmasının başlaması, tek kutuplu bir güçle sonuçlanan yeni bir kozmik başlangıcı işaret etti. O gün, ABD Başkanı George H. W. Bush ‘yeni dünya düzeni’ veya Amerikan tek kutupluluğu terimini ortaya attı.

O dönemde birçok sosyolog, ABD’ye bağımlılık çağının başladığına ve Washington’daki düşünürler ve planlamacılar ile altı kıtadaki partilerin öncülüğünde küreselleşme çağının ölüm ilanı yazılmaya başlandığına inanıyordu.

Küresel ekonominin yüzünü ve insan toplumlarının koşullarını değiştiren dinamik bir hareketin bundan 35 yıl önce başladığına şüphe yok. Değerli fırsatlar yaratan bu eğilimler, birçok ülke ve bölgede hızlı ekonomik büyümeyi kolaylaştırarak, küresel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) 2000 yılında yaklaşık 5 trilyon ABD dolarından 2016 yılında 75 trilyon ABD dolarına ve 2024 yılında 111 trilyon ABD dolarına yükselmesine katkıda bulunmuştu.

Ancak bugün, üretim ve işgücü piyasalarındaki değişimler, teknolojideki hızlı ilerlemeler ve küresel iklim değişikliği aracılığıyla radikal değişiklikler ortaya çıktı. Bu durum, dünya meselelerini izleyenlerin, özellikle ciddi endişe yaratan dördüncü bir eğilim çerçevesinde küreselleşmenin geleceğini haklı olarak sorgulamasına neden oluyor. Bu eğilim, ulusların sağlığı ve popülizmin geri dönüşüyle ilgilidir ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra faşizm ve Nazizmin çöküşünden bu yana Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde yerleşik olan liberal ve demokratik yolları tehdit ediyor.

Küreselleşmenin peşinde koşmak, sürdürülebilir kalkınma için bir umuttu ve küresel ekonomik büyümenin güçlü bir motoru olarak hizmet etti. Küreselleşme, otuz beş yılı aşkın bir süredir gelişmekte olan ülkelerdeki birçok insanın yaşam koşullarının iyileştirilmesinde önemli ve hatta öncü bir rol oynadı. Ancak bugün, 21’inci yüzyılın üçüncü on yılının ortasında, siyasi ve ekonomik bir tepki var gibi görünüyor. Bu tepki Washington'da başladı ve özellikle de korumacılığın geri dönüşü, gümrük vergilerinin açıklanması ve kaba kuvvet mantığının hakim olmasıyla birlikte serbest ticaret dünyasına inanan diğer ülkelerde de yankı buldu. Bu, insanlığın nihayet tanıdığı küreselleşmeye vurulmuş büyük bir darbe mi?

Küreselleşme: Son mu, yeni bir dönem mi?

Küreselleşmenin hikayesini benzeri görülmemiş bir ciddiyet ve objektiflikle düşünmek için duran en iyi finans ve ekonomi stratejistleri arasında, Credit Suisse'in Uluslararası Varlık Yönetimi Bilgi Departmanı'nın eski başkanı ve birçok önemli uluslararası pozisyonda görev yapmış Michael O'Sullivan da yer alıyor. O'Sullivan, 2022 yılının mayıs ayında küreselleşmenin geleceğini sorgulayarak, bu fenomenin sonuna mı geldiğimizi, yoksa başkalarının dediği gibi yeni bir döneme mi girdiğimizi sordu. O'Sullivan’ın tahminine göre her halükarda yeni bir dünya düzeni geliyor ve bu düzenin 2030 yılına kadar şekillenmesi muhtemel, ancak kimse bunun nasıl bir şekil alacağını bilmiyor. Ancak, bu okumada önemli olan soru, küreselleşmenin gerilemesini ve bu gerilemenin arkasındaki eğilimleri nasıl ölçebileceğimiz sorusu.

Özetle küreselleşme yaygın ve popüler bir olgu olmaya devam etmekle birlikte, özellikle iletişim şeklimiz, çevremizi saran medya, finansal ve diğer kaynaklarımız gibi insan yaşamı üzerindeki geniş kapsamı ve etkisi nedeniyle gizemle sarılı. Küreselleşmeyi nicel olarak ölçmek için ticaretin gayri safi yurtiçi hasılaya oranı, finansal akışların yoğunluğu, fikir ve veri akışı, internetin ve göçün nasıl değiştiği gibi faktörlere bakıyoruz.

Ancak son zamanlarda dünya daha bölgeselleşmiş ve çok kutuplu hale gelmiş görünüyor. Örneğin, Çin'in Hong Kong'daki eylemleri, Kovid-19 salgını karşısında ülkeler arasında iş birliğinin olmaması, Ukrayna'da yaşananlar, ticaret savaşları ve birçok ülkede kademeli bağımsızlık eğilimi gibi. Bunların hepsi, küreselleşmiş bir dünyada yaşanmayacak veya farklı şekilde yaşanacak olayların birer örneği.

Ancak, son otuz yılda küreselleşmenin etkilerinin farklılık gösterdiği açık ve bugün bu farklılık net olarak görülüyor.

Örneğin, en küreselleşmiş ülkeler İsveç, İsviçre ve İrlanda gibi küçük ülkeler ve bu ülkeler, vergi sistemleri sayesinde küreselleşmenin en kötü sonuçlarından biri olan büyük gelir eşitsizliklerini önleyebildiler.

Ancak İngiltere, Fransa ve İtalya gibi daha büyük ülkelerde durum aynı şekilde olmamıştı. Bu ülkelerde sosyal sınıflar arasındaki uçurum genişlemiş ve en kapitalist sınıflar arasında bile sosyal dengesizlik ortaya çıkmıştı.

Çin gibi kutuplaşmaya aday ülkeler ise küreselleşmeyi ekonomik güçle karşılanması gereken bir ABD’nin önerisi olarak görürken, Rusya gibi bir ülkede askeri seçenek ön plana çıktı.

Bu bağlamda, yine ‘Küreselleşmeye son darbe nihayet ABD’nin içinden mi vuruldu?’ sorusu ortaya çıkıyor.

Kanıtlar, ABD’nin en büyük müttefikinin liderlerinin bunu yaptığını gösteriyor. Peki ya uzak ülkelerin geri kalanı ya da belki de rakipleri ve düşmanları ne olacak? Bu öneri ne olacak?

İngiltere ve küreselleşmenin sonu

ABD Başkanı Donald Trump'ın geçtiğimiz nisan ayında ikinci kez göreve gelmesinden yaklaşık üç ay sonra, İngiltere'de küreselleşmenin bittiğine dair kesin bir görüş olduğu görülüyordu.

İngiltere İşçi Partisi lideri ve Başbakan Keir Starmer, 6 Nisan'da, BBC'ye verdiği röportajda “son yirmi yıldır bildiğimiz küreselleşme sona erdi” dedi. Başbakan Starmer, aynı hafta İngiliz gazetesi The Sunday Telegraph'ta yayınlanan bir makalede aynı görüşü yineleyerek, “Bildiğimiz dünya sona erdi” diye yazdı. Peki, bu en yakın ve en sadık müttefikin ABD’nin sorumlu olduğuna inanmasına neden olan neydi?

Kanıtlar, özellikle Trump yönetiminin İngiltere’ye yüzde 10'luk bir temel gümrük vergisi uygulamasının ardından, suçun Başkan Trump'ta olduğunu gösteriyor. Bu, çeşitli vergi oranlarına sahip bazı ıssız bölgeler de dahil olmak üzere dünyadaki çoğu ülkeyi hedef alan ve ‘Kurtuluş Günü’ olarak adlandırılan bir dizi karşılıklı gümrük vergisinin bir parçasıydı.

Trump’ın tanımları, küreselleşmiş iş birliği fikrini sona erdirdi ve ekonomik açıdan korumacılık ve emperyalist üstünlük yoluyla bireyciliği yeniden ortaya çıkardı. Bu da eski İngiltere Başbakanı Gordon Brown'un (2007-2010) İngiliz gazetesi The Guardian'da acı dolu bir makale yazmasına neden oldu.

Brown, makalesinde 35 yıllık ‘yeni dünya düzeninin’ yasını tutuyor ve bu düzenin şu anda gözlerimizin önünde parçalandığını ve bu yeni ‘Trumpçı’ Amerikan yaklaşımını sürdürmekten başka bir yolun olmadığını savunuyor.

Gordon Brown, 12 Nisan'da, modern tarihin en kötü finansal krizleriyle başlayan ve Çin-ABD çatışmasının şimdiye kadarki en ciddi tırmanışıyla sona eren bir haftanın ardından, radikal dönüşümlerle şoklar arasında ayrım yapmanın zamanının geldiğini yazdı. Eğer bir değişiklik olmazsa, 2020'ler bu yüzyılın şeytani on yılı olarak hatırlanabilir. Bu terim daha önce tarihçiler tarafından 1930'ları tanımlamak için kullanılmıştı.

Brown'un tahminine göre bu on yılın tanımı, Kovid nedeniyle ölen 7 milyon insan ve küresel yoksulluk ve eşitsizliğin artmasıyla sınırlı kalmayacak, aynı zamanda parçalanmış Ukrayna, yanmakta olan Gazze ile Afrika ve Asya'da haberlerde neredeyse hiç yer almayan zulümleri de içerecek. Bunların her biri, kurallara dayalı dünya düzeninin, güce dayalı bir düzenle şiddetli bir şekilde değiştirildiğinin kanıtı.

Okuyucu burada, sadece serbest ticaret değil, hukukun üstünlüğü ve uzun zamandır insan haklarına, demokrasiye, halkların kendi kaderini tayin hakkına ve devletler arası çok taraflı iş birliğine verdiğimiz öncelik de dahil olmak üzere eski düzenin her bir ayağı saldırı altında olduğu şeklindeki kesin bir sonuca varabilir. Buna, bir zamanlar dünya vatandaşları olarak kabul ettiğimiz insani ve çevresel sorumluluklar da dahil.

Öyleyse bu, Friedman'ın savunduğu küreselleşmenin şimdiden sona ermekte olduğu anlamına mı geliyor?

Küreselleşmenin sonu ve anti-Amerikanizm kavramı

Küreselleşmenin birçok karşıtı, bu uluslararası olgunun başarısızlığının ana nedeninin ABD olduğunu savunuyor. Tüm suçu Başkan Trump'a yüklemeden, bu sorun onun Beyaz Saray'a gelmesinden otuz beş yıl önce, bu eğilimin uluslararası bilinçte yer edinmesinden önce ortaya çıkmıştı. Peki, bunun anlamı ne?

Burada protestocular, ABD’nin son 35 yıldaki politikalarının küreselleşme için en önemli fırsatlardan birini heba ettiğini söylüyorlar. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra Washington’ın ulusal kurtuluş, sosyal adalet ve salgın hastalıklar ve endemik hastalıklarla mücadele yoluyla dünyaya liderlik edecek bir ‘Sezar’ haline gelmesi için geniş bir marj alanı vardı. Sürdürülebilir küresel kalkınmaya yardım sağlamanın yanı sıra, dünyayı Sovyetler Birliği döneminde var olan ideolojik kölelikten kurtarmanın da önemi yadsınamaz.

Ancak ne yazık ki, Polonya doğumlu ‘Amerika'nın bilge adamı’ ve eski Başkan Jimmy Carter'ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski'nin ‘Seçim: Dünyayı Yönetmek mi, Dünyaya Öncülük Etmek mi’ (The Choice: Global Domination or Global Leadership?) adlı kitabında anlattığı gibi, kontrol arzusu ABD dış politikasını ele geçirmiş görünüyor.

Benzer şekilde yazarlar Eric Cazdyn ve Imre Szeman, ‘Küreselleşme Sonrası’ (After Globalization’) adlı önemli eserlerinde, özellikle üçüncü milenyumun başlangıcında Afganistan'ın işgaliyle başlayan ve ardından Irak’ın işgaliyle devam eden, ‘teröre karşı savaş’ olarak bilinen belirsiz kampanya ile birlikte, ABD’ye yönelik uluslararası düşmanlığın durumunu tanımlıyor. Amerikanlaşmanın ikiz ve nesnel karşılığı olan küreselleşme, özellikle 2001 yılında Washington ve New York'ta yaşanan olayların ardından, dünya çapında milyonlarca insanın zihninde yerleşti.

Ancak, 11 Eylül 2001 öncesinde, küreselleşme ve küreselleşme karşıtı hareketlerin artan farkındalığı, ABD’yi ana jeopolitik güç olarak görmeme eğilimindeydi.

ABD, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra en etkili tek aktör olarak önemli ve tanınmış bir oyuncu idi, ancak henüz dünyadaki diğer taraflarla çatışmaya girmemişti.

O dönemde küreselleşmeye karşı yapılan gösteriler, büyük finans kurumlarının, özellikle Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve çokuluslu şirketlerin hakimiyetini reddediyordu.

Amerikalı yazar Michael Hardt, 2000 yılında yayınlanan etkili kitabı ‘İmparatorluk’ta (Empire'da), ülkesini dünyanın kaderini ve geleceğini kontrol eden tek güç kavramıyla ilişkilendiriyor ve aslında sekiz yıl sonra olacakları öngörüyor.

thju
ABD Başkanı Donald Trump ikinci kez göreve başladıktan yaklaşık üç ay sonra, İngiltere’de küreselleşmenin bildiğimiz şekliyle sona erdiği konusunda kesin bir görüş oluşmuş gibi görünüyordu (Unsplash)

ABD’de 2008 yılında, emlak dünyasındaki iç manipülasyonlar ve Lehman Brothers gibi bazı büyük Amerikan bankalarının çöküşünün, büyük bir finansal krize yol açması bunun sebebiydi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu kriz, herkesin ABD’nin yörüngesinde dönmesinden başka bir suçu olmayan küresel ekonomiyi de derinden etkiledi.

Bundan sonra, ABD’ye yönelik düşmanlık, tüm dünyanın Amerika'nın yeni efendilerinin elinde, dünya meselelerini ABD’nin keyfine göre yönetmek için esnek bir araç olarak gördüğü küreselleşme fikrine yönelik düşmanlığa dönüştü.

Joseph Nye ve Vaclav Klaus arasında küreselleşmenin geleceği

Geçtiğimiz şubat ayında, ölümünden yaklaşık üç ay önce, Amerikalı siyaset teorisyeni Joseph Nye, ‘Project Syndicate’ adlı internet sitesinde karşı karşıya olduğumuz bu olgunun gerçekliğini sorgulayarak ‘Küreselleşmenin bir geleceği var mı?’ sorusunu sordu. Nye, bu soruya, küreselleşmenin geleceğini anlamak için ekonominin ötesine bakmamız gerektiği yanıtını verdi. Çünkü ona göre askeri, çevresel, sosyal, sağlık vb. dahil olmak üzere birçok başka türde küresel karşılıklı bağımlılık söz konusu.

 Nye, bilim adamlarının iklim değişikliğinin korkunç sonuçlar doğuracağını, yüzyılın sonuna kadar küresel buz tabakalarının eriyip kıyı şehirlerinin sular altında kalacağını öngördüklerini söylüyor. Kısa vadede bile iklim değişikliği, kasırgaların ve orman yangınlarının sıklığını ve şiddetini artırıyor. Garip bir ironi olarak, küreselleşmenin yararlı yönlerini sınırlandırırken, maliyetli yönleriyle başa çıkamıyoruz. Trump'ın ikinci başkanlık döneminin ilk adımları arasında Washington’ın Paris İklim Anlaşması ve Dünya Sağlık Örgütü'nden (WHO) çekilmesi olacağı açık.

Peki, merhum Profesör Joseph Nye’ye göre küreselleşmenin geleceği ne olacak?

Nye, sözlerini insanlar hareket kabiliyetine sahip oldukları ve iletişim ve ulaşım teknolojileriyle donatıldıkları sürece uzun mesafeli bağlantıların bir gerçeklik olarak kalacağına dair felsefi bir bakış açısıyla sonlandırıyor. Sonuçta, ekonomik küreselleşme yüzyıllardır devam ediyor ve kökleri, Çin'in küresel altyapı yatırım programı olan Kuşak ve Yol Girişimi'nin sloganı olarak benimsediği İpek Yolu gibi eski ticaret yollarına kadar uzanıyor. Dünya savaşları ekonomik küreselleşmenin seyrini bozmuş, korumacı politikalar onu yavaşlatmış ve uluslararası kurumlar şu anda devam eden birçok değişime ayak uyduramamış olsa da teknolojiye sahip olduğumuz sürece, yararlı olmasa bile küreselleşme devam edecek.

Küresel politika teorisyeni olan eski Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus'un görüşleri Joseph Nye'nin görüşlerinden farklı mı?

Klaus, 16 Eylül'de Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de düzenlenen jeopolitik zirvede dünya çapında milyonlarca, hatta milyarlarca insanın aklını meşgul eden ‘post-küresel’ boyutu ele aldı.

Klaus'un katıldığı seminer, Danube Enstitüsü ve Heritage Vakfı tarafından düzenlenmişti. Seminerde sorulan soru, hala küreselleşme çağında yaşadığımız ve bu çağın sona ermek üzere olduğu gibi oldukça tartışmalı bir varsayıma dayanıyordu.

Klaus’a göre bu yanlış bir düşünce, hatta tarihin yanlış yorumlanması.

Küreselleşmenin sonu hakkındaki görüşünde, ABD’nin nüfuzu ile küreselleşme kavramı arasındaki yukarıda bahsedilen bağlantıya atıfta bulunan Klaus, bu yüzden bu düşüncenin temelinde, ABD’nin hegemonyasını yavaş yavaş kaybeden ve yeni dünya düzenini kabul etmek istemeyen bir ülke olmasının yattığını söylüyor. Ancak bu değişim, tek kutuplu bir dünyadan çok kutuplu bir dünyaya doğru devam eden geçişin bir parçası.

Klaus, yazılarında asla ‘küreselleşme’ terimini kullanmaz. Ona göre küreselleşme, belirsiz bir kavramdır, gazetecilik terimidir, muğlaklıklarla doludur, çok yüzeyseldir ve ciddi tartışmaların temeli olarak işe yaramaz.

Belki de insan faaliyetlerini daha tarafsız bir şekilde uluslararasılaştırma fikrini tercih ediyordur. Çünkü dünya tarihinin siyasi, ekonomik ve sosyal düzenlemelere bağlı olarak değişen derecelerde açıklık ve yakınlaşma ile karakterize bir süreç olduğunu düşünerek, küresel sahneyi yakınlaşma ve açıklık dereceleri açısından ele almanın daha yararlı ve faydalı olacağına inanıyor.

Bu düzenlemeler, farklı özgürlük derecelerinin yanı sıra siyasi sistemin doğasının da bir sonucu. Bir toplum ve ekonomi ne kadar özgürse, o kadar açıktır ve bunun tersi de geçerlidir. Bundan dolayı Soğuk Savaş'ın sona ermesinden önce kullanılan terminolojiye geri dönülmesini öneriyor.

Peki, bir son var mı?

Elbette, küreselleşmenin sonunu ilan etmek, tarihin akışına aykırı olur. Zira bu, insan iletişimi açısından bir ‘insan diyalektiğidir’ ve geçmiş insan medeniyetleri tarafından binlerce yıldır biliniyor.

Ancak asıl yeni ve belki de en heyecan verici olan ise yapay zeka (AI) devrimi gerçekleştiğinde insanlığın geleceğindeki yansımaları olacak. Bu devrim, insanlığın başlangıcından beri deneyimlediklerinden tamamen farklı özelliklere, niteliklere ve kabiliyetlere sahip yeni bir dünya yaratacak.


Avustralya, çocukların sosyal medya platformlarına erişimini yasakladı

Albanese'nin 10 Aralık'ta Sidney'de çocuklarının sosyal medya kullanımından etkilenen ebeveynlerle yaptığı görüşmeden, (AFP)
Albanese'nin 10 Aralık'ta Sidney'de çocuklarının sosyal medya kullanımından etkilenen ebeveynlerle yaptığı görüşmeden, (AFP)
TT

Avustralya, çocukların sosyal medya platformlarına erişimini yasakladı

Albanese'nin 10 Aralık'ta Sidney'de çocuklarının sosyal medya kullanımından etkilenen ebeveynlerle yaptığı görüşmeden, (AFP)
Albanese'nin 10 Aralık'ta Sidney'de çocuklarının sosyal medya kullanımından etkilenen ebeveynlerle yaptığı görüşmeden, (AFP)

Avustralya dün dünyada bir ilk olarak, 16 yaşın altındaki çocukların sosyal medyaya erişimini yasaklayan bir kararı uygulamaya koydu.

Bu karar, Facebook, Instagram, YouTube, TikTok, Snapchat ve X gibi platformların 16 yaşın altındaki kullanıcılar için hesap açmasını yasaklıyor ve mevcut tüm hesapları kapatmalarını zorunlu kılıyor. Uyumluluğu sağlamak için "makul" önlemler alınmaması durumunda 32,9 milyon dolara kadar para cezası verilebilir.


Rusya, Zelenskiy'nin yeni seçimlerin yapılmasına yönelik kararını memnuniyetle karşıladı

Londra'daki "10 Downing Street"te Ukrayna Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinin başlamasından önce "Avrupa Troikası" liderleri (AFP
Londra'daki "10 Downing Street"te Ukrayna Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinin başlamasından önce "Avrupa Troikası" liderleri (AFP
TT

Rusya, Zelenskiy'nin yeni seçimlerin yapılmasına yönelik kararını memnuniyetle karşıladı

Londra'daki "10 Downing Street"te Ukrayna Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinin başlamasından önce "Avrupa Troikası" liderleri (AFP
Londra'daki "10 Downing Street"te Ukrayna Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinin başlamasından önce "Avrupa Troikası" liderleri (AFP

Kremlin, ABD Başkanı Donald Trump'ın bu yöndeki çağrısının ardından Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'nin dün Ukrayna'da yeni seçimler yapılmasına onay vermesini memnuniyetle karşıladı. Rusya Devlet Başkanlığı sözcüsü Dmitry Peskov, bu gelişmeyi "yeni bir şey" olarak nitelendirdi.

Bu arada, ABD Başkanı dün İngiltere, Fransa ve Almanya liderleriyle yaptığı telefon görüşmesinde Ukrayna barış müzakerelerindeki son gelişmeleri ele aldı. 40 dakikalık görüşme, çatışmanın çözümünde "ilerleme kaydetmeye" odaklandı.