CIA, Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’ya nasıl gizlice yardım ediyor?

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (AP)
ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (AP)
TT

CIA, Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’ya nasıl gizlice yardım ediyor?

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (AP)
ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (AP)

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA), Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü, üçüncü yılına giren ve yüzbinlerce cana mal olan savaşta Kiev’e gizlice yardım ettiği ortaya çıktı.

Şarku’l Avsat’ın The New York Times gazetesinden aktardığı analizde, “Washington ile Kiev arasındaki istihbarat ortaklığı, Ukrayna’nın kendini savunma yeteneğinin temel taşıdır” denildi.

Adam Entous ve Michael Schwirtz imzalı analiz, Ukrayna, ABD ve Avrupa’daki mevcut ve eski yetkililerle 200’den fazla görüşme yaptıktan sonra kaleme alındı.

Analize göre, CIA ve diğer ABD istihbarat teşkilatları, hedefli füze saldırıları için istihbarat sağlıyor, Rus birliklerinin hareketlerini takip ediyor ve casus ağlarının desteklenmesine yardımcı oluyor.

Ancak bu ortaklık savaş zamanında ortaya çıkmadı, on yıl önce kök saldı ve Ukrayna bundan yararlanan tek taraf değil.

Üç farklı ABD başkanının yönetimi altında aralıklı olarak uygulanan bu plan, çoğu zaman cesurca riskler alan önemli kişiler tarafından öne çıkarıldı. 

Bu adımlar, uzun süredir istihbarat teşkilatlarının Rusya tarafından ‘tamamen tehlikeye atıldığı’ düşünülen Ukrayna’yı, bugün Kremlin’e karşı Washington’un en önemli istihbarat ortaklarından biri haline getirdi.

Analize göre, Ukrayna ormanında bulunan bir dinleme noktası, Rusya sınırı boyunca 12 gizli yeri kapsayan, son sekiz yılda inşa edilen CIA destekli casus üsleri ağının bir parçası.

Savaştan önce Ukraynalılar, Rusya’nın 2014 yılında Malezya Havayolları’na ait 17 sefer sayılı ticari uçağının düşürülmesinde rol oynadığını kanıtlamaya yardımcı olmak için dinleme kayıtlarını toplayarak, ABD’lilere kendilerini kanıtladılar.

Ukraynalılar ayrıca, ABD’lilerin 2016 başkanlık seçiminde ‘müdahale operasyonuna’ karıştığı iddia edilen Rus ajanların peşine düşmesine de yardımcı oldu. 

2016 yılı civarında CIA, Rus silahlı insansız hava araçlarını (SİHA) ve iletişim cihazlarını ele geçiren, ‘Birim 2245’ olarak bilinen Ukraynalı seçkin bir komando kuvvetini eğitmeye başladı.

Böylece CIA teknisyenleri, bunlara tersine mühendislik uygulayıp Moskova’nın şifreleme sistemlerini kırabildi.

Söz konusu birimdeki subaylardan biri, şu anda Ukrayna İstihbarat Dairesi Başkanı olan Kyrylo Budanov’du.

CIA aynı zamanda Rusya, Avrupa, Küba ve Rusların yoğun olduğu diğer yerlerde faaliyet gösteren, yeni nesil Ukraynalı casusların eğitilmesine de yardımcı oldu.

CIA ile Kiev arasındaki ilişki o kadar kökleşmiş durumda ki, Başkan Joe Biden yönetimi, Şubat 2022’de başlayan Rus işgalinden önceki haftalarda ABD personelini tahliye ettiğinde, CIA memurları Ukrayna’nın batısındaki bir yerde varlığını sürdürdü.

Söz konusu CIA personeli, işgal sırasında Ukraynalı liderlere, Rusya’nın nerelere saldırı planladığına ve Moskova’nın kullandığı silah sistemlerine dair önemli istihbarat aktardı.

O zamanlar Ukrayna Güvenlik Servisi (SBU) Başkanı olan Ivan Bakanov, “Onlar olmasaydı, Ruslara direnmemiz veya onları yenmemiz mümkün olmazdı” dedi.

Birçoğu New York Times tarafından ilk kez açıklanan bu istihbarat ortaklığının ayrıntıları, on yıldır sıkı bir şekilde korunan bir sır olarak kaldı.

Rusya’nın saldırıda olması ve Ukrayna’nın sabotajlara ve düşman hatlarının çok gerisinde casuslar gerektiren uzun menzilli füze saldırılarına daha fazla bağımlı hale gelmesi nedeniyle, bu istihbarat ağları artık her zamankinden daha önemli.

Ancak Kongre’deki Cumhuriyetçiler Kiev’e askeri fonlamayı keserse, CIA bu konudaki faaliyetlerinde küçülmek zorunda kalabilir.

CIA Direktörü William Burns, Ukraynalı liderlere güven vermek amacıyla, geçtiğimiz perşembe günü Ukrayna’ya gizli bir ziyaret gerçekleştirdi.

Bu, Burns’ün işgalden bu yana 10. Kiev ziyareti oldu.

Ukrayna’yı Batı’ya ‘kaptırma’ takıntısı olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna’nın siyasi sistemine düzenli olarak müdahale etmiş, Ukrayna’yı Rusya’nın yörüngesinde tutacağına inandığı liderleri tek tek seçmiş, ancak bu her defasında geri teperek protestocuları sokaklara dökmüştü.

Putin, uzun süredir Batılı istihbarat teşkilatlarını Kiev’i manipüle etmekle ve Ukrayna’da Rusya karşıtı duyguları körüklemekle suçladı.

Üst düzey bir Avrupalı ​​yetkiliye göre, Putin 2021 sonlarına doğru Rusya’nın ana casusluk servislerinden birinin başkanıyla buluştuğunda, tam kapsamlı bir işgali başlatıp başlatmamayı düşünüyordu.

İngiliz Gizli İstihbarat Servisi MI6, Ukrayna’yı kontrol ediyor ve Moskova’ya yönelik operasyonlar için burayı bir ‘köprü başı’ haline getiriyordu.

Ancak analize göre, ABD’li yetkililer, Ukraynalı yetkililere güvenilemeyeceğinden korktukları ve Kremlin’i kışkırtma endişesi taşıdıkları için tam olarak devreye girme konusunda isteksiz davrandılar.

Ukraynalı istihbarat yetkililerinden oluşan dar bir çevre, titizlikle CIA’in ilgisini çekmeye başladı ve yavaş yavaş kendilerini ABD’liler için hayati hale getirdi.

2015 yılında, o zamanki Ukrayna Askeri İstihbarat Başkanı General Valeriy Kondratiuk, CIA’nin istasyon şefi yardımcısı ile bir toplantıya girdi ve bir yığın çok gizli dosyayı teslim etti.

Bu ilk dosya, en son Rus nükleer denizaltı tasarımları hakkında ayrıntılı bilgiler de dahil olmak üzere, Rus Donanmasının Kuzey Filosu’na ilişkin sırları içeriyordu. 

Çok geçmeden, CIA memurlarından oluşan ekipler, Ukraynalı istihbarat yetkililerinden düzenli olarak gizli Rus belgeleri elde etti.

Ortaklık 2016’dan sonra derinleştikçe, Ukraynalılar, Washington’un aşırı ihtiyatlı tavrına karşı sabırsızlandı.

Beyaz Saray’ın ‘Ukraynalıların kabul ettiğini düşündüğü’ şartları ihlal eden suikastlar ve bazı ölümcül operasyonlar düzenlemeye başladılar. 

Buna öfkelenen Washington’daki yetkililer desteği kesmekle tehdit etti, ama bunu asla yapmadılar.

Eski bir üst düzey ABD’li yetkili, konuya dair şu değerlendirmeyi yaptı;

Washington ile Kiev arasındaki istihbarat ilişkileri giderek daha da güçlendi, çünkü her iki taraf da buna değer verdi. ABD’nin Kiev Büyükelçiliği, Rusya hakkında en iyi bilgi, sinyal ve diğer her şeyin kaynağı haline geldi.

CIA, Ukraynalı istihbarat görevlilerine, Rusya’da ve casusların kökünü kazıma konusunda usta olan diğer ülkelerde ikna edici bir şekilde sahte kimliklere nasıl bürüneceklerini ve sırları nasıl çalacaklarını öğretmek için iki Avrupa şehrinde gerçekleştirilen bir eğitim programını da denetledi.

Bu program, özgürlüğü karşılığında Estonyalılara iki dilek sunan, Rusça konuşan bir Japon balığı hakkındaki şakadan türetilen ‘Japon Balığı Operasyonu’ olarak adlandırıldı.

Japon Balığı Operasyonu görevlileri, kısa süre sonra Rusya sınırı boyunca inşa edilen 12 yeni inşa edilmiş ileri operasyon üssüne konuşlandırıldı. 

General Kondratiuk, Ukraynalı subayların, her üstten Rusya içinde istihbarat toplayan ajan ağlarını yönettiğini söyledi.

CIA memurları, istihbarat toplanmasına yardımcı olmak için üslere ekipman yerleştirdi.

Ayrıca, Japon Balığı Operasyonu programının en yetenekli Ukraynalı mezunlarından bazılarını tespit ederek, potansiyel Rus kaynaklarına ulaşmak için onlarla birlikte çalıştı.

Bu mezunlar daha sonra, Ukrayna topraklarında işgal durumunda gerilla operasyonları başlatmak üzere ‘uyuyan ajanlar’ yetiştirdiler.

CIA’nin ortak operasyonlar yürütmeye başlamak için yabancı bir kuruma yeterince güven duyması genellikle yıllar alabilir. Ukraynalılarla bu süreç altı aydan kısa sürdü. 

Trump’ın Kasım 2016’da seçilmesi, Ukraynalıları ve onların CIA ile ortaklarını gerginleştirdi.

Ancak Trump ne derse desin, yönetimindekiler sıklıkla farklı bir yöne gitti.

Dönemin CIA Direktörü olan Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, özel eğitim programlarını ve ek gizli üslerin inşasını kapsayacak şekilde genişleyen gizli ortaklığa tam destek verdiklerinin altını çizmek için Kiev’i ziyaret ettiler.

Ormandaki üs, yeni bir komuta merkezi ve kışlayı içerecek şekilde büyüdü ve Ukraynalı istihbarat subaylarının sayısı 80’den 800’e çıktı. 

Rusya’nın gelecekteki ABD seçimlerine müdahale etmesini önlemek bu dönemde CIA’in en önemli önceliğiydi.

İlişki o kadar başarılıydı ki CIA, bunu Rusya’ya karşı koymaya odaklanan diğer Avrupa istihbarat servisleriyle de kopyalamak istedi.

Ancak tüm bunlara rağmen, Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçiler, Kiev’e yapılan milyarlarca dolarlık ABD yardımını kesip kesmemeyi düşünürken, Ukraynalı istihbarat görevlileri, artık CIA’in kendilerini yüzüstü bırakacağından korkuyor.

Üst düzey bir Ukraynalı yetkili, “Bu daha önce Afganistan’da oldu ve şimdi de Ukrayna’da olacak” dedi.



Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
TT

Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)

Birleşik Krallık istihbaratına göre Ukrayna cephesinde bu yıl 400 binden fazla Rus asker öldürüldü ya da yaralandı.

Londra yönetiminin ekimde yayımladığı son savunma istihbarat raporuna göre, Şubat 2022'de başlayan savaştan bu yana Rus ordusunda toplamda 1 milyon 118 bin asker yaralandı ya da öldü.

Telegraph'ın aktardığına göre bu rakam, savaş öncesi Rus ordusunun toplam büyüklüğünden daha fazla.

Analizde, Rus ordusunun cephede “kıyma makinesi” diye de adlandırılan yoğun saldırı taktiklerini kullandığına, bunun da kayıpları artırdığına dikkat çekiliyor.

Economist'in bu ay yayımladığı çalışmada da Rusya'nın kayıplarının 1,35 milyona vardığı savunulmuştu. Ayrıca son üç yılda Rusya'nın Ukrayna topraklarının sadece yüzde 1,45'ini ele geçirebildiği belirtilmişti.

Rusya olası barış anlaşması çerçevesinde, Ukrayna'ya ait Herson, Zaporijya, Donetsk ve Luhansk'tan Kiev güçlerinin çekilmesini istiyor. Bu bölgelerin bir kısmı halihazırda Moskova'nın kontrolünde.

Economist'in haberinde, Rusya'nın sözkonusu bölgeleri askeri harekatla ele geçirmesinin Mayıs 2028'i bulacağı, bu süreçte ciddi kayıplar verilebileceği savunulmuştu.

Diğer yandan Ukrayna ordusu, Donetsk'teki Siversk kentinden çekildiğini dün duyurdu.

Ukrayna Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasında, askerlerin can güvenliği ve kaynakların korunması için geri çekilme kararı alındığı bildirildi.

New York Times'ın analizinde, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden önce yaklaşık 10 bin nüfusa sahip olan kentin, Donetsk bölgesinin savunmasında büyük rol oynadığına dikkat çekiliyor.

Şehrin kaybıyla Donetsk üzerindeki kontrolü zayıflayan Kiev'in müzakerelerde dezavantajlı konuma düşebileceği belirtiliyor.

Rusya ve Ukrayna arasındaki müzakerelerde Kiev yönetimi, Moskova'nın toprak tavizi taleplerini reddetmişti. ABD arabuluculuğunda yürütülen görüşmelerde Ukrayna, herhangi bir anlaşmayı kabul etmeden önce Batılı müttefiklerden güvenlik garantileri istiyor.

Independent Türkçe, Telegraph, New York Times


İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
TT

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşı sırasında Avrupa'daki işgücünü artırdı.

İsviçreli risk sermayesi fonu Planven ve Britanya merkezli danışmanlık şirketi KPMG'nin araştırmasında, İsrailli teknoloji firmalarının Avrupa'daki faaliyetlerini genişlettiği ve daha fazla çalışan istihdam ettiği belirtiliyor.

Avrupa Birliği'ne (AB) bağlı Avrupa İnovasyon ve Teknoloji Enstitüsü'nün İsrail'deki inovasyon merkezi IT Hub Israel de salı günü yayımlanan çalışmaya katkı sağladı.

Araştırmaya göre, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısıyla  patlak veren Gazze savaşından bu yana İsrail teknoloji şirketlerinin Avrupa'daki istihdamı ortalama yüzde 5 arttı.

Ocak 2025 itibarıyla Avrupa'da faaliyet gösteren toplam 1686 İsrailli teknoloji şirketi, çalışan sayısını 32 bin 617'ye çıkardı. Bu sayı 2024'te 30 bin 936, 2023'teyse 29 bin 317'ydi.

Avrupa'da en fazla sayıda İsrailli teknoloji şirketine ev sahipliği yapan ülke Birleşik Krallık. Ülkede 704 İsrail teknoloji şirketi, 6 bin 724 çalışanıyla faaliyet gösteriyor.

415 şirket ve 2 bin 131 çalışanla Almanya ikinci, 312 şirket ve 2 bin 598 çalışanla da Ukrayna üçüncü sırada geliyor.

Fransa'da 279 teknoloji şirketinde 1750 kişi çalışırken, Polonya'da 257 firmada 1734 kişilik istihdam var. İspanya'da 356 şirket faaliyet gösterirken, bu firmalarda 1415 kişi çalışıyor.

Avrupa'da Gazze savaşı nedeniyle İsrail karşıtı görüşlerin artmasına rağmen firmaların istihdam kapasitesini geliştirdiği görülüyor.

Planven'den Elle Taitou Spruch, araştırma bulgularına ilişkin Times of Israel'e şunları söylüyor:

Veriler savaş gibi zor zamanlarda bile, Avrupa'dan çok fazla eleştiri aldığımız halde, uzun vadeli varlıklarını geliştiren İsrailli girişimlerin sürekli büyüdüğünü ortaya koyuyor. İnsanlar hâlâ yatırımlarını artırmayı tercih ediyor.

Avrupa Komisyonu, AB ve İsrail arasında 5,8 milyar euroluk ihracatı etkileyecek karşılıklı ticaret anlaşmasının askıya alınabileceğini eylülde duyurmuştu. Brüksel henüz bu yönde bir adım atmadı.

Birleşmiş Milletler de İsrail ordusunun Gazze'de soykırım yaptığını bildiren çalışmasını eylülde kamuoyuyla paylaşmıştı.

Independent Türkçe, Times of Israel, Guardian


Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
TT

Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)

ABD-İsrail ilişkileri, bugün olduğu kadar çalkantılı bir dönem yaşamamıştı. Washington’un İsrail’e yönelik güvenlik, siyaset ve ekonomi alanlarındaki stratejik desteğine ve ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya verdiği güçlü desteğe rağmen, Tel Aviv’de artan bir kaygı ve yanıtsız kalan çok sayıda soru dikkat çekiyor. Trump’ın, Netanyahu’nun yargılandığı yolsuzluk davalarının düşürülmesini talep eden tutumu dahi bu belirsizlikleri gidermiş değil.

Öne çıkan soruların başında Trump’ın kendisi geliyor: İlk başkanlık dönemindeki Trump ile bugünkü Trump aynı mı? ‘İsrail’in küçük bir devlet olduğu ve genişlemeye ihtiyaç duyduğu’ yönündeki yaklaşımlarından vazgeçti mi?

Trump yönetiminin Aralık 2025’in başında yayımladığı ve yönetimin stratejik hedeflerini ortaya koyan belgede, Filistin meselesinin yakın vadede çözülebilir olmadığı ifade edildi. Bu durum, Gazze Şeridi’nde savaşı durdurmayı ve Ortadoğu’da kapsamlı bir barış tesis etmeyi amaçlayan Trump planının rafa kaldırılabileceği anlamına mı geliyor? Eğer öyle değilse, Trump İsrail üzerinde bir uzlaşıyı dayatacak baskı uygulayabilir mi? İsrail’e verilecek desteğin sınırları nerede başlayıp nerede bitecek? Trump, görev süresi boyunca önümüzdeki on yıl için İsrail’e nasıl bir askerî ve ekonomik yardım anlaşması sunacak?

sdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te İsrail'i ziyareti sırasında Ben Gurion Uluslararası Havalimanı'nda parmağıyla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu işaret ediyor. (Reuters)

Netanyahu’nun yakın çevresinde, ikili ilişkilerin sağlamlığına dair iyimser açıklamalara rağmen tablo net değil. Hatta kendisini ‘ABD meselelerinde İsrail’in en büyük uzmanı’ olarak gören Netanyahu’nun dahi Trump’ın gerçek tutumunu tam olarak kestiremediği, yeni Trump’ın kişiliğini anlamak için uzun saatler harcadığı ifade ediliyor.

Netanyahu uzun süre ABD'de yaşamıştı

Siyasi tarihe göre, bugüne kadar İsrail’i yöneten 13 başbakandan 8’i, ABD’de altı aydan uzun süre yaşamış durumda. ABD’de en uzun süre kalan başbakan 18 yıl ile Golda Meir olurken, onu 16 yıl ile Binyamin Netanyahu izliyor. Her iki lider de ABD’de uzun yıllar yaşamış olmaları sayesinde ABD’yi ‘içeriden en iyi tanıyan’ siyasetçiler olmakla övünüyordu.

Ancak İsrailli tarihçiler bu tabloyu tersinden okuyor. Gazeteci ve tarihçi Tani Goldstein, bazı çevrelerin Golda Meir ile Netanyahu’yu İsrail’in ABD ile ilişkilerinde en başarısız iki başbakan olarak gördüğünü belirtiyor. Goldstein’a göre, her iki lider de görev dönemlerinde iki ülke ilişkilerinde en fazla krize yol açan isimler olarak tarihe geçti.

Golda Meir, 1958 yılında İsrail Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, ABD’nin Lübnan’daki anayasal kriz sırasında ülkeye müdahalesi esnasında, Başbakan David Ben-Gurion ile anlaşarak İsrail istihbarat servislerini Amerikan güçlerinin hizmetine sundu. Bu adım, Tel Aviv ile Washington arasındaki ilk güvenlik iş birliğinin temelini oluşturdu. Üç yıl sonra ise bir İsrail Başbakanı ile ABD Başkanı arasında ilk resmî görüşme gerçekleşti; o dönemde Beyaz Saray’da John F. Kennedy bulunuyordu. Ancak Meir’in kendisi, İsrail Başbakanı olduktan sonra, ilişkilerde ilk büyük krizi tetikleyen isim oldu.

1970’lerin başında ABD, Dışişleri Bakanı William Rogers’ın adıyla anılan bir İsrail-Arap barış planını gündeme getirdi. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın ölümünün ardından, Enver Sedat bu girişimleri güçlü biçimde canlandırmaya çalıştı ve barışa açık bir tutum sergiledi. ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’in kendisiyle stratejik bir ortak ve müttefik olarak hareket edeceğini, İsrail’e barışı getirecek bir anlaşmaya sıcak bakacağını düşünüyordu. Ancak Meir’in bu öneriyi reddetmesi, Nixon için büyük bir hayal kırıklığı oldu.

dfer
Eski ABD Başkanı Jimmy Carter, Eylül 1978'de Beyaz Saray'da İsrail Başbakanı Menachem Begin'in Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ı kucaklamasını alkışlıyor. (AFP)

1973 Savaşı sırasında İsrail ciddi bir güvenlik kriziyle karşı karşıya kaldığında ve Mısır ile Suriye ordularının ülkenin varlığını tehdit ettiğini hissettiğinde, ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’i affetti. Nixon, İsrail’e büyük çaplı silah sevkiyatları ve Amerikan Hava Kuvvetleri pilotları tarafından kullanılan savaş uçakları gönderdi; bu uçaklar Mısır ve Suriye’ye karşı yürütülen savaşta fiilen yer aldı.

ABD-İsrail ilişkileri konusunda uzman tarihçi Prof. Dr. Eli Lederhendler’e göre, Golda Meir’in ‘ABD’yi içeriden tanıdığı’ yönündeki iddiaları İsrail açısından olumsuz sonuçlar doğurdu. Lederhendler, Meir’in kendine aşırı güvenen bir tutum sergilediğini ve ABD’ye dair bilgisinin İsrail’in çıkarlarına ters yönde işlediğini savunuyor.

Binyamin Netanyahu da ABD’yi içeriden bildiği düşüncesiyle benzer bir özgüvene sahip. Ancak birçok gözlemciye göre Netanyahu, ülke yönetiminde bulunduğu yıllar boyunca, ABD-İsrail ilişkilerinde Golda Meir’i hem kriz sayısı hem de bu krizlerin derinliği bakımından geride bıraktı. Netanyahu, 2015 yılında İran’la nükleer anlaşmanın imzalanmasını engellemek amacıyla ABD Başkanı Barack Obama’ya karşı açık bir siyasi mücadele yürüttü.

Netanyahu, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısının ardından İsrail’in yardımına koşan ve Gazze’de ateşkesi sağlamaya çalışan dönemin ABD Başkanı Joe Biden ile de ciddi bir kriz yaşadı; Biden’ın girişimlerini boşa çıkardı. İsrail başbakanlarının çoğu, ülkenin hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçilerden destek alabilmesi için iki partiyle dengeli ilişkiler kurmaya çalışırken, Netanyahu ABD iç siyasetine müdahil olarak Cumhuriyetçi adayları destekledi ve Demokratlarla sorunlar yaşadı.

asdfrt
Gazze Şeridi sınırına yakın bir noktada konuşlanmış tankın kulesinin üzerinde duran İsrail askerleri (AFP)

Washington’daki Netanyahu karşıtları, İran nükleer anlaşmasının Trump’ın ilk başkanlık döneminde iptal edilmesinde Netanyahu’nun belirleyici rol oynadığını savunuyor. Netanyahu’nun, ABD’yi savaşa sürüklemek isteyen bir lider olarak anılmaya başlandığına dikkat çekiliyor. Nitekim son bir yıl içinde bu değerlendirme kısmen doğrulandı ve ABD, kısa süreli ve sınırlı olsa da İran’la bir savaşa girdi. Netanyahu’nun bununla yetinmediği, ABD Başkanı’nı İran’a karşı yeni bir askerî harekâta ya tamamen Amerikan ya da iki ülkenin ortak yürüteceği bir savaşa ikna etmeye çalıştığı ifade ediliyor.

İlişkinin gücü

İsrail ile ABD arasındaki ilişkilerin stratejik ve güçlü olduğu konusunda kuşku yok; bu durum Trump döneminde de geçerliliğini koruyor. Ancak değişen bir unsur var ve bu durum İsrail’de kaygı yaratması gereken bir gelişme olarak görülüyor. Nitekim Tel Aviv’de bu endişe şimdiden hissedilmeye başlandı.

ABD ile kurulan ittifakın sağlamlığı, İsrail’in Ortadoğu’da genel olarak Batı’nın, özel olarak da ABD’nin çıkarları için ilk savunma ve saldırı hattı olmayı kabul eden tek ülke olmasından kaynaklanıyor. NATO’nun eski komutanlarından ve ABD’nin eski dışişleri bakanlarından General Alexander Haig, İsrail’i ‘Amerikan askerleri sahaya inmeden savaş yürüten Ortadoğu’daki Amerikan uçak gemisi’ olarak tanımlamıştı. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz de İsrail’in ‘Batı adına kirli işler yaptığını’ ifade etmişti.

İsrail’in bu denli güçlü destek görmesinin temelinde bu yaklaşım yatıyor. Geçtiğimiz on yıllarda ABD’nin İsrail’e sağladığı askerî yardımlar önemli ölçüde arttı. 1998 yılında yıllık yaklaşık 1,8 milyar dolar olan yardım miktarının, 2028 itibarıyla yıllık 3,8 milyar dolara ulaşması öngörülüyor.

tyu
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordu karargahında yaptıkları bir toplantı sırasında (İsrail hükümeti)

İsrail, önümüzdeki dönemde bu desteğin daha da artırılmasını talep ediyor. Bu rakamlara, Gazze savaşı sırasında ABD’nin sağladığı ve 22 milyar doları aşan destek dâhil değil. Haaretz gazetesinin 18 Aralık 2025 tarihli haberine göre, ABD son iki yılda savaş nedeniyle İsrail’e toplamda yaklaşık 32 milyar dolarlık yardımda bulundu. Gazete, Kongre Araştırma Servisi ve Washington’daki Brown Üniversitesi’ne dayandırdığı haberinde, Yemen ve İran’daki ABD askerî operasyonları gibi doğrudan maliyetlerin yanı sıra, Washington’un son iki yılda İsrail güvenlik kurumlarına 21,7 milyar dolar aktardığını yazdı. Buna ek olarak, ABD Temsilciler Meclisi 2025’in başında 26 milyar dolarlık özel bir askerî yardım paketini onayladı; bu paketin yaklaşık 4 milyar doları füze savunma sistemi kapsamında önleyici füzeler için, 1,2 milyar doları ise yeni lazer savunma sistemi Or Eitan için ayrıldı.

ABD-İsrail stratejik ittifakı, uzun yıllar boyunca iki ülkenin ‘ortak değerleri’ ve örtüşen çıkarları üzerine inşa edildi. Ancak Gazze savaşı, bu temellerde ciddi bir sarsıntıya yol açtı. Bu sarsıntı, Ortadoğu’da ‘gözde müttefikini’ sahiplenen bir süper gücün dayandığı dengeleri de derinden etkiledi.

Trump öngörülemez biri

Netanyahu, İsrail’in ABD’ye sunduğu stratejik hizmetin gücünün farkında ve bunu özellikle Obama ve Biden yönetimleri döneminde sert biçimde kullandı. Ancak Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, denklemi Netanyahu ve hükümeti açısından sarsacak ölçüde değiştirdi ve onları temkinli adımlar atmaya zorladı. ABD’nin değişmekte olduğu gerçeği, Trump yönetiminin ilk yılında belirgin biçimde ortaya çıktı.

ABD Başkanı Donald Trump, alışılmışın dışında ve kararları öngörülemez bir lider olarak görülüyor. Bu durum, onunla muhatap olanların önceki başkanlara kıyasla daha fazla dikkatli davranmasını gerektiriyor. İsrail basınına göre bu yaklaşım, Başbakan Binyamin Netanyahu’da da kaygı yaratıyor. Netanyahu’nun, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin maruz kaldığı türden aleni eleştirilerle karşı karşıya kalmaktan çekindiği ifade ediliyor. Trump, İsrail’in stratejik öneminin farkında olsa da, değerlendirmeler onun hesaplarının yalnızca bu unsurla sınırlı olmadığını gösteriyor.

Trump, İsrail’in çıkarlarını İsraillilerden ve liderlerinden daha iyi bildiğine inanan liderler arasında yer alıyor. İsrail’in yürüttüğü ve bedelini İsraillilerin hayatlarıyla ödediği, ABD’ye ise tek bir asker kaybı yaşatmayan savaşları yüksek takdirle karşılıyor.

İsrail’de yapılan kamuoyu yoklamalarını yakından takip eden Trump’ın, 21 Aralık 2025’te Yahudi Halkı Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayımlanan ve İsraillilerin yüzde 60’ının Trump’ın İsrail’in çıkarlarını önceleyen bir vizyonla hareket ettiğine inandığını ortaya koyan araştırmayı da dikkate aldığı belirtiliyor.

ABD kamuoyunda ise İsrail’e yönelik desteğin keskin biçimde azaldığına dikkat çekiliyor. Tel Aviv merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün (INSS) bir çalışmasında, ‘İsrail’in ABD’deki konumunda ciddi bir kriz yaşandığı ve bunun stratejik bir tehdide dönüşme riskinin bulunduğu’ değerlendirmesine yer verildi.

Aralık 2025’in başında yayımlanan ve Eldad Shavit ile Ted Sasson tarafından hazırlanan çalışmada, “İsrail’in ABD’deki konumu benzeri görülmemiş bir krize girmiş durumda. Geleneksel destek, Demokratlar arasında ve hatta Cumhuriyetçilerin bir bölümünde gözle görülür biçimde aşındı” değerlendirmesi yer aldı.

Anketler, İsrail’e yönelik kamuoyu tutumunun, savaş sırasındaki İsrail uygulamalarından ve Gazze Şeridi’ndeki insani durumdan doğrudan olumsuz etkilendiğini ortaya koyuyor. Özellikle liberal çevrelerdeki Yahudi toplumu içinde desteğin gerilediği, İsrail’e yönelik eleştirilerin arttığı gözleniyor. Bu eğilimin, İsrail’in siyasi ve askerî hareket serbestisini kısıtlayabileceği ve ülkenin güvenliği açısından gerçek bir tehdit oluşturabileceği belirtiliyor.

Trump’ın, tabanını korumak istemesi ve Netanyahu’nun yönetiminin planları önünde engel oluşturduğunu düşünmesi halinde, bu değişimleri görmezden gelmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyor. Nitekim Trump daha önce, Netanyahu döneminde İsrail’in ABD dışında neredeyse hiç dostunun kalmadığını, İsrail’i destekleyen tek ülkenin kendisi olduğunu söylemiş ve Tel Aviv’in ABD’nin çıkar ve iradesini zedeleyecek adımlardan kaçınması gerektiğini vurgulamıştı.

ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarında da önemli bir değişim yaşandığına dikkat çekiliyor. Bu değişimin en belirgin göstergesi, Trump’ın bölgedeki Arap liderlerle kurduğu yeni söylem olarak öne çıkıyor. Netanyahu’nun bu ‘yeni dili’ dikkatle dinlediği ve sınırlarını anlamaya çalıştığı belirtiliyor.

ABD Başkanı’nın görevdeki bir yılının ardından, Netanyahu’ya yakın çevrelerde hâlâ yeni Trump’ın kişiliğini çözmeye çalıştığı, ABD’ye dair edindiği bilgilerin artık güncellenmiş bir anlayış gerektirdiği değerlendirmesi yapılıyor.