İsrail askeri sistemi: Savaş birimleri, istihbarat teşkilatları ve ‘ölüm mangaları’

Tel Aviv hükümeti, Şin-Bet liderliğinin onayını almadan Filistinlilerle ilgili hiçbir karar alamaz.

İsrail, 1948 yılından bu yana güvenlik hizmetlerini geliştirmek ve güçlendirmek için çalışıyor. (AFP)
İsrail, 1948 yılından bu yana güvenlik hizmetlerini geliştirmek ve güçlendirmek için çalışıyor. (AFP)
TT

İsrail askeri sistemi: Savaş birimleri, istihbarat teşkilatları ve ‘ölüm mangaları’

İsrail, 1948 yılından bu yana güvenlik hizmetlerini geliştirmek ve güçlendirmek için çalışıyor. (AFP)
İsrail, 1948 yılından bu yana güvenlik hizmetlerini geliştirmek ve güçlendirmek için çalışıyor. (AFP)

Rağde Atme

7 Ekim'de gerçekleşen Hamas saldırısından sonra, tüm İsrail güvenlik ve askeri sistemi, yıllar içinde inşa edilen yapının çöküşü karşısında şaşkına dönmüştü. Zira İsrail, 1948 yılından bu yana, kendine çok tutarlı bir güvenlik teorisi oluşturmuş, onu uygulamaya çalışmış ve buna uygun olarak birçok askeri başarıya imza atmıştı. Sloganı, İsrail'in hayatta kalmasının caydırıcı güvenlik yeteneklerine bağlı olduğu, ordusunun bölgedeki en güçlü ordu olarak kalması ve savaşları büyük bir hız ve verimlilikle çözebilme kapasitesine sahip olması gerektiğiydi. Yalnızca Batı'nın askeri yardımına dayanmadı, aynı zamanda güvenlik sistemini buna göre geliştirmeye çalıştı. Düşmanlarında bulunmayan özel muharebe birimleri oluşturmaya karar verdi ve bu sayede güçlü ve etkili bilgiler toplayabildi. Vurulması veya etkisiz hale getirilmesi gereken hedefler hakkında bol miktarda malumat içeren niteliksel operasyonlar yürüttü.

dsvffe
Mossad'ın çalışmaları esas olarak casus ağlarını yönetmeye odaklandı. (İsrail ordusu internet sitesi)

Kara, hava, deniz kuvvetleri ile diğer kollardan oluşan ve İsrail güvenlik sisteminin en önemli askeri kurumu olarak kabul edilen İsrail ordusunun kuruluşundan bir ay sonra, 1948 yılında Tel Aviv, İsrail'deki en önemli üç istihbarat teşkilatını kurmaya başladı. Askeri İstihbarat Dairesi (AMAN) olarak bilinen ilki, askeri istihbarat, saha güvenliği ve karşı istihbarata dayanıyor. Mossad olarak bilinen ikinci teşkilat, yurt dışındaki istihbarat operasyonlarından sorumludur. Üçüncüsü ise misyonu iç güvenlik sorunlarıyla ilgilenmeyi, terörle ve siyasi komplolarla mücadeleyi ön planda tutan İç İstihbarat Servisi Şin-Bet’tir (Şabak). Bu üç kurum doğrudan Başbakan’a rapor verir.

Mossad

İsrail Dış İstihbarat Servisi Mossad, 8 Şubat 1951'de resmi olarak İsrail sınırları dışında görevlerini yürütmeye başladı. Siyasi, sosyal, askeri ve güvenlik alanlarında dünya çapında birçok kaynaktan bilgi ve veri toplamanın yanı sıra özel güvenlik ve diplomatik operasyonların gizli ve kontrollü bir şekilde yürütülmesinde ve İsrail politikasının şekillenmesinde belirleyici rol oynadı. Mossad'ın çalışmaları esas olarak casus ağlarını yönetmeye ve İsrail'in güvenliğine tehdit oluşturan hedefleri engellemeyi kolaylaştıracak bilgileri elde etmek için ajanları bünyesine almaya odaklandı. Bilgi Departmanı, misyonu dünyadaki gelişmeleri ve olayları anlamak amacıyla bilgi toplamak ve analiz etmek olan en önemli üç departmandan biridir. Operasyon Departmanı, kesin bir stratejik çerçeve dahilinde, adam kaçırma ve suikast gerektiren özel operasyonların planlanması ve uygulanmasıyla ilgilenir. Psikolojik Harp Daire Başkanlığı ise psikolojik nitelikteki operasyonların geliştirilmesini ve uygulanmasını denetler. İstihbarat ve Diplomatik İlişkilerden Sorumlu Masa Birimi, Mossad'ın en önemli dört biriminden biridir. Diğer üç birim ise; operasyon ajanlarıyla ilgilenen Tzomet birimi, özel operasyonlardan sorumlu Kayserya birimi, tasfiye ve suikast yöntemleri konusunda uzmanlaşmış Kidon birimidir. Yaklaşık 40 kişiden oluşan ve görevi teknoloji yoluyla istihbarat bilgisi elde etmek olan Nebiot birimi, ileri teknolojilerin geliştirilmesinden sorumlu Signet teknoloji birimi ile koordineli olarak çalışır. Sahadaki birimler, gerekli en son teknik araçlarla desteklenir. Tüm bunlara rağmen ajanlar, Mossad'ın en önemli bilgi kaynağıdır. Uzmanlara göre, Mossad teşkilatındaki çalışan sayısı, bin 200 ila bin 600 arasında değişiyor. Bu kişiler, göreve başlamadan önce özel bir okulda gizli çalışmanın kurallarını ve casusluk faaliyetleriyle ilgili konuları öğreniyor. Eski Mossad Başkanı Tamir Pardo'nun açıklamasına göre, Mossad çalışanlarının yüzde 40'ını kadınlar oluşturuyor ve bunların yaklaşık üçte biri üst düzey görevlerde bulunuyor. Ayrıca Mossad çalışanlarının yüzde 23’ü, 22 ila 32 yaş aralığında.

sdfbr
Askeri İstihbarat Dairesi (AMAN), en büyük, en kapsamlı ve en pahalı istihbarat kurumlarından biridir. (İsrail ordusu internet sitesi)

Filistinli yazar ve gazeteci Gassan Kanafani'nin 1972 yılında Beyrut'ta arabasının patlatılarak öldürülmesi, Mossad'ın gerçekleştirdiği en dikkat çekici operasyonlardan biridir. Bir diğer önemli operasyon da 1973'te El Fetih Hareketi ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) önde gelen üç liderinin, yani Muhammed Yusuf en-Neccar, Kemal Advan ve Kemal Nasır'ın öldürülmesidir. Mossad, bu olaydan birkaç yıl sonra Halk Kurtuluş Cephesi lideri Vedi Haddad'ı bir Alman otelindeyken bir parça şekerin içine zehir koyarak öldürmeyi başardı. 1988'de Mossad, El Fetih hareketinin lideri Halil el-Vezir'i Tunus'un sembolik Sidi Busaid kasabasının eteklerinde öldürdü. Suikast operasyonlarında uzmanlaşmış Kidon birimi, İslami Cihad Hareketi’nin eski Genel Sekreteri Fethi eş-Şikaki'yi Malta'dayken öldürmeyi başardı. Mossad, Tunuslu mühendis Muhammed ez-Zevari'nin 2016 yılında Safakes kentindeki evinin önünde öldürülmesini son yıllardaki en önemli niteliksel operasyonlarından biri olarak değerlendiriyor.

