Barak, Netanyahu gidene kadar Knesset’in 3 hafta kuşatılması çağrısında bulundu

İsrail kamuoyu polisin aralarında eski bir tuğgeneralin de bulunduğu protesto liderlerini tutuklamasına tepki gösterdi

Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak (DPA)
Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak (DPA)
TT

Barak, Netanyahu gidene kadar Knesset’in 3 hafta kuşatılması çağrısında bulundu

Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak (DPA)
Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak (DPA)

Rehine takası ve erken seçim talebiyle düzenlenen protestolara İsrail polisinin müdahalesi sonrasında eski Başbakan Ehud Barak, protestoların benzeri görülmemiş bir şekilde artması ve Başbakan Netanyahu hükümeti düşene dek İsrail meclisi Knesset'in kuşatılması çağrısında bulundu.

Polisin protestoya yönelik saldırıları, aralarında rehine ailelerinin de bulunduğu çok sayıda kişinin yaralanmasına, Tuğgeneral Amir Haskel gibi bazı protesto liderlerinin de aralarında bulunduğu 21 kişinin gözaltına alınmasına yol açtı.

yyumö
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (AP)

Kamuoyuna seslenen Barak, Netanyahu'yu istifaya zorlamak için bir baskı aracı olarak, ülkede ekonomik hayatın felç olacağı 3 hafta boyunca kapsamlı sivil itaatsizlik eylemleri yapılmasını ve 30 ila 40 bin kişinin gece gündüz Knesset binasını kuşatmaya gönderilmesi çağrısında bulundu.

“Düşman hatlarının gerisinde tehlikeli askeri operasyonlara” liderlik etmesi nedeniyle İsrail tarihindeki en yüksek madalyaların sahibi olan Barak, ayrıca Genelkurmay Başkanı, Savunma Bakanı ve komando birimleri başkanı olarak görev yapmıştı. Barak söz konusu açıklamalarında “İsrail, Hamas ile savaştığı için değil, Netanyahu hükümeti koltukta oturduğu için tarihinin en tehlikeli durumuyla karşı karşıya. Kendisi savaşı maceracı bir şekilde yürüten, kişisel çıkarlarını devlet çıkarlarının üstünde tutan, ne pahasına olursa olsun iktidara tutunmak isteyen tehlikeli bir adam. ABD Başkanı Joe Biden'ı kazanmak ile Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’i memnun etmek arasındaki seçimde hiç tereddüt etmeden Ben-Gvir'i memnun etmeyi ve Biden ile çatışmaya girmeyi seçiyor” ifadelerinde bulundu.

Öfkeli tepkiler

Polisin protestoya yönelik saldırılarına dair öfkeli tepkiler kaydediliyor. Adalet Bakanlığı’na bağlı polis memurlarına yönelik soruşturmalarda, dün gece yayınlanan ve Tel Aviv'deki protestolar sırasında bir polis memurunun bir protestocuyu darp ettiğini gösteren görüntülerin ardından soruşturma başlatılacağı duyuruldu.

Bir yandan Netanyahu’yu protesto kampanyasının önderleri, diğer yandan ise Hamas'ın elinde tuttuğu rehinelerin aileleri, hükümete karşı protestolarının yoğunluğunu artırma kararı aldı. Zirâ Netanyahu, rehine/mahkum takası anlaşmasını müzakere etmede ve seçim tarihini ertelemede başarısız oldu. Polis ise protestoculara karşı sert baskı ve şiddet uygulayarak onları şaşırttı.

uuı
İsrail polisi Tel Aviv'deki göstericilere tazyikli suyla müdahale etti (Reuters)

Polis ilk kez göstericilerin Tel Aviv'deki Savunma Bakanlığı ve askeri komuta merkezinin yanından geçen caddede bir konuşma platformu inşa etmesini engelleme kararı aldı. Karara rağmen platformu kuran protestocuların etraflarına büyük polis güçleri toplandı. Bazı göstericiler Aylon Caddesi'ni trafiğe kapatmak için gitmeye çalıştığında polis onlara tazyikli su sıktı. 72 yaşındaki bir gösterici yaralandı. Polis, cop ve kırbaç kullanarak protestocuları zorla dağıttı.

Polis, serbest bırakılan bir rehineyi ezdi

Polis, aralarında protesto kampanyasının iki lideri Ordu Yedek Tuğgenerali Amir Haskel ve girişimci Moşe Radman'ın da bulunduğu 21 kişiyi tutukladı. Rehine ailelerinden iki kişi yaralanırken bir polis ise 51 gün Hamas’ın elinde rehin tutulduktan sonra serbest bırakılan Ilana Gritzewsky’i ezdi. Gritzewsky’nin eşi ise halen rehin.

Protesto liderliği, iki polis memurunun bir protestocunun kafasına copla vurduğunu, başka bir protestocuyu savurduğunu, başka bir polis memurunun ise bir protestocuyu kırbaçladığını gösteren bir video yayınladı. Bir başka protestocu ise bir süvari kuvvetinin kaldırımda duran protestoculara saldırdığını gördüğünü anlattı.

Bu protestolar geçen hafta düzenlenenlere göre daha kapsamlıydı. Ana yollardaki kavşaklarda ve köprülerde 70'ten fazla noktaya dağılan binlerce protestocu, Netanyahu hükümetinin devrilmesi için acil seçim sloganları attı. Netanyahu'nun fotoğrafları üzerinde “Suçlu”, “Yargılanmalı ve devrilmeli” ifadelerine yer verildi.

efbfr
İsrail polisi (arşiv)

Tel Aviv'de biri rehinelerin aileleri tarafından olmak üzere iki büyük protesto düzenlendi. Rehinelerin serbest bırakılmasını talep eden protestocular, Netanyahu'yu ihmalkarlıkla ve kişisel çıkarlarını ulusal çıkarların önünde tutmakla suçladı. 5 bin kişinin katıldığı bir başka protesto ise polis tarafından engellenmeye çalışıldı. Bu protestoda ise “Netanyahu rehinelerin hayatını feda etti”, “Hamas kendi mahkumlarını önemserken İsrail ise rehineleri umursamıyor”, “Çocuklarımızın vebali senin boynunda Netanyahu” ifadeleri kullanıldı.

Kudüs'te İsrail başbakanlık karargahı önünde bin kişinin katılımıyla üçüncü bir gösteri düzenlendi. Beerşeba'da 500, Hayfa'da ise 4 bin protestocu aktifti. Kayserya’da protestocular polis bariyerini aşıp Netanyahu'nun evine ulaşmayı başardı ancak polis güçleri onları zorla dağıttı.

Netanyahu ve polise eleştiri

Tel Aviv'de polisin şiddet içerikli davranışlarını eleştiren muhalefet lideri Lapid, polisin Ben-Gvir ve Netanyahu'nun emriyle esir ailelerinin protestolarına ilk kez saldırdığını söyledi. Aynı zamanda, “Bu saldırı, demokrasiye meydan okumanın yanı sıra, ciddi bir ahlak bozulmasına ve duygu yoksunluğuna işaret etmekte” vurgusunda bulundu.

Tel Aviv’de düzenlenen protestoda polisin uyguladığı baskıya değinen eski Savunma Bakanı Moşe Yalon, “Görünen o ki Netanyahu tamamen halkın gözü önünde olduğunun farkına vardı. Bu yüzden tüm hazine için oynamaya karar verdi. Bize kaybedecek hiçbir şeyin olmadığı mesajını veriyor. Hamas'a diz çöktüremediği için bize diz çöktürmek amacıyla savaş yürütüyor. Onun ve birlikte ülkeyi yönettiği çetenin heba ettiği devlet uğruna savaştık. Savaşıyoruz ve canımızı feda ediyoruz” vurgusunda bulundu.

6mjuy67
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta yerinden edilmiş Filistinlilerin kaldığı bir kamp (Reuters)

7 Ekim'de annesini kaybeden Rotem, Beerşeba'daki protestolarda Netanyahu'ya seslenerek “Çocukluğuma korkunç sirenler damgasını vurdu ve bunun sorumlusu sensin. Ergenlik çağımızda korku ve endişe duyuyoruz. Bunun sorumlusu sizsiniz. Etrafıma baktığımda ülkede nefreti ve bölücülüğü yaymaktan, yanılgılarla insanların beyinlerini yıkamaktan, siyasi ve insani söylemin seviyesini düşürmekten, şiddeti teşvik etmekten ve ırkçılığı yaymaktan da suçlu olduğunuzu görüyorum. Suç çetelerine serbestlik vermekten suçlusunuz. Bizi yok etmeden önce senin gitme vaktin geldi” açıklamalarında bulundu.

“Aklı karışık liderlik”

Gazze'de savaşan ve henüz tedavi görmekte olduğu ağır yaralara maruz kalan yedek subay Schneiberg, “7 Ekim'de çökmüş bir devlet, aklı karışık bir liderlik gerçeğine uyandık. Gerçeği kaybetmiştik. Dünya başımıza yıkıldı. Halkla devlet arasındaki sözleşme bozuldu. Bize umut verecek, sözleşmeyi başka gerekçelerle yenileyecek başka bir liderliğe ihtiyacımız var. Bunlardan en önemlisi, kaçırılanların bir an önce, bedeli ne olursa olsun geri getirilmesidir” ifadelerini kullandı.

7 Ekim'de yaralanan Dr. Eli Golan ise “Katiller yanı başımızdaydı. Onlarla savaştık. İki ay boyunca narkoz almama neden olan yaralanmalar yaşadım. Uyandığımda kendimi başka bir ülkede, daha önce hiç görmediğimiz şekilde kayıplara uğrayan bir ülkede buldum.

Liderliğe olan güvenini tamamen kaybetmiş bir ülke. Başbakanımızın yıllardır Hamas yönetimini desteklemesinin, füzeler konusunda sessiz kalmasının ne anlama geldiğini anladık. Bir de utanmadan gözümüzün içine bakıyor ve başarısızlığın sorumluluğunu üstlenmeyi reddediyor. Ona göre kendisi dışında hepimiz sorumluyuz. Hükümet değiştirilmeli ve bir an önce seçim istiyoruz” vurgusunda bulundu.

Eski Genelkurmay Başkan Yardımcısı Yair Golan ise göstericilere yönelik polis şiddetinin kendilerini yıldırmayacağını, Ben-Gvir'in protestocuları korkutamayacağını söyledi. Hükümetin insanları protesto etmekten alıkoyamayacağını vurgulayan Golan, yaşananların her hafta Cumartesi, hatta haftanın her günü benzer gösterilerin düzenlenmesini teşvik edeceğini belirtti. Bugün Tel Aviv'de yaşananların bu hükümet için sonun başlangıcı olduğunu da vurguladı.



ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara

Robert Ford

2000 yılında, Bill Clinton'ın başkanlığının ikinci dönemi sona eriyordu ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Yaser Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamak için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Clinton ekibi önceki yönetimler gibi, iki devletli çözümün İsrail ile Arap devletleri arasında kapsamlı bir anlaşmanın önünü açacağına ve bölgede kalıcı istikrarı sağlayacağına inanıyordu. Son Camp David zirvelerinde Clinton, haritalar ve sınırlarla ilgili ayrıntılara bizzat daldı, Kudüs'teki belirli mahalleleri ve sokakları inceledi, Barak ve Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamaya çalıştı. Daha sonra Clinton, başarısızlığın sorumluluğunu Arafat'a yükledi, ancak yardımcısı Robert Malley'nin yeni bir kitabı bu değerlendirmeyi sorguluyor.

Bill Clinton iki devletli çözüm için çabalıyor

Clinton, iki devletli çözüm için çabalarken aynı zamanda Saddam Hüseyin'e Irak'ın kitle imha silahları programına ilişkin BM soruşturmalarıyla iş birliği yapması için baskı yapıyordu. Birkaç füze saldırısı düzenledi ancak bölgeye yönelik herhangi bir ABD kara müdahalesinden kaçındı. Selefi Başkan baba George Bush gibi, Clinton da bir rejim değişikliğine veya Irak'ın iç siyasetine müdahale etmeye istekli değildi. Bunun yerine, Bağdat'ın iş birliği yapmasını sağlamak için füze saldırıları ve sert yaptırımları tercih etti. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Iraklı siviller, özellikle de çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisine rağmen, Irak'a uygulanan yaptırımları savundu.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Başkan oğul George Bush, Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi

Bu arada, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İran'a karşı uzun süredir devam eden Amerikan düşmanlığını sürdürdüler. Bu düşmanlık, İran'ın Hizbullah ve Filistinli muhalif fraksiyonlara verdiği destek ile Tahran'ın kitle imha silahları programlarına olan ilgisine dair endişelerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle Clinton, 1995 yılında İran ile Amerikan petrol şirketi Conoco arasında imzalanması planlanan 1 milyar dolarlık anlaşmayı engelledi; dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu anlaşmanın ikili ilişkileri geliştireceğini umuyordu. Bunun yerine, Clinton yönetimi hem Irak hem de İran'a karşı “çift yönlü çevreleme” politikası kapsamında İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırdı.

ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)

Clinton, bölge ülkelerinde siyasi reformu desteklemekle ilgilenmiyordu. Nitekim 1994-1997 yılları arasında Cezayir'deki ABD Büyükelçiliği'nde çalışırken, teröristlerin ve güvenlik güçlerinin katliamlar işlediği dehşetli iç savaşın ortasında, Washington'daki hiçbir üst düzey yetkili Cezayirli yetkililerle temaslarında hükümetin suistimalleri konusunu gündeme getirmedi. Aynı durum Saddam Hüseyin'in Irakı gibi baskıcı rejimler için de geçerliydi. Daha sonra, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore ile Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek arasındaki özel ikili girişimi yöneten Amerikan ekibinin bir parçası olduğumda da ABD’nin odak noktası insan hakları değil, Mısır ekonomisinin liberalleştirilmesiydi. Washington'daki hakim görüş, bölgede kapsamlı bir barışın, sivil ve insan haklarına saygıdan ziyade ekonomik büyümeye bağlı olduğu ve bunun istenen istikrarı sağlayacağı yönündeydi.

11 Eylül her şeyi değiştiriyor

11 Eylül 2001'de yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne yol açan terör saldırılarından sonra, Başkan George W. Bush Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi. Beyaz Saray'ın Saddam Hüseyin'in el-Kaide ile ilişkisine dair güçlü bir kanıtı olmamasına rağmen, Saddam'ın bir gün el-Kaide ile iş birliği yapabileceği gerekçesiyle işgali haklı çıkarması dikkat çekicidir. Ortadoğu konusunda uzman iki kıdemli Amerikalı diplomat, William Burns ve Ryan Crocker, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ı Irak'ı işgal etmenin tehlikeleri konusunda ikna etmeyi başardılar, ancak Powell Bush'u ikna edemedi. Bush'un Amerikan askeri üstünlüğü sayesinde Irak ve Afganistan'da beklediği hızlı zafer ise bir yanılsamaydı.

Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi

Daha geniş bir bölgesel ölçekte, Bush yönetimi, baskıcı ve yolsuz hükümetlere karşı Arap sokaklarına hakim olan hayal kırıklığını terörün kaynağı olarak görüyordu. Clinton yönetiminin yaklaşımından önemli bir sapmayla Bush yönetimi, uzun süredir müttefik olanlar da dahil olmak üzere birçok hükümet üzerinde siyasi baskıyı yoğunlaştırdı. 2005 yılında, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Kahire'de bir insan hakları konferansına ev sahipliği yapmayı reddetmesi ve siyasi muhalif Eyman Nur'u tutuklamasının ardından Mısır ziyaretini iptal etti. 2002 yılında Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi'ni başlattı ve bölgede insan haklarını teşvik etme amacıyla başına Cumhuriyetçi Parti’ye sadık bir kişiyi atadı.

 ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)

2006 yılında büyükelçi olarak Cezayir'e döndüğümde, Washington ilk görevimden farklı olarak, Cezayirli yetkililerle temaslarında insan hakları ve sivil özgürlükler konularını gündeme getirmeye hazırdı. Bu girişim ayrıca, bağımsız gazeteler gibi Cezayir sivil toplum üyelerine işletme yönetimi ve örgütlenme konusunda eğitim verilmesini de sağladı. Ardından, 2008'de Bağdat'taki ABD Büyükelçiliğine döndüğümde, Irak'ta insan haklarını ve sivil toplumu teşvik etmeye yönelik yıllık bütçemiz 70 milyon dolara ulaşmıştı ve bu şaşırtıcı bir rakamdı. Ama ne yazık ki, bu paranın büyük bir kısmı bu konuda asla ciddi olmayan gruplara harcandı.

Obama, Bush'un politikasını değiştirdi

Barack Obama, Beyaz Saray’a girdiğinde Ortadoğu'daki savaşları sona erdirmeye kararlıydı. Bölgenin, ABD'nin yeniden şekillendiremeyeceği bölünmüş toplumlardan ibaret olduğu inancıyla hareket etti. Selefi Demokrat Başkan Bill Clinton'ın aksine, Obama İsrail-Filistin çatışmasını çözmekle pek ilgilenmedi. 2013 yılında ikinci Dışişleri Bakanı John Kerry'nin başlattığı girişime hiçbir destek sunmadı.

 Eski ABD Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters) ABD Eski Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters)

Buna karşılık, Obama ve ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bölgedeki zayıf yönetimi doğrudan istikrarsızlıkla ilişkilendirdiler. 12 Ocak 2011'de Clinton, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bir gün sonra ve Mısır ordusunun Kahire’deki ayaklanma sırasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i devirmesinden bir ay önce, Doha'da hükümet yolsuzluğunu ve baskısını eleştiren sert bir konuşma yaptı. Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi. Yıllar sonra, Oval Ofis'te onunla, bir ABD başkanının askeri müdahale niyeti olmamasına rağmen bir liderin istifa etmesini kamuoyu önünde talep etmesinin ne kadar akıllıca olduğu konusunu tartışmış, istifası istenen liderin böyle bir talebi görmezden gelmesinin başkanı nasıl zayıf göstereceğini ve iç muhalefete sahte bir umut vereceğini söylemiştim. Ancak Obama, bir ABD başkanının müdahale sözü vermeden insan haklarına saygı gösterilmesini kamuoyu önünde talep etmesi gerektiğinde ısrar etti. Ocak 2011'de Mübarek'ten istifa etmesini istemişti, ancak onu deviren Washington değil, Mısır sokağı ve Mısır ordusuydu.

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor

Arap Baharı Libya'ya uzandığında, Obama Mart 2011'de Muammer Kaddafi'ye karşı uluslararası müdahaleyi destekleyen bir lojistik ve istihbari rol oynamayı isteksizce kabul etti. Obama yönetimi yetkililerinden biri, ABD'nin Avrupalıları ve Arap müttefiklerini perde arkasından yönlendirdiğini söyledi. Hillary Clinton da 2012'de bana, askeri uzmanların Libya ordusunun birkaç hafta içinde çökeceğini tahmin ettiğini, ancak Kaddafi'nin isyancılar tarafından öldürülmesine kadar yedi ay süren bir mücadele yaşandığını söylemişti. Libya’da durumun yanlış yorumlanması, Irak Savaşı'nın anıları ve Beşşar Esed'e karşı herhangi bir müdahaleye yönelik iç siyasi desteğin yokluğu, Obama'yı 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanımına karşı çizdiği kırmızı çizgiyi savunmaktan kaçınmaya yöneltti.

Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Obama, sadece DEAŞ’a karşı güçlü bir şekilde müdahale etme konusunda istekli görünüyordu. Ancak yanlış yönlendirilmiş bir Amerikan politikasının örgüte ilk aşamalarında yardımcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2010 seçimlerinden sonra Washington'un Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'yi yeni bir dönem için güçlü bir şekilde desteklemesi gerektiğine karar verdi, çünkü Biden ve danışmanları, yalnızca Maliki'nin hızlı bir şekilde hükümeti kurabileceğine, istikrarı sağlayabileceğine ve Irak'taki Amerikan güçlerinin geleceği hakkında Washington ile müzakerelere olanak tanıyabileceğine inanıyordu. Ancak Maliki'nin Irak'taki Sünni topluluklara yönelik yenilenen baskısı, DEAŞ'ın üye kazanmasına ve 2013 ve 2014 yılları arasında batı Irak ve doğu Suriye'yi ele geçirmesine yardımcı oldu. 2014 ve 2016 yılları arasındaki Paris ve Brüksel saldırıları, Washington ve Avrupa başkentlerinde endişeyi artırdı. Libya'nın aksine, Obama, DEAŞ'a karşı uluslararası bir koalisyonu ön saflardan yönetmeye hazırdı.

Clinton'ın Doha konuşmasından ve Washington'un Libya'daki “arka plandan liderlik etme” yaklaşımından dört yıl sonra, Obama otoriter rejimlerle iş birliğine daha meyilli hale geldi ve Washington'dan gelen ciddi reform talepleri sona erdi. Yine de Obama, bu savaşta büyük kara birliklerini kullanma konusunda tereddüt ediyordu. Bu sebeple bu birlikler yerine, Amerikalılar Suriye'de Kürt liderliğinde kurulan bir milis gücüne ve Irak'taki Şii milislerle dolaylı koordinasyona güvendiler. Bu iş birliği, her iki ülkede de daha sonraki siyasi ve güvenlik sorunlarının doğrudan sebebi oldu.

Trump'ın politikası, Clinton'ın yaklaşımını yeniden şekillendiriyor

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor. Bu konuda Clinton, Obama ve Biden'a benziyor. Haziran ayında İran nükleer hedeflerine yönelik saldırıları güçlü ve hızlıydı ve hemen ardından müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu açıkladı. Trump, askeri güç dengesi zayıf bir devlet aleyhine olduğunda, anlaşmayı güvence altına almak için önemli tavizler vermek zorunda kalacağına inanıyor. Bu algı, Ukrayna'nın yanı sıra nükleer mesele konusunda İran için de geçerli. Ancak Trump'ın kavrayamadığı şey, daha zayıf tarafın dış destek arayışıyla veya rakiplerinin zayıflaması umuduyla beklemeyi tercih edebileceğidir. İran rejimi devrilmedikçe, Trump ne İran ile nükleer bir anlaşma imzalayacak ne de çok istediği Nobel Ödülü'nü kazanacaktır.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok

Aynı zamanda Trump, özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerle ticaret anlaşmaları yapmaya büyük bir gayret gösteriyor. Kendi girişimleri ve ortak ticari çıkarlar vizyonu, kalkınmaya odaklanan Gore-Mübarek Girişimi gibi ekonomik programların yerini aldı.

Ticari kazançlara odaklanma, küresel ölçekte insan haklarına yönelik sözlü desteği bile bir kenara itti. 2019'da Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi en sevdiği cumhurbaşkanı olarak tanımladı ki bu, ne George Bush, ne Obama, ne de Biden'ın yapacağı bir açıklama değildi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)

Geçen yıl Riyad'da düzenlenen bir konferansta Trump, bölgedeki ilerlemenin arkasında Batı müdahalesi, devlet kurucular veya Amerikalı neo-muhafazakarlar değil, bölge halkları olduğunu söyledi.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok. Bunun yerine, Gazze'de ateşkesin, dış denetim altında bir Filistin yönetimine doğru atılan küçük adımların ve oradaki yabancı ticari kalkınmanın Arap devletlerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna edeceğini umuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, diğer Arap devletlerinin, özellikle Körfez'dekilerin, hızla Suudi Arabistan'ın izinden gideceğini ve böylece kendisine Nobel Ödülü kazandıracağını varsayarak yanlış düşünüyor. Zira on yıllardır devam eden Amerikan mali ve askeri desteğinden sonra, İsrail bölgedeki baskın askeri güç haline geldi ve 1979'da olduğu gibi kendisini barış karşılığında toprak vermeye teşvik edecek hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Keza bazı Arap devletlerinin İsrail'in askeri tehditlerinden İran'dan korktukları kadar korktuğunu gösteren işaretler var. Yine de Trump ve ekibi, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme karşılığında toprak tavizlerini kabul edeceğine inanıyor. Bu, iyi düşünülmüş bir analiz değil, sadece bir umuttur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
TT

Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump'ın ekibi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun barış sürecini sabote etmek istediğini düşünüyor.

Kimliğinin açıklanmaması şartıyla Axios'a konuşan ABD'li yetkililer, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının gidişatının Trump ve Netanyahu arasında pazartesi günü yapılacak görüşmeyle belirleneceğini söylüyor.

Trump'ın ekibinin Netanyahu'nun süreçte atılması gereken adımları geciktirdiğini ve Gazze'ye yönelik askeri operasyonları tekrar başlatabileceğini düşündüğü aktarılıyor.

Adının gizli tutulmasını isteyen İsrailli bir yetkili de Netanyahu'nun ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio dahil Trump yönetimindeki üst düzey isimlerin desteğini kaybettiğini söylüyor.

Kaynaklar, Washington'ın bir an evvel anlaşmanın ikinci aşamasına geçilmesini istediğini belirtiyor.

Trump'ın damadı Jared Kushner'la ABD Başkanı'nın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un ikinci aşamaya geçiş için Türkiye, Mısır ve Katar'la yakın çalıştığı aktarılıyor. Ancak Netanyahu'nun planla ilgili Kushner ve Witkoff'la anlaşmazlık yaşadığı ifade ediliyor.

Öte yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) ateşkes ve rehine takası anlaşmasına rağmen Gazze'de saldırıları sürdürmesinin Washington'da olumlu karışlanmadığı belirtiliyor.

Kimliğinin paylaşılmamasını isteyen Beyaz Saray'dan bir yetkili, "Bazen sahadaki IDF komutanlarının önüne gelene ateş etmeye meraklı olduğunu düşünüyoruz" diyor.

Witkoff ve Kushner, geçen hafta Miami'de düzenlenen toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati'yle bir araya gelmişti.

Axios'un aktardığına göre taraflar, Trump - Netanyahu toplantısı öncesi ele alınacak konuları belirledi. Bunlar arasında İsrail'e ateşkese uyma ve sivil kayıpları önleme çağrısı yapılmasının yanı sıra Gazze'nin Mısır sınırındaki Refah kapısının açılmasının sağlanması da yer alıyor. Ayrıca ABD Başkanı'nın Batı Şeria'daki yasadışı yerleşimlerle ilgili endişelerini dile getirmesi bekleniyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

İkinci aşamadaysa Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü'nün (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Independent Türkçe, Axios, Times of Israel


Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)
TT

Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)

Kurtarma ekiplerinin açıklamasına göre dün, Guatemala'nın batısındaki bir otoyolda yolcu otobüsünün uçuruma yuvarlanması sonucu en az 15 kişi hayatını kaybetti.

Gönüllü itfaiye sözcüsü Leandro Amado gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bu trafik kazasında 15 kişi hayatını kaybetti" dedi. Yaklaşık 20 yaralının yakındaki hastanelere kaldırıldığını belirten Amado, ölenler arasında 11 erkek, üç kadın ve bir çocuğun bulunduğunu belirtti.

Otobüs, henüz bilinmeyen bir nedenle yaklaşık 75 metre derinliğindeki uçuruma yuvarlandı.

Guatemala'da ölümcül trafik kazaları sık sık yaşanıyor. Şarkul Avsat’ın edindiği bilgiye göre şubat ayında, Guatemala şehrinin kuzey eteklerinde bir yolcu otobüsü uçuruma yuvarlanmış ve 54 kişi hayatını kaybetmişti.