AMAN

1953'te kurulan Askeri İstihbarat Dairesi (AMAN) en büyük, en kapsamlı ve en pahalı istihbarat kurumlarından biridir. Öncelikli ve doğrudan görevi, İsrail Devleti'nin genel politikalarını temelde formüle edecek stratejik değerlendirmeleri sağlamaktır. Özellikle de bölgedeki düşman ülkeleriyle girdiği çatışmalarda yurtdışındaki çıkarlarına karşı bir savaş ya da askeri eylem başlatılma olasılığı konusunda acil uyarılarda bulunma sorumluluğu vardır. AMAN, aynı zamanda askeri gözetimin uygulanmasından, haritaların hazırlanmasından, istihbarat ağı için prosedürlerin geliştirilmesinden ve orduda istihbarat doktrini geliştirilmesinden sorumludur. Görevlerini yerine getirirken ileri teknolojik teknikler kullanır. Bilgi Toplama Bölümü, Dış İletişim Bölümü, Kontrol ve Muharebe İstihbarat Bölümü, Kara İstihbarat Bölümü, Deniz İstihbarat Bölümü, Hava İstihbarat Bölümü ve Medya Bölümü en önemli bileşenleridir. Ayrıca, ‘LAMDAN’ olarak bilinen Hava Kuvvetleri İstihbarat Birimi ve ‘MADAN’ Deniz Piyadeleri İstihbarat ve Navigasyon Birimi gibi çeşitli özel birimleri de içerir. Kuzey, Merkez ve Güney Komutanlıkları ile iç cephedeki istihbarat birimlerinin yanı sıra Psikolojik Savaş Birimi, Askeri Kontrol Birimi, Birim 8200 ve Birim 9990 ile ajan temin eden Birim 504 AMAN’a bağlıdır. Aynı zamanda Cyber birimi, haritalama birimi ve öngörücü istihbarat için Hatsab birimi; İstihbarat ve İnsan Güvenliği Birimi, Bilimsel Araştırma Birimi ve Bilgi Güvenliği Birimi ile birlikte en gizli birimlerden biridir.

dfe b
Şin-Bet, İsrail'de siyasi ve askeri karar almada en etkili kurumlardan biridir. (İsrail ordusu internet sitesi)

AMAN, kendine ait üslerde yılda yaklaşık 14 bin asker ve subayın katıldığı özel kurslar düzenliyor. Askerler, ateş etme, patlayıcı madde hazırlama, navigasyon, takip ve takipten kaçma, fotoğraf çekme ve şifreli mesaj gönderme gibi birçok alanda kapsamlı eğitim alıyor. Bu kurslar ve eğitimler asker adaylarını cezbediyor. AMAN, her 81 acemiden sadece birini internet alanında çalışmak üzere seçiyor. AMAN’da görev yapanların yüzde 60'ının yaşı 18 ila 21 arasında değişiyor. Uydu sistemlerini işletenler ise yirmili yaşların başında oluyor.

Şin-Bet

1949 yılında kurulan İsrail İç İstihbarat Servisi Şin-Bet’in (Şabak), İsrail istihbarat servislerinin en küçüğü olmasına rağmen, İsrail'deki siyasi ve askeri karar alma süreçlerinde en etkili konumda olduğu düşünülüyor. Bazı analistlere göre, İsrail hükümeti, ‘İsrail'in güvenliğini iç komplolardan korumak, casusluk operasyonlarını ve faaliyetlerini engellemek, İsrail'de çalışan casusları yakalamak’ gibi resmi bir misyonla görevlendirilen Şin-Bet liderliğinin onayını almadan Filistinliler ile ilgili herhangi bir karar alamaz. Şin-Bet esas olarak iç terörizmi engellemek, havalimanları ve yurtdışındaki İsrail büyükelçilikleri gibi resmi stratejik tesislerle ilgili güvenlik prosedürlerini ve kamu sektöründeki çalışanların ve işçilerin güvenlik sınıflandırmasını izlemek için çalışır. Arap Birimi, teşkilatın en büyük bölümlerinden biri olarak kabul edilir ve misyonu, İsrail'deki Arap toplumu içindeki düşmanları keşfetmektir. Buna ek olarak Şin-Bet, İsrail havalimanlarında, yolcu uçaklarında ve elçiliklerde bireyleri ve delegasyonları korumaktan, tutukluları sorgulamaktan, bilgi toplamak ve terörizmle mücadele etmek için teknolojik araçlar geliştirmekten sorumludur. Kudüs bölgesi ve Batı Şeria, Şin-Bet'in faaliyet gösterdiği en geniş alanlar arasındadır. Yüzlerce istihbarat görevlisi, müfettiş ve güvenlik teknolojisi uzmanı, söz konusu bölgeden başlatılan Filistin operasyonlarını engellemek için orada görevlendirildi.

Duvdevan Birimi

Ehud Barak tarafından 1986 yılında kurulan ve İsrail ordusuna bağlı olan bu özel birimin yüzlerce üyesi, sadece Batı Şeria'daki Filistinli topluluklar arasında baskınlar düzenlemek, aranan kişileri tutuklamak ve öldürmekle görevlerini yerine getirmiyor. Aynı zamanda kendilerine verilen görevleri yerine getirmeye giderken Filistinlilerin tarzını ve lehçesini taklit ediyor. Oryantal özellikler ve sokak Arapçasına hakimiyet bu birime kabul için ön koşuldur. Üyelerinin ve çalışanlarının isimleri ve kimlikleri asla açığa çıkarılamaz. Duvdevan, savaş alanının derinliklerindeki belirli hedefleri yok etmek için istihbarat bilgisi üretme konusunda uzmanlaşmış Magellan Birimi ile birlikte İsrail Komando Tugayı'nda piyadeleri güçlendirmek için kurulan dört özel birimden biridir. Söz konusu özel birimlerden diğerleri de Golani Tugayı'na bağlı çok sayıda el bombası ve hızlı ateş eden silahlar kullanarak çetelerle savaşma konusunda yetenekli olan Eyğur Birimi ve çöl savaşında uzmanlaşmış Ramon Birimi’dir. Bu birliğin üyeleri, faaliyetlerini gizlemek ve kamufle etmek amacıyla sık sık yoldan geçenlerin kılığına girer. Ramon Birimi’nin eğitim kursu yaklaşık bir yıl dört ay sürer. Bazen bundan daha uzun sürdüğü de olur. Bu birim altında eğitim gören askerler, istihbarat ve keşif kursu, müdahale ekipleri için yeterlilik kursu ve tabanca savaşları kursu gibi özel uygulamalı eğitim programlarından geçer. Bu birimin savaşçıları, zihinsel-fiziksel güç ve sahada bağımsız çalışma becerisi ile karakterize edilir.

sd vdf
Yehlum Birimi, piyade tugaylarının mühendislik ve patlayıcı taburlarından önemli ölçüde farklıdır. (İsrail ordusu internet sitesi)

Duvdevan Birimi, İsrail polisinin özel Musta'rab güçlerine bağlıdır. Bu güçler, Filistinliler arasında ölüm mangaları olarak bilinir. Musta'rab'lar sahip oldukları özellikleri, ten renkleri ve Filistin aksanları sayesinde Filistinlilerin düzenledikleri gösterilere kolayca katılabilir ve protestocuları tutuklayabilir. Bu birimin üyeleri, Filistin toplumundaki köylere benzer yapay köylerde özel ve yoğun bir eğitimden geçerek Filistin yaşamının, dilinin ve geleneklerinin ayrıntılarını öğrenir. 1943'te kurulan bu birim, Filistinlilerin gösterilerini yok etmek ve dağıtmaktan sorumludur. Ayrıca, İsrail hapishanelerinde Mitsada adı altında faaliyet göstermekte ve Filistinli mahkumların hapishanelerde katıldığı protestoları kontrol etmektedir. Bazı üyelere de Filistinli tutukluların arasına sızarak haklarındaki suçlamaları kanıtlayacak bilgiler elde etme görevi verilmiştir. Hapishanelerin içinde Musta'rablar ‘güvercinler’ olarak bilinir. Son yıllarda İsrail polisi, İsrail içindeki Arap toplumu arasında Ged'onim adını verdiği yeni bir gizli Musta'rab birimi kurmaya çalışıyor. Bu birimin temel görevi protesto, gösteri vb. durumlarda bilgi sağlamak olacak.

Özel Yehlum Birimi

İsrail Ordusu Mühendislik Birlikleri'nin savaş mühendisliği, patlamalar ve mayın döşeme alanında çalışan Özel Yehlum Birimi, çeşitli piyade tugaylarının mühendislik ve patlayıcı taburlarından önemli ölçüde farklıdır. Askeri mühendislik alanında en yüksek profesyonel otorite olarak kabul edilmesinin yanı sıra, ordunun elit gizli birimlerinden biri olan Yael Birimi gibi bir dizi gizli ve özel birimleri içeren birçok özel uzmanlığa sahiptir. Kara ve deniz mayınları, patlayıcıları yerleştirme ve mühendislik keşif alanında diğer seçkin birimlere destek sağlama konusunda uzmanlaşmıştır. Ayrıca Sebir Birimi, patlayıcı cihazları ve patlayıcıları etkisiz hale getirme ve sökme konusunda uzmanlaşmıştır. Bu birimin askerleri, düzensiz silah sahalarını ve eski silah depolarını ortaya çıkaran karmaşık operasyonlara katılır. Yehlum Birimi’ndeki Ulusal Mühimmat Araştırma ve Söküm Enstitüsü, ordunun kullandığı her türlü silah, mayın ve patlayıcının ansiklopedisini oluştururken, Enstitü ise kullanılan her türlü silahın özelliklerini ve bunlarla ilgili tüm değerli bilgileri belgeler, inceler ve kaydeder. Silah Önbelleği ve Tüneller Birimi ise saklanılan yerleri ortaya çıkarma ve yer altı savaşlarında uzmanlaşmıştır. Bu birim, tünellerin çökme ihtimali nedeniyle askerler tünellere girmeden önce uzaktan kontrol edilen otomatik robotlar kullanır.

Sayeret Matkal

İsrail ordusunun en iyi ve en önemli elit birimlerinden biri olan Sayeret Matkal'daki keşif devriyesi, dünyanın önde gelen birimlerinden biridir. Kendisine verilen görevleri, İsrail Ordusu Harekât Komutanlığı Karargâhı’ndan takip eden ve uygulamaya çalışır. 1957 yılında kurulan birim, son derece hassas ve gizli çalışmalarıyla tanınıyor. Bu birliğe asker kabul etme süreci, İsrail ordusunun geri kalan birimleri arasında hâlâ en zor süreçlerden biri. Sınava girmeye hak kazananlar, vücutlarının güvenliğini sağlayacak muayene ve testlere tabi tutuluyor. Daha sonra bu sınavı geçmeleri halinde üniteye uygunlukları için temel standartları belirleyen psikologlar tarafından psikolojik teste tabi tutuluyorlar. Kabul edilen askerler yılın ilk yarısında Paraşüt Kolordusu’nda eğitiliyor. Daha sonra kazı, yer arama ve yer belirleme konularında özel bir kurstan geçiyorlar. Bu iki aşamayı tamamlayanlar nihayet birime kabul ediliyor. Birimin faaliyetleri, istihbarat bilgileri toplamak veya terörizmle mücadeleyi amaçlayan belirli askeri operasyonlar yürütmek etrafında dönüyor.

Bu birliği komuta eden isimler arasında Ehud Barak, Binyamin Netanyahu, Şaul Mofaz ve Matan Vilnai yer alıyor. Bu birimin mezunları arasında ise Şin Bet'in eski başkanı Avi Dichter ve Mossad'ın eski başkanı Danny Yatom gibi önemli isimler bulunuyor.

1969 yılında Yıpratma Savaşı sırasında yapılan saldırı, 1972'de Lod Havalimanı'nda kaçırılan Sabena uçağına yapılan operasyon, 1973'te Lübnan'da Yusuf en-Neccar, Kemal Nasır ve Kemal Advan'ın (FKÖ'nün önde gelen liderleri) suikastı, Uganda Havaalanı’nda Air France uçağını kaçıranlara yönelik Yonatan Operasyonu (Entebbe Operasyonu), bu birimin gerçekleştirdiği en önemli ve öne çıkan askeri operasyonlar olarak daha sonra resmen açıklandı.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Indepednent Arabia'dan çevrilmiştir.



İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
TT

İsrail-Yunanistan-GKRY Zirvesi: Akdeniz'de bölgesel bir eksen

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 22 Aralık 2025'te Kudüs'te düzenlenen üçlü toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile el sıkışıyor. (AFP)

Ömer Önhon

Başbakan Binyamin Netanyahu, bu hafta onuncu üçlü zirve için Yunan ve Kıbrıslı mevkidaşları Kiriakos Miçotakis ve Nikos Hristodulidis'i Kudüs'te ağırladı. Zirvenin ardından yayınlanan ortak bildirinin temel noktaları şöyleydi:

• Güvenlik, savunma ve askeri konularda mevcut üçlü iş birliğinin güçlendirilmesi.

• Deniz yollarının ve hayati altyapının yenilenen tehditlerden korunmasında koordinasyonun derinleştirilmesi.

• Enerji sektöründe ortak projelerin geliştirilmesi, elektrik şebekelerinin birbirine bağlanması ve yenilenebilir enerji girişimlerinin geliştirilmesi.

Netanyahu, üçlü zirveyi bugüne kadar yapılan tüm toplantıların en önemlisi olarak nitelendirdi. İlk üçlü zirve, Doğu Akdeniz'de doğal gaz rezervlerinin keşfedildiği 2016 yılında yapılmıştı. O dönemde Türkiye'nin İsrail ve özellikle Mısır ve bazı büyük Körfez ülkeleri başta olmak üzere çeşitli Arap devletiyle ilişkileri oldukça gergindi. Bu ittifak tarafından kurulan üçlü mekanizmanın özü, “Türkiye'ye karşı birleşik bir cephe oluşturmak ve doğal gaz kaynaklarının en uygun şekilde değerlendirilmesi için iş birliği yapmak” üzerine kurulu.

Basın toplantısında bir İsrailli gazetecinin, Türkiye'ye mesajlarının ne olduğu yönündeki sorusuna Netanyahu, Türkiye'nin adını anmadan şu yanıtı verdi: “Kimseyle çatışma arayışında değiliz. Bu, uluslararası kuralları, normları ve istikrarı savunmak için kurulmuş bir ittifaktır ve umarız test edilmek zorunda kalmaz.”

Daha sonra yine Türkiye'nin adını anmadan şunları ekledi: “Topraklarımız üzerinde yeniden imparatorluklar kurabileceklerini hayal edenlere şunu söylüyorum; bu olmayacak. Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek durumdayız.”

Netanyahu bu sözleriyle, tarihsel haksızlıkları ve korkuları öne sürmeye ve “ortak tehditler” olarak algıladığı şeylerle yüzleşmek için ittifaklar kurmaya dayalı bir politikaya geri dönüyor. İsrail'in Filistinlilere yönelik politikaları nedeniyle Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler zaman zaman gerginleşmiş olsa da 1990'larda eşi benzeri görülmemiş bir zirveye ulaşmıştı. İsrail uçakları geniş Anadolu ovaları üzerinde eğitim tatbikatları yapmış ve yüz binlerce İsrailli turist Türkiye'nin güvenli ve misafirperver ortamında tatil yapmıştı.

Ancak, Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 2002'de iktidara gelmesinden ve Netanyahu'nun başbakanlığından bu yana ilişkiler giderek kötüleşti.

Türk-İsrail ilişkileri, 2010 yılında İsrail güvenlik güçlerinin Gazze'ye yardım ulaştırmak için Akdeniz'deki uluslararası sularda seyreden uluslararası bir filonun parçası olan Mavi Marmara gemisine saldırmasıyla ağır bir darbe aldı. Daha sonra, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırısının ardından dibi gördü.

Bugün ise iki ülke arasında bir soğuk savaş yaşanıyor ve Suriye ile Akdeniz'de doğrudan çatışma riski bulunuyor. İsrail, Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolünü, özellikle Suriye'deki etkisini ve varlığını bir tehdit olarak görüyor; zira bu durum, bölgedeki operasyonel üstünlüğünü, özellikle Suriye ve Lübnan'da olumsuz etkileyebilir.

Yunanistan ve Türkiye NATO üyesi, ancak Ege Denizi'nde uzun süredir devam eden anlaşmazlıklar nedeniyle ilişkileri gergin. Bu anlaşmazlıklar arasında münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı, karasuları ve bazı ihtilaflı adaların yasal statüsü ve ilgili denizcilik hakları konuları yer alıyor. Atina ve Ankara siyasi ve teknik mekanizmalar ağını korusa ve son iki yılda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Aralık 2023'te Atina'ya, Başbakan Kiriakos Miçotakis'in Mayıs 2024'te Ankara'ya yaptığı ziyaretler de dahil olmak üzere üst düzey temaslar yeniden canlanmış olsa da temel anlaşmazlıklarda çözümsüzlük sürüyor.

Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz güvenlik mimarisinde merkezi fay hattı olmaya devam ediyor. 1974'ten beri ada, güneyde Kıbrıslı Rumlar (uluslararası alanda tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti) ve kuzeyde sadece Türkiye tarafından tanınan Kıbrıslı Türkler arasında fiilen bölünmüş durumda. Nikosia (Lefkoşa), Kıbrıs meselesindeki pozisyonunu ilerletmek ve Türk nüfuzunu sınırlamak için uluslararası forumlardan ve ortaklıklardan sürekli olarak yararlandı. Bu bağlamda, güvenlik konuları, devam eden enerji ajandası ile birlikte İsrail, Yunanistan ve GKRY arasındaki üçlü iş birliği çerçevesinin ön saflarına yerleşti.

frgty
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, Kudüs'te yapılan üçlü toplantının ardından ortak basın toplantısında, 22 Aralık 2025 (AFP)

Yunanistan ve GKRY için İsrail ile iş birliğini derinleştirmenin en güçlü motivasyonu, gelişmiş teknolojik ve savunma yetenekleridir. Buna yapay zekâya olan artan ilgi, teknoloji transferi ve yüksek teknoloji sektörlerindeki yatırım bağları da dahildir. Savunma boyutu artık ikincil önemde değil; zira Yunanistan, füze topçu sistemleri de dahil olmak üzere İsrail ile büyük anlaşmalar yaptı ve Türkiye ile devam eden gerilimler arasında daha geniş hava ve füze savunma projeleri hakkında görüşmelerde bulunuyor. GKRY’nin, İsrail'in Barak-MX hava savunma sistemini teslim almaya başladığı da bildiriliyor. Türkiye bu anlaşmaya sert bir şekilde itiraz etti.

Zirveden önce üç ortağın, ortak bir “hızlı müdahale gücü” kurma niyetine dair haberler dolaşmıştı, ancak böyle bir girişim açıklanmadı. Anlatıldığına göre kavram tartışıldı, ancak nihayetinde kısmen NATO taahhütleriyle ilgili komplikasyonlardan kaçınmak, Türkiye ile gereksiz bir yüksek tansiyonu önlemek ve istenmeyen bölgesel sinyaller vermekten kaçınmak için ertelendi.

Bununla birlikte, zirveden bir gün sonra üç ülkenin askeri yetkilileri Nicosia'da ortak bir eylem planı ve Yunanistan ile İsrail arasında ikili bir askeri iş birliği programı imzaladı. Açıklanan unsurlar arasında, ortak özel operasyon birimi eğitimi ve insansız sistemler, özellikle dronlar ve elektronik savaş dahil olmak üzere yenilenen tehditler konusunda uzmanlık paylaşımı ile genişletilmiş bir ortak kara, deniz ve hava tatbikatı programı yer alıyor.

df
Türk gemisi “Mavi Marmara”, Hayfa Limanı’ndan Türkiye'ye dönüş yolculuğunda bir Türk römorkörü tarafından çekiliyor, 5 Ağustos 2010 (AFP)

Liderler ayrıca deniz güvenliğinin önemini vurguladılar ve GKRY’de Denizcilik Siber Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi'nin kurulmasını onaylayarak, bunu deniz yollarının ve hayati altyapının korunmasıyla doğrudan ilişkilendirdiler. Bu endişeler, uzun zamandır üçlü iş birliğinin temelini oluşturan enerji ve enerji güvenliği dayanaklarıyla kesişiyor.

Önce İsrail açıklarında, daha sonra Kıbrıs açıklarında keşfedilen açık deniz gazı, son çeyrek yüzyılda Doğu Akdeniz'in enerji haritası üzerindeki rekabeti ve pazarlığı yoğunlaştırdı. Buna karşılık Türkiye coğrafi konumu, yakınlığı ve mevcut altyapısı sayesinde kendisini önemli bir bölgesel merkez olarak konumlandırıyor ve bu da onu Rusya, Azerbaycan ve Orta Asya'dan Avrupa pazarlarına gaz ve petrol için tercih edilen bir transit güzergah haline getiriyor.

İsrail, GKRY ve Yunanistan, İsrail'den başlayıp Kıbrıs ve Girit'ten geçerek Yunanistan'a bağlanacak ve Türkiye'yi bypass edecek boru hattı aracılığıyla Avrupa'ya doğalgaz taşımak için alternatif bir rota arayışına girdiler. Ankara ayrıca GKRY, Yunanistan, İsrail, Mısır ve diğer birkaç ülkenin katılımıyla 2020 yılında kurulan Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu'ndan da dışlandı. Ancak, bin 900 kilometrelik kara ve deniz güzergahına sahip East-Med boru hattı olarak bilinen proje, maliyeti yüksek ve uygulanamaz olduğu gerekçesiyle reddedildi. Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğini çekmesiyle 2022 yılında donduruldu. Ancak bugün, Ukrayna'daki savaşın yarattığı ortamda, üç ülke projeyi yeniden canlandırmaya çalışıyor.

csdf
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York'taki BM Genel Merkezi'nde düzenlenen BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede, 19 Eylül 2023 (AFP)

Kudüs'te bir araya gelen liderler, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa'yı birbirine bağlaması planlanan Hindistan-Ortadoğu Ekonomik Koridoru (IMEC) projesini ilerletme konusundaki kararlılıklarını da vurguladılar. Koridor Hindistan'dan başlıyor, Ortadoğu'daki çeşitli Arap ülkelerinden ve İsrail'den geçerek GKRY’ne ulaşıyor ve ardından Yunanistan üzerinden Avrupa'ya bağlanıyor. Hindistan, 2025’teki askeri çatışma sırasında Türkiye'yi Pakistan'ın yanında yer almak ve ona insansız hava araçları sağlamakla suçlamış ve bu durum iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir bozulmaya yol açmıştı.

Üçlü (İsrail, Yunanistan ve GKRY), ortak bildiride, ABD'nin de katılımıyla “3+1” formatındaki görüşmelerinin önemini vurguladı. Başkan Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan arasında, özellikle Trump yönetiminin Türkiye'ye Suriye ve Gazze'de özel bir rol vermesinden sonra sıcak bir ilişki olsa da İsrail Suriye'deki herhangi bir Türk varlığını reddediyor ve Ankara'nın Gazze için önerilen mekanizmalara katılımına şiddetle karşı çıkıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Netanyahu, aralık ayı sonunda Washington'da Trump ile yapacağı görüşmede büyük olasılıkla bu itirazları dile getirecek. Ayrıca ABD Başkanı’na, Gazze'deki 20 maddelik barış planının uygulanmasında Türkiye'ye alternatif olarak GKRY ve Yunanistan’ı önermesi de bekleniyor.

Buna karşılık, isminin açıklanmasını istemeyen bir Türk yetkili, GKRY ve Yunanistan'ın İsrail ile yakınlaşma yoluyla Türkiye'ye baskı yapma girişimlerinin, ikili ilişkileri iyileştirme ve Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarına zarar vereceğini vurguladı. İsrail ve bölgedeki bazı Arap devletlerinin Türkiye'nin katılımı konusundaki çekincelerini veya endişelerini dile getirebileceklerini ama Ankara'nın aksine GKRY ve Yunanistan'ın barış çabalarına katkıda bulunmak için gerekli güç ve bağlantılara sahip olmadığının açık olduğunu ve aslında, İsrail ile ittifaklarının onlara kazançtan ziyade bir yük gibi göründüğünü belirtti.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


2025’te ‘Gece Yarısı Çekici Operasyonu’... Trump İran’da ‘yarım çözümlere’ son veriyor

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Tahran'a düzenlenen İsrail saldırılarında hayatını kaybeden üst düzey askeri subayların cenaze töreninde Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami'nin tabutu başında gözyaşı döküyor. (Arşiv – AFP)
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Tahran'a düzenlenen İsrail saldırılarında hayatını kaybeden üst düzey askeri subayların cenaze töreninde Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami'nin tabutu başında gözyaşı döküyor. (Arşiv – AFP)
TT

2025’te ‘Gece Yarısı Çekici Operasyonu’... Trump İran’da ‘yarım çözümlere’ son veriyor

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Tahran'a düzenlenen İsrail saldırılarında hayatını kaybeden üst düzey askeri subayların cenaze töreninde Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami'nin tabutu başında gözyaşı döküyor. (Arşiv – AFP)
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Tahran'a düzenlenen İsrail saldırılarında hayatını kaybeden üst düzey askeri subayların cenaze töreninde Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami'nin tabutu başında gözyaşı döküyor. (Arşiv – AFP)

Donald Trump’ın 2025’in başında Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte, güncellenmiş ‘maksimum baskı’ stratejisinin İran üzerindeki etkisini göstermesi bir yıldan kısa sürdü. Aylar içinde ülke, nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasına ilişkin tartışmalardan, İslam Cumhuriyeti tarihinde ikinci kez kendi topraklarında yaşanan bir savaş gerçeğine sürüklendi. Bu gelişme, yaklaşık kırk yıl önce sona eren ve hafızalardaki ağırlığını hâlâ koruyan savaşın ardından geldi.

Aslında Trump’ın Beyaz Saray’a dönüş süreci başlamadan önce de savaş bulutları Tahran semalarında birikiyordu. Nükleer anlaşmanın canlandırılmasına yönelik umutlar tükenirken, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri hız kazandı. Bu süreç, 12 gün süren savaşa, İsrail’in önleyici saldırıları karşısında İran’ın caydırıcılık kapasitesinin sınırlarının ortaya çıkmasına, ardından ABD’nin de sürece dâhil olmasına ve snapback mekanizmasıyla Birleşmiş Milletler (BM) yaptırımlarının yeniden devreye girmesine kadar uzandı.

Bu tabloya rağmen, söz konusu gidişat Washington’da değil, Tahran’da başladı. ABD seçimlerinden aylar önce İran’daki yönetici elit, ‘taktik bir mola’ arayışıyla Ağustos 2024’te göreve başlayan reformist Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın seçilmesine yöneldi. Batı ile daha az çatışmacı bir söylem benimseyen Pezeşkiyan, kendisini füze maceralarının değil ‘ekonomik bir savaşın’ yöneticisi olarak konumlandırdı. Dış politikada ise müzakere masalarına hâkim bir ekip oluşturdu; bunun başında Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi yer aldı. Bu tercih, Batı’da yeni bir müzakere dönemine hazırlık, gerilimi düşürme ve nükleer dosyayı iki zıt ihtimale göre yeniden konumlandırma girişimi olarak yorumlandı: Kamala Harris liderliğinde Obama-Biden mirasını sürdürmeyi hedefleyen bir Demokrat yönetim ya da Trump’ın daha sert bir ‘maksimum baskı’ politikasıyla geri dönüşü.

sxadf

Donald Trump, tanıdık karizmasıyla ve daha gergin bir uluslararası ortamda yeniden ABD siyasetinin merkezine döndü. İsrail ile İran’ın müttefikleri arasında açık bir savaşın yaşandığı bu dönemde, Tahran’daki hesaplar da altüst oldu. Sicilinde Kasım Süleymani suikastı bulunan Trump, İran’daki karar vericiler için belirsiz bir figür değil, nükleer anlaşmadan çekilme ve yaptırımları sertleştirme geçmişi olan, denenmiş bir rakipti. Bu nedenle, temel yaklaşımını değiştirmeyeceği, aksine genişleteceği değerlendirmesi öne çıktı. Ekonomi ve finans alanında ‘maksimum baskı’, buna eşlik eden açık bir siyasi mesajla birlikte devreye sokuldu; İran’ın geri adımı nükleer, füze ve bölgesel dosyaların tamamında somut olmalıydı. Bu çerçevede, dolaylı müzakere turları başlamadan önce bile Tahran’ın manevra alanının giderek daraldığı görülüyordu.

‘Maksimum baskının’ geri dönüşü

Donald Trump, yemin töreninden iki haftadan kısa bir süre sonra, 4 Şubat 2025’te imzaladığı başkanlık ulusal güvenlik memorandumu ile ‘maksimum baskı’ politikasını daha sert ve ayrıntılı bir çerçevede yeniden devreye soktu. Memorandumda üç temel hedef belirlendi: İran’ın nükleer silah ya da kıtalararası balistik füzelere ulaşabileceği herhangi bir yolu kapatmak, Batı’nın terör listelerinde yer alan ağlarını ve vekil güçlerini dağıtmak ve balistik füze cephaneliği ile asimetrik kapasite geliştirme faaliyetlerini sınırlandırmak.

Uygulama aşamasında Hazine Bakanlığı’na en üst düzeyde ekonomik baskı uygulanması, yaptırımların sıkı şekilde denetlenmesi ve deniz taşımacılığı, sigorta ve liman sektörlerinin Tahran veya onunla bağlantılı aktörlerle çalışmaması yönünde uyarı rehberleri yayımlanması görevi verildi. Dışişleri Bakanlığı’na ise önceki muafiyetlerin gözden geçirilmesi ya da iptali, müttefiklerle birlikte snapback mekanizması kapsamında BM yaptırımlarının yeniden tamamlanması ve İran petrol ihracatının sıfıra indirilmesi için çalışma talimatı verildi. Buna paralel olarak Adalet Bakanlığı, ABD içindeki İran bağlantılı lojistik ağlar ve paravan yapılarla ilgili soruşturmalar yürütmekle görevlendirildi.

Bu adımlarla Trump’ın daha önce sıkça dile getirdiği “İran’ın nükleer silah edinmesine izin vermeyeceğiz” söylemi, ekonomi, iç güvenlik ve diplomasi alanlarını tek bir baskı hattında birleştiren kapsamlı bir uygulama çerçevesine dönüştü.

t
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ve ekibi, 19 Ağustos'ta Roma'da düzenlenen ikinci tur görüşmeler sırasında (Reuters)

İran cephesinde ilk tepki, inkâr ile temkinin birleşimi oldu. Dini Lider Ali Hamaney müzakere kapısını tamamen kapatmadı, ancak sonuna kadar da açmadı. Trump’tan özel bir aracıyla iletilen mesaja, Tahran kısa bir yanıt verdi ve bu temas üzerinden dolaylı bir müzakere süreci başlatıldı. Bu çerçevede, Steve Witkoff ile Abbas Arakçi’nin başkanlığındaki İran heyeti arasında, Avrupalı ve bölgesel arabulucuların katılımıyla beş tur dolaylı görüşme yapıldı.

Kamuoyuna açık açıklamalarda Arakçi, Washington’un taahhütlerine saygı göstermesi halinde ‘müzakerelere hazır olunduğunu’ ve İran’ı yeniden küresel ekonomiye entegre edecek ‘dengeli bir anlaşmanın’ mümkün olabileceğini dile getirdi. Kapalı kapılar ardında ise İran tarafı, Washington ile bazı Avrupa başkentleri arasındaki görüş ayrılıklarını ve Trump ekibi içindeki sert kanada yönelik hassasiyetleri kullanarak manevra alanını genişletmeye çalıştı; bu çelişkilerin anlaşma şartlarında bir esnekliğe dönüşmesi umudu taşındı.

Beş tur görüşme

Buna rağmen, beş turun tamamında temel görüş ayrılığı değişmeden kaldı. Washington, nükleer eşiğe yakın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum stokunun İran’dan çıkarılmasında ısrar ederken, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) tüm hassas tesislerde tam denetim yetkisine yeniden kavuşturulmasını ve izlenecek herhangi bir sürecin, balistik füze menzilleri ile İran’ın bölgesel faaliyetlerinin kilit başlıklarını ele alacak net bir takvim içermesini şart koştu.

frgt
İsrail hava savunma sistemi Tel Aviv üzerindeki füzeleri önledi. (AP)

Tahran ise geleneksel önceliklerinde ısrarcı oldu. Petrol ve mali yaptırımların ön koşul olarak kaldırılması, yeni bir anlaşmadan hiçbir ABD yönetiminin çekilmeyeceğine dair güvence verilmesi, füze dosyasının bağlayıcı bir metnin dışında tutulması ve bölgedeki müttefikleriyle ilişkilerinin ‘istikrarsızlaştırıcı davranış’ olarak tanımlanmasının reddedilmesi bu başlıkların başında geldi.

Bu nedenle her tur, neredeyse aynı sonuçla tamamlandı: Metinlerin teknik ayrıntılarında sınırlı ilerleme, siyasi özünde ise tıkanıklık.

Arka planda ise İran ile UAEA arasındaki ilişki giderek daha gergin bir alana kaydı. UAEA, yıllardır beyan edilmemiş bazı sahalarda tespit edilen uranyum izlerine ilişkin açıklama talep ediyor; ayrıca 2015 anlaşmasından ABD’nin çekilmesinin ardından aşamalı olarak devre dışı bırakılan ya da sökülen kamera ve ölçüm sistemlerinin yeniden kurulmasını istiyor. 2025’e gelindiğinde, İran’ın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum stokunun, UAEA uzmanlarının ifadesiyle ‘siyasi irade oluştuğu takdirde nükleer eşiğe ulaşma süresini ciddi biçimde kısaltacak’ bir düzeye ulaştığı değerlendirildi. Batılı başkentler açısından program, maddi ilerleme ile siyasi belirsizliğin iç içe geçtiği bir tabloya dönüşürken, Tahran cephesinde UAEA dosyası bu kez hukuki ve teknik araçlarla yürütülen ‘maksimum baskı’ kampanyasının bir uzantısı olarak görüldü.

12 günlük savaş

Paralel bir hatta ise bölgenin tamamı, 7 Ekim 2023’teki sarsıntının etkilerini yaşamayı sürdürdü. Aksa Tufanı Operasyonu, Lübnan sınırından Kızıldeniz’e uzanan hatta İsrail ile İran’ın vekil güçleri arasında iki yıl süren yüksek yoğunluklu bir gölge savaşının önünü açtı. İsrail’in Suriye’de Devrim Muhafızları Ordusu’yla (DMO) bağlantılı konvoylara ve mevzilere yönelik her saldırısıyla birlikte, caydırıcılığın temel unsurlarından biri olan belirsizlik giderek aşındı. Buna karşın Tahran, karşı karşıya gelmeyi vekil güçler üzerinden yönetme ve doğrudan kendi topraklarından çatışmaya girmekten kaçınma tercihine bağlı kaldı. Ancak bu denge, 12 gün süren savaşla kökten değişti. İlk kez İran ile İsrail arasındaki çatışma İran toprakları üzerinde yaşandı. Bu gelişme, Kasım Süleymani’nin şekillendirdiği ‘savaşı sınırların ötesine taşıma’ doktrinini temelden sarstı.

12 günlük savaşın ilk günlerinde İsrail, İran içinde füze üsleri ve ana komuta merkezlerinin yanı sıra zenginleştirme zinciriyle bağlantılı tesisler ile bazı araştırma ve geliştirme altyapılarını hedef alan bir dizi nokta atışı saldırı düzenledi. DMO’nun sahadaki üst düzey komutanlarından bazıları hayatını kaybetti. Bununla birlikte nükleer programda görev alan fizikçiler, mühendisler ve teknik sorumlular da hedef alındı. Bu saldırılar, maddi altyapıdan ziyade askerî ve teknik hiyerarşinin tepesini vuran bir darbe olarak değerlendirildi.

sdfg
İsrail'in Tahran’daki İran Yayın Kurumu binasına düzenlediği saldırının ardından duman yükselirken, arka planda İran başkentinin en önemli simgelerinden biri olan Milad Kulesi görülüyor, 16 Haziran 2025 (Reuters)

Bundan birkaç gün sonra çatışma daha derin bir aşamaya taşındı. Gece Yarısı Çekici adı verilen operasyonda, hayalet bombardıman uçakları ve siber uzayda yürütülen saldırılar devreye sokularak erken uyarı ve izleme sistemlerinin bir bölümü devre dışı bırakıldı. Operasyon kapsamında zenginleştirme döngüsündeki kilit noktalar, santrifüj üretim ve montaj merkezleri ile nükleer altyapının bazı hassas birimleri hedef alındı. Bu saldırılar, teknik ve güvenlik gerekçeleriyle İran’ı bazı faaliyetlerini geçici olarak durdurmak zorunda bıraktı. Nükleer program tamamen ortadan kaldırılmadı; ancak ağır bir sınavdan geçti ve mevcut haliyle İran caydırıcılığının, siyasi ve askerî koşulların örtüştüğü durumlarda nükleer projenin kalbine yönelik hedefli bir saldırıyı engelleyemediği ortaya çıktı.

gtyu76
İran Dini Lideri Ali Hamaney, devrimin yıldönümü arifesinde, 7 Kasım'da İran Hava Kuvvetleri komutanlarına yıllık konuşmasını yapıyor. (Arşiv – AFP)

Bu askerî sarsıntı, yönetici elit içindeki çatlakların daha görünür hale gelmesini hızlandırdı. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, kamuoyu önünde ‘İran topraklarında ikinci bir savaş riskine’ dikkat çekerek, ‘karşı tarafın nükleer tesisleri hedef almaya hazır olduğunu kanıtladığını’ söyledi. Bu açıklama, dolaylı biçimde müzakere hattının tamamen göz ardı edilmesinin giderek artan bir güvenlik maliyeti doğurduğuna işaret ediyordu. Buna karşılık daha sert kanat, savaş sonrasında yapılacak herhangi bir değerlendirmeyi ‘düşmana ödül’ olarak nitelendirdi. Bu kesim, askerî kayıpların müzakere masasına dönüşle ilişkilendirilmesini kesin bir dille reddetti.

İç farklılıklar

Bu atmosferde Dini Lider Ali Hamaney, savaşın yarattığı sarsıntıya ilkeyi değiştirmek yerine danışma mekanizmalarını yeniden düzenleyerek karşılık vermeyi tercih etti. Eski Meclis Başkanı ve en yakın danışmanlarından Ali Laricani’yi Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nin başına getiren Hamaney, ayrıca bu konseyin çatısı altında yeni bir ‘Savunma Konseyi’ kurulmasına onay verdi. Söz konusu yapı, savaş, nükleer program ve müzakere sürecine ilişkin daha bütüncül değerlendirmeler sunmak üzere askerî komutanlar ile hükümet ve güvenlik yetkililerini bir araya getiriyor.

Görünürde amaç, 12 günlük savaş deneyiminin ardından istişare tabanını genişletmekti. Ancak fiiliyatta bu adım, önceki hesapların yetersiz kaldığının kabulü ile nihai kararın, caydırıcılık ve müzakere dosyalarını birlikte yöneten dar bir çevrede tutulması yönündeki ısrarın birleşimini yansıttı.

ergt
ABD Savunma Bakanlığı'nda 22 Haziran 2025 tarihinde düzenlenen basın toplantısında, İran'a yönelik ABD bombardıman uçağı saldırısının operasyonel zaman çizelgesi sunuldu. (Arşiv – AFP)

Savaş sonrası görüş ayrılıkları yalnızca askerî performansın değerlendirilmesiyle sınırlı kalmadı; daha temel bir soruya uzandı: ‘Gece Yarısı Çekici Operasyonu sonrasında nükleer dosyayla ne yapılmalı?’ Tahran’da, saldırıya verilecek en iyi yanıtın ‘kontrollü nükleer belirsizliği’ derinleştirmek olduğu görüşü güç kazandı. Bu yaklaşım, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ndan resmî bir çekilmeyi değil, gri bir alanda konumlanmayı öngörüyordu. Buna karşılık başka bir eğilim, net bir müzakere hattı olmaksızın sürdürülecek belirsizliğin, caydırıcı bir unsur olmaktan çıkıp yeni önleyici saldırıları teşvik eden bir faktöre dönüşebileceği ve nükleer tesislerin hedef alınmasının olağanlaşacağı uyarısında bulundu. Bu iki yaklaşım arasında pratik tutum dar bir dengeye oturdu: Trump’ın talep ettiği ‘sıfır zenginleştirme’ türü tavizlere kapalı durmak, ancak köprüleri tamamen yakmaktan da kaçınmak. Böylece kriz, güç dengelerinde bir değişim beklenene kadar geçici olarak yönetilmeye çalışıldı.

BM yaptırımlarının geri dönüşü

Bu tartışmalar sürerken, Avrupalı ülkelerin snapback mekanizmasını devreye sokarak İran’a yönelik BM yaptırımlarını yeniden yürürlüğe koyması yeni bir dönüm noktası oldu. Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya, İran’ın nükleer yükümlülüklerine uymadığı gerekçesiyle dosyayı BM Güvenlik Konseyi’ne taşıdı ve daha önce alınmış altı karar yeniden canlandırıldı. Böylece Tahran, çelişkili bir tabloyla karşı karşıya kaldı. Hukuki açıdan silah ve füze kısıtlamaları ile mal varlıklarının dondurulmasına yönelik uluslararası yaptırımlar geri döndü. Pratikte ise İran, Çin ve Rusya ile birlikte sahada çok şey değişmemiş gibi davranmayı sürdürdü. İran iç siyasetinde bu durum, “BM yaptırımları aynı anda hem var hem yok” şeklinde özetlendi.

y6u7
Tahran'da bulunan eski ABD büyükelçiliğinin duvarındaki ABD karşıtı duvar resminin önünden geçen bir İranlı (EPA)

2025 yılının sonuna gelindiğinde Trump’ın dönüşünün bilançosu Tahran açısından ağır oldu. Beş tur dolaylı müzakere somut bir sonuç üretmedi, 12 günlük savaş caydırıcılık sistemindeki açıkları gözler önüne serdi, BM yaptırımları yeniden gündeme geldi ve İran riyali tarihi dip seviyelere gerileyerek bunun yansımaları günlük hayatta, piyasalarda, akaryakıt ve gıda fiyatlarında hissedildi. Buna karşılık İran yönetimi iki temel tutumunu değiştirmedi: Trump yönetiminin talep ettiği ‘sıfır zenginleştirme’ yaklaşımını kesin olarak reddetmek ve ABD ile kapsamlı bir çatışmaya girmekten bilinçli biçimde kaçınmak. Bu çerçevede Tahran’ın ‘stratejik sabır’ olarak adlandırdığı yaklaşım, giderek ‘stratejik bir felç’ görüntüsü vermeye başladı. 12 günlük savaş ve snapback süreci, tarafların pozisyonlarını yakınlaştırmaktan ziyade, her iki tarafın da zamanın kendi lehine çalıştığına inandığını ortaya koydu. Washington, yıpranmış bir ekonomi ve değer kaybeden bir para biriminin Tahran’ı bir noktada ağır şartları kabul etmeye zorlayacağını hesaplıyor. İran’daki karar alıcıların bir bölümü ise hiçbir ABD yönetiminin kapsamlı bir savaşın maliyetini üstlenemeyeceği görüşünde ve Trump’ın görev süresinin sonunu beklemenin, taleplerine boyun eğmekten daha az maliyetli olduğuna inanıyor. Bu nedenle yeni yılın okuması, bu tıkanmışlığın sınırlarını çizme ve İran’ın önünde duran seçenekleri, ikinci bir savaş, kontrollü bir ateşkes ya da ‘maksimum baskı’ altında dayatılacak bir anlaşma ihtimalleri arasında değerlendirme çabası olarak öne çıkıyor.

Üç olası yol

2026 yılında İran’ın önünde üç temel yol beliriyor; bu yollar zorunlu olarak birbirine karşıt değil, zaman içinde iç içe geçebilir nitelikte. Birinci yol, yavaş yavaş ikinci bir çatışmaya sürüklenme olasılığı. Füze ve nükleer kapasite yeniden inşa edilirken baskı altında devam eden gelişmeler ve Hürmüz Boğazı’nda gemi aramaları ya da yeni yaptırımlara yanıt gibi temasların tekrarlanması, bu senaryoyu besliyor. Böyle bir durumda Washington ve Tel Aviv, ‘beklemektense şimdi çözüm’ yaklaşımını benimseyebilir; bir sonraki saldırı sadece tesisleri veya üsleri değil, karar mekanizmasının üst kademelerini hedef alacak şekilde planlanabilir.

İkinci yol, ekonomik ve sosyal memnuniyetsizlikten kaynaklanan protesto dalgalarının yeniden canlanmasıdır. Değer kaybeden para birimi, artan gıda ve yakıt fiyatları ve orta sınıfın aşınması, tarih boyunca yavaş reformlar için ana rezerv olmuştur. Bu senaryoda ‘maksimum baskı’ artık sadece dış bir baskı aracı değil, iç patlamayı tetikleyen bir faktöre dönüşüyor. Nükleer ve füze programında ek sıkılaşma, günlük yaşamda daha fazla daralma ve yaygın hoşnutsuzluk anlamına gelirken; Trump’ın şartlarına kısmi teslim, sokakta önceki yolun başarısızlığı olarak algılanabilir ve yeni bir protesto döngüsünü başlatabilir.

Üçüncü ve kısa vadede en olası yol ise, ‘karşılıklı dondurma’ olarak adlandırılabilecek, yazılı olmayan bir zaman kazanma stratejisidir: yüksek zenginleştirme hızının fiilen azaltılması, UAEA ile sınırlı teknik iş birliği pencerelerinin açılması ve aksın, 12 günlük savaş büyüklüğündeki sarsıntılardan kaçınacak şekilde ayarlanması. Buna karşılık ABD, durumu çözüme kavuşturmak yerine kontrol altında tutmayı kabul eder, ABD ve BM yaptırımları yerinde kalır. Bu yol radikal bir çözüm getirmez, ancak her iki tarafın da kırmızı çizgilerinden ödün vermediğini iddia etmesini sağlar; İran ekonomik olarak yıpranmaya devam eder, caydırıcılık dengesi eksik kalır ve patlama olasılığı sahnede durur.

Yılın bilançosuna bakıldığında, 2025, Trump politikalarının teorik tehdit aşamasından İran coğrafyası ve ekonomisi üzerinde somut bir gerçekliğe dönüştüğü yıl olarak öne çıkıyor: ortak bir askeri operasyon nükleer programın manevra alanını daralttı; BM yaptırımları snapback ile tekrar gündeme geldi; petrol ihracatı ve finansal ağlar üzerindeki baskı artırıldı; İran, ABD stratejisinde sınırlı kapasiteye sahip bir rakip olarak konumlandırıldı. Tahran ise nükleer belirsizlik ve zamanın lehine işleyeceği umuduna dayanan bir stratejiyle yanıt verdi. Böylece İran, 2026’ya girerken ‘maksimum baskı’ çerçevesinde sıkışmış durumda; kapsamlı bir savaşa gidecek lüksü yok, rakibinin koşullarında bir çözüme kolayca giriş yapacak esnekliği de yok. Gerçek meydan okuma artık Tahran’ın Trump gölgesinden nasıl çıkacağı değil; kademeli baskı altında, yavaş patlama veya pasif bekleyiş dışında üçüncü bir strateji üretme kapasitesine sahip olup olmadığıdır.


Katz: İsrail, yerleşimlerini korumak için Gazze Şeridi’nde güvenlik kuşağı kuracak

Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
TT

Katz: İsrail, yerleşimlerini korumak için Gazze Şeridi’nde güvenlik kuşağı kuracak

Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)
Batı Şeria’da Cenin kenti yakınlarında bulunan ve tahliye edilen İsrail yerleşimi Sanur’da İsrailli askerler (EPA)

İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, bugün (perşembe) Gazze savaşıyla ilgili açıklamalarında, “Gazze’de kazandık” dedi. Hamas ile olası bir ateşkes anlaşmasına değinen Katz, ülkesinin “Gazze’den asla ayrılmayacağını” söyledi. Katz, İsrail Gazze Şeridi içinde, yerleşimleri korumak amacıyla bir güvenlik kuşağı oluşturacağını ifade etti.

Savunma Bakanı Katz, Hamas’ın silah bırakması gerektiğini yineleyerek, aksi takdirde “İsrail’in bu görevi kendisinin yerine getireceğini” ifade etti.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth gazetesinden aktardığı habere göre Katz, Bnei Akiva, Ulpanot Merkezi ve Makor Rishon’un ortak düzenlediği Ulusal Eğitim Konferansı’nda yaptığı konuşmada, ABD Başkanı Donald Trump’ın planı çerçevesinde Hamas silah bırakmazsa İsrail’in bu adımı bizzat atacağını söyledi.

Haberde, ordunun Gazze’den çekilmesini ve bölgenin Filistinlilere devrini içeren anlaşmaya karşın, Katz’ın Gazze Şeridi’ni çevreleyen bir güvenlik kuşağının yerleşimlerin korunması amacıyla kurulacağını ifade ettiği belirtildi.

Öte yandan Batılı ülkeler iki devletli çözümden söz etmeyi sürdürürken, İsrail parlamentosu Knesset, Haziran 2024’te Ürdün Nehri’nin batısında bir Filistin devletinin kurulmasını reddeden kararı resmen kabul etmişti. Kararda, 7 Ekim olaylarının ardından bir Filistin devleti kurulmasının “teröre ödül” anlamına geleceği savunulmuş ve bunun Hamas’ı daha da teşvik edeceği öne sürülmüştü.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile aşırı sağcı dini kanattan bazı bakanlar da defalarca Filistin devleti kurulmayacağını dile getirmişti